Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Çerkez Ethem Olayı ve Birinci İnönü Savaşı (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22217)

imparator 10-02-2007 09:14

Bundan sonradır ki Fransa, Türklerle kesin olarak anlaşmağa karar vermiş, bu sebeple de Franklin Bouillon 15 Eylülde İstanbul’dan hareket ederek İnebolu yolu ile 20 eylülde Ankara’ya varmıştı. 24 Eylülde müzakereler yeniden başladı. Ancak onun yukarıda söylenen iki nokta üzerinde hâlâ ısrarla durduğu görüldü. Fakat bunlar yani kapitülasyonlar kaldırılmadan ve Türkiye için tam istiklal şekli kabul edilmeden bir anlaşmanın mümkün olamayacağı kesin olarak kendisine anlatılınca O, anlaşmayı 20 Ekim 1921’de imzaladı ve Fransa hükümeti de 29 Ekimde onayladı. “Ankara İ’tilâfnamesi” adım alan bu uzlaşma ile Ankara Hükümeti büyük bir siyasi zafer kazanmış oluyordu. Çünkü bu uzlaşma ile, Türklere karşı kurulmuş olan ortak cephe yıkılmağa başlı yor ve düşman devletlerden birisi Ankara Hükümetini resmen tanıma durumuna girmiş oluyordu. Ayrıca bu anlaşma ile Türk milli istekleri, “İlk defa olarak düvel-i garbiyye’den biri tarafından tasdik ve ifade edilmiş” bulunuyordu. Bu anlaşma ile Fransa, işgal etmekte olduğu Türk topraklarından, İskenderun, Antakya hariç, çekilmeği, İskenderun ve Antakya’da da özel bir idare kurarak Türk kültürüne hizmet etmeği taahhüt ediyordu. Bunlardan başka Fransızlar, “İçinde creusot topları, cephane ve daha başka savaş malzemesi bulunan büyük bir silah stokunu milliyetçilere” devrediyor ve ileride daha fazlasını vereceklerini de gizlemiyorlardı. Ankara İ’tilâfnamesi, Türk vatanından zorla koparılmak istenen bir parçanın kurtulmasına, sebep olduğu kadar bu parçayı savunmakta olan Türk kuvvetlerinin Batı Cephesi’ne sevki imkanını da sağladı.

imparator 10-02-2007 09:14

Anlaşmanın imzasından sonra Türk topraklarının, topraklarının Fransızlar tarafından boşaltılması 4 Kasım’da başlamış, 1 Aralık 192l’de bir Türk heyeti, Adana’daki resmi daireleri işgal etmiş, 20 aralık 1921’de Fransız askerleri Adana’dan çekilmiş ve 21 Aralık’ta Türk kuvvetleri Adana’ya girmiştir. 25 aralık l921’de Gaziantep kurtulmuştu 5 Ocak l922’de ise Adana ve çevresinin tamamıyla Türklerin eline geçmesi ve Muhittin Paşa’nın da Adana’ya girmesi sebebiyle, 105 metre kumaş harcanarak hazırlanmış olan Türk bayrağı, o gün Ulucami ile saat kulesi arasına çekildi.
Ankara İ’tilâfnamesjnden sonra Mustafa Kemal Paşa, Türk istiklâli için girişilen savaşta, Türklere karşı gösterdiği sempatiden dolayı, Fransız Mareşali Lyautey’e, “En derin minnet duygularını bildiren bir mektup gönderdi. Yine bu anlaşma sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Fransa’ya gönderdiği temsilci, büyük Türk dostu Pierre Loti’ye de Büyük Millet Meclisi’nin “Minnet ve şükrânını” bildirir bir mektupla birlikte hediye olarak bir de halı götürdü.

imparator 10-02-2007 09:15

.Ankara İ’tilâfnamesinin imzalanması üzerine İngilizlerde bir telâşlanma başlamış, bu yüzden Lord Curzon, “Adeta dehşetle karışık bir şaşkınlık duymuştu”. Fransızların yaptıkları bu işi “Şerefsizce bir davranış” diye niteleyen İngiliz diplomatları da vardı. Fakat Fransızlar, Türklerle yapılan bu anlaşmanın Ankara Hükümetinin tanınmasına hizmet etmeyeceğini ve Accord Tripartite ile kabul edilen esasları bozmayacağını, İngilizlere bildirmişlerdi. Öte yandan, Fransızlarla yapılan bu anlaşma, Rusya’da da, Ankara’nın Batı ile anlaştığı fikrini uyandırmıştı. Çünkü İngilizler anlaşmanın gizli maddeleri bulunduğunu iddia ediyorlardı. Durumun böyle olup olmadığını anlamak üzere “Ukrayna İçtimâî Şürâ Cumhuriyeti” Frunze’yj Ankara’ya “Fevkalâde Sefir” olarak gönderdi. Bu kişinin vardığı kanatları bildirmesinden sonradır ki, Rusya’nın kaygıları silinmiş oldu. Fakat Ankara İ’tilâfnamesinin imzalanması en çok Ermenileri tasalandırmıştı. Çünkü onlar, şimdiye kadar yaptıkları kötülüklerin hesabını verme zamanının geldiğini kabul ediyor ve kütleler halinde Kilikya’daki şehirleri terk ediyorlardı. Bu hali ne General Gouraud’nun 9 Kasımda yayınladığı bildiri, ne Franklin Bouillon ile “Adana ve çevresi Komutanı Muhittin Paşa’nın ve Hamit Bey’in, 1 Ekim tarihli bildirileri, ne de Mustafa Kemal Paşa’nın 5 Ekimde Adanalılara gönderdiği yazıdaki sözler önleyebildi.

imparator 10-02-2007 09:15

B- Bekir Sami Bey ile İtalyanlar da bir anlaşma imzalamışlardı. Buna göre İtalyanlar “Türklerin İzmir ve Trakya üzerindeki hukukunu Müttefiklere karşı korumayı” ve en geç barışın imzalanması tarihine kadar Türkiye’deki askerlerini geri çekmeği kabul etmişlerdi. Buna karşılık kendilerine “Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancakları ile Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarının”, daha sonra belli edilecek kısımlarında, “Teşebbüs iktisât-ı iktisâdiyye için rüchan hakkı” tanınıyor, ayrıca bu yerlerde Türk hükümeti veya sermayesi tarafından yapılamayacak olan işlerin İtalyan sermayesince işletilmesi, “Ereğli ma’denlerinin bir İtalyan - Türk şirketine devri”, “Teşekkül edecek şirketlerde Türk hissesinin yüzde elliye kadar gidebileceği” kabul olunuyordu. Fakat Büyük Millet Meclisi bu anlaşmayı da reddetti. Buna rağmen İtalyanlar, “Çoktan beri kendilerini iyi durumda görmedikleri Antalya bölgesini tahliye” ettiler. Ankara ile anlaşmak için bundan sonra yaptıkları teşebbüslerde de bir sonuç alamadılar. Fakat “Kemalistlerin askeri mukavemeti her an çökebilir kanaatini taşıdıkları için, 15 Nisan 1922’de İstanbul Hükümeti ile bir anlaşma imzaladılar. Öte yandan yine onlar, 20 Nisan’da Söke’yi boşalttılar ve 27 Nisan’da da Kuşadasındaki kuvvetlerini geri çektiler.

imparator 10-02-2007 09:15

C- Londra Konferansından çok önce Ankara ile İngilizler arasında, esirleri değiştirmek maksadıyla, bir takım konuşmaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Gerçek ten 18 Temmuz 1920’de esirlerin değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulmuş, 20 Ağustos’ta da Lord Curzon, “Albay RaWlison ve Yüzbaşı C. L. Campell (Konya’da) ile” daha bazı esirlerin Türk esirleriyle değiştirilebileceğini, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri de Robeck’e yazmıştı. Bunun üzerine de Robeck’in teşebbüslere geçtiği, Mustafa Kemal Paşa’nın “Askeri makamlarla müzakereyi red” etmesine rağmen, teşebbüslerine devam ettiği ve Ankara ile görüşmelerde bulunmak üzere Bilecik’e gidecek olan Ahmet İzzet Paşa’dan, “Asker ve sivil Britanyalı harb esirlerinin salıverilmelerini sağlamak için mümkün olanın yapılmasını rica” ettiği bilinmektedir. 1920 yılı içinde yapılan bu teşebbüslerden gerçi bir sonuç alınamadı. Fakat, Londra Konferansından biraz sonra yani 16 Mart 1921’de İngilizler Bekir Sami Bey ile bir uzlaşma imzaladılar. “Bu, enterne edilenlere ait Vansittart - Bekir Sami Mubâdele Uzlaşması idi”. Buna göre İngilizlerin elinde bulunan savaş tutsakları ve enterne edilmiş olan Türkler, İngiliz tutsakları ile değiştirilecekti, fakat Türk esirleri arasında, “Harb halinin devamı süresince 1 Ağustos 1914’te Türk İmparatorluğunun parçasını teşkil eden topraklarda yapılan harb kanun ve örflerini (customs) ihlâlden veya adam öldürme suçundan dolayı muhakemeleri kararlaştırılan” kişiler varsa bu haktan faydalanamayacaklardı. Ancak, eşit şartlar taşımayan yani “Türk tebaasının, Türkiye dahilindeki harekatı üzerinde, ecnebi hükümetinin bir nev’i hakk-ı kazasını tasdik etmek” olan bu uzlaşmayı Ankara Hükümeti reddetti, fakat mesele bundan sonra da elden bırakılmadı. Gerçekten, General Milne’in yerine atanmış olan General Sir Charles Harington, Londra Konferansından sonra İngiltere’ye çağırılarak kabine’nin, Türk milliyetçileri ile bir anlaşma yapılması hususundaki müzakerelerine katıldı ve biraz sonra da Foreign Office tarafından kendisine, esirlerin serbest bırakılması için istediği çareye baş vurabileceği bildirildi

imparator 10-02-2007 09:15

. Onun için Harington, hem bu işi hızlandırmak, “Hem de Milliyetçilerin siyasi tutumunu yoklamak niyetiyle Anadolu’ya bir hey’et” göndermeye karar verdi. Bu hey’et Bin başı Douglas Henry ile Binbaşı Stourton’dan kurulu idi. 13 Haziran 1921’de İnebolu’ya gem İngiliz binbaşıları, Türkler için bir miktar cephane getirmiş ve bundan sonra cephane sevkine devam olunacağını söylemişlerdi. General Harington tarafından gönderildiklerini ve Mustafa Kemal Paşa’ya önemli bazı şeyler söyleyeceklerini açıklayan bu binbaşılar, bu tarihlerde İnebolu’da bulunan Re’fet Paşa (Bele) ile görüşmüş ve Mustafa Kemal Paşa’nın bir İngiliz savaş gemisi ile gizlice İstanbul’a giderek Harington’la barış meselesini konuşup anlaşa bileceğini, İngiltere’nin, Türkiye’nin tam müstakil bir devlet olmasını kabul ettiğini ve İngiltere’nin müdahalesiyle Yunanlıların Anadolu’yu boşaltacaklarını söylüyor, esirlerin. de değiştirilmesini istiyorlardı. Bunlara, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gidemeyeceği, ancak General Harington’un, İnebolu’ya geldiği takdirde, orada bulunan Re’fet Paşa ile görüşebileceği ve esirlerin değiştirilmesinin mümkün olabileceği cevabı verilmişti. 18 Haziran 1921’de de Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi Hamit Bey, “Mevki-i resmisi” bulunan bir İngiliz’in, “İngiltere’nin İstanbul’da en büyük makamı adına” kendisine baş vurarak, acele bir barışa kavuşabilmek için müzakerelere hazır bulunduklarını, bu sebeple Mustafa Kemal Paşa ile “Münasebetlere girişmek” istediklerini ve bu hususta verilecek cevabı beklemekte olduklarını bildirdiğini, bir telgrafla Ankara’ya duyurmuştu

imparator 10-02-2007 09:15

Ankara, Hamid Bey’e verdiği cevapta, müzakerelere hazır olduğunu bildirdi. Fakat 5 Temmuz’da Zonguldak’a gelen bir İngiliz savaş gemisinin, General Harington’dan Mustafa Kemal Paşa’ya getirdiği mektupta, gerçeğe uymayan ifadeler vardı. Nitekim bu mektupta Harington , “Kumandan Henry vasıtasıyla aldığım habere nazaran” bana bazı şeyler söylemek isteğinde imişsiniz. “Böyle olduğu takdirde” uygun gördüğünüz bir günde İnebolu veya İzmit’te sizinle buluşabilirim. Bunun için Britanya Hükümeti bana izin vermiş bulun maktadır. Bu buluşmada, söylemeklerinizi İngiltere Hükümetine “Tebliğe me’zunum”. Fakat İngiltere Hükümeti adına her hangi bir konuyu ne müzakere ne de konuşmak için resmi bir sıfatım yoktur. Buluşmanın da İngiliz zırhlı Ajax’da yapılması gerektir. Orada layık olduğunuz saygıyı görecek, karaya dönünceye kadar da “Hürriyet-i kâmileyi hâiz” bulunacaksınız. Bu şartlar kabul edildiği takdirde, en uygun görülecek tarih ve saatin belirtilmesini rica ederim diyordu. Mustafa Kemal Paşa bu garip mektuba verdiği cevapta: Buluşmayı kendisinin ileri sürmediğini ve Türk isteklerinin General Harington tarafından zaten bilinmekte olduğunu belirttikten sonra “Topraklarımızın düşmanlardan tamamıyla istihlâs hudud-ı milliyemiz dahilinde siyasi, mâli, iktisadî, askeri, adli, harsi istiklâl-i tammımız esası kabul edildiği takdirde müzakerelere girmeye âmade”” bulunduğunu ve müzakerelerin İnebolu’da karada yapılmasını, ancak maksad sadece “Vaziyyet hakkında teâtî-i efkâr ise”, o takdirde mülâkata arkadaşlarından birisinin me’mur edileceğini bildirdi.

imparator 10-02-2007 09:16

Harington bu mektuba karşılık vermedi, fakat bu mesele ile ilgili olarak 7 Temmuz 1921’de İngiliz Maslahatgüzârı M. Rattigan, İstanbul’da Hamid Bey’i görerek, Anadolu’ya bir tüccar sıfatıyla giden Binbaşı Henry’ye General Harington’un verdiği görev sadece Anadolu’daki İngiliz esirlerinin sıhhatlerini ve ne halde olduklarını öğrenmek ve “kabilse milli orduların İstanbul’a doğru harekata devam edip etmeyeceklerini Mustafa Kemal Paşa’dan” tahkik etme görevi idi. Bu itibarla binbaşının öteki teşebbüslerin her hangi bir yetkisi yoktu demişti. İngilizler ayrıca 9 Temmuz’da Reuter ajansiyle, Mustafa Kemal’in müzakerelere talip olduğunu, fakat sonradan bundan vazgeçtiğini yayımladılar. Bununla beraber İngilizler, Ankara hükümeti ile esirlerin değiştirilmesi meselesi üzerinde anlaştılar. Gerçekten İngiliz Yüksek Komiseri ile Hamid Bey arasında İstanbul’da başlayan müzakereler nihayet olumlu bir sonuca verdi. 5 Ekim 1921’de Times gazetesi Malta’da enterne edilmiş olan 51 Türk ile Anadolu’da tutuklu bulunan 17 İngiliz’in değiştirileceği haberini veriyordu. Hamid Bey de durumu, 23 Ekim 1921 tarihinde imzaladığı bir belge ile açıkladı . Buna rağmen Türk - İngiliz ilişkileri, daha bir süre düşmanca duygular altında devam edip gidecektir.

imparator 10-02-2007 09:16

4 — Ermenilerin ezilmesi üzerine Doğu Anadolu’ya ait meselelerden birisi hall yoluna girmişti. Fakat aynı bölgede halledilmesi gereken bir başka mesele de Elviye-i selâse (üç sancak) meselesi idi. Çünkü bu sancaklar dan Ardahan ve İngilizlerin boşaltmasından sonra Batum, Gürcüler tarafından işgal edilmiş bulunu yordu. Gerçi Ankara Hükümeti 25 Temmuz 1920’de Batum’un işgalini protesto etmiş, fakat o sıralarda batı devletlerinin kendilerine yardım edeceğini uman Gürcüler, Ankara Hükümetinin teşebbüslerine pek değer vermemiş, tersine olarak Ermenilerle çarpışmak üzere harekete geçmiş olan Türk Kuvvetlerinin, Kars yakının dan geçtiğini kabul ettikleri Gürcü sınırını aşmamalarını istemiş, aksi takdirde savaşacaklarını bildirmişlerdi. Bu kritik anda onların tarafsız kalmasını lüzumlu sayan Ankara Hükümeti ise 21 Ekim 1920’de Tiflis’e bir nota göndererek, Ermenilere karşı girişilmiş olan Türk savaşının sebeplerini açıkladı, bu savaşın Gürcülerle bir ilişkisi olmadığını belirtti, ayrıca Gürcülerle dostluk kurmağa hazır olduğunu ve Kars çevresinden geçtiği kabul olunan Gürcü sınır çizgisinin geçilmeyeceğini bildirdi. öte yan d atı Gürcülerin Türklere karşı bu sert tutumu çok sürmemişti. Çünkü bir yandan İ’tilâf Devletlerinden bir yardım gelmeyeceğini, bir yandan da Rusların, Gürcistan’ı Sovyetleştirmeye çalıştıklarını anlamışlar ve bunu Moskova’ya gitmekte olan Türk elçisine açıkça ifade ederek kendisin den yardım bile istemişlerdi. İşte bundan sonradır ki Türkiye ile Gürcistan arasında Brest-Litovsk Antlaşmasıyla Türklere bırakılmış olan yerlerin geri verilmesi meselesi ele alınabilmiş ve bu husus 1921 yılı başlarında Ankara’ya tayin edilmiş olan Gürcü elçisi ile müzakere edilmeğe başlanmıştı. Fakat müzakereler uzayıp gidiyor ve bir sonuç alınamıyordu. Halbuki Ruslar 1921 Şubatında, Gürcistan’ı Sovyetleştirmek üzere harekete geçmişlerdi. Gürcistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi ise, Batum ile Ardahan’ın Türklere bırakılmasını güçleştirebilirdi. Onun için Ankara’daki Gürcü elçisine Büyük M. Meclisi Hükümeti tarafından 22 Şubatta, süresi 23 Şubatta sona erecek bir nota verildi ve Ardahan bölgesinin geri verilmesi istendi.

imparator 10-02-2007 09:16

İşte bu enerjik tutum karşısında Gürcüler, Türk isteklerinin kabul edildiğini 23 Şubatta Ankara’ya bildirmiş ve Türk birlikleri de 23 Şubat akşamı, “Ahalinin tekbir sadaları” arasında Ardahan’a girmişlerdi. Ancak iki gün sonra yani 25 Şubat’ta, “Gürcü İhtilâl Komitesinin Tiflis’te Sovyet Gürcistan’ını ilân etmesi” üzerine Gürcü Hükümeti, Tiflis’i terk ederek Batum’a çekildi. Fakat bu hükümetin orada da tutunacağı şüpheli ili. O takdirde Batum’un Türk topraklarına katılması bazı güçlüklere yol açabilirdi. Zaten Ankara Hükümeti, 21 Şubatta Gürcülere verdiği notada bu düşünce ile Batum’dan söz etmemiş ve bu işi, Gürcülerle imzalanacak olan anlaşma sırasında konuşmayı ve bir plebisitle sonuçlandırmayı uygun mütalaa etmişti. “Şark Cephesi” Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’da, “Muhafazası güçlükler yaratacak olan” bu şehrin işgal edilmemesini ve meselenin, Ruslarla anlaşarak kökünden halledilmesini istiyordu. onun için hükümet, Kazım Karabekir Paşa’nın 1 Mart’ta yaptığı tavsiyeyi, 3 Mart’ta Büyük Millet Meclisine götürmüştü. Fakat Gürcistan’daki Türk temsilcisinin 6 mart’ta gönderdiği bir telgraftan, Gürcü Hükümeti’nin Batum, Ahıska ve Ahılkelek kasabalarının da Türkler tarafından hemen işgal edilmesini istediği anlaşılınca Ankara Hükümeti hemen askeri hareketlere girişmeğe karar vermiş, fakat işgal edeceği bu topraklar üzerinde Gürcü idaresinin devam ettiğini, yapılacak olan işgalin sadece askeri olduğunu, işgalin, Ruslara karşı bir Türk-Gürcü ittifakı olmadığını, bununla beraber, Batum’un Misak-ı Milli sınırları içinde bulunduğunu ilgililere bildirmişti. Fakat, kendi fikrine uygun düşmeyen bu işgal hakkında Kazım Karabekir Paşa, “Batum bölgesinde Bolşeviklerle karşılaşacak müfrezenin” hangi davranış içinde bulunacağını Ankara’dan sorduğu vakit kendisine verilen cevap doyurucu olmamıştı

imparator 10-02-2007 09:16

Çünkü bu cevapta, “Kızıl kıt’aların Acara vadisi boyunca Batum’a girmelerine, silahlı bir mukavemete gitmemek şartıyla, muhalefet olunması lâzımdır” deniliyordu. Bolşevik askerlerle karşı karşıya gelindiği vakit, Silah kullanmadan onları hedeflerinden uzaklaştırmanın güçlükleri meydanda idi. Buna rağmen An kara Hükümeti, tutumunu değiştirmedi. Onun için Kazım Karabekir Paşa 8 Martta Ahıska’yı işgal etmiş, fakat biraz sonra Ruslar da oraya.gelmişlerdi. Şimdi durum çok kritik görünüyordu. 10 Mart 1921’de, “Sovyet Rusya’nın Kafkasya Siy Komiseri Orjonikidze, K Karabekir Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta, Moskova’da Türk delegeleriyle Ermenistan ve Gürcistan sınırlan üze rinde anlaşmaya varıldığı, bu anlaşmaya göre Ahılkelek, Ahıska ve Batum’un Gürcülere bırakıldığı, buna rağmen Türk silahlı kuvvetlerinin Batum’u işgal edeceklerinin duyulduğu bildiriliyordu (138). Bu telgrafa verdiği cevapta Kazım Karabekir Paşa, Moskova’da varılan karar. dan haberi olmadığını ve işgalin sadece Müslüman ahaliyi Ermenilerin kötülüklerinden korumak ve “Bu bölgeleri Sovyet - Gürcü harbinin musibet ve elemlerinden kurtarmak” kaygısı ile yapıldığını açıkladı. Öte yandan Türk kuvveleri tarafından 11 Mart’ta Batum, 14 Mart’ta da Ahilkelek işgal olundu ve Gürcü Hükümetinin 17 Mart’ta Batum’u terk etmesi üzerine de orada da Türk sivil idaresi ilan edildi (141). Ancak daha o gece den itibaren Ruslarla çarpışmalar başlamış, Türk subay ve erlerinden şehid düşenler olmuştu. Fakat çatışma hali çok sürmedi. Çünkü 16 mart 1921’de imzalanmış olan Moskova antlaşması, Batum, Ahılkelek ve Ahıska’yı Türk sınırları dışında bırakmış ve bu antlaşma 21 Mart 1921’de Ankara Hükümetince kabul edilmişti. Bununla beraber hâlâ Türklerle Ermeni ve Gürcüler arasında halledilmesi gereken bir takım pürüzlü meseleler vardı. Bunlar ancak 13 Ekim 1921’de imzalanan Kars antlaşması ile ortadan kaldırılabilecektir

imparator 10-02-2007 09:17

5 — Moskova antlaşması, Ruslarla imzalanmış olan bir kardeşlik ve dostluk antlaşması idi. Onun için meseleyi, biraz daha geride bıraktığımız tarihlerden itibaren ele almak istiyoruz.
Moskova’daki Türk Hey’etinin başkanı Bekir Sami Bey’in, Ankara’ya gönderdiği 30 Ağustos 1920 tarihli raporunda, bir yandan Rusların Ermeniler için istedikleri Türk topraklarının verilip verilmeyeceği soruluyor, bir yandan da Rusların darıltılması yoluna gidilmemesi tavsiye olunuyordu. Buna rağmen Ankara, 16 ve 22 Ekim 1920 tarihli yazılarıyla, Rusların Misak-ı Milli’ye aykırı düşen isteklerini reddetmiş ve “Rus Hükümeti, Türk milletinin emperyalizme karşı mücadelesine eski azm ve iman ile devamını arzu ediyorsa” o takdirde Ermeniler için ileri sürdüğü arazi isteklerinden yaz geçmelidir demişti. Anlaşılıyor ki, Rusya isteklerinde ısrar ederse, tarafların birbirleriyle uzlaşması mümkün olamayacaktı. Halbuki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, “Muhtaç Olduğu dış dayanağı” Batı’da bulamayacağını ve kendisine yardımı dokunacak olan devletin yalnız Rusya olabileceğini kabul ediyordu. Ruslara gelince, onların da Ankara ile dost geçinmekte büyük çıkarları vardı. Onun için iki taraf da, girdikleri dostluk yolundan sapmadılar ve Ekim 1920’de Ruslar, Ankara’ya Mdivani’yi elçi olarak atadılar; kalabalık bir elçilik hey’eti ile birlikte yola çıkardılar. İşte bu Elçi, henüz yolda bulunduğu bir sırada Rus Dışişleri Bakanı Çiçerin’den bir telgraf aldı. 1 Aralık 1920 tarihini taşıyan bu telgrafta “Lenin ve Stalin, 24-VIII günlü Muhadenet Muahedesini tamamlamak istiyorlar” deniliyordu. Bunun üzerine Mdivani, Gümrü’de bulunmakta olan Kâzım Karabekir Paşa’ya, 3 Aralık 1920’de durumu bildirmiş, hatta Rusya’nın Türkiye ile “Siyasi bir ahidname ve bir de askeri ittifakname” imzalama isteğinde olduğunu duyurmuştu.

imparator 10-02-2007 09:17

Bu teklif Büyük M. Meclisi Hükümeti tarafından memnunlukla karşılandığı için, 6 Aralık 1920’de Büyük Millet Meclisinde Rus dostluğundan bahsedilmiş, aynı gün Ruslara, Ankara’nın müzakerelere hazır olduğu bildirilmiş ve 7 Aralık 1920’de de Yusuf Kemal Bey başkanlığında Moskova’ya gidecek olan hey’et’in kararnamesi çıkartılmıştı. Bu heyet, 14 Aralık’ta Ankara’dan ayrılarak, 7 Ocak 1921’de Kars’a geldi. Bu arada Mustafa Kemal’ Paşa ile Lenin arasında çok dostça yazışmalar olmuştu. Gerçekten, 5 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa, Dağıstan’a istiklal verilmesi dolayısıyla, Lenin’e bir telgraf göndererek bu olayın, “Bolşevizm dünyasıyla İslam dünyası arasındaki münasebetlere fevkalade hüsn-i tesir edeceğine” ve Türkiye ile Rusya’yı “Garb emperyalizmini devirmekten ibaret olan müşterek” amaçlarına daha da yaklaştıracağına inandırdığım bildir di. Bu yazıya Lenin, 7 Ocak 1921’de çok dostça kelimeleri kapsayan bir telgrafla cevap vermişti. Bu telgrafında o, “Sovyet Rusya, topraklarındaki bütün milletlere muhtariyyet vermekte ve her milletin kendi mukadderatını ta’yin etmesi prensibi gereğince onların mahalli muhtariyyet kurmalarını desteklemektedir” dedikten sonra “Sarsılmaz bir enerji ile yurdunun bağımsızlığı ve refahı için savaşan Türk milletine ve onun hükümetine en samimi dileklerimizi ifade etmeme müsaade buyurun” diyordu. Öte yandan, 28 Aralık 1920’de Kars’a gelmiş olan Rusya’nın Ankara temsilcisi Mdivani de, orada Kazım Karabekir Paşa’yla, Kars’ta beklemekte olan Moskova Elçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Moskova’ya gitmekte olan hey’et başkanı Y. Kemal (Tengirşenk) Bey’le görüşmüş ve “Er menilere Türk arazisi verilmesi meselesinin bir sü-i tefehhümden ibaret” olduğunu, Çiçerin’in, “Bekir Sami Bey’le olan konuşmasının çok eski zamana ait” bulunduğunu söylemişti.

imparator 10-02-2007 09:17

. İşte bu arada Kazım Karabekir Paşa, Mdivani’ye bir mektup göndererek, Gümrü’de kendisine söylediklerinin yazı ile açıklanmasını da istedi. Kazım Karabekir Paşa’nın 14 Ocak 1921 tarihini taşıyan bu yazısına aynı tarihte cevap veren Mdivani, Lenin ve Stalin tarafından kendisinin, “Türkiye’nin, iki hükümet arasında bir siyasi ve hatta askeri antlaşma ile ilgili eğilimini ve görüşülmesi kabul edildiği takdirde böyle bir anlaşmanın ne gibi esaslara dayanabileceğini öğrenmekle” görevlendirildiğini bildirmişti. Fakat her şeye rağmen 19 Şubat’ta Moskova’ya varan ve 21 Şubat’ta kendisiyle görüşen hey’et başkam Yusuf Kemal Bey’e karşı Çiçerin, çok acayip bir davranış içine girmiş, heyetimizin niçin geldiğini sormuş ve Türkleri kendilerinin da’vet etmediklerini söylemişti. Kendisine, “ Siyasi ve askeri bir ittifak akdi hususundaki teklif” ve istekleri üzerine Moskova’ya gelindiği söylendiği ve Mdivani’nin bu husustaki mektubu gösterildiği vakit de Çiçerin, “Burada muhtelif devlet murahhaslarından mürekkeb bir konferans toplanacak.”, sizi onun için çağırmışlardır dedi. Ayrıca, İngilizlerle bir ticaret mukavelesi imzalamak zorunluğunda olduklarını, Türklerle bir ittifakı düşünmediklerini ve “İttifak yapmanın esasen prensiplerinden olmadığını söyledikten sonra Türklerin, “Müfrit komünistlere karşı” şiddetli hareket ettiklerini, Ermenilerle yapılan barışta Rus aracılığım kabul etmediklerini, yapılan protestolara rağmen Gümrü’yü boşaltmadıklarım eleştirdi. Anlaşılıyordu ki, Çiçerin ile yapılacak olan konuşmalardan bir sonuç alınamayacaktı. Bu sebeple Türk hey’eti Stalin ile görüşmeyi faydalı mütalaa etmişti. Gerçekten, 22/23 Şubat’a Stalin ile görüştükleri vakit onu, Türk meseleleri için daha anlayışlı ve yumuşak bulmuşlardı. Gerçi o da bir ittifak antlaşmasının imzalanamayacağını söylüyordu. Fakat ona göre hemen bir kardeşlik Ve dostluk antlaşmasının imzası, silah ve para yardımının yapılması mümkündü.

imparator 10-02-2007 09:17

İşte bu görüşmeden sonradır ki, Rus Dışişleri elemanlarının tutumunda büyük bir değişiklik meydana geldi ve çalışmalar hızlı bir tempo ile ilerledi. Geçi Batum’un, Türkler tarafından işgali durumu biraz gerginleştirdi, fakat sonun da bu şehrin Ruslara bırakılması normal halin geri gelmesinin başlıca sebebi oldu ve 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin dış politikadaki büyük başarılarının ilkidir. Çünkü bu antlaşma ile Ruslar, “Misak-ı Milli’yi” tanıyor; hiç bir şart ve kayda bağlı olmaksızın Kars, Ardahan ve Artvin’i Türkiye’ye bırakıyor, Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından tanınmayan bir antlaşmanın kendilerince de tanınmayacağını kabul ediyorlardı. Ayrıca bu antlaşma ile Türk – Rus sınırı çiziliyor, Ruslarca Türkiye’deki kapitülasyonların kaldırılması kabul ediliyor ve yine Ruslarca Türklere, “İki tümene yetecek kadar silah ve cephane” ile 10 milyon altın ruble verilmesi taahhüt ediliyordu. Bundan başka bu antlaşma ile tarihi Türk düşmanı olan Ruslar, başka Türk düşmanlarından uzaklaştırılmış ve bu suretle Türkiye’nin doğu sınırları güven altına alınmış oluyordu.

imparator 10-02-2007 09:18

Moskova Antlaşması, iki taraf arasındaki huzursuzluğu büsbütün ortadan kaldırmamıştı. Nitekim Batum Milletvekilleri bu antlaşmayı, “Muzır ve âmâl-i milliyye’ye” aykırı kabul ediyor ve Büyük Millet Meclisi’nin bu antlaşmayı onaylamaması hususunda harekete geçmiş bulunuyorlardı. Gerçi mesele Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldüğü vakit, zamanın Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey, Batum Milletvekillerinin sadece üzüntülerine katılmış, fakat antlaşmanın Türkiye’nin çıkarına olduğunu savunarak “Ne yapalım Türkiye’nin ve Türklüğün menfaatı bunu gerektiriyor” demişti. Öte yandan Rus komutanlarından Gekker ile siyasi komiser Elyava, 6 Nisan 192l’de Akbulak’da Kâzım Karabekir Paşa ile bir görüşme yaptılar. Bu görüşmede onlar, Türk birliklerinin Arpaçay’ın doğusunu terk etmesini, Azerbaycanlı devrimcilerin Türkiye’de faaliyet göstermelerine izin verilmemesini, Ahıska ve Ahılkelek’teki Türk irtibat subaylarının geri alınmasını, Türkiye’deki Wrangel ve Denikin ordusuna mensup subayların serbest bırakılmasını ve Kızılordu’ya yiyecek maddesinin sağlanmasını istediler. Yine bu komutan, Tifiis’deki Türk Temsilcisine bir nota vererek, Gümrü bölgesinin acele boşaltılmasını, Ermenistan’dan Kars’a götürülen demiryolu malzemesinin de geri verilmesini istiyor ve bölgenin ne zaman boşaltılacağı hakkında bir cevap verilmezse, Rus ordusunun buraları işgal edeceğini, fakat bu şekildeki hareketin, “Dost olan Rusya ve Türkiye arasındaki münasebetler üzerinde bir te’siri olmayacağını” bildiriyordu. Ruslar, dostluğa sığmayan böyle bir harekete teşebbüs edebilirler mi idi, yoksa bu hal bir gözdağı vermekten mi ibaretti?. Bu sorulara cevap vermeği şimdilik bir tarafa bıraksak bile onların bu tarzdaki davranışlarının Kâzım Karabekir Paşa’yı korkutmadığını, fakat bu tutumlarının başarılı olduğunu hemen söyleyebiliriz

imparator 10-02-2007 09:18

Çünkü. Büyük Millet Meclisi Hükümeti, yeni bir cephe açılmasını sakıncalı gördüğü için, “Kızıllarla bir çarpışmaya meydan verilmemesi tarafını tutmuş ve bu sebeple de Gümrü bölgesini bir hafta içinde boşaltmıştı. Rusların bu sert davranışı, Moskova Antlaşmasından sonra bile Türk - Rus ilişkilerinin tam bir dostluk içinde gelişemeyeceğinin bir işareti idi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın Rus dostluğuna önem verdiği görülüyordu. Nitekim, 29 Kasım 1921’de Çiçerin’e gönderdiği bir telgrafta o, Rus milletinin iki yıl dan beri dünyayı hürriyyete kavuşturmak ve zulme son vermek için yaptığı gayretleri övüyor ve “Rus milletine karşı Türk milletinin duyduğu hayranlığı” belirtmekten büyük bir zevk duyduğunu söylüyordu. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerindeki samimiyyet derecesini ölçmek gayet zordur. Kaldı ki, tercüman olmak istediği Türk milletinin, Ruslara karşı değil hayranlık duyması, küçük bir sempati bile beslediği şüphelidir. Çünkü iki millet arasında yüz yıllarca süre gelmiş olan düşmanca ilişkileri ve bunun sonucu olarak doğmuş ve yerleşmiş olan düşmanca duyguları bir anda unutmak mümkün değildir.

imparator 10-02-2007 09:18

. ancak milli çıkarlar, liderleri ve diplomatları, çok kez istekleri dışında konuşmaya sevk etmiştir. Onun için Lenin’in, “yakınlık, dostluk” için Türklere yardım yapmamız gerekiyor, “Böylece Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır” demesi, Rusya’nın Ankara elçisi Aralov’un, Samsun – Çorum – Yahşihan arasında bir dekovil hattının yapılmasını Rus hükümetinin üzerine alabileceğini söylemesi, yine Aralov’un, Cemal paşa’nın Tiflis’te öldürülmesi üzerine, gazetecilere teessüf ve teessürlerini bildirmesi, hep bu bakımdan değerlendirilmesi gereken hallerdir. Nitekim bütün bu zahiri dostluğun yanı başında şaşırtıcı bazı hareketler görülmüş, özellikle Türk – Fransız ilişkilerinin iyiye doğru yöneldiği sıralarda Ruslar, vaat ettikleri yardımları durdurma yoluna gitmiş, bununla da yetinmeyerek Yunanlılarla, Türkler aleyhine ilişkiler kurmak istemişlerdi. Gerçekten, 1922 yılının baharında, Atina’ya gelen ve Rus temsilcisi olduğunu söyleyen birisi, o sırada Yunanistan’da işçi sosyalist partisinin sekreteri olan Yani Kordatos’a, Çiçerin, Trotsky ve Zinoviev’in imzalarını taşıyan “İtimad mektubunu” gösterdikten sonra, eğer Yunanlılar Sovyet Hükümetini tanırlarsa Rusların, Mustafa Kemal’i desteklemekten vazgeçerek Yunanlılara yardım edecek ve Yunanlıların Anadolu’da kalmasına hizmet edeceklerini söylemişti. Fakat bu istek, Yunan Hükümetince olumlu karşılanmadı. Çünkü, Yunan idarecileri bütün umutlarını yıllardan beri Müttefiklere ve özellikle İngilizlere bağlamış bulunuyorlardı.

imparator 10-02-2007 09:18

İkinci İnönü ve Dumlupınar Savaşları

Pontus’cuların ezilmesi. Koçkiri ayaklanması ve bastırılması

1- Birinci İnönü Savaşından sonra Türk ordusu hakkında yeter derecede fikir edinmiş olan Yunanlılar, önce ezmeyi lüzumlu sayıyor ve bundan ötürü Anadolu’daki kuvvetlerini artırıyorlardı. Ayrıca onlar, Türklere saldırmayı başka bakımlardan da gerekli görmekte ve yeni bir saldırı ile kazanılacak olan zaferin, bir iş başına gelmiş olan Yunan Kralı’nın prestijini artıracağını, bir yandan da Sévres antlaşmasının Türkler tarafından kabulünü kolaylaştıracağını düşünmekte idiler. Bundan dolayı gerekli tedbirleri aldılar, İzmir’e yeniden asker çıkardılar; Trakya’daki kuvvetlerinden bir kısmını Anadolu’ya geçirdiler ve bu arada Türk halkının maneviyatını sarsmak için çeşitli telkinlerde bulundular. Onlara bu hususta yardım edenler arasında bazı Abazalarla, Çerkes Ethem ve kardeşleri vardı. gerçekten 3 Mart 1921’de Yunan uçakları tarafından, Pazarcık’a, Çerkes Ethem'in kardeşi Reşit Bey’in imzasını taşıyan maskaraca yazılmış olan bir bildiri atılmıştı. İşte bu suretle gerekli ortamı hazırladıklarını sanan ve Lloyd George tarafından kışkırtılan Yunanlılar, kendilerine ve Türkiye’ye Londra Konferansınca yapılan tekliflerin kabul süresi daha sona ermeden, 23 Mart 1921’de Bursa ve Uşak bölgelerindeki kuvvetlerini yeniden harekete geçirdiler.

imparator 10-02-2007 09:19

Bursa ve çevresinden hareket eden kol, 23 Mart’ta Bilecik’i, 25 başladı. Onun için bu yörede savaş 27 Mart’ta bütün şiddetiyle başladı, sık sık süngü hücumları yapıldı ve tepeler elden ele geçti. Bu arada, Metris tepe düşman tarafından zapt edilmiş ve bütün çabalara rağmen geri alınamamıştı, 30 Mart’a kadar geçen zaman içinde Yunanlılar, üstünlüklerini sürdürdüler. Şimdi durum gerçekten tehlikeli bir hal almıştı. 30 Mart’ta, Güney Cephesi Komutanı Re’fet (Bele) Bey, Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği bir yazıda, kendi bölgesinde zayıf kuvvetler bırakarak, “Netice-i kat’iyye sâhasına”, İnönü’ne, beş süvari alayı ve “Bir Kurup cebel topla birlikte 1 Nisan 1921’de yetişebileceğini açıklıyor ve bunun uygun olup olmayacağını soruyordu. Halbuki onun bölgesinde de düşman başarılı idi. Nitekim Yunanlılar, Dumlupınar mevzilerindeki Türk kuvvetlerini geri iterek 28 Mart’ta Afyon’u işgal etmiş ve sonraki günlerde ileri yürüyüşe devam etme imkanını bulmuşlardı. Buna rağmen Ankara, Refet Bey idaresindeki kuvvetlerden bir kısmını İnönü’ne sevk etmek, hatta “Büyük Millet Meclisi Muhafız taburunu cephe emrine girmek üzere” yola çıkarmak zorunluluğunu duydu. 900 tüfek ile 4 makineli tüfeğe sahip olan ve seçme askerlerden kurulmuş bulunan bu taburun gelmesinden sonra biraz daha güçlenmiş olan Türk ordusu, 31 Mart 1921’de karşı saldırıya geçmiş, bu taarruzda Türk er ve subayları akla durgunluk veren fedakarlıklarda bulunmuş,

imparator 10-02-2007 09:19

Birinci Tümen Komutanı Kemaleddin Sami Bey (Paşa) ile, Kocaeli Grup Komutanı Halid Bey (Paşa), yaralanıncaya kadar ön hatlarda çarpışmış ve nihayet Türk yüksek komuta heyeti, “Ta’biye sahasında düşman muvaffakiyetlerini hiçe indirmek için büyük bir gayret içine girmişti. İşte böyle sıkıntılı bir sırada Ankara Hükümeti, savaşın sorumlusu olarak kabul ettiği İngiltere’ye şiddetli bir nota verdi ve bu devleti çeşitli bakımlardan suçladı, izlediği aldatıcı politikayı yüzlerine vurdu. 31 Mart tarihini taşıyan bu notanın belki de yolda bulunduğu sıralarda yani 1 Nisan 1921’de Yunan ordusu İnönü ve çevresinden çekilmeğe çalışırken Türk süvarileri de onların peşinde idi. Özellikle Refet Bey’in (Paşa/Bele) idaresindeki süvariler, “İnönü muzafferiyyetini ikmal ve tetviç için” büyük bir faaliyet göstermiş ve “Yenişehir ovasında düşman fırkalarına darbe-i kat’iyyeyi vurarak düşmanın ric’atını inhizâm’a” çevirmişti. Bununla beraber Yunanlılar gerektiği kadar ezilmedi. Çünkü onların kuvveti, Türk kuvvetinin iki katı idi. Ayrıca düşman, “Henüz dermanlı iken çekilmiş” idi. Fakat bu Düşman çekilirken, adeti olduğu üzere şehir, kasaba ve köyleri bu defa da yakmaktan geri kalmadı, bu arada Bilecik’i ve Söğüt’ü kül yığını haline getirdi.

imparator 10-02-2007 09:19

Yunan çekilişini Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 1 Nisan 1921’de Metristepeden Ankara’ya bir telgrafla bildirdi. Bu telgrafın son cümlesi, “Düşman, binlerce maktulleri ile doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza terk etmiştir” şeklinde idi. Büyük bir rahatlık yaratan bu telgrafa “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa” aynı günde, Batı Cephesi Komutanı için her zaman övünme sebebi olabilecek kelime ve cümleleri kapsayan bir telgraf ile cevap verdi. Mustafa Kemal Paşa’nın tebrikine karşı, Batı Cephesi Komutanının gönderdiği teşekkür telgrafı ise, bir yandan Mustafa Kemal Paşa’yı pek veciz ve en gerçek bir surette niteliyor, bir yandan da büyük bir alçak gönüllülüğü yansıtıyordu. Yunanlıların Bursa ve çevresinde toplanmış olan birlikleri İnönü üzerine harekete geçerlerken Uşak’taki birlikleri de Türk Güney Cephesi üzerine yürümüşlerdi. Güney Cephesi komutanı Refet (Bele) Bey’e verilen görev bu düşman birliklerini Dumlupınar mevzilerinde durdurmaktı. Halbuki Yunanlılar, 26 Mart’ta Dumlupınar mevzilerini ele geçirerek 27 Mart’ta Balmahmut mevziini ve 28 Mart’ta da Afyon’u işgal ettikten sonra Konya istikametine doğru yönelerek Çay – Bolvadin hattına kadar ilerlemişlerdi. Bu durum karşısında, İnönü’de Yunanlıları yenen Türk birliklerinden bir kısmı hemen Altıntaş’a doğru yola çıkarıldı ve bu suretle düşmanın yan ve gerileri tehdit altına alındı. Bundan ötürü Yunanlılar 7 Nisan 1921’de Afyon’u boşalttılar ve Aslıhanlarda beş gün süren çok çetin bir savaş yapmalarına rağmen yenildiler. Fakat bu arada Uşak’tan takviye aldıkları için Dumlupınar mevzilerinden atılamadılar.

imparator 10-02-2007 09:19

. Halbuki Cephe Komutanı onların burada da yenildiğini kabul ediyor ve üst makamlara durumu bu şekilde bildiriyordu. Bundan ötürü cephe komutanı tebrik ve takdir edildi. Fakat sonradan Güney Cephesi Komutanının, Dumlupınar savaşlarını üst makamlara yanlış aksettirdiği anlaşıldı. Bununla be7raber “Hiçbir şahsi ihtirası” olmadığı söylenen Güney Cephesi Komutanı, yine de başarılı sayılabilirdi. Çünkü savaşın başında düşman ordusunu, “İğfal ederek Konya istikametinde tesirsiz ve kıymetsiz bir dağınıklığa icbar” etmiş, ayrıca kendi süvari birliklerinin başında İnönü’nde yapılan savaşlara katılarak başarı elde edilmesinde hizmeti büyük olmuştu.

imparator 10-02-2007 09:19

“Batı Cephesinde muharebe hattında dövüşen ordunun erinden komutanına varıncaya kadar” bütün kişilerin kazandığı bu zafer, yerli ve yabancılar tarafından tebrik edildi ve tebrik telgraflarından bazılarına bizzat Mustafa Kemal Paşa’ca cevap verildi. Öte yandan bu zafer, Türk halkının coşmasına sebep olmuştu. Özellikle İstanbullular mitingler yaptılar; Kızılay için çok para topladılar. Padişah bile “Teberruatta” bulundu; şehidler için mevlid okuttu. Bu zaferden sonradır ki, Veliahd Abdülmecit Efendinin oğlu şehzade Ömer Faruk Efendi, Anadolu harekatına katılmak üzere İnebolu’ya geldi. İstanbul’daki bütün gazeteler zaferin büyüklüğü ve önemi hakkında makaleler yayımladılar. Güleryüz Gazetesi 5 Mayıs’ta, Mustafa Kemal Paşa’nın bir resmini bile bastı. İnönü zaferinin etkileri dış memleketlerde de ilgi ile karşılanmış, İtalyan gazeteleri Türkler lehinde yazılar yazmış, Alman ve Bulgar basını da “Türk azm ve iradesini kendi milletlerine bir nümune-i imtisal” olarak göstermişlerdi. Halbuki Yunan Generali Papoulas, bu savaşa katılan Yunan askerlerini, hedeflerine vardıklarından dolayı övüyor, fakat “Hava muhalefetinden ve düşman tahkimatının kuvvetli olmasından dolayı kıtaatı hareket üslerine çektiğini” söylüyordu. Bu generalin sözleri elbette doğru değildi. Çünkü Yunanlılar ne tayin edilen hedeflere varmış ne de kuvvetli bir Türk tahkimatı ile karşılaşmıştı. Fakat şu bir gerçekti ki, artık Türk ordusu önemsenilmeyecek bir durumdan çıkmış bulunuyordu. Nitekim aynı general, üst makamlara verdiği bir raporda, “Düşman ordusunun iki yıl içinde yapamadığı gelişmeyi son iki ay içinde elde etmiş olduğuna inanıyorum. Düşman ordusu pek mükemmel şekilde kurulmuş ve silahlandırılmıştır. Subayları erlere nisbetle fazla ve boldur, disiplini mükemmeldir” diyordu.

imparator 10-02-2007 09:20

İkinci İnönü Savaşında Yunan ordusunun kayıpları küçümsenmeyecek kadar önemli idi. Gerçekten Türklerin 35.000’e yakın insanla giriştikleri İkinci İnönü ve Aslıhanlar savaşları sonundaki Yunanlıların insan kaybı pek fazla idi. Ayrıca onlar, yüz kadar ağır, iki yüz kadar da hafif makineli tüfek ile çok sayıda piyade ve topçu mermisi, on otomobil ve iki uçak da kaybetmişlerdi. Bu savaşlarda iki binden fazla Türk yaralanmış, bin kişi kadar da şehid düşmüştü. Fakat cephe gerisindeki yerlerde Türklerin kaybı pek fazla idi. Çünkü yenik düşman, eski mevzilerine çekilirken, daha önce de söylendiği gibi, Türk şehir, kasaba ve köylerini yakmış, pek çok insanı da öldürmüştü. Ankara Hükümeti, bütün bunları yerinde görmek üzere bir “Tahkik Komisyonu” kurmuş, bu durumu Yunan hükümetine bir nota ile duyurmuş, zamanı gelince gerekli tazminatın isteneceğini de bildirmişti. Bundan başka Temps gazetesi yazarlarından Madam Gaulis, gözlemlerde bulunmak ve gördüklerini yazmak için, davet edildi. Fakat ne yabancı gözlemcilerin çağrılması işi, ne de tazminat isteneceğinin açıklanması, Yunanlılar üzerinde herhangi bir etki meydana getirdi ve yapmakta oldukları kötülükleri önledi. Nitekim 20/21 Haziran’da sallarla Sakarya’yı geçen Türk kuvvetlerinin 22 Haziran’da İzmit yakınında onları yendiği sıralarda Yunan askerleriyle birlikte Rum, Ermeni çetelerinin ve milli harekete karşı olan Abazaların azgınlıkları, tüyleri ürpertecek kadar korkunç olmuştu. Batı ve Doğu Trakya’da giriştikleri hareketler ise dayanılmayacak bir hale gelmişti. Bundan dolayı Batı Trakyalılar, Yuna8nlıların yapmakta oldukları zulmü ve Müslümanları silah altına alarak cepheye sevk etmelerini, İ’tilâf Devletleri katında protesto ettiler, bir yandan da durumu Büyük Millet Meclisi’ne duyurarak yardım istediler. Fakat Ankara kendilerine yardım edebilecek durumda değildi. O sadece, Türk uyruklu Rumların, Yunanlılar tarafından silah altına alınmalarını protesto eder mahiyette bir yazı ile durumu İstanbul’daki Amerika, Fransa, İtalya elçiliklerine duyurmuş ve bu gibilerin, esir düştükleri takdirde, öldürüleceklerini bildirmişti.

imparator 10-02-2007 09:20

II- Devletin güçsüzlüğünden ve İ’tilâf Devletlerinin kendilerine karşı olan davranışlarından faydalanarak dağlara çıkan ve azgınlıklarını büsbütün artıran Pontus çetelerinin sayısı, bir ara 25 bine yükselmişti. Karadeniz kıyısındaki köy ve kasabalarda yaşı yan Rum ahali, bu haydutlara her çeşit yardımda bulunuyordu. Ayrıca Yunan donanmasına bağlı bazı savaş gemilerinin ara sıra Karadeniz’e çıkarak Türk kıyılarında görünmeleri, bazı şehir ve kasabaları bombardıman etmeleri, bunları büsbütün cesaretlendiriyor ve daha korkunç bir hal almalarına hizmet ediyordu. Gerçekten Pontus çetelerinin, Mondros Mütarekesinden 1920 Eylülüne kadar öldürdükleri Türklerin sayısı 700’e varmıştı. 41 Türk köyünü ve 26 değirmeni yakan bu haydutlar, ayrıca bir çok Türk kadınına da tecavüz etmişlerdi. Merzifon’daki Amerikan Kolleji’nin Pontuscu öğrencileri ise, Öğretmenleri Zeki Beyi öldürecek kadar küstahlaşmış bulunuyorlardı. Gerçi 3. ve 15. Kolordu birlikleriyle Topal Osman Ağa kuvvetleri, Erzurum Milli Müfrezesi, İsa Bey Müfrezesi, Çarşamba Müfrezesi gibi bazı silahlı gruplar, bunlarla esaslı su rette mücadeleye girişmiş, fakat istenilen güvenliği sağlayamamışlardı. Halbuki Yunan ordusuna karşı güvenle çarpışabilmek için Anadolu’nun bu haydutlardan temizlenmesi gerekiyordu. Bundan ötürü Ankara Hükümeti, “Anadolu merkezindeki asayiş meselesini halletmek” için, Sivas’taki 3. Kolorduyu kaldırarak onun yerine, 19 Aralık 1920’de, Merkez Ordusu’nu kurmuş, komutanlığına da, “Seferde ordu komutanı yetki ve vazifesiyle”, Nureddin Paşa’yı getirmişti

imparator 10-02-2007 09:20

10 bin kişiden kurulmuş olan bu ordunun karargahı Amasya’da idi. Bu askeri kuruluş yanında, bazı idari tedbirler alınmış, özellikle Karadeniz kıyısındaki şehir, kasaba ve köylerdeki Rumlar iç kısımlara nakledilmiş, 3 Şubat 1921’de de Merkez Ordusu ile İstiklâl Mahkemesinin aldığı bir karar sonunda, Pontusculukla meşgul olan bazı kişiler tutuklanmış, Samsun Metropolit’i Eftimos ile başpapaz Platon Matnoz, “Vekiller Hey’eti” (Bakanlar Kurulu) kararıyla, 9 Şubat 1921’de İstiklal Mahkemesi’ne verilmiş, bu arada Samsun ve Trabzon metrolopitlik merkezleri basılarak Pontusculara ait “İhti1âl belgeleri” ele geçirilmişti. Ayrıca askeri makamlar tarafından yapılan araştırma sonunda Merzifon Kolejinde çok sayıda Yunan bayrağı ile Pontusla ilgili armalar ve belgeler bulundu. Bu suretle okul niteliğini kaybetmiş ve Pontus Hükümeti için teşekkül eden mükemmel ve siyasi bir kulüp olduğu, anlaşılmış olan bu müessese, öğretmenleri uzaklaştırılmak suretiyle, zararsız bir hale getirildi. Ancak alınan bu tedbirler ve Pontusçulardan bazılarının İstiklal Mahkemelerince ölüm cezasına çarptırılması, İ’tilâf Devletleri temsilcilerinin harekete gecmelerine ve 5 Eylül 1921’de Ankara Hükümeti katında şikâyette bulunmalarına sebep oldu. 15 Eylül 1921’de Ankara Hükümeti’nin bu temsilcilere verdiği cevap, gerçekten ilginçtir. Çünkü bu yazıda özet olarak: 1) Yunanlılar Trakya’da ve İzmir’de çok kötü hareket etmiş, Marmara bölgesinde 20 bin Türk öldürmüşlerdir. 2) Anadolu’daki Rum azınlığını çoğaltmak için Yunan Hükümeti ile Patrikhane her tedbire başvurmakta ve Rusya’nın güneybatısında yaşayan Rumları Anadolu’ya göç ettirmektedirler.

imparator 10-02-2007 09:20

3) Mondros Mütarekesinin imzalandığı tarihten 1920 Eylülüne kadar geçen zaman içinde Rum çeteleri, yalnız Samsun çevresinde, 699 kişi öldürmüş, 59 kişiyi yaralamış, 15 kişiyi dağa kaldırmış, 13 Türk kadınını kirletmiş, 41 köy ile 26 çiftlik ve değirmeni yakmışlardır. 4) Yunanlılar, devletler hukukunu hiçe sayarak Türk uyruklu Rumları sil altına almaya başlamışlardır. 5) Yunanlılar tarafından silahlandırılan Samsun bölgesindeki Rum köylerinde 2.500 tüfek ile bir milyon iki yüz bin mermi bulunmuştur. 6) Batı Anadolu’da bulunan Yunan kuvvetlerinin içlerine bir ilerleme yapması halinde, Karadeniz kıyılarında bulunan ve Yunanlılar tarafından silahlandırılmış olan Rumlar, Türk ordusunu arkadan vuracaklardı denilmiş, bu sebeplerden ötürü, Karadeniz kıyılarındaki Rumların, Anadolu içlerine gönderildikleri,. fakat bu gönderiliş sırasında kendilerine hiç bir kötülük yapılmadığı belirtilmişti. Sözün kısası Ankara Hükümeti hiç bir müdahaleye önem vermeyerek Pontus harekâtını sürdürmüş, sonunda 11.188 haydut öldürülmek ve 10.886 Pontuscu da affedilmek suretiyle Pontusculuk işine son vermişti.

imparator 10-02-2007 09:20

III- Pontus çeteleriyle ciddi bir uğraş’a başlandığı sıralarda idi ki, Koçkiri Aşireti ayaklandı. Alevi olan bu aşiretin büyük bir kısmı Hafik, Zara, İmranlı, Su şehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık ve Kuruçay ile bunların etrafındaki 135 köy’e dağılmıştı. Bu köylerden onaltısında tamamıyla Koçkiri Aşiretine men sup kişiler oturuyordu. Kürtçe konuşan bu aşiret men suplarının hepsi, aynı zamanda Türkçe bilmekte idiler. Oturdukları kasaba ve köylerin adları da Türkçe olan ve 2500 kadar sil bulunan Koçkiri Aşireti, beş büyük kabileden kurulu idi, bunların da en kuvvetlisi, Alişan ve Haydar Beylerin başında bulunduğu Ibo’lardı. İmranlı bucağının müdürü olan Haydar Bey, Mondros Mütarekesinin imzalandığı sıralarda Kürt Teâli Cemiyyeti’ne üye olmuş, İmranlı’da bu cemiyyetin bir şu’besini açmış ve öteki aşiret başkanlarını da buraya üye kaydetmişti. Bir gazete bile çıkaran bu cemiyyetin sekreterliğini, Alişir adındaki kişi yapmakta idi. Bu kişi, cemiyyete uğrayan Kürtlere bu gazeteyi okur, anlatır ve Kürt istiklâli hakkında gerekli bilgileri verirdi. Koçkiri ayaklanmasında büyük rolü olan Alişir, daha ekim 1920’de, etrafına topladığı 150 kişilik bir çete ile Kemah çevresinde soygunlara baş1amıştı. Önceleri bu soygunlar, ilgililer tarafından adi birer haydutluk olayı gibi gösterildi, hatta “Dersim’de, Kürtlük ve Türklük diye” bir da’vanın bulunmadığı bile söylendi.

imparator 10-02-2007 09:20

Ancak hükümetçe bu bölgelerde yaşa yanlara ve bu arada Alişir’e karşı hiç bir zaman tam güven gösterilmedi. Bu yüzden Haydar ve Alişan Beyler, kurdukları bir gönüllü müfreze ile, Alişir üzerine yürümek zorunluğunu duydular, sonunda, güya hükümet adına hareket eden bu beyler, Alişir’le bir uzlaşma yaparak haydutluk hareketini önlemiş gibi bir davranış içine girdiler. Hükümet de o an için bu uzlaşmadan memnun göründü, fakat buna rağmen bölgede bir sükunet meydana gelmedi. Çünkü bu defa da Onbeşinci Kolordudan kaçmış olan bir subayla, Yozgat ve Yıldızeli ayaklanması sırasında adına sık sık rastlanan “Zalim Çavuş”, o çevredeki Türk köylerini basarak soygunculuğa başladılar. Bunun üzerine hükümet, hem haydutluk olaylarına son vermek, hem de bu bölgedeki asker kaçaklarını yakalamak maksadıyla 6. süvari alayını İmranlı’ya gönderdi. Fakat, hükümetin bu davranışını kendilerine karşı girişilmiş bir hareket sayan Kürtler, 10 - 15 asker kaçağı Kürdü Zara’ya götürmekte olan bir süvari bölüğüne, 4 Mart 1921’de İmranlı’nın batısındaki Yazı köyünde, saldırdılar. Bu durum karşısında süvari bölüğü, hayvanlarını ve ağırlıklarını da terk ederek, Zara’ya sığınmak zorunda kaldı. Öte taraf tan, Koçkiri Aşiretine mensup 1500 kişilik bir kuvvet, süvari alayının İmranlı’da bulunan öteki birliklerine karşı harekete geçmiş (60) ve süvarilerin, İmralı’yı bırakarak Zara’ya çekilmelerini istemişti. Ancak Alay Komutanı bu ihtara aldırmadığı için Kürtler, 6 Mart’ta süvarilere saldırmış ve on iki saatlik bir çarpışma sonunda, askerlerin cephanesi tükendiği ve Alay Komutanı da şehid düştüğü için, İmranlı’ya girmişlerdi. Bunlar arasında Alişir de vardı.

imparator 10-02-2007 09:21

Haydar Bey’e gelince o, savaşın devamı süresince evinden çıkmamak, esir düşen subayları evinde misafir etmek suretiyle iki yüzlü hareketini sürdürmeye çalışırken kardeşi Alişan Bey, ondan aldığı direktif üzerine, yolu üstündeki Türk köylerini soya soya ve halkını öldüre öldüre 500 kadar Kürt’le birlikte İmranlı’ya gelmişti. Ancak, “Bir Yunan taarruzunun beklendiği ve Merkez Ordusu” kuvvetlerinin bir kısmının Batı Cephesine doğru yola çıkarıldığı, bir kısmının da Samsun yöresinde bulunduğu bu sırada ortaya çıkmış olan bu olayı hükümet, yine barışçı yollarla halletmeyi uygun görmüştü. Bu sebeple Sivas valisi, Kürt ileri gelenlerine ve din adamlarına haber göndererek, isyancıların uyarılmasını istedi. Fakat onlar verdikleri cevapta hükümetin, Ermeniler gibi Kürtleri de yok etmek istediğini, aşiretin bu yüzden ayaklandığını, yapılan işin bir “Nefis müdafaası” olduğunu, bunun ise meşru’ sayılması gerekeceğini bildirdiler. Bu cevaba rağmen vali, Kürtler arasında çok sözü geçen, eski Danıştay üyesi Şefik Bey’in, £ ileri gelenleriyle görüşmesini uygun gördü, fakat bundan da bir sonuç alamadı, tersine olarak Türklere ve Türk köylerine karşı Kürtlerin tutumu daha serleşti. Bun dan dolayı hükümet, 10 Mart 192l’de “Ma’müretülaziz (Elâzığ) vilayetiyle Erzincan sancağı ve Sivas vi1 Divriği, Zara kazalarında” sıkıyönetim ilân edilmesine, Sivas’ta bir sıkıyönetim mahkemesi kurulmasına karar verdi ve 13 Mart 1921’de Merkez Ordusu Komutanı Nureddin Paşa’yı, ayak1anma bastırmaya memur etti.

imparator 10-02-2007 09:21

Buna rağmen Alişan Bey, 26 Mart’ta Pülümer aşiretlerine yazdığı bir mektupta, Kürdistan’ın bağımsızlığından söz ediyor ve bunun Büyük Devletler tarafından kabul edilmiş olduğunu onlara hatırlatıyordu Bundan başka Alişir ve arkadaşları, 8 Nisan l921’de, Büyük Millet Meclisine bir telgraf göndererek “Divriği, Refahiye, Kuruçay, Kemah kazalarının muhtar bir vilayet haline ifrağiyle başına yerli Kürtlerden birisinin” geçirilmesi istemişlerdi. Öte taraftan Nurettin Paşa, gerekli hareketlere başlamadan önce, ayaklanmaya hemen hemen bütünüyle katılmış olan bu bölge halkına bir takım şanslar tanımıştı. Nitekim o, maiyetindeki komutanlara verdiği emirde yapılacak olan askeri hareketin amacı, ayaklanmaya katılmamış olanlara zarar vermek değil, isyanı kışkırtanları yola .getirmek. Bu sebeple halktan, önce kışkırtıcıların teslim edilmesi istenecek, bu iş için kendilerine 48 saatlik zaman bırakılacak demiş, bu süre içinde suçlular teslim edilmediği takdirde bütün halk asi sayılarak mallarına el konacağını evlerinin yakılıp yıkılacağını bildirmişti. Fakat bunlar halka duyurulduğu hatta verilen zaman uzatıldığı halde bir sonuç alınamamış tersine olarak Refahiye, ‘Suşehri, Kemah ve Zara kasabaları, Kürtlerin saldırısına uğramıştı. Onun için 6 Nisan 1921’de Merkez Ordusu tarafından “Tenkîl” hareketine başlandı. 16 nisan’da Haydar ve Alişan Beylerin köyleri işgal olunarak aileleri esir edildi ve 19 Nisan’da da İmranlı ele geçirildi. Bununla beraber asiler direniyor, hatta bazı yerlerde başarı bile kazanıyorlardı Ancak yer yer kazandıkları bu küçük başarılar kendilerine bir şey sağlamadı, elebaşlarından bazıları öldürüldü bazıları ele geçirildi, bu arada Haydar Bey ile ileri gelen 56 kişi aman diledi. Fakat 30 Mayıs’ta Dersim’den asilere 500 kişilik bir yardımcı kuvvet gelmişti.

imparator 10-02-2007 09:21

Bu hal, hâlâ halk tarafından, isyancılara karşı beslenen güvenin bir sonucu idi. Bununla beraber silerin direnişi gün seçtikçe zayıflamış, yardıma gelen 500 kişilik kuvvet de 2 Haziran’da yenilince Alişan ve arkadaşları 17 Haziran 1921’de teslim olmuşlardı. Fakat Merkez Ordusu Komutanı Nureddin Paşa, meseleyi bu noktada bırakmak istemedi ve tekrar böyle bir halin meydana gelmemesi için, “Asi köylerini dağıtmayı, bunları Anadolu’nun başka bölgelerine yer yer serpiştirmeyi ve Türklerin arasına” yerleştirmeyi Büyük Millet Meclisine teklif etti. Fakat, doğulu millet vekilleri bu fikre şiddetle karşı durdular, hatta umumi bir af için propagandaya bile başladılar. Bu direniş karşısında Nureddin Paşa’nın teklifleri kabul olunmadığı gibi kendisi de Merkez Ordusu başından alındı. Sadece Büyük Millet Meclisi üyelerinden kurulan bir hey’et, Sivas ve Koçkiri’ye (Gümüşakar Bucağı) giderek incele melerde bulunmuş ve ayaklanmanın politik bir m taşıdığını tespit etmişti.

imparator 10-02-2007 09:22

Yunan Kralı Costantine Anadolu’da.
Kütahya – Eskişehir ve Sakarya Savaşları
İki acı denemeden ve İstanbul’da İtilaf devletleri Yüksek Komiserlerinin, 18 Mayıs 1921’de, “Müttefik işgal kuvvetlerinin tarafsızlığını” açıklamalarından sonra bile Yunanlıların, Batı Anadolu üzerindeki isteklerinden vaz geçmedikleri anlaşılıyordu. Ancak onlar, bu idealin gerçekleşmesi için Türk ordusunun yok edilmesi gerektiğini de biliyorlardı. Onun için “Bütün maddi ve manevi” kaynaklarını kullanarak bu amacı gerçekleştirme gayreti içine girdiler, bu arada Türk İstiklâl Savaşı’nda kullanılan silah ve cephanelerin Anadolu’ya giriş noktalarından birisi olan İnebolu’yu bombardıman etiler. Gerçekten 9 Haziran 1921’de, saat altıda, Yunanlıların Kilkis adındaki zırhlıları ile bir muharipleri, İnebolu limanına girdi ve karaya çıkan iki subay, Türk sivil ve askeri makamlarına bir nota verdi. Buna göre iki saat içinde İnebolu’da bulunan “Harb malzemesi imha” ve toplar tahrib edilecek, top kamaları ile halkın elinde bulunan silahlar, telefon ve telgraf makineleri, limandaki tekneler Yunanlılara teslim edilecek, şehirdeki kuvvetler de şehri terk edeceklerdi. Bu durum karşısında ilgililer hemen Ankara ile temasa geçtiler, oradan Yunan notasının reddedilmesi ve “Düşmanın her türlü teşebbüsatına ateşle karşılık verilmesi” emrini aldıktan sonra Kilkis süvarisine isteklerinin reddedildiğini bildirdiler.

imparator 10-02-2007 09:22

Bunun üzerine Yunan gemileri savaş bayrağı çekmiş ve Kilkis zırhlısı saat 13.20’den sonra, “Sahilin mendirek civarını ve hükümet konağını bombardımana” başlamıştı. Gerçi Yunan gemileri, kıyı bataryalarının ateşi karşısında limanda fazla kalamamış, fakat açıktan İnebolu’yu, saat 18.25’e kadar bombalamaya devam ederek bazı yerleri tahrip etmişti. Öte yandan Yunan Kralı Constantine, yanında “prensler ve müşavirler olduğu halde”, 11 Haziran’da Atina’dan İzmir’e hareket etti. O, hareketinden önce yayımladığı bir bildiride, ordunun başına geçmek üzere, İzmir’e hareket edeceğini ve ideallerin gerçekleşeceğini söyledikten sonra, “Allah’ın inayetine, ordunun kahramanca hamlesine, Yunanlılık fikrinin yenilmez kuvvetine güvenerek bu yüksek âmâl-i milliyyenin”, kendisini çağırdığı yere gideceğini açıklamıştı. 13 Haziran 1921’de İzmir körfezinin karşı tarafında karaya çıkan Kral, Yunan ordusunun “Bizans’a, Ankara’ya” diye etrafı çınlatan bağırışlarıyla karşılanmış ve İzmir’de adeta bir haçlı ordusu şefi gibi kabul olunmuştu.

imparator 10-02-2007 09:22

Halbuki, İngiltere’nin davetine uyarak, Haziran’da Londra’da toplanmış olan İtilaf Devletleri temsilcileri, Türkiye meselelerini yeniden konuşmuş, bazı kararlara bile varmışlardı. Bunlardan en önemlileri, İzmir’in Türk idaresi ve hakimiyeti altında muhtariyetinin kabulü ve Türk – Yunan mücadelesine son verilmek üzere iki devlet arasında arabuluculuk yapılması kararları idi. Arabuluculuk teklifi, Türkiye ve Yunanistan tarafından kabul edildiği takdirde devletler, öteki tekliflerini de bildireceklerdi. Fakat teklifleri daha önceden öğrenmiş olan Yunanlılar, “Sévres Muâhedesiyle kabul edilen hukukun” savunulacağını, bu andlaşmayı reddetmiş olan Türklerle yeni bir savaşa girmenin askeri bir zorunluluk olduğunu, bu bakımdan askeri hazırlıklarını durduramayacaklarını ve fakat, “Mustafa Kemal Paşa, müsbet tekliflerde bulunduğu takdirde, konuşmaya hazır” olduklarını söyleyerek 21 Haziran 1921’de müttefiklerin arabuluculuk teklifini reddettiler. Bu, çok önemli bir olaydı.

imparator 10-02-2007 09:23

Onların bu tarzdaki hareketlerinin her halde en başta gelen sebebi, Lloyd George’a besledikleri güven duygusu ile askeri güçlerine olan inançlar45ı olmalı idi. Çünkü Anadolu’daki Yunan kuvvetleri 11 tümene çıkarılmıştı. Bu birliklerde ve onları yönetenlerdeki kanı, Türklerin mutlaka yenileceği kanısı idi. İşte bu psikolojik anlayış içinde Kral Constantine, Yunan birliklerini denetlemek ve yeni bir savaş emrini vermek üzere 7 Temmuz’da cepheye hareket etmiş ve bu suretle de, Churchill’in dediği gibi, “Akla gelebilecek durumların en kötüsünü” yapmıştı. Halbuki onların büyük bir saldırıya hazırlandıkları bu tarihlerde Ankara, yeni bir savaş için yeter derecede hazırlanmış değildi, hatta “Umumi seferberlik ilanıyla bütün yurd kaynaklarından istifadeye” bile henüz imkân bulamamış, sadece Güney Cephesi Komutanlığını kaldırarak bu komutanlığa bağlı kuvvetleri, Batı Cephesi emrine vermekten ve mevcut birliklerine birkaç tane daha eklemekten fazla bir şey yapamamıştı. Bunların da silahları henüz tam olarak sağlanmış değildi. Nitekim, İtalya’dan binler fişeği ile 50 bin tüfek satın alınabilmek için, Mayıs 1921’de, Muzaffer Bey adındaki müteahhitle bir mukavele imzalamaya çalışılıyordu. Her tüfek için yirmi lira ödeneceğine göre, bir milyon Osmanlı lirasına ihtiyaç vardı ve bu paranın Antalya’daki İtalyan Bankası’8nda toplanması gerekiyordu.

imparator 10-02-2007 09:23

. Mukavele imzalanabildiği takdirde bu silah ve cephaneler, 40 gün içinde Antalya’da veya Karadeniz kıyılarındaki bir limanda teslim olunacaktı, yani her şey yolunda gittiği takdirde bu silahlar ancak Temmuz’da Türk ordusunun eline geçecekti. Ankara ile İnebolu ve Samsun ile Ankara arasındaki yerlerde bulunan “yirmi bine yakın piyade tüfeği ile 5 top, 66 makineli tüfek ve külliyetli piyade ve topçu cephanesi” ise Ankara’ya ancak Haziran’da varabilecekti. Yeter derecede silah, cephane, ulaşım araç ve gereçlerine sahip olmayan, cephane ve yiyecek maddeleri Türk kadın ve çocukları tarafından, kağnılar ve buna benzer ilkel araçlarla taşınan Türk ordusu, Yunanlıların saldırıya geçecekleri bu tarihlerde, “İnönü – Kütahya – Döğer umumi hattında dört grup halinde” toplanmış bulunuyordu. Bundan başka, Kocaeli Grubu adı altında Geyve çevresinde bir kısım Türk kuvvetleri, Menderes dolaylarında da bir Türk tümeni vardı. yunanlılar, 10 Temmuz 1921’de işte bu durumda ve bu konuş’ta bulunan Türk ordusunun merkez ve sol kanadına saldırdılar. Afyon – Altıntaş savaşı sırasında Yumruçal ve Çatal tepelerde çok şiddetli savaşlar oldu.

imparator 10-02-2007 09:23

Yunanlıların işgal ettikleri Çatal tepeyi geri almak için 4. Türk Tümeni büyük bir çaba harcadı. Fakat bu tümenin kahraman komutanı Nazım Beyin şehid düşmesine rağmen tepe geri alınamadığı gibi Afyon Yunanlıların eline geçti, 17 Temmuz’da da Kütahya düştü ve Türk ordusu Eskişehir – Seyitgazi hattına çekilmek zorunda kaldı. Fakat düşmanın baskısı ve tehlike devam ediyordu. Onun için 18 Temmuz’da Eskişehir yakınındaki Karacahisar’da bulunan cephe karargahına gelen Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile yaptığı konuşmadan sonra, “Sakarya şakına kadar çekilmek caizdir” tavsiyesinde bulundu. Çünkü bu suretle düşman, ileri hareketine devam ettiği takdirde, hareket üslerinden uzaklaşacak; “Yeniden menzil hatları tesisine mecbur olacak”, Türk ordusu ise “Daha müsait” şartlara sahip olabilecekti. Fakat bu takdirde bir çok arazi ve bu arada Eskişehir düşmana bırakılmış oluyordu. Bununla beraber “Askerliğin icabını bila tereddüd” yapmak gerekirdi.

imparator 10-02-2007 09:24

Esasen 19 Temmuz’da Eskişehir düşmüş ve Türk kuvvetleri bu şehrin doğusundaki tepelerde de tehlikeli dakikalar geçirmeğe başlamışlardı. 21 Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa, bütün ordunun tehlikeye düşmesi ihtimalinden söz ediyordu. Zaten Türk ordusunun “Yeniden intizama sokulması ve kendine gelmesi için beş on günlük bir zamana ihtiyaç” vardı. bu sebeplerden ötürü 22 Temmuz 1921’de Batı Cephesi Komutanlığı, “Erkân-ı Harbiye-i Umûmuiyye Riyâsetine” (Genel kurmay Başkanlığı) gönderdiği bir yazıda, iki taraf kuvvetleri arasında “Büyük bir muvazenesizlik hasıl olmuştur. Evvel emirde ordunun beş on gün intizam fırsatını temin edecek bir saha mesela Sakarya gerisine kadar kısm-ı küllisinin çekilmesini” zorunlu görüyorum. Çünkü alınan tedbirler dengesizliği giderememektedir. “Bu ahvale nazaran müdafaa tertibatı, bu ordunun sevk ve idaresi hususunda nokta-i nazar-ı devletlerini bilmeye muhtaç olduğumu arzederim” demiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın direktifine uyarak, düşmanla aradaki mesafeyi açmış olmak için, orduyu süratle geri çekmeye başlamıştı. Fakat bu çekilişten dolayı orduda ve halkta meydana gelen heyecan büyük oldu, 22 Temmuz 1921’de Fevzi (Çakmak) Paşa’nın, “İlerleyen Yunan ordusu mezarına yaklaşıyor” demesi de bu heyecanı önleyemedi, aynı Paşa’nın, Meclisin 24 Temmuz tarihli gizli to0plantısında, Ankara’nın boşaltılmasına sebep oldu.


Türkiye`de Saat: 14:17 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580