![]() |
Bundan ötürü yerli yersiz eleştirmelerde bulunan ve Türk ordusu savunma yapabilir, fakat taarruz edemez diyen bu kişiler, Sakarya savaşından bu yana aylar geçtiği halde, ordunun neden taarruz etmediğini soruyor, “Hiç olmazsa sınırlı ve belirli bir cephede bir taarruz yapılmalıdır ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşılsın” diyorlardı. Bunlardan bazıları ise, Yunan ordusunun yenilmesiyle maksadın hasıl olamayacağını söylemeye ve ordunun Irak kuzey sınırında toplanarak İngilizlere taarruz etmesi gerekeceğini propagandaya başlamışlardı. Onun için Mustafa Kemal Paşa, bu gibileri, önce 1 Aralık 1921’de sonra da 4 Mart 1922’de Mecliste yaptığı konuşmalarla uyardı; siyasi müzakerelerle bir sonuç alınamayacağını, “Halâs için, istiklâl için”, eninde sonunda düşmanla vuruşmak gerekeceğini söyledi, bundan başka karar ve çarenin olamayacağını, Türk ordusunun da kararının taarruz olduğunu açıkladı, fakat buna rağmen muhaliflerini girdikleri yoldan geri çeviremedi. Nitekim Mayıs ayının beşinde sona erecek olan Başkomutanlık Kanununun yeniden uzatılması işi 4 Mayıs Perşembe günü Mecliste tartışıldığı vakit 72 Milletvekili, ilgili kanundaki yetkilerin kaldırılmasını istemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bulunmadığı bu toplantıda oylamaya sunulan bu kanuna, o esnada Mecliste bulunan 170 Milletvekilinden 114’ü olumlu oy kullanmış, altısı reddetmiş ve 23 kişi de çekimser kalmıştı. 27 Milletvekili ile, Mecliste bulunmalarına rağmen oylarını kullanamayacaklarını bildirdiler. |
Geri kalan Milletvekilleri Meclise girmemek suretiyle “Nisâb-ı müzâkerenin te’sisine ve inta-cı muâmeleye mani” oldular. Bu yüzden mesele 6 mayıs Cumartesi gününe kalmış oldu. Meclis’in çok ilginç olan bu tutumu karşısında Mustafa Kemal Paşa, bazı arkadaşları ile durumu tartışmış ve “Bu gibi menfi hareketlere karşı” ne yolda hareket edilmesi gerekeceği hakkında Kazım Karabekir Paşa’dan mütalea istemişti. Çünkü, “Ordu, Meclis re’yini izhâr ettiği dakikadan i’tibâren Başkumandansız kalmıştı”. Ayrıca yapılan eleştirmelerden ve mey dana gelen durumdan üzüntü duyan hükümet ile Genel Kurmay Başkanı da isti’faya kalkışmıştı. Böyle olduğu takdirde, “Memleketin genel idaresinde” düşünülmeye değer bir bunalım meydana gelmesi tabii idi. Onun için Mustafa Kemal Paşa, memleketin yüksek menfaatlerinin ve güdülmekte olan genel maksadın zarar görmesini önlemek amacı ile Başkomutanlıktan ayrılmamaya karar vermiş, bu kararını hükümete de bildirerek, hem hükümetten, hem de Genel Kurmay Baş Başkanından daha yirmi dört saat görevlerinde kalmalarını rica etmişti. Ertesi gün yani 6 Mayıs’ta, Meclis’in yaptığı gizli toplantıda Gazi Mustafa Kemal Paşa, geniş bir açıklama yaparak, o günkü durumun nezâketini anlattı, Meclis’dekj “Tarz-ı hareketin orduyu inkısâma ve hükümeti de akamete” götüreceği ihtimali üzerinde durdu, bu hale de milletin razı olamayacağını” belirtti. Bu açıklamadan sonradır ki, gerçeklerle büsbütün karşı karşıya kalan Milletvekilleri 177 oyla, Başkomutanlık kanununu, kabul ettiler. Fakat aynı muhalifler, 8 Temmuz 1922 tarihli bir kanunla, “Vekiller ile Hey’et-i Vekile Reisinin ayrı ayrı ve doğrudan doğruya Meclis tarafından” seçilmesini sağlamayı başardılar. |
Halbuki bu tarihe kadar kabine üyeleri, Mustafa Kemal Paşanın, Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla, aday olarak gösterdiği Milletvekilleri arasından seçilmekte idi ve Büyük Millet Meclisinin Başkanı aynı zamanda “İcra Vekileleri Hey’etinin” yani hükümetin de başkanı idi. Şu halde muhalifler, yeni kanunla Mustafa Kemal Paşa’yı, Hükümet başkanlığından ve İcra Vekilleri için aday gösterme hakkından yoksun bırakmışlardı. Bu durum karşısında hükümet isti’fa etti, Mustafa Kemal Paşa da, Milletvekillerinin, kendi hakkındaki düşüncelerinin serbestçe açıklanabilmesini sağlamak amacıyla Meclis Başkanlığından ve Başkomutanlıktan çekilmeyi düşündü ve bu düşüncesini Kazım Karabekir Paşa’ya bildirdi. Bununla beraber Gazi Mustafa Kemal Paşa, belki de bazı tavsiyelere uyarak, ne Başkomutanlıktan ne de Meclis Başkanlığından ayrılmış, tersine olarak yeni hükümetin kurulmasıyla pek yakından meşgul olmuştu. |
2 — Sakarya zaferinden sonra Batılı devletlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri daha başka bir şekil aldı, Yunanlılara karşı tutumları değişti ve bu hal, İngiltere’de pek açık olarak görüldü. Nitekim, Avam Kamarasında Albay Walter Guinnes, müttefik gibi kabul ettiğimiz Yunanlıların, Londra Konferansı kararlarını kabul etmemeleri, 1921 haziranında Lord Curzon tarafından yapılan aracılık teklifini reddetmeleri ve bundan sonra da Türklere karşı taarruza geçmeleri, artık kendilerine müttefik işlemi yapmamıza imkân bırakmamıştır. Mademki, “Yunanlılar bu kadar serkeştirler. Bir hall suretini bunlara kabul ettirmek için yegâne çare ekonomik bir ablukadır demişti. Bundan başka 26 Ekim 1921’de bir geziye çıkarak Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı ziyaret ettikten sonra Hindistan’a da uğrayan İngiliz Veliahdı, oradaki karışıklıkları Kral George V. ile Hindistan işlerine bakan Nazır Montagu’ye ve Hindistan’daki Kral vekili Reading’a bildirmişti. Kral tarafından kendisine verilen cevapta, “Savaş ve Türkiye’deki durumla Montagu’nun reformları hiç şüphesiz bugünkü huzursuzluğu yaratmıştır” deniliyordu. Ayrıca Gandhi’nin ve Nehru’nun bu memlekette çıkardıkları karışıklıklar, 1922 yılında tehlikeli bir hal almış ve Gandhi’nin Müslüman Hindileri arkalaması ve onların isteklerini kendi politikasının bir gereği imiş gibi sayması İngiltere’yi, Türk meseleleri karşısında çok güç duruma düşürmüştü. |
. Çünkü, “Ahmedâbad’daki Milli Hind Kongresi, İstanbul’un boşaltılmasını, İzmir’in ve Edirne ile birlikte Doğu Trakya’nın Türkiye’ye geri verilmesini” ısrarla istiyordu. Müslüman liderlerin devamlı baskısı altında bulunan Kral vekili Lord Reading, 1 mart 1922’de Nazır Montagu’ya gönderdiği bir telgrafta, “Müslüman halk duygularının çok gerginleştiğini söylüyor” ve “İstanbul’un boşaltılması, kutsal topraklar üzerinde Pâdişah’ın egemenliğinin tanınması ve Müslüman Edirne de olmak üzere Doğu Trakya’nın, ayrıca İzmir’in de geri verilmesi gerektiğini” bildiriyordu. Montagu, kabineye danışmadan bu durumun yayımlanabileceğini Reading’a bildirdiği için bu yolda hareket olunmuş ve İngiliz halkı bunları öğrenmişti. Öte taraftan Yunanlılar tarafını tutan İngilizler bile Sakarya zaferini küçümseyemiyor ve Yunan ordusunun artık bir iş görebileceği kanısını kaybetmiş bulunuyorlardı. 4 Ocak 1922’de Times gazetesi, “Barışın ilk ve aşikar şartının Yunan ordusunun Anadolu’dan çekilmesi” olduğunu yazıyordu. İşte, iç ve dıştan gelen bu baskılar karşısında İngiltere ile müttefikleri, “Şark Meselesini görüşmek” ve “Türk askeri faaliyetini” durdurmak maksadıyla, 21 – 26 Mart 1922 tarihinde toplandılar ve acele olarak aldıkları kararları 22 Mart’da Türklere ve Yunanlılara bildirerek mütareke teklifinde bulundular. Mütareke teklifinin ana hatları şunlardı: |
1. İki taraf birlikleri arasında on kilometrelik askersiz bir alan bırakılacak; 2. İki taraf kuvvetleri insan ve savaş gereçleri bakımından takviye edilmeyecek; 3. Kuvvetlerin o andaki konumu değiştirilmeyecek; 4. Türk ordusu ve askeri durumu, İ’tilâf Devletlerinin Komisyonlarının, “Mürâkabe ve teftişine arzedilecek”; 5. Çarpışmaya üç ay ara verilecek; 6. Barış için bir zemin bulununcaya kadar mütareke üç ayda bir kendiliğinden yenilenecek, taraflardan biri harekete geçmek isterse bu hali karşı tarafa ve Müttefiklere onbeş gün önceden bildirecekti. Şu teliflerden anlaşıldığına göre itilâf Devletleri, Sakarya savaşında yenilerek taarruz gücünü yitirmiş olan ve yeniden toparlanarak Anadolu’da bir talih denemesine girişmesi şüpheli görünen Yunanlıları, bir yıldan- beri taarruz için hazırlanmakta olan Türk ordusu karşısında bırakmamak tedbirlerini alıyorlardı. |
. Onun için Yunanlılar, Anadolu’da düştükleri çıkmazdan kendilerini kurtaracak olan bu mütareke teklifini hemen kabul ettiler. Ankara Hükümeti ise, prensip itibariyle mütarekeyi kabul etmiş, fakat Sakarya Savaşından bu yana, durmadan bir taarruz savaşı için hazırlanmakta olan Türk ordusunu, “Atâlete sevk” etmeyi, Ankara Hükümetini umuda düşürerek “‘İntizar içinde” bırakmayı, kazanılacak zaman zarfında Ankara Hükümetini ve Türk ordusunu “Gevşetmeyi” düşünen İ’tilâf Devletlerinin bu tekliflerini reddetmeye karar vermişti. Ancak, henüz bu cevap verilmemişti ki, Paris’te toplanmış olan İ’tilâf Devletleri Dışişleri Bakanları, barış şartlarını kapsayan ve 26 Mart 1922 tarihini taşıyan ikinci bir nota gönderdiler. Bu notada, notanın tarihinden itibaren “Üç hafta zarfında bir konferans akdi” de teklif ediliyor ve barış şartlarının esasları aşağıdaki şekilde açıklanıyordu. |
1- “Gerek Türkiye’de, gerek Yunanistan’da ekalliyetlerin müdafaa-i hukukuna ve bu bapta vaz’olunacak kavâidin tatbikine Cem’iyyet-i Akvâm’ın dahi iştirak ettirilmesi; şarkta bir Ermeni Yurdunun teşkili ve bu işe de kezâlik Cemiyyet-i Akvâm’ın iştirak ettirilmesi”; 2- “Boğazların serbestisini te’min için Gelibolu şibih ceziresinde ve Boğazlar havalisinde gayr-i askeri bir mıntaka teşkili”; 3- “Trakya hududunun Tekirdağı’nı bize ve Kırkkilise, Babaeski ve Edirne’yi Yunanlılara bırakacak surette tesbiti”; 4- “Bizde kalacak olan İzmir’in Rumlarına ve Yunanlılarda kalacak olan Edirne’nin Türklerine, iş bu şehirlerin idaresine adilane bir surette iştirak edebilmek imkânını vermek maksadıyla münasip bir usulün kararlaştırılması”; 5- “Sulhu müteakip İstanbul’un İ’tilâfçılarca tahliyesi”; 6- “Sévres projesiyle 50 bin kişiden mürekkeb olan Türk kuvâ-yi müsellahasının seksen beş bine iblâğı ve Sérves projesinde olduğu gibi askerlerimizin ücretli asker olması”; |
1- “Sévres projesindeki mâli komisyonun ilgasiyle beraber Düvel-i İ’tilâfiyyenin iktisadi menâfini, düyün-ı umümiyyenin ve bize tahmil olunacak tazmin harbiyyenin te’min-i tesviyesi hususunda Türk hakimiyyetiyle kabil-i te’lif bir usülün ta’yin”; 2- “Adli ve iktisadi kapitülasyonlarda ta’dil icrası zımmında birer komisyonun teşkili”. Görülüyor ki, bu teklifler, Sérves Andlaşmasındaki maddelerin adeta başka suretle ifadelendirilmiş bir şekli idi. Halbuki Ankara Hükümeti, bir çok kez “Mîsâk-ı Milli’den asla fedakarlık yapılamayacağını açıklamış bulunuyordu. Ancak, yapılan bu ortak tekliflere rağmen Türk ve Türkiye’ye ait meseleler üzerinde, Müttefikler arasında bir fikir birliği olmadığı da Ankara’ca bilinmekte idi. Çünkü, Poincaré yapılan mütareke teklifinin kabul edilmemesini Yusuf Kemal (Tengirşenk) Beye tavsiye etmişti. Ayrıca Fransız basını, “Bir İngiliz - Yunan Trakya’sı uğrunda” Fransızların Türklerle yeniden vuruşmaya gitmeyeceğini, hatta Türkler, Paris Barış Konferansı kararlarını reddetseler bile yine de kuvvete baş vurmayacaklarını açık açık yazıyordu. |
İşte bu durumu da dikkatten uzak tutmadığını tahmin ettiğimiz Ankara Hükümeti, 5 Nisan 1922’de İ’tilâf Devletlerinin mütareke notasına verdiği cevapta, “Mütarekeyi esas itibariyle kabul” ettiğini bildirdikten sonra mütarekenin dört ay süreli olmasını, imza ile birlikte Anadolu’nun boşaltılmasına başlanmasını, boşaltmanın dört ay içinde bitirilmesi, bu süre içinde barış yapılamazsa mütarekenin üç ay daha uzatılmasını istiyordu. Bu teklifler kabul edildiği takdirde, “Sulh tekliflerini tetkik için” Türk delegeleri, kararlaştırılacak olan şehre gönderilecekti. Fakat Müttefiklerin 15 Nisanda verdikleri cevap olumlu değildi. Buna rağmen Ankara, 22 Nisan’da Müttefikleri cevaplamış, “Mütareke meselesinde mutabakat hâsıl olmasa bile sulh müzakeratını te’hir etmenin uygun olmayacağını bildirerek İzmit’te bir konferans toplanmasını teklif etmişti. Ancak bu yazışmalardan bir sonuç alınamadı. Öte yandan, Anadolu’dan Atina’ya dönen Yunan Kralı, orada çok soğuk karşılanmış, Anadolu’da ölen ve yaralanan askerlerin sayısının ilanı işe bu Kral’ın ve hükümetinin mevki’lerinin tehlikeli surette sarsılmasına sebep olmuştu. Bunun bir sebebi de, Sakarya Savaşından sonra Yunanistan’da meydana gelmiş olan “Ma’nevi, siyasi ve iktisadi bunalımdı. Bunu önlemek ve mali yardım sağlamak amacıyla Fransa, İngiltere ve İtalya’yı ziyaret eden Yunan Başbakanı ile Dışişleri Bakanı, elleri boş olarak geri dönmüşlerdi. |
Türkiye`de Saat: 21:24 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2