Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Çerkez Ethem Olayı ve Birinci İnönü Savaşı (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22217)

imparator 10-02-2007 09:05

Çerkez Ethem Olayı ve Birinci İnönü Savaşı
 
1921 Yılı Başındaki Sıkıntılı Durum: Çerkes Ethem olayı ve Birinci İnönü Savaşı

1921 yılı başlarında Ankara Hükümeti, bir yandan Çerkes Ethem’in ihâneti, bir yandan da Yunanlıların taarruzları ile karşılaştı. Bu olayları aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:
A- Kuvâ-yi Milliyye’nin, düzenli bir orduya çevrilmesi işi ele alındığı sıralarda, Türk İstiklâl Savaşı’nın ünlü kişilerinden Çerkes Ethem Bey’in davranışları, çok düşündürücü bir hal almış bulunuyordu. Çünkü, Anadolu’da çıkan ayaklanmalardan bir ikisinde ve Aznavur harekâtında gösterdiği başarılar Ethem’in, her yanda değerini yükseltirken, gururunu da artırmış, hatta bir defasında Mustafa Kemal Paşa dahil, Fevzi (Çakmak) Paşayı ve İsmet (İnönü) Beyi tembellikle itham edecek kadar küstahlaşmasına sebep olmuştu. Ankara Valisi Yahya Galip Bey’e karşı takındığı tavır ise bu küstahlığın en tipik örneklerinden biri idi. Gerçekten Yozgat Ayaklanmasını bastırdıktan sonra Ethem Bey, orada kardeşi Tevfik Bey’in başkanlığında bir Harb Divânı kurmuş ve ayaklanma ile ilgili gördüğü kişileri burada yargılamağa başlamıştı. Suçlu görülenler hakkında çok şiddetli hareket eden bu mahkeme, Ankara Valisi Yahya Galip Beyi de ayaklanma ile ilgili görmüş ve durum Çerkes Ethem Bey tarafından Ankara’ya bildirilmişti. Bu yüzdendir ki Yahya Galip Beyin üzerinden valilik görevi alındı. Fakat Çerkes Ethem Bey, bu kadarını yeter saymadığı için, İçişleri Bakanlığına bir yazı yollayarak, muhakeme edilmek üzere, Yahya Galip Bey’in Yozgat’a gönderilmesini istemiş, ayrıca Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği bir telgrafla da bu isteği tekrarlamıştı. Çerkes Ethem Bey’in dediğine göre Mustafa Kemal Paşa buna olumlu cevap vermişti. Fakat “Teşebbüsât-ı milliyede fevkalâde hizmet ve fedakârlık göstermiş ve göstermekte olan” bu vali, sıhhî durumu ileri sürülerek Yozgat’a gönderilmedi.

imparator 10-02-2007 09:05

Esasen Ethem ve kardeşleri de mesele üzerinde fazla durmamışlardı. Bununla beraber Ethem, gün geçtikçe daha atılgan bir hal aldı, kendinden üstün rütbede bulunanlara saygı göstermemeğe, valilere emir vermeğe, kendi emrini yerine getirmeyenleri de ölümle cezalandıracağını söylemeye başladı. Ayrıca “B. M. Meclisi Reisini Meclis önünde asacağım” diyecek kadar ileri giden Çerkes Ethem’in ve kardeşlerinin, solcu bir kuruluş olan ve Yeşilordu denen bir cemiyetle de ilişki kurdukları görüldü. Gerçekten, Yozgat ayaklanması sırasında bu cemiyete girmiş olan Çerkes Ethem’le kardeşlerinin ve öteki üyelerin herkese telkin etmek istedikleri ön fikir, düzenli bir ordu ile iş görülemeyeceği, bunun yerine “Rusya’da olduğu gibi millî” birlikler meydana getirilmesi fikri idi. Bu surette “Millî hareket, sosyal ihtilâl hareketine dönecek ve idare edenlerin düşündükleri” gerçekleşecekti. Öte yandan, Yeşilordu Cemiyeti de, Ethem ve kardeşlerini kendisine bağlamakla büyük bir güç kazanmıştı. Çünkü siyasi tarihimizde önemli bir yeri olan bu kuruluşun silahlı kuvvetlerinin çekirdeği bu suretle meydana gelmiş oluyordu. Bundan başka Yeşilordu’nun, Eskişehir’de yayımlanan ve sol fikirler yayan Yenidünya adlı bir de gazetesi vardı. Çerkes Ethem Bey, “Moskova yoldaşları, Türk ihtilali ileri gelenleri arasında daha ziyade beni emin buluyorlardı ve bu kanatlarını açıkça ortaya koymuşlar” demekte idi. Bununla beraber Çıkarlarını her şeyin üstünde tutan ve Bolşeviklerin de tam olarak güvenini sağlayamamış bulunan Ç. Ethem ve kardeşlerinin aşırı hareketlerine, o tarihlerde kendilerinden sağlanabileceği düşünülen faydalar göz önünde tutulduğu için, Ankara’ca ses çıkarılmıyordu. Onlara bu kadar tolerans gösterilmesi sebeplerinden birisi de her halde kendilerinden çekinilmesi idi. Çünkü, Çerkes Ethem’in idaresindeki adamların sayısı üç bin kişiyi geçiyordu,

imparator 10-02-2007 09:06

, bunların dört top’u ve 12 makineli tüfeği vardı. halbuki Ankara, 1920 yılı ortalarına kadar onların karşısında çok zayıf durumda bulunuyordu. Fakat bu tarihten sonra durum değişmeye ve Ankara ağır basmaya başlamıştı. Şimdi Çerkes Ethem ve kardeşleri, kanun dışı hareketlerle elde ettikleri üstün otoriteyi kaybetmek üzere olduklarını görüyor ve bağımlı duruma düşeceklerini anlıyorlardı. Nitekim Ankara, 8 Kasım 1920’de, “Gayr-i muntazam teşkilat fikrini ve siyasetini yıkmak” kararını uygulamak için, Batı Cephesi’ni, Güney ve Batı olarak ikiye bölmüş, Güney Cephesi Komutanlığına Re’fet (Bele) Beyi, Batı Cephesi komutanlığına da İsmet (İnönü) Beyi getirmişti. Onun için, 10 Kasım 1920’de görevine başlayan İsmet Beyle Çerkes Ethem’in ağabeyisi Tevfik bey arasında hemen anlaşmazlıklar baş gösterdi. Çünkü İsmet Bey, “Diğer Seyyârelerden” ayırmış olmak için, Çerkes Ethem emrindeki kuvvetlerin “Birinci Kuvve-i Seyyâre” adı ile anılmasını istemişti. Ethem Bey ve kardeşi, bu emri dinlemedikten başka “Umum Kuvâ-yi Seyyâre ve Kütahya Havalisi Kumandanı suretinde bir kumanda vaziyeti ihdas eyledi”. Çünkü, “Kuvâ-yi Milliye halinde bir mıntaka ve bir cepheye malik bulunan Ethem Bey”, kendisini Batı Cephesi Komutanından aşağı yetki ve derecede kabul etmiyor, idaresindeki kuvvetlerin de “Efrâd-ı askeriyye’ye müreccah imtiyazlı” kalmasını istiyordu. Bu sebeple Batı Cephesi Komutanlığının, ordusunun bütçesini düzenlemek için, 22/23 Kasım 1920 de bütün birliklerden istediği bilgiye Tevfik Bey olumsuz bir cevap vermişti. Halbuki Batı Cephesi Komutanının, Ç. Ethem ve kardeşlerinin sahip oldukları otoriteyi bir an önce yıkmak istediği, verdiği emirlerden ve yayımladığı bildirilerden anlaşılmakta idi, yeni bir icraat ise bunu büsbütün ortaya koymuştu. Nitekim “Düşman, kuvvetlerini toplu bulundurmak maksadıyla aldığı tertibat yüzünden, Kuvve-i Seyyâre kumandanlığı, mıntakasında bazı yerleri tahliye” ettiği vakit Batı Cephesi komutanlığı, bu bölgeyi, “Hükümet-i mülkiye teessüs edinceye kadar”, idare etmek ve halkın güvenini sağlamak üzere 150 kişilik bir “Sahra jandarma bölüğü teşkil ve Simav ve havali Kumandanlığı” adı altında bir komutanlık kurmuş, komutan olarak da İbrahim Bey adında birisini tayin etmişti.

imparator 10-02-2007 09:06

Bu münasebetle o bölge halkına gönderdiği bir bildiride Batı Cephesi Komutanlığı “Sizin her türlü dertlerinizi dinlemek, adilane bir idare tesis etmek” için Simav’da bir “Havâlî Kumandanlığı” kuruyorum, diyordu. Bu hal, Ethem Bey’e vekalet etmekte olan Tevfik Bey’i çok sinirlendirmiş olmalıdır ki, o, İsmet Bey’e bir telgraf çekerek, İbrahim Bey’i geri çevirdiğini, bildiriyi de kendilerinin bu bölgeyi adaletsizce, idare ettiklerini ifade eder bir bildiri olarak telakki ettiğini bildirmiş ve bu sebeple de artık Batı Cephesi komutanını “Merci” olarak tanımayacağını açıklamıştı. Tevfik Bey, Ankara’da bulunan kardeşi Çerkes Ethem’e yolladığı bir telgrafla da, “Gittikçe müzminleşen münasebetsiz hale bir nihayet vermek için Ankara’da ciddi ve resmi teşebbüslerde” bulunmasını ve Güney Cephesi Komutanlığı tarafından, kendi birlikleri arasına gönderilmekte olan fesatçıların, yakalandıkları takdirde, yargılanmadan idam edileceğini bildirdi. Sözün kısası, Tevfik bey, 29 Kasımdan itibaren raporlarını doğrudan doğruya M. Kemal Paşa’ya göndermeye başlamıştı. Bu sıralarda idi ki, Güney Cephesi Komutanı Re’fet (Bele) Bey de, Demirci Mehmet Efe’ye askeri bir birliğin başına geçmesini teklif etmiş, fakat Demirci Mehmet Efe, bu tekliften şüphelendiği için, samimi bir hava esmediğini Çerkes Ethem’e bildirmişti. Çerkes Ethem verdiği cevapta, aynı samimiyetsizliği kendisinin de hissettiğini ve bunu halletmek üzere Ankara’ya gelmiş olduğunu, fakat anlaşmazlıkları gideremeden Ankara’dan ayrılmak zorunda bulunduğunu, çünkü kardeşi Tevfik ile Batı Cephesi komutanının aralarının pek açıldığını söylüyor ve Demirci Mehmet Efe’ye, “İhtiyatlı bulunmak lüzumunu ihtar” ediyordu.
Bütün bunlardan, Çerkes Ethem ve kardeşlerinin bir ayaklanma hareketine hazırlandıkları anlaşılıyor, planlarını uygulayabilmek için de, önce Batı Cephesi Komutanını itibardan düşürerek, makamından uzaklaştırmak ve orduya hakim olmak istedikleri seziliyordu. Onun için tepelenmeleri düşünüldü, fakat bu yola gidilmeden önce uyarılmalarının ve “Nasihatle daire-i edeb ve itaate” getirilmelerinin faydalı olacağı mütalaa olundu. Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa, “Ankara’da bulunan Ethem ve Reşit Beyleri ve bazı kişileri beraber alarak bizzat Eskişehir’e gitmeğe ve orada İsmet Paşa ile de birleşerek vicâhen konuşmaya” karar verdi ve bu kararını uygulamak üzere 3 Aralık 1920’de özel bir trenle Eskişehir’e hareket etti.

imparator 10-02-2007 09:06

. Fakat, durumun kendi aleyhinde geliştiğini kabul eden Ethem Bey, Eskişehir’e gelir gelmez ortadan kaybolmuştu. Buna rağmen Eskişehir’de bir toplantı yapılmış, bu toplantıda, Ethem Bey’in kardeşi Reşit Bey, kimsenin emrine giremeyeceklerini çok sert bir dille ifade etmişti. Bunun üzerine M. Kemal Paşa, “Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadaşınız sıfatı ile ve sizin lehinizde” bir sonuca varmış olmak için konuşuyordum. Bundan sonra “Arkadaşlık ve hususiyete ait vaziyetim hitam bulmuştur. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Hükümetinin Reisi bulunmaktadır. Reis-i Devlet sıfatı ile Batı Cephesi Komutanına halin icabını tatbikte” yetkisini kullanmasını emrediyorum dedi, İsmet Bey de “Maiyetimde bulunan kumandanlardan herhangi biri bana itaatsizlik etmiş olabilir. Ben, onu terbiye ve te’dibe muktedirim. Bu hususta henüz kimseye karşı aczimi itiraf etmiş” ve hiçbir kimseden de yardım istemiş değilim. “Ben, vaziyetin icabını yaparım” deyince, Reşid Bey daha yumuşak bir tonla konuşmaya başlamış ve kardeşlerin yanına gönderildiği takdirde anlaşmazlığın giderilebileceğini söylemişti. Bundan sonradır ki, Kâzım (Özalp) Paşa ile Reşit Bey, Kütahya’ya giderek 5 Aralık 1920’de Ethem Bey’le görüştüler, meseleleri tartıştılar. Gerçi, bu konuşmadan sonra, Çerkes Ethem ve kardeşleri, Cephe Komutanının emirlerine uyacaklarını va’dettiler ise de, hükümeti küçük gören ve komutanları beğenmeyen bu kişilerin, gerçek maksatlarının, zaman kazanmak ve bu zaman içinde “Mümkün olabildiği kadar” kuvvet toplamak, “Düzce’de bulunan Sarı Efe kuvvetleri ile Lefke’de bulunan Gökbayrak taburunu” kendilerine katmak ve Demirci Mehmet Efe’nin de ayaklanmasını sağlamak olduğu anlaşılıyordu. Gerçekten, Kütahya görüşmelerinden sonra onların davranışlarında herhangi bir değişiklik meydana gelmemiş, tersine olarak Kütahya vali vekili Kadı Ahmet Asım Efendi’yi ağır surette cezalandırmışlardı. Fakat onların bu hareketini, Büyük Millet Meclisi hoş karşılamadı, meseleyi tartıştı, hükümeti sıkıştırdı ve ilgililer hakkında soruşturma yapılmasını istedi. Bunun üzerine Batı Cephesi Komutanlığı, gerekli soruşturmanın yapılarak bildirilmesini, Kuvâ-yi Seyyâre Komutanlığına yazdı. Alınan cevap, çok saygısızca idi.

imparator 10-02-2007 09:06

Bu durum ve öteki olaylar karşısında Ankara’ca bir yandan tepeleme için gerekli tedbirler alınırken, bir yandan da 23 aralık 1920’de Ethem Bey’e yeni bir heyet gönderilerek bazı şartlarla uzlaşılmak istendiği bildirildi. Şartlar kabul edildiği takdirde Kuvâ-yi Seyyâre belli bir kadro ile devam edecekti. Fakat, 24 Aralık 1920’de Kütahya’ya varan hey’et’in orada serbest bir surette görev yapamadığı ve bir başarı sağlayamadığı anlaşılınca Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1920’de bu hey’et’e, görevlerinin son bulduğunu bildirdi, geri dönmelerini istedi ve cephe komutanlarına da, “Âsi Ethem ve kardeşleri aleyhine” harekete geçmelerini emretti. Onun için, zaten hazır olan kuvvetler, 29 Aralık 1920’de Kütahya’yı işgal ettiler. Bu sıralarda idi ki, Ethem’in İstanbul hükümetine bağlılığını bildiren bir telgrafı ele geçti. O, bu telgrafında, Ahmet izzet Paşa hey’eti’nin serbest bırakılması için, Türkiye Büyük Millet meclisi’ne bir telgraf çektiğini de söylüyordu. Gerçekten, Büyük Millet Meclisi’ne onun, 29 Aralık 1920 tarihli bir telgrafı geldi. Ethem Bey bu telgrafında, Büyük Millet Meclisini ve onun hükümetini tenkid ediyor; bir yıldan beri toplanmakta olan Meclis üyelerinin, kendi maaşlarını artırmaktan başka bir iş yapmadıklarını söylüyor; Milletvekillerini tahkir ediyor; “Bu israfat içinde milletin harbe devama imkanı” kalmadığını hatırlatıyor ve “Devletin selâmetini müzakere için Ankara’ya kadar gelen İstanbul hey’etinin” tutuklanmasını, “Tarihte görülmemiş bir hadise” olarak niteledikten sonra bu heyet üyelerinin serbest bırakılmasını rica ediyordu. Çerkes Ethem, bundan başka Yunan uçakları ile arttırdığı bildirilerle Kütahya ve çevresi halkını ve subaylarla askerleri isyana kışkırtmakta idi. Buna rağmen, asi Ethem’e karşı girişilmiş olan harekatı uygun görmeyenler oldu, 29 ve 30 Aralık 1920’de bu yüzden, Büyük Millet Meclisinde sert tartışmalar yapıldı, “Her halde Ethem Bey ve kardeşleri, vurulmamalıdır” şeklinde istekler ileri sürüldü. Ancak Kütahya’dan dönen hey’et dinlendikten sonra, “Ethem ve kardeşlerinin Kuvâ-yi Seyyâre’nin başından çekilerek bir kenarda oturmalarının kendilerine teklif edilmesine, aksi takdirde memleket ve ordunun selameti namına gereken tedbirlerin alınmasına karar” verilmişti. Bu sebeple B. Cephesi Komutanı İsmet Bey (Paşa), yanlış yolda olduklarını anlatmak üzere Ethem Bey’e, Kütahya’dan bir mektup gönderdi

imparator 10-02-2007 09:06

. 31 aralık 1336 (1920) tarihini taşıyan bu mektupta ismet Bey, o andaki Kuvve-i Seyyâre’nin, çok daha fazla kudretli olduğunu farzettiğini ve kendisinin buna göre mücadeleye hazırlanmış olduğunu söyledikten sonra “Büyük mücadelelere girişmiş olan kişilerde hayat korkusu olmaz, fakat her halde bir vuruşmanın, başarı sebeplerini, vukuundan önce muvazene etmek gerekir” diyor ve “Büyük Millet Meclisi’nin kararı veçhile”, münasip görülecek şekil ve tertipte “Kuvve-i Seyyare başından” çekilmelerini hem şerefleri hem de “Kuvây-i Milliye mensupları için faydalı” sayıldığını açıklıyordu. Fakat Ethem, bu defaki uyarmalara da değer vermedi, hatta “Büyük zevatta hayat korkusu yoksa Uşak Cephesine buyurunuz, böyle olduğunuzu, bu liyakatta olduğunuzu ispat ediniz, taarruzunuzu bekliyorum” diye meydan okuyan bir cevap verdi. Bu durum karşısında İsmet Bey, idaresindeki kuvvetleri Gediz’e doğru harekete geçirmiş, bu hareketi, düşmanla çarpışmakta olan bir kuvveti arkadan vurma diye niteliyen ve her yana bu şekilde duyuran Ethem Bey ise hiçbir direnme göstermeden geriye doğru çekilmişti. Onun için Gediz, 5 Ocak 1921’de kolayca işgal edildi.

imparator 10-02-2007 09:07

Ancak 6 Ocak 1921’de, Yunan kuvvetleri Bursa cephesinde harekete geçtikleri vakit, Çerkes Ethem kuvvetlerinin de saldırıya geçtikleri görüldü. Şimdi Çerkes Ethem ve kardeşleri gerçek yüzleriyle ortaya çıkmış bulunuyorlardı. Bundan dolayı, 8 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisinde savaş durumunu açıklarken, “Ethem Tevfik ve Reşit Beyler” diye kendilerinden bahsedince bir Milletvekili, “Paşa Hazretleri, artık bey demeyiniz, “Hain deyiniz” ihtarında bulunmuştu. Ethem kuvvetlerine gelince onlar, Birinci İnönü Savaşı süresince, hatta 11 Ocak’tan 13 Ocak 1921 gece yarısına kadar geçen zaman içinde, şiddetli saldırılarda bulundular ve çok tehlikeli hallerin meydana gelmesine sebep oldular. Fakat sonunda yenilen bu kuvvetlerin bir kısmı Türk ordusuna teslim oldu, bir kısmı da Yunan kuvvetlerine katıldı. Yunanlılara sığınanların sayısı 25 subay ile 700 erden ibaretti, sığınanlar arasında Çerkes Ethem’in kardeşleri Tevfik ve Reşit de vardı.

imparator 10-02-2007 09:07

Çerkes Ethem olayı bu suretle sona ererken, olayla ilgilenenler, onun lehinde veya aleyhinde hükümlere varmak istemişlerdir. Biz bu hükümleri bir tarafa bırakarak, önceleri vatan için başarılı hizmetlerde bulunmuş olan Çerkes Ethem ve kardeşlerinin, Yunanlılarla iş birliği yaptıkları tarihe kadar, ne Büyük Millet Meclisi kuvvetlerine karşı harekete geçmiş olan Çerkeslerle, ne de Yunan hükümetinin onayı ile “Şark-ı Karib Çerkesleri Te’mîn-i Hukuk Cemiyeti”ni kuran ve İzmir’de bir kongre toplayarak, 11 Ekim 1921’de bir bildiri yayımlayan Çerkeslerle bir ilişkileri tespit olunmadığını söyleyeceğiz. Bununla beraber adı geçen cemiyete girmemiş görünmeleri veya Milli Mücadelenin ilk yıllarında büyük hizmetlerde bulunmuş olmaları, kendilerinin vatan haini sayılmalarını önleyemedi. Çünkü onlar sonunda Yunanlılara sığınmış ve Türkler aleyhine harekete geçmişlerdi. Bu itibarla vatanını seven her Türk, İstiklâl Mahkemesi tarafından onların, ölüm cezası ile cezalandırılmış olmalarını elbette çok isabetli bir hareket sayacaktır.

imparator 10-02-2007 09:07

B- 1920 yılının son ayları Yunanistan için çok sürprizli geçti. Çünkü, 2 Ekim 1920’de bir maymun tarafından ısırılan Yunan Kralı Aleksander, olaydan üç hafta sonra ölmüş, Başbakan Venizelos da, 14 Kasım 1920’de yapılan seçimleri kaybettiği için, hem başbakanlıktan, hem de parti liderliğinden ayrılarak Yunanistan’ı terk etmişti. Bundan sonradır ki, “Resmen tahtından feragat etmemiş” olarak sürgünde bulunan ve İngiliz ileri gelenlerinden bazılarının, Türk-Yunan savaşını devam ettirdiği takdirde, “İngiliz nüfuz ve vesaitinin” kendisini yeniden tahta çıkaracağ45ını söyledikleri eski Kral Constantine, 19 Aralık 1920’de, Atina’ya gelmiş ve halk tarafından büyük gösterilerle karşılanmıştı. Onun yeniden Kral olması sebepleri arasında Venizelos’un, Yunan kanını bolca döktürmesi de vardı. şu halde yeni Kralın, bunu dikkate alması ve buna göre bir politika gütmesi gerekirdi. Halbuki iş, umulanın tamamiyle tersine oldu: Çünkü Yunanistan’da “Savaş, ya da toprak kazancı fikri” halâ en çok benimsenen şeylerdendi ve Kral Constantine de Megalo İdea’cılardan biri idi. “Yunan İlâhları, mahvetmek istedikleri insanı evvela deli ederler” şeklindeki Yunan atasözü, sanki bu kral için söylenmişti. ancak Yunanistan’da İlâhların deliye çevirdiği sadece Kral değildi, bu yolda yürümek isteyen bir çok kişi vardı ve Yunan Başkomutanı da galiba bunlardan biri idi. Öte taraftan Yunanlılar, İngilizlere çok güvenmekte idiler. Halbuki 1920 yılı sonlarında, İngiliz muhafazakarlarının tutumlarında belirli bir değişiklik göze çarpıyordu. Şimdi, “Türkiye hakkındaki o eski ağır sözler unutulmuş” ve daha “Gerçekçi” bir görüş ortaya çıkmıştı. Nitekim Bury St. Edmunds Temsilcisi Yarbay Guinnes, 16 Aralık 1920’de Avam kamarasında yaptığı konuşmada “Müttefikler için Ankara ile, ya İstanbul aracılığı ile, ya da doğrudan doğruya ilişik kurmanın” lüzumundan bahsetmiş, General Townshend de, “Ben sadece Mustafa Kemal’e yaklaşmamızı istediğimi söylemek istiyorum”, diyerek Türklere karşı güdülmekte olan İngiliz politikasının değişmesini ileri sürmüştü

imparator 10-02-2007 09:07

. Fakat İngiliz Başbakanı Lloyd George, eskiden olduğu gibi, halâ Yunanlıları desteklemekte idi. Böyle olmasa bile Kral Konstantin’in, Türk – Yunan savaşını devam ettireceği anlaşılıyordu. Nitekim, Çerkes Ethem olayı sebebiyle, bir kısım Türk birliklerinin cephelerden alınışını fırsat sayan Yunanlılar, 6 Ocak 1921 sabahı Bursa Cephesinde İnegöl ve Yenişehir yolları ile iki koldan Eskişehir’e, Uşak’tan da Afyon’a doğru harekete geçtiler. Bu durum karşısında Türk komuta heyeti, “Teknik ve mekanik araç ve gereçler” bakımından çok üstün olan Yunanlılarla, İnönü yöresinde çarpışmayı tasarladı ve birliklerini o çevrede toplamayı kararlaştırdı. Ancak toplanmanın sağlanabilmesi için Yunan kuvvetlerinin, mümkün olabildiği kadar geç bir tarihte İnönü’nde bulunmaları gerekirdi. Bu sebeple, “Kademe kademe çekilmek emrini alan” Türk birlikleri, Yunanlıları yeter derecede oyaladıktan ve “Nazif Paşa mevziinde” büyük kayıplara uğrattıktan, hatta Yenişehir çevresinde karşı bir taarruzla onları geri attıktan sonra İnönü kuzeyinde hazırlanmış olan mevzilere çekildiler ve bu suretle düşmanın, “Oniki saatte Eskişehir’e gelmek hususundaki tesavvurâtı”nın gerçekleşmesini önlediler. Onun için Yunanlılar, “Savcıbey – Kovalca – Karaağaç hatt-ı müdafaasında kısmen toplanmış” olan Türk kuvvetlerine ancak, 9 Ocak 1921’de saldırabildiler. Bununla beraber saldırı çok şiddetli olmuş, Türk cephesinin bazı kesimlerinde çözülmeler meydana gelmiş ve gün, bu suretle bitmişti

imparator 10-02-2007 09:08

. Sükunet içinde geçen o gecenin sabahında ise Yunanlılar, Türk Kuvvetleri takviye edilmiş olmasına rağmen, sisten de faydalanarak daha şiddetli taarruzlarda bulundular ve askerlik bakımından çok önemi olan İntikam tepesini ele geçirdiler. Tepeyi geri almak için yapılan karşı saldırı bir sonuç vermediği gibi cephenin sağ kanadındaki Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmış ve bir ara Yunanlılar “Garp Cephesi karargahı’nın bulunduğu İnönü istasyonunun şimaline kadar” ilerlemişlerdi. İşte, bu kötü durumu düzeltmek için, “Bütün cephenin geri alınması” zorunluluğu meydana geldi ve Kütahya ile Ankara’dan gönderilmiş olan yeni birlikler de ayaklarının tozlarını silmeğe imkan bulmadan ateş hattına sokuldu. Fakat, yapılan bütün fedakarlıklara rağmen 10 Ocak 1921 akşamı durum, Tükler için umut verici görünmüyordu. Bundan dolayıdır ki, Ankara’dan verilen bir emirde, “Durum Eskişehir’in başarı ile savunmasına imkan vermiyorsa batı cephesinin”, Eskişehir’in doğusuna alınabileceği bildirilmişti. Fakat Cephe komutanı, 11 Ocak’ta da Eskişehir’in batısındaki bir hat’da savunmada bulunmayı faydalı gördü ve onun bu kararı Ankara’ca da uygun bulundu. Onun için Türk birlikleri, 10 Ocak gününün gecesini buna göre tertiplenmekle geçirdiler. Ancak ertesi sabah düşman tarafında hiçbir faaliyet eseri görülmedi. Bu sükunet, önceleri yeni bir taarruza hazırlanma hali olarak kabul olundu.

imparator 10-02-2007 09:08

Fakat biraz sonra bu anlayışın yanlış olduğu ve düşmanın çekildiği haberi geldi. Gerçekten, Türk ordusundaki “Her kıt’a ve her zabit ve her ferd”in, kudretlerinin çok üstünde çaba harcaması, ölümü hiçe sayması, Türk pilotlarının “Düşman safları üzerine birkaç yüz metre mesafeye kadar inerek düşman mevzilerine makinelitüfek ateşi açması” ve Türk komuta heyetinin azmi karşısında düşman, “Azm ve kararını” kaybederek eski mevzilerine çekilmek zorunda kalmıştı. Ancak düşman ordusu yeter derecede takip edilemedi. Çünkü Türk kuvvetleri onları izleyecek kadar fazla değildi ve çok yorgundu. Bununla beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kurduğu düzenli birliklerin ilk savunma savaşı olan bu savaşın zaferle sonuçlanması, daha sonra kazanılacak olanların ilk müjdecisi idi. Ayrıca, bu zafer Türk milletinin, kendine olan güvenini büsbütün artırmış, Çerkes Ethem ayaklanması ve Yunan ileri harekatı karşısında çok sıkışık duruma düşmüş olan Ankara Hükümetinin de geniş bir nefes almasına sebep olmuştu. Yurdun her yanında sevinçle kutlanan bu zaferden sonra Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, zaferi kazananları, Meclis adına tebrik etti. Yunanlılara gelince bu zafer, onlar üzerinde büyük bir şaşkınlık meydana getirmişti. Özellikle Başkomutan Papoulas, “Ethem ile de ayrı bir cephede muharebe ettiğimizi hesaba katarak bizden böyle bir mukavemet beklemiyordu”. Onun için bu şaşkınlık arasında o, “Keşif yaptım, bu kadarı kafi, öğrendik” demek suretiyle yenilgiyi gizlemeğe çalıştı. Kendi dediklerine göre bu keşif’de, 8 Yunan subayı ile 49 Yunan eri ölmüş, 9 subay ve 145 er de kaybolmuştu.

imparator 10-02-2007 09:08

İ’tilâf Devletleri arasındaki anlaşmazlıkların artması ve Türkiye’ye karşı izledikleri politikayı değiştirmeleri, Londra Konferansı. Fransa, İtalya ve İngiltere ile yapılan anlaşmalar. Türk - Gürcü ve Rus İlişkileri

Güneyde ve Güneydoğu Anadolu’da Fransızlara karşı gösterilen direnme, Doğu Anadolu’da Ermenilere karşı kazanılan zafer, Ruslarla dostluk kurma yolunda atılmaya çalışılan adımlar ve son defa İnönü’nde kazanılmış olan savaş, İ’tilâf Devletlerinin dikkatinden kaçmamıştı. Ayrıca onlar, çeşitli sebeplerden dolayı artık Türkiye hakkında ortak düşüncelere sahip bulunmuyorlardı. Özelikle İngilizlerin, Boğazları adeta ele geçirmiş ve bu suretle Karadeniz ve Türkiye üzerinde h kurmuş olması, Fransızlarla İtalyanları, “İslâm tebaanın feryadı ve Türklerin me’yus edilmesi gibi zahiri sebepler altında” itirazlara sevk etmiştir. Bu sebeple 1921 yılı başından itibaren devletlerin, Ankara ile olan ilişkileri bambaşka bir surette gelişti. Devletlerin bu ilişkilerini aşağıdaki şekilde özetlemeye çalışacağız:

imparator 10-02-2007 09:08

1 — Daha 1920 yılı içinde Fransızlarla İngilizler arasındaki dostluk bağlan yavaş yavaş gevşemeğe başlamıştı. Çünkü, Fransızların en önemli meselesi olan Alman meselesi, kendilerinin istediği şekilde halledilememiş, yani İngilizler, Alman donanması mahvedildiği ve bu suretle kendi adalarında güvenlik altına girdikleri için, Fransa’nın isteğine uyarak Almanya’yı büsbütün parçalama yoluna gitmemiş ve Avrupa’da Fransa lehine bir devletler dengesinin meydana gelmesine engel olmuşlardı. Şimdi de Türkiye meselesiyle birinci derecede onlar ilgilenmekte idiler. O halde Yunanlıların Türkiye’de kazanacakları başarı yine bir İngiliz başarısı olacaktı. Halbuki İngiltere hiç bir yanda Türklerle savaş halinde bulunmuyordu. Buna karşılık Fransa, dünya meselelerinin İngiltere “Menfaatine en uygun şekilde hallini te’min” etmek için Kilikya’da Türklerle Çetin ve sonucu pek de lehe görünmeyen bir savaşa tutuşarak büyük bir kuvveti İngilizlerin çıkarları için bu bölgede beslemek zorunda kalmıştı. Onun için, Türkiye’ye karşı izle dikleri politikadan ötürü Fransa’nın çok şeyler kaybettiğini anlamaya başlayan Fransa devlet adamları, bu politikayı terk etmeyi düşünmeğe başladılar. Bu yüzden Sévres antlaşması hükümlerinde bir değişiklik yapılmasının mümkün olamayacağını daha önceki tarihlerde söylemiş olan, Millerand bile 1920 Eylül’ünde bunun tamamıyla aksini düşünüyordu. Çünkü, Aix Les Bains’de M. Gioletti ile görüşen Millerand, Ankara ve İstanbul ile aralarındaki anlaşmazlığı gidermeyi kararlaştırılmışlardı.

imparator 10-02-2007 09:08

. “Venizelos’un düşüşünden bu yana Fransa, hain Yunanistan’dan açıkça uzaklaşarak “ Sévres antlaşmasının gözden geçirilmesini ısrarla istemeye başladı. Nitekim, Millerand’nın yerine geçen Lègues, Fransa parlamentosunun dışişleri komisyonunda, Sévres antlaşması hükümlerinin değiştirileceğinden bahsetmiş, 3 Aralık 1920’de Londra’da Lloyd George ve Kont Sforza ile yaptığı bir konuşmada, “Hükümetinin Sévres antlaşmasının bazı hükümlerinin değiştirilerek günün şartlarına uydurulması” görüşünde olduğunu söylemişti. Lègues Türklerden bazı yerlerin alınmasını ve özellikle İzmir’in Yunanlılara verilmiş olmasını, barışın sağlanmasına imkan vermeyecek sebepler olarak ileri sürüyordu. Bu bakımdan “İzmir’e otonomi verilmeli milletler arası bir kontrol altına alınmalı” böylece Türkleri de tatmin edebilecek bir hall şekline varılmalı idi- Bununla beraber Lloyd Georg, Türklerle yapılmış barış antlaşmasında bir değişiklik gerekiyorsa bunun daha sonraki bir tarihe bırakılması gerektiğini savunmuş ve bu hususu yine de sağlamayı başarmıştı. Ancak öteden beri Türk dostu olan ve Adana’ya dair yazdığı bir yazıda Fransa’nın izlediği politikayı yeren Pierre Loti’ye, katılanlar çoğalmaya başlamıştı. Nitekim 1 3 Aralık 1920 tarihli Tan (Le Temps) gazetesinde “Şarkta sulh ne vakit teessüs edecek” başlığını taşıyan bir başmakale yayınlandı.

imparator 10-02-2007 09:09

Çok dikkate değer olan bu makalede İstanbul’u ve Kıbrıs adasını elinde bulunduran İngiltere ile Rodos adasını emanet olarak elinde tutan İtalya. Devleti, olayların gelişmelerini dikkatle ta’kib edecek durumdadırlar. Buna karşılık Fransa’nın güvenle sığınabileceği bir yer yoktur. O, Türklere karşı yalnız başına savaşa terk edilmiştir. Bu suretle milyonar harcamakta ve askerlerini öldürtmektedir. Fransa, Batı Cephesinde toprak kazanmak için telefat verdi. Kilikya’da is toprak kazanıldıktan sonra zayiata uğratılmaya başlanmıştır. General Gaubeaux’nun idaresindeki askerler Adana’dan 250 kilometre ilerdeki yerlere giderlerken General Dufieux komutasındaki askerler, Adana cephesinde 23 Aralık ile 26 Aralık arasında Çetin savaşlar verdi. Bu sürede bir çok Fransız öldürüldü. Bu tarihlerdedir ki, Antakya’nın 60 kilometre doğusundaki bir yerde, kuzeyden geldiği sanılan bir kuvvet, Fransızlarla karşılaşmış, yapılan çatışma Fransızlar aleyhine sonuçlanmıştır. Bu düşman kuvveti, Türk cephesinden hareket etti ve İskenderun ile Halep arasından Arap ülkesine girerek Suriye’deki Fransız kuvvetlerine taarruz etti ise o takdirde, ciddi bir ihtar karşısında bulunduğumuzu kabul etmeliyiz. Ayrıca Arapların, taarruz hazırlıkları da görülmektedir. Bu hazırlıkların Türklerle bir ilişiği bulunup bulunmadığı da dikkate değer. Eğer bir ilişkisi varsa o takdirde Kilikya ve Suriye’deki Fransız askerleri, Araplarla uyuşan Türk millicilerinin taarruzları karşısında kalacaklardır. Emir Faysal’ın hareketlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Fransızlara karşı harekete geçeceği söylenen bu prens’in, İngiliz bölgesinde bulunan Amman ve çevresinde hazırlıklar yapmış olması, üzerinde durulması lazım gelen noktalardan bir başkasıdır.

imparator 10-02-2007 09:09

Öyle anlaşılıyor ki, doğu meselelerinin bütünü arasında bir bağlılık ve ilişki vardır. Öte taraftan Bolşevikler, Türk milli kuvvetlerine yardım ediyor, Hintliler arasında propaganda yapıyor ve Çinliler ile görüşüyorlar. Gerçi General Pelle’nin İstanbul Yüksek Komiserliğine ta’yin edilmiş oluşu, Fransa’nın Türkiye hak kında ta’kip niyetinde bulunduğu siyasetin mahiyetini açıklar durumdadır. Şüphe edilmemelidir ki, bu kadar şöhretli bir generalin Türkiye’ye gönderilmesi, Türkler ile sulh yapmak ve böylece Fransa’nın doğudaki itibar ve haysiyetini, hukukunu ve çıkarlarını iade etmek maksadından ileri gelmektedir. Ancak Türklerle barış yapabilmek, Sévres antlaşmasında değişiklik yapmakla mümkündür. Hiç olmazsa Fransa, bu antlaşmayı değiştirmeğe kararlı olduğunu ve bunun için çaba harcayacağını açıklamalıdır. Esasen “Herkes biliyor ki, Sévres antlaşması Fransa’nın arzusuna muvafık bir ahid değildir.”

imparator 10-02-2007 09:09

Sözlerimizi üç noktada toplayarak özetleyebiliriz:
1) Fransa doğuda neden asker feda ediyor, bizim işgalimiz altında bulunan Arap ülkesinin ötesine ve Türk memleketinin ta içerisine neden uzanıyor?. Türklerle komşu halinde yaşayacak ve Arapları koruyuculuğu altında tutacak bir devlet, bu milletlerin her ikisini de kendisine düşman yapmıştır.
2) “Türkler ile meskûn olan Kilikya’yı neden işgal altında bulunduruyoruz”. Biz “Bu memleketi muhafaza etmek için işgalimiz altında bulundurmuyoruz. tersine olarak bu işgali, Kilikya’yı daha sonra Türklere i etmek için sürdürüyoruz. Zaten Sévres antlaşması bizi bu yerleri Türkiye’ye geri vermeye mecbur ediyor ve bu antlaşmanın hükümlerini şiddetlendirmek hatırımızdan bile geçmiyor. Binaenaleyh, Kilikya’da kendilerini öldürten Fransız subay ve erleri, Fransa’nın Türkiye ile hal-i sulhte bulunur bulunmaz terk ve tahliye kararı vereceği bir yer için fedâ-yi nefs ediyorlar.

imparator 10-02-2007 09:09

3) Fransa niçin hâlâ Türkiye ile barış yapmamıştır. Çünkü onlarla gerçekten bir barış yapabilmek için Yunan hakimiyetini İzmir havalisi ile Doğu Trakya’da idame ettirmekten” vazgeçmek gerekir. Fransa, Yunanlıların isteklerini terviç ettikçe doğuda savaştan kurtulamayacaktır. Sözün kısası doğuda para harcıyor ve adamlarımızı öldürtüyorsak bunu İzmir’in, Edirne’nin, Karadeniz sahilinde 60 kilometre uzunluğundaki bir alan’ın, Gelibolu çevresiyle Marmara denizi’nin İstanbul’un 10 kilometre yakınına kadar uzanan kısmının Yunan kralına ait olsun diye yapıyoruz. Fransa’nın kanı ve parası acaba daha ne kadar zaman Yunan kralı için israf olunacak, deniliyordu. Bundan başka, 2 Ocak 1921 tarihli Anadolu Ajansı, Le Journal gazetesinin, Türklere yaklaş mavi ve Kilikya’yı boşaltmayı lüzumlu gördüğünü yazmakta idi. Fransa’ya tabi, İslam memleketlerinde de Türkiye lehinde bazı hareketler görülüyordu. Nitekim Fas’da “İstanbul ile birlikte tam bir Türkiye isteriz. Yoksa devamlı bir barış sağlanamaz ve barut tütmekte devam eder” diyenler vardı. Oradaki liderlerden birisi de, “Eğer Türkiye’ye fena muameleye devam edilecek olursa burada kimse bunu hoş karşılamayacaktır” diye tehditlerde bulunuyordu.

imparator 10-02-2007 09:09

Öte taraftan Sévres antlaşması, Batı’da Yunanistan’ın kudretini arttırdığı için, İtalya’yı çok rahatsız bir duruma sokmuştu. Bu sebeple daha Sévres antlaşmasının imzalandığı gün, İtalya Parlamentosunda Dışişleri Bakanı Kont Sforza, “İtalya, Türk milleti gibi şanlı bir maziye ve tarihe malik bir milletin tahakküm altına girmesi ma’nasını tazammun edebilecek bir şekli hiç bir vakit kabul ve tasvib etmeyecektir. İtalya’nın arzu ettiği şey, Türkiye’nin hakimiyyetine, tamamiyyetine riayet etmek suretiyle iktisadi sahada Türklerle ma’nevi ve maddi bakımlardan işbirliği yapmaktır” demişti. Fakat Türk Kurtuluş Savaşı sırasındaki İngiliz diplomatlarının çoğu, “Helenizm’in idealleri ve Gladstone’un, Türklerle konuşulmaz yolundaki düşünceleriyle aşılanmış” oldukları için, Türkler hakkındaki duyguları olumlu değildi. Bu sebeple Kuvâ-yi Milliye’yi bir çete, Mustafa Kemali de çete başkanı olarak kabul etmişlerdi. Halbuki, yüksek rütbeli İngiliz askerleri bu görüşte değillerdi. Onlar Mustafa Kemal Paşayı çok daha iyi değerlendir dikleri için, İngiltere’nin çıkarlarını, onunla anlaşmakta buluyorlardı. Onun için askerlerle diplomatlar, Türkiye meseleleri üzerinde 1921 yılı başlarına kadar derin bir anlaşmazlık içinde kaldılar. Fakat bu tarihlerde İngiliz diplomatları da, çeşitli sebeplerden ötürü, Türkler hak kındaki düşüncelerini, lehde olarak, biraz daha değiştir diler ve Ankara Hükümetini de, “İstanbul Hükümeti yerine geçtiği ma’nasına alınmayacak şekilde”, bir kuruluş olarak dikkate almak lüzumunu duydular. Nitekim, İstanbul’daki İngiliz yüksek komiseri Rumbold, 20 Ocak 1921 de “...Mustafa Kemali bir çete reisi olarak görmek artık lüzumsuzdur,

imparator 10-02-2007 09:10

, Ankara Hükümeti bütün devlet fonksiyonlarını yapmaktadır” demek suretiyle bunu açığa vurmuş oluyordu. Bu anlayış ve görüş, İngiliz hükümetince de benimsenmiş olmalıdır ki, 25 ocak 1921’de Lord Curzon, Paris’teki bir toplantıda, Osmanlı delegeleriyle birlikte Ankara temsilcilerinin de Londra’da yapılacak bir Konferans’a da’vet edilmelerini teklif etmişti. Onları bu yöne döndüren türlü sebepler arasında Ankara’nın gittikçe güç kazanması, Müttefikler arasındaki bağlantıların zayıflamaya başlaması, İstanbul ve Hilafet meseleleri yüzünden, Müslüman tebaalarıyla aralarının açılması, elbette başta gelen sebeplerdir. Bu arada Irak’taki durumun da, İngilizleri rahatsız ettiği görülmektedir. Gerçekten, İngiliz işgalinden sonra bu bölgede bir sükunet meydana gelmemiş, Iraklıların bir kısmı onlara karşı cephe almış ve Cemiyyet-i Hilâliyye adı ile kurulmuş olan bir dernek de İngilizler aleyhine harekete geçmişti. Irak’ın sözü geçer kişilerinden, ulemasından kurulmuş olan ve Irak’ın tekrar Osmanlı hâkimiyyetine girmesini isteyen bu cemiyyetin, İngilizler aleyhindeki propagandası çok etkili olmuş, hatta bu yüzden bazı aşiretlerin ayaklandıkları görülmüştü. Onlar İngilizleri ve Şerif Hüseyin soyunu da istemiyor, “Hükümet-i Osmaniyyeden,, başka hükümet kabul etmiyorlardı. Onun için İngilizlerin zayıf durumda bulunduğunu ve beş altı tabur askerle iki batarya top gönderilirse Irak’ın yeniden Türkiye’ye bağlanabileceğini Türk hükümetine bildirmişlerdi.

imparator 10-02-2007 09:10

“Şeyh ül meşayih Uceymi Sa’dun Paşa” da, 5 Haziran 1920’de Mardin’e gelerek Mutasarrıf’a, Irak’taki büyük kabilelerin Osmanlılara bağlı bulunduklarını, bunlara az miktarda para ve asker yardımı yapıldığı takdirde faydalı sonuçlar alınacağını söylemişti. Bunun üzerine Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 20 Haziran 1920’de bu paşa’ya 10000 altın, iki top, iki makineli tüfek, 400 mavzer ve yeteri kadar cephane vermek suretiyle yardımda bulunmuş, ayrıca bazı Türk su baylan da paşanın emrine girmişti. Bundan sonra ki, aşiretlerin İngilizlere karşı birleşmesinde büyük payı olan Uceymi Paşa’nın, Urfa’nın kurtuluş hareketine yardım ettiği, Aneze aşiretinin de Arappınarında Fransızlara saldırdığı, Arappınarı - Cerablus yolunu tahrip ettiği görüldü. Irak “Sévres Büyük Millet Meclisine gönderilen telgraf ise gerçekten ilgi çekici idi. Bu telgrafta, İngilizlerin verdikleri sözü tutmadıkları, “Hükümet-i Arabiye’nin hukuk-ı siyasiyye ve meşruasını gasb” ettikleri, bu yüzden Iraklıların savaşa başladıkları, Fırat’ı baştan başa, Dicle’yi de kısmen ele geçirdikleri söyleniyor ve “Din düşmanlarının” kovulması için, “Siyaseten ve diyaneten tamamiyle Türklere bağlı olan Irak kutsal beldeleri hak kında, milli ve dini görevlerin yerine getirilmesi istirham ediliyordu. Öte taraftan Süleymaniyye, Revandiz, Zebar, Akra ve Kerkük halkı da, Musul’un ve bölgelerinin İngilizler tarafından işgal edilmesinden memnun değillerdi. Özellikle Revandiz yöresindeki ahali arasında İngilizlere karşı yer yer ayaklanmalar oluyordu. Bazı yerlerde ise hâlâ Türk idaresi sürüyor, Türk memurları ve Türk jandarması görev başında bulunuyordu. 1920 ortalarında Revandiz’de meydana gelen çarpışmalardan sonra İngilizler burayı bırakmak zorunda kalmışlardı.

imparator 10-02-2007 09:10

Bunun üzerine Türkler, Revandizlilerin isteğine uyarak, 1920 yılı sonlarında oraya 3 subay ve 100 kişilik bir kuvvet yolladılar. 1921’de Süleymaniyye ve çevresi komutanlığına da bir Türk binbaşısı gönderildi. İşte bütün bu haller, Türklerle bir uzlaşmaya varılmasının zorunlu olduğunu gösteriyordu. Onun için Müttefik Devletler, İstanbul, Ankara ve Atina’dan gönderilecek delegelerle kendi delegelerinin 21 şubat 1921’de Londra’da toplanmalarını kararlaştırdılar ve durumu 26 ocak 1921’de Babıâli’ye duyurdular. Bundan ötürü Sadrazam Tevfik Paşa, 27 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek, İ’tilâf Devletleri kendi delegeleri ile Osmanlı ve Yunun delegelerinden kurulu bir konferansın, 21 Şubat 1921’de Londra’da toplanmasına karar vermişlerdir. Bu konferans’ta, Sévres antlaşması üzerinde “Zaruri görülen ta’dilat” yapılacaktır. Ancak, İ’tilâf Devletleri, Osmanlı delegeleri arasında “Mustafa Kemal Paşa’nın ve yahud me’zuniyet-i lâzimeyi haiz” Ankara Hükümeti delegelerinin bulunmasını da şart koşmuşlardır. Bu sebeple, “Karar ve cevabınıza intizar ediyorum” demişti. Fakat 28 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen cevap, İstanbul hükümetince benimsenecek bir nitelikte değildi. Çünkü bu cevapta, “Türkiye’nin mukadderatına vâzı’ul yed olan yegane meşru’ ve müstakil kuvve-i hâkime”

imparator 10-02-2007 09:10

Büyük Millet Meclisidir. Böyle olunca da “Türkiye ile ilgili bütün meselelerin halline memur ve her türlü dış ilişkilere muhatap ancak”, bu meclis tarafından kurulmuş bir hükümet olur. Onun için İstanbul’un hemen yapması lazım gelen “Vatanî ve vicdanî vazife”, Türk milletini temsil eden meşru’ Hükümet’in “Ankara’da olduğunu kabul ve ilan etmesidir”.... İ’tilâf Devletlerine gelince onlar eğer “Londra’da akdedecekleri konferans’ta şark meselesini” hak ve adalet kaidelerine uygun bir şekilde çözmek istiyorlarsa o takdirde doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini Londra’ya davet etmelidirler deniliyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Sadrazam’a gönderdiği özel telgraf ise bundan daha ilginçti. O, bu telgrafında, birlik halinde hareket etmenin lüzumuna işaret ettikten sonra, Padişah’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisini resmen tanıdığını i’lân etmesini ve İstanbul’un Ankara’ya katılmasını istiyor, bu tekliflerin kabul edilmemesi halinde ise Padişah’ın durumunun sarsılacağından korkulabileceğini ve bundan doğacak sorumluluğun da Padişah’a ait olacağını yazıyordu. Yine Mustafa Kemal Paşa tarafın dan 28 Ocak’ta gönderilen bir başka telgrafta, Padişah’ın Türkiye Büyük Millet Meclisini tanıdığını bir “Hatt-ı Hümâyunla i’lân etmesi istendi ve bu takdirde ise İstanbul’da artık bir hükümetin mevcut olamayacağı belirtildi.

imparator 10-02-2007 09:11

Bunun üzerine Tevfik Paşa gerekenlerle ve hükümet üyeleriyle durumu tartışmış ve 29 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği cevapta, çeşitli sebepler den ötürü İstanbul Hükümeti’nin devamının zorunlu olduğunu, belirttikten sonra bu hükümetin, şimdiki müsait durumun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin çabaları sonucu olarak meydana gelmiş olduğuna ve Ankara ile birlik halinde hareket etmenin lüzumuna inandığını, “Şimdiye kadar Anadolu’yu tanımaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükümetlerinin”, Anadolu delegelerini konferansta görmeyi şart kılmalarının çok önemli bir hal olduğunu, bir şekil meselesi sebebiyle bu mutlu değişiklikten faydalanmamanın, “Millete karşı der-uhde” edilen göreve aykırı düşeceğini söylemiş ve hemen delegelerin İstanbul’a gönderilmesini istemişti.
Bu yazışmalardan sonra gerek İstanbul gerekse Ankara’nın, inandıklarından her hangi bir fedakârlık yapma niyetinde olmadıkları anlaşıldı. Nitekim, bu sıralarda Ankara’da adeta tutuklu gibi bulunan eski Sadrazamlardan Ahmet İzzet Paşa’nın, İstanbul’a gönderilen ve Ankara’yı destekler görünen telgrafı ile “İcra Vekilleri Hey’eti Reisi” Fevzi Paşa’nın, yine İstanbul’a gönderilen ve Londra Konferansına yollanacak hey’etin “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından intihab ve i’zam edileceği”ni, bu hey’etin “Umum Türkiye menâfiini temsil edecek yegane heyet olduğunun” ilân edilmesi gerektiğini belirten, 30 Ocak 1921 tarihli yazısı da iki tarafın uzlaşmasına hizmet etmemişti.

imparator 10-02-2007 09:11

Bununla beraber İstanbul’un, Ankara’ya karşı sempati l bulunduğu anlaşılıyordu. Çünkü 5 Şubat 1921’de, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir yazıda Sadrazam Tevfik Paşa, Yunanlıların, Anadolu’da bir Alman he’y’eti’nin Türklerle işbirliği halinde bulunduğunu söylemek suretiyle, Fransızlar katında propaganda yaptıklarını, Papalık makamının da Hıristiyanların, Müslümanlar tarafından öldürülmekte olduğunu kabul ederek, kurtarılmaları için, Hıristiyan milletlerin parlamentolarına baş vurduğunu bildirdi, üç gün sonra da Yunanlıların, 21 şubat 1921’de 70 -80 bin kişi ile Anadolu’da harekete geçeceklerini haber verdi. Bundan başka Mustafa Kemal Paşa hakkında, daha önce verilmiş olan ölüm kararı kaldırılmış, İstanbul gazetelerinde milliciler için yasaklanmış olan paşa ve bey gibi unvanlar yeniden kullanılmaya başlanmıştı. Öte taraftan, İstanbul Hükümetinin da’vetine uymamakla beraber Ankara, Müttefikler tarafından çağrıldıkları takdirde konferansa katılmayı kararlaştırmış ve bir hey’et bile seçmişti. Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in başkanlığında bulunan bu hey’et, 6 Şubat’ta Ankara’dan Antalya’ya hareket etti ve oradan da bir İtalyan savaş gemisine binerek Brendizi üzerinden Roma’ya vardı. Burada İtalya Dışişleri Bakanı ile görüşen Bekir Sami Bey, Londra Konferansına İstanbul Hükümetinin aracılığı ile da’vet edilmiş bulunduklarını, “Halbuki Anadolu’yu temsil edecek hey’etin” sadece kendileri olduklarını, eğer bu konferansta Türkiye meseleleri konuşulacaksa o takdirde kendilerinin doğrudan doğruya çağrılmaları gerektiğini söyledi ve bu hususta bir de nota verdi. Bu nota İtalyanlar tarafından ilgililere duyurulduktan sonradır ki, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Ankara’yı konferansa çağırmıştı.

imparator 10-02-2007 09:11

2 — 21 Şubat 1921 ile 12 Mart 1921 tarihleri arasında toplantılar yapan bu konferansın ilk günü, Ankara delegeleri henüz Paris’te idiler. İstanbul delegeleri ise o günkü toplantıya çağrılmamışlardı. İngiliz, Fransız, Yunan, İtalyan ve Japon temsilcileri ile bazı tanınmış askerlerin katıldığı bu toplantıda Lloyd George, Yunanlıların Anadolu savaşını devam ettirme hususundaki isteklerini Fransızlara ve İtalyanlara anlatmış olmak için, ustaca tertiplediği bir takım sorunları Yunanlılara sor muştu, bunların başlıcaları şunlardı: 1) Yunanlılar Küçükasya’da yaşayan Rumları kurtarmak için istekli midirler? 2) Yunanlılar, bayraklarının Asya’dan çekilmesine razı mıdırlar? 3) Venizelistlerle Kralcılar arasında Anadolu savaşı hususunda bir ihtilâf var mıdır? Yunan Kralında, İzmir’in muhafaza edilmesi hususunda Venizelos kadar istek mevcut mudur? Bu sorulara Yunanlıların verdikleri cevaplar tamamıyla olumlu idi. Halbuki Fransız Başvekili Briand, Kilikya’da kendilerine karşı büyük bir direnme göstermekte olan Türklerin küçümsenemeyeceğini ve bu sebeple de Küçükasya işinin kolayca halledilebilecek bir mesele olmadığını belirttikten sonra sözü General Gouraud’ya bıraktı.

imparator 10-02-2007 09:11

Türkleri yakından tanıyan bu ünlü general ise, Yunanlı1ar adeta öğüt verir gibi konuştu ve Küçükasya meselesinin güçlükleri üzerinde önemle durdu. Fakat ne onun bu tarzdaki konuşması, ne Fransız albayı Jorj’un ekonomik güçlükleri belirtmesi ne de Mareşal Foch’un, Küçiıkaasya meselesinin halledilebilmesi için bütün Anadolu’nun işgali gerektiğini, bunun için de bir milyonluk düzenli bir orduya ihtiyaç olduğunu söylemesi, bir fayda sağladı. İtalya Dışişleri Bakanı Sforza’nın, bazı önemli noktaları belirtmesi de Yunanlıları uyarmağa yetmemişti. Nitekim, Anadolu üzerindeki tatlı hayallerinden uzaklaşmak istemeyen ve fakat gerçekleri asla göremeyen Yunan ikinci Kurmay Başkanı Sarıyanis, Avrupa’nın bu tecrübeli ve sayılı komutanlarının mütâlaalarını yerinde bulmamış, Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerini dağıtmak için büyük bir güce lüzum olmadığını, bu kuvvetleri sadece Yunan birliklerinin dağıtabileceğini söylemiş ve Ankara’ya kadar gitmek niyetinde olduklarını açıklamıştı. General Gouraud’nun, “Kuva-yı Milliye deyip geçmemeli”, bu kuvvetler Fransızların bile uzun süre Antebi işgal etmelerine engel oldu demesi üzerine, gururları kırılan Yunanlılar, “Yunan askeri Fransız askeri değildir” demek suretiyle General’e ters bir cevap bile vermişlerdi. Bunun üzerine konferansta hoş olmayan bir hava esti.

imparator 10-02-2007 09:12

23 Şubat 1921’de konferans Türkleri dinledi. Yunanlıların çağrılmadığı, fakat hem İstanbul hem de Ankara Hükümetlerinin temsilcilerinin bulunduğu bu oturum cidden ilgi çekici idi. Ancak,Türk hey’etleri arasın da önceden bir fikir birliğine varılmış gibi idi. Çünkü, toplantıdan bir gün önce Türk hey’etlerinin kaldığı aynı otelde Ankara’dan gelmiş olanlar bir toplantı yaptılar ve ertesi gün Saint James sarayında yapılacak olan toplantı’da İstanbul delegelerinin nasıl bir davranış içinde bulunacakları üzerinde durdular, hatta onların tutumunu öğrenmek üzere kendilerine Hüsrev (Gerede) Bey’i gönderdiler. Sonuç çok memnuniyyet verici olmuştu. Çünkü İstanbul hey’etinin başkanı Tevfik Paşa’nın, “Vicdan-ı milli icabını ifâ edeceği” anlaşılmıştı. Gerçekten, 23 Şubat’ta konferansa, hasta olarak katılan Osmanlı delegasyonu başkanı Tevfik Paşa’ya söz verildiği vakit onun, “ Söz asıl Milletvekillerine aittir. Bin Anadolu hey’etine söz verilmesini teklif ve rica ederim” demesi, belki de konferanstaki delegeler tarafından hayretle karşılandı. İşte konferansın bu ortam içine girdiği sırada Ankara delegasyonunun başkanı Bekir Sami Bey, Ankara’nın nokta-i nazarını umumi surette” gösteren bir bildiri okudu. Bu bildiride, Birinci Dünya Savaşına çok ağır şartlar içinde devam etmekte iken, büyük devletlerin barış için ileri sürdükleri va’dlara inanarak silahlarını bırakan Türk milletinin, sonucun va’dedilenlere uymadığını görünce, yeniden silaha sarıldığı açıklandıktan sonra Türk istekleri aşağıdaki şekilde özetleniyordu:

imparator 10-02-2007 09:12

1) Tam bağımsız bir Türk Hükümetinin kabulü ile bu hükümetin sınırlarının, Meriç ırmağına kadar Trakya’yı içine alması, doğuda Gürcistan ve Ermenistan devletlerinin sınırlarına, güneyde de Arap çoğunluğunun bulunduğu noktalara kadar uzanması ve Musul ile İskenderun, Halep, Antakya şehirlerinin bu sınırlar içinde kalması; 2) İstanbul’un güvenliğini bozmayacak şekilde Boğazlara bir serbestlik tanınması; 3) Kapitülasyonların kaldırılması. Bekir Sami Bey’e göre bir Kürdistan meselesi söz konusu olamazdı. Çünkü, Büyük Millet Meclisi içinde bulunan “Kürdistan vilayatı Meb’ûs-i muhteremlerinin de her vesile düştükçe söyledikleri veçhile”, Türklerle Kürtler “İnfikâk kabul etmez surette” birbirlerine “Rabt-ı mukadderat” etmişlerdi. Nitekim, bir Kürt meselesi olmadığına dair Van’dan ve daha bir çok yerlerden gelen telgraflar vardı.

imparator 10-02-2007 09:12

24 Şubat’ta Tevfik paşa, hasta olduğu için, toplantıya katılamadı. Onun adına Konferans’ta konuşan Reşid Paşa’nın, Ankara heyetiyle fikir birliğine vardıklarını bildirdikten sonra, Bekir Sami Bey’e söz verilmesini istemesi ve o konuşurken, “Bekir Sami Beyefendi bütün Türkiye namına söz söylüyor” demesi, İstanbul ile Ankara’nın, Türkiye meseleleri üzerinde anlaştıklarının bir işareti idi, aynı gün Ankara hey’eti adına, doktor Nihad Reşad Bey tarafından yapılan Fransızca bir konuşma ise, Türk da’vasını bütün açıklığı ile ortaya koyuyordu. Fakat ne Sadrazam Tevfik Paşa’nın hasta hali ve asil tavırları, ne doktor Nihad Reşad (Belger) Bey’in güzel bir Fransızca ile yaptığı açıklamalar, ne de İstanbul ve Ankara hey’etlerinin birleşmiş halde görünmeleri, Türkler lehine bir hakaret meydana getirdi. Çünkü İtalya ve Fransa Sévres Antlaşmasının kaldırılmasını değil, sadece bu antlaşma hükümlerinde bazı değişiklikler yapılmasını istiyorlardı. İngilizler ve Yunanlılar ise Sévres antlaşmasında herhangi bir değişikliğin yapılmasına kesin olarak karşı idiler. Bazı delegeler, Sévres adının bile değiştirilmesine taraftar olmuyorlardı. Bu düşüncede olanlar Türk delegelerine, “Biz Sévres ahidnamesini bir izzet-i nefs meselesi yaptık. Binaenaleyh ismi kat’iyyen tebdil ve tağyir edemeyiz. Bunu ber-vech-i peşin kabul ediniz. ondan sonra muahedenin mevadd-ı mündericesi hakkında sizinle münakaşa ve müşafehe edebiliriz” diyorlardı. Halbuki Bekir Sami Bey, “Misak-ı Milli”den fedakarlık yapılamayacağını, Anadolu’nun mutlaka boşaltılması ve Türkiye’ye, “Avrupa’da 1913 sınırlarının geri verilmesi” gerektiğini açıklamıştı. Türklere göre Sévres adının bir önemi yoktu, fakat bu antlaşmanın “Mevadd-ı mündericesi mutlaka Misak-ı MiIli’de münderiç bulunan esasata” uygun olarak değişmeli idi. Fakat, Türklerin Misak-ı Milli üzerinde ısrarla durmaları, Türkiye hakkındaki düşüncelerini değiştirmek istemeyen öteki delegeleri sinirlilik içinde gülümsetmiş hatta bunlardan birisinin “c’est ridicule” (Gülünç şey) demesine bile sebep olmuştu

imparator 10-02-2007 09:12

Bununla beraber delegeler, Doğu Trakya ile İzmir bölgesinde Müslüman ve Hıristiyan nüfusun tespiti için bir komisyon kurulmasını istediler, Bu teklifi Türk delegeleri kabul etmiş, Ankara red etmişti. Yunanlılar ise buna asla yanaşmamış1ar Çünkü, “Yeni Kral için Venizelos’un istihsal etmiş göründüğü şartlardan daha fena şartlar kabulü ma’nen imkansızdı”. İşte bu şartlar altında konferans, Sévres antlaşmasında bazı değişiklikler yaptı ve bir ay zarfında bunlara cevap verilmesi gereğini Türklere ve Yunanlılara duyurdu, Türk delegelerine verilen projeden anlaşıldığına göre Müttefiklerce Türkiye’nin “Cemiyyet-i Akvâm’a” girmesi kabul ediliyor; “Bazı kayıtlarla Türkiye’nin İstanbul’dan ihracına dair muahede’de mevcut” olan kayıt çıkarılıyor; Boğazlar Komisyonu’nun başkanlığı Türklere bırakılarak başkanın iki oy’a sahip olması esası kabul olunuyor; Türk jandarma ve yardımcı kıt’aları biraz fazlalaştırılıyor. Türkiye’de kalacak yabancı subayların sayısı azaltılıyor ve maliye komisyonuna da Türk Maliye Nazırı fahri başkan oluyordu. İzmir şehri ise bu projeye göre, Türk hazinesine bir miktar para ödenmek; Cemiyet-i Akvam tarafından atanacak bir Hıristiyan vali tarafından idare edilmek; İzmir vilayeti dahilindeki güvenlik, İ’tilâf Devletleri subaylarının idaresi altında çeşitli unsurlardan meydana gelecek bir jandarma kuvveti ile korunmak ve şehirde bir miktar Yunan askeri bulunmak şartıyla Türkiye’ye verilecekti, fakat, Türkler ve Yunanlılardan her biri beş yıl sonra bu idare tarzının değiştirilmesini Cemiyyet-i Akvamdan isteyebilecekti. Yine bu konferans’ta Müttefikler, Kürdistan için Türklere bazı haklar tanıyabileceklerini, Ermenistan sınırlarının ise “Cemiyyet-i Akvam’ın göndereceği bir komisyon” tarafından ta’yin edileceğini kabul ediyorlardı.

imparator 10-02-2007 09:12

3 — Şimdiye kadar Türklerle ilgili meseleleri, haklı olsun veya olmasın, daima onların aleyhinde halletmeğe alışmış olan batılılar, bu defa da Londra konferansında vardıkları kararların Türkler tarafından benimsenmesini istemiş, aksi takdirde Sévres antlaşmasının zorla uygulanacağı tehdidinde bulunmuşlardı. Ancak, bunun sadece lafla olabileceğini de kabul etmiyorlardı. Bu sebeple Lloyd George’un özel Kalem Müdürü M. Kerr, daha 1 Mart 1921’de Yunan başbakanı ve Yunan askeri müşavirleri ile yaptığı görüşmede Yunan ordusunun malî bakımdan Anadolu harekâtını sonuna kadar devam ettiremeyeceğini söylemiş ve Londra konferansı bir sonuca varamadığı takdirde, Yunan Hükümetinin ne yapacağını sormuştu. Yunanlıların bu soruya verdikleri cevap gerçekten ilgi çekici idi. Çünkü bu cevaptan onların, Ankara’ya kadar gitmeği, bu yetmediği takdirde, Pontus kıyılarına asker çıkarmak, yerli Rum ve Ermenileri harekete geçirmek suretiyle, Sivas’a doğru ilerlemeyi planlaştırdıkları anlaşılıyordu. Ancak, böyle bir plan’ın uygulanabilmesi için üç aylık bir zamana ve bir milyar drahmi’ye ihtiyaç olduğu ileri sürülünce Yunan Genelkurmay ikinci Başkanı Sarıyanis 300 milyon drahmi harcandığı takdirde bir ay zarfında Ankara seferinin tamamlanabileceğini söylemişti.

imparator 10-02-2007 09:13

Bunun üzerine M. Kerr, Lloyd George’un Eskişehir -Afyon hattını işgale önem verdiğini ve bu hat tutulduğu takdirde Anadolu’daki Türk milli kuvvetinin sarsılacağı kanaatinde olduğunu söyledi. Yunanlılar bu işin, Londra’dan verilecek bir emirle altı günde gerçekleşebileceğini ifade etmişlerdi. Öte taraftan Londra Konferansı’nın bir sonuca bağlanamayacağını, daha müzakerelerin devam ettiği sıralarda anlamış olmalılardır ki, Fransız, İtalyan ye İngiliz devlet adamları Ankara hey’etinin başkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey ile bazı meseleler üzerinde anlaştılar. Bunları aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:
A — Fransız basınının bir kısmı, Fransa Hükümeti’nin Türkiye hakkında uygulamakta olduğu politikayı yermeğe başladığı bu sıralarda Antep’de durum, Fransızlar lehine bir hal almış bulunuyordu. Çünkü onlar tarafından kuşatılmış bulunan bu şehirde yiyecek sıkıntısı o kadar artmıştı ki, 10 Ocak 1921’den itibaren, ekmek yapılan arpa un’una, “Yarı yarıya acı zerdali çekirdeği unu katılmaya başlanmıştı”. Durum yazı ile ve hatta düzenlenen bir açlık bildirisiyle her tarafa duyurulmuş olmasına rağmen Antep, hiç bir taraftan yardım alamadı. Bunun üzerine Milli komutan Özdemir Bey, 30-3l Ocak 1921 tarihinde, şehir çevresindeki düzenli birliklerle de anlaşarak, bir çıkış hareketi yapmayı kararlaştırdı; Fakat vakit geldiği halde dışarıdaki kuvvetler harekete geçmediler. Buna rağmen çıkış noktalarına kadar gelip yerleşmiş olan içteki kuvvetlerin geri çekilmesini uygun bulmayan Özdemir Bey, çıkış hareketini yalnız bunlarla yapmış ve düşman çemberini bir noktada parçalayarak dışarıya çıkmayı başarmıştı. Ancak savunma haltının her tarafında aynı fedakârlık gösterilmemiş, özellikle bir yerde hücuma bile kalkılmamıştı.

imparator 10-02-2007 09:13

Onun için çıkış hareketi bütünü ile başarılı olmamış, milli kuvvetlerden çok kişi şehid düşmüş, bir çok kişi de yaralanmıştı. Bu bal şehir içinde büyük bir matemin meydana gelmesine ve açlıktan duyulan izdıraba bir yenisinin katılmasına sebep oldu. Öte taraftan, halkın moralinin bozulduğunu sezer. Fransızlar, 4 şubat 1921’de Antep halkına bir bildiri yayımladılar. Bu bildiride: 1) Şehir teslim olduğu takdirde ne halka ne de şehri şimdiye kadar savunmuş olanlara asla kötülük yapılmayacak, evler işgal olunmayacak ve Ermeniler Türk mahallelerine giremeyecekti. 2) Herkese hemen yiyecek dağıtılacak ve yaralılar tedavi altına alınacaklar 3) Herkes mallarını tasarruf edebilecek ve şehirde yağma yapılmayacaktır. 4) Esirler, karşılıklı olarak geri verilecektir’ deniliyordu. Fakat Fransızların bu bildirisine bir cevap verilmedi. Çünkü milli kuvvetler yeni bir çıkış hareketiyle kuşatma hattını yararak dışarı çıkma kararını almışlar ve bu iş için yine Antep dışındaki nizamiyye kuvvetleriyle anlaşmışlardı. 6 - 7 Şubat 1921 gecesi yapılacak olan bu hareket sırasında bazı aileler de dışarıya çıkacaklardı.

imparator 10-02-2007 09:13

Yeni çıkış hareketi tam vaktinde başladı ve kuşatma hattı yarılarak bir kısım kuvvetler ve aileler şehrin dışına çıktı. Ertesi gece yapılan ikinci bir hareket ile de “Hey’et-i merkeziyye” üyelerinden bazıları ile bir kısım savaşçı şehri terk ettiler. Fakat bu yüzden şehrin savunulması biraz daha zayıflamıştı. Zaten uzun süreden beri, yalnız başlarına .şehirlerini savunan Antepliler de artık savunma gücü de tükenmiş bulunuyordu. Fransızlar ise şehri, hâlâ insafsızca bombardıman etmekte idiler. Onun için şehrin ileri gelenleri 8 Şubat 1921 sabahı Şıh camiinde bir toplantı yaparak teslim olma kararı almış ve bu kararlarını, Franzsız komutanının isteğine uyarak, ka1eye beyaz bayrak çekmek suretiyle onlara bildirmişlerdi. Onun için 9 Şubatta iki taraf arasında konuşmalar başladı ve II maddelik bir teslim şartı düzenlendi. Bu şartnamede özet olarak: 1) Şehir Fransızlara teslim edilecek “Sévres antlaşması gereğince “Antep Sancağı’nın” Fransız mandasına girdiği kabul olunacaktır. 2) Jandarmalar ile askeri birliklere bağlı kişiler., savaş esiri kabul edilecek Kemalistler’in elinde bulunan Fransızlar bırakıldığı vakit bunlar da silahsız olarak serbest bırakılacaklardır 3) Antepli nizamiye askeriyle Antepli milisler, hüviyetleri tespit edildikten sonra, hemen serbest bırakılacak, fakat Antep köylerinden olan savaşçılar, köyleri teslim oluncaya kadar, savaş esiri sayılacaklardır. 4) Silahlar ve cephaneler Fransızlara teslim edilecektir. 5) Türk mahallelerinde yapılmış olan bütün “Tahkimat tahrib” edilecektir. 6) Silahlı Türkler ve Ermeniler, karşılıklı olarak birbirlerinin mahallelerine girmeyeceklerdir 7) Fransızların kontrolü altında yeniden bir Türk idaresi kurulacaktır. 8) Güvenlik için yeniden yerlilerden polis ve jandarma teşkil olunacaktır. 9) Antepli “Rüesâ-yi milliye ile müşevvikler affolunacak, şahsa ve dine” saygı gösterilecektir, deniliyordu. Aynı gün Fransızlar Arıtep’i işgal ettiler. Buna rağmen onlar, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da bir yerleşme imkânının kolay, hatta mümkün olamayacağını ve Türklerle uzlaşmanın, Fransa’nın çıkarlarına daha uygun düşeceğini anlamış bulunuyorlardı. Bekir Sami Bey de, Londra Konferansından faydalı bir sonuç alınamayacağını anladığı için müttefiklerle ayrı ayrı anlaşmayı lüzumlu saydı ve 9 Mart 1921’de bir mukavele imzaladı. Bu mukavele gereğince:

imparator 10-02-2007 09:14

a- Fransızlarla yapılmakta olan savaş durdurulacak,
b- Onların saflarında çarpışan çetelerin silahları onlar tarafından, Türk Mücâhitlerinin silahları da Ankara Hükümeti tarafından toplanacak,
c- İki taraf arasında esirler değiştiri1ecek,
d- Savaş bölgesindeki Türk zabıta kuvvetlerine Fransız subayları katılacak,
e- Daha önce “Fransızlarca teşkil olunan zabıta muhafaza edilecek,
f — Fransızlarca kullanılmış olan me’murlar makamlarında kalacak,

imparator 10-02-2007 09:14

g- Fransızların boşaltacakları yerlerle Kilikya, Adana, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illerinin ekonomik gelişmesi için gerekli teşebbüslerde, o iş yerli sermaye veya hükümetçe yapı1madığı takdirde, “Fransızlara rücban hakkı” tanınacak ve Ergani ma’den imtiyazı da onlara bırakı1ac. Yine bu mukaveleye göre Payas’ın hemen güneyinden başlayan Türkiye - Suriye sınırı, Meydanıekbez Suriye’de kalmak suretiyle, Çobanbey istasyonuna varıyor oradan itibaren Nusaybin’e kadar demiryolu Türkiye’de kalmak üzere doğuda Fırat’a varıyordu. İskenderun bölgesinde Fransızlar hususi bir idare (Un régime administratif spécial) ile buradaki Türklerin kültürleri gelişmesi hususunda her türlü kolaylığı göstermeyi kabul ediyorlardı. Fakat, öteden beri kabul edilmiş olan prensiplere aykırı düşen ve Bekir Sami Bey’in kimseye danışmadan imzaladığı bu mukaveleyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi reddetti. Buna rağmen Fransız Türklerle yeniden bir anlaşma yapmayı lüzumlu saydılar ve Ankara Hükümetinin bu husustaki görüsünü anlamak üzere, Franklin Bouillon’u, resmi olmayarak Ankara’ya gönderdiler. 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelen Bouillon, 13 Haziran’da konuşmalara başladı. Bu konuşmalarda Mustafa Kemal Paşa, Türkler için “Nokta-i hareketin Misak-ı Milli muhteviyatı” olduğunu söyledi.

imparator 10-02-2007 09:14

. Buna karşı Bouillon, Bekir Sami. Bey ile yapılan anlaşmanın esas olarak ele alınmasını, bu arada Misak-ı Milli’ye aykırı düşen noktalar üzerinde tartışma yapılmasını ileri sürdü. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı karşısında Misak-ı Milli’yi okuyup anlamak için konuşmaların geri bırakılmasını istedi. Bu sebeple Misak-ı Milli’nin maddeleri teker teker kendisine okundu, açıklandı. Üzerinde en çok durulan mesele kapitülâsyonların kaldırılması ve Türkiye’nin tamamıyla özerk bir hale gelmesi meselesi idi. Ankara “Siyasi mâli, adli, askeri, harsi ve ilâ... her hususta istiklâl-i tam ve serbesti-i tam” istiyor, “Bunu te’min ve istihsal etmeden sulh ve sükuna mazhar” olunacağına inanmıyordu. İşte bu önemli meseleler yüzünden konuşmalar pek çetin oldu ve sonunda Bouillon, “Bunun zaman meselesi olduğu kanaatini izhar etti”. Bir ara müzâkerelere, Adana bölgesinde Yenice yakınındaki Kütüklü köyünde devam olunmuş, bu arada Ankara’ya gidip gelinmiş, fakat bir türlü bir uzlaşmaya varılamamış ve Franklin Bouillon Fransa’ya dönmüştü. Bu sıralarda Türkler lehine bazı olaylar cereyan etti, 20/21 Haziran’da, küçük Türk kuvvetleri karşısında Fransızlar Zonguldak’ı Yunanlılar Adapazarı’nı, biraz sonra da İtalyanlar (5 Temmuz 1921’de) Antalya’yı terk ettiler. Ancak 5 Temmuz’da başlayan Yunan saldırısı hızlı bir gelişme göstermiş ve Türk ordusu Sakarya doğusuna çekilerek orada yaptığı savaş sonunda büyük bir zafer kazanmıştı.


Türkiye`de Saat: 09:55 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580