![]() |
Ancak 25 Temmuz 1921’de, büsbütün hırpalanmamış bir Türk ordusu, Sakarya’nın doğusuna çekilmiş bulunuyordu. Öte yandan Yunanlılar zaferlerini abartılmış bir şekilde ilan ettiler. Papoulas, “Kral Constantine ordusunun Küçük Asya içlerine bir Yunan ordusunun nüfuz etmediği yerlere kadar girmesi” ile övünüyor, General Stratikos ise, “Kemalist ordunun akibeti böyle oldu, geriye kalan enkazın tamamen inhilali uzun sürmeyecektir” diyordu. Fakat 28 Temmuz 1921’de Kütahya’da Yunan Kalanının başkanlığındaki toplantıda konuşan Papoulas, “Türkler yok edilmemişlerdir, yalnız kayıpları çoktur. Gayenin elde edilmesi için Ankara ve Kızılırmak’a kadar ilerlemek lazımdır. Türkler Eskişehir’den çekildikten sonra barış istemediler” demek suretiyle zaferlerinin pek büyük olmadığını da ortaya koyuyordu. Yunan Harbiye Nazırının Atina’ya gönderdiği bir raporda, “Bir çok esirler, toplar ve bir miktar harb malzemesi elde ettik. Bunların hakiki miktarı henüz malum değildir” denilmekte ve Türklerin kaçmakta olduğu söylenmekte idi. Bazılarına göre Yunanlılar, yalnız Kütahya’da Türklerden 5000 esir, 168 top ve cephane arabası, 2000 deve ele geçirmişlerdi. Fakat bu savaşta bulunmuş ve bir kolorduya komuta etmiş olan Prens Andrea, gerçekleri daha iyi yansıtıyordu. |
Çünkü, o, “Benim bildiğime göre düşman 27’den fazla top kaybetmemiştir, zabtedilen tüfeklerin miktarı da nisbeten azdır” demekte ve Türklerin kaçmakta olduğunu değil, düzenli bir şekilde çekilmekte olduklarını söylemekte idi. Bununla beraber iki tarafın da kayıpları küçümsenemeyecek kadar büyüktü. Türklerin cephe gerisindeki kayıpları ise hem pek çok, hem de telafisi mümkün olmayan kayıplardı. Çünkü Yunanlılar, her zamanki gibi bu defa da, Türk köylerini yakarak; halkını süngüleyerek; kocalarının önünde Türk kadınlarını kirleterek; kocalarından ayırdıkları kadınları üç gün üç gece kendi askerleriyle baş başa bırakarak; 60 yaşındaki kadınlara bile tecavüz ederek; kütle halinde insanları kurşuna dizerek; yaralı esir askerlerin karınlarını deşerek, sağlamlarını da, birbirine bağladıktan sonra, ateşleyerek ve geri kalan halkı açlığa ve sefalete terk ederek ilerlemişlerdi. Fakat, tehdid tahkir, tecavüz, işkence hatta ölüm, değil Türk erkeğini, Türk kadınını bile yıldıramayacak, tersine olarak onların hınçlarını kamçılayacak ve fedakarlıklarını artıracaktı. |
Ancak, büyük bir toprak parçasının düşmana bırakılması ve öteki üzücü olaylar, Türk milletini yas ve mateme bürür ve fedakarlıklara iterken, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kötü bir politik hava esmeğe başlamıştı. Özellikle Mustafa Kemal paşa’ya karşı olanlar, “Ordu nereye gidiyor; millet nereye götürülüyor? Bu harekatın elbette bir mesulü vardır; o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü elim halin, feci vaziyetin amil-i hakikisini ordunun başında görmek isterdik” diyorlardı. Bu şekilde konuşanların anlatmak istedikleri kimse de Mustafa Kemal Paşa idi. Gerçi Fevzi Paşa, Meclis’in gizli bir toplantısında, yenilgiden, “Erkân-ı harbiye-i Umumiye Reisi olmakla bizzat ben mes’ulüm. Hiçbir kumandan bundan mesul tutulamaz. Vereceğiniz cezayı şahsan şimdiden kabul ettiğimi arzederim” dedi ise de, mesele kapanmadı ve 4 Ağustos’daki gizli toplantıda bir Milletvekili, kürsüden, Mustafa Kemal Paşa “Ordunun başına geçsin” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal paşa’yı sevenlerle sevmeyenlerin bu noktada birleştikleri görüldü. Muhalifler bu hali yani onun Başkomutan olmasını, tasfiyesi için bir fırsat sayıyorlardı. Çünkü onlara göre, Yunan taarruzunu durdurmak mümkün değildi ve yine onlara göre bu taarruzu durduramayacak olan bir Başkomutan, elbette gözden düşerdi. Meclisin çoğunluğu ise, Yunan ileri harekatını durdurabilecek olan kişinin sadece Mustafa Kemal Paşa olabileceğine inandığı için, onun Başkomutan olmasını istiyordu. |
Bu arada Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutan olmasını sakıncalı görenler de vardı. bunlara göre, yenik bir ordunun başına geçirilecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın, Yunan taarruzunu durduramaması halinde, kurtuluş için şimdiye kadar kazanılmış ve yapılmış olan her şey mahvolmuş olacaktı. Onun için Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığı en son tedbir olmalı idi, esasen, “Henüz vaz’iyyet-i umûmiye son tedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini istilzam edecek mahiyette” değildi. İşte bu tartışmalar arasında Mustafa Kemal Paşa, kendisine karşı duyulan yakınlığa teşekkür ettikten sonra Meclis Başkanlığına bir önerge vererek, Başkomutanlıktan meydana gelebilecek olan faydaları “Azami sür’atle istihsal edebilmek ve ordunun maddi ve manevi kuvvetini” artırmak için, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin haiz olduğu selahiyyetin, üç ay süre ile kendisine verilmesi şartiyle Başkomutanlığı alabileceğini bildirdi. Fakat onun bu isteği uzun ve sert tartışmalara yol açtı. Her şeyden önce Başkomutanlık unvanına itiraz edildi, bunun olsa olsa Başkomutanlık vekaleti olabileceği ileri sürüldü. Ayrıca Meclisin yetkilerinin, bir kimse üzerinde toplanmasının doğru olmadığı da iddia olundu. Fakat Mustafa Kemal Paşa, isteğinde direnmiş ve sonunda, 5 Ağustos 1921’de, ona istediği yetkileri veren kanun kabul olunmuştu. Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa, birkaç cümle ile Meclis’e teşekkürlerini sundu ve “Düşmanları behemehal mağlüp” edeceğine dair olan inancının bir an olsun sarsılmamış olduğunu söylemek suretiyle dinleyenlerin içlerini serinletti. |
Öte yandan, 9 Ağustos 1921’de, ordu ve millete yayımladığı bir bildiride Türk milletini ve Türk ordusunu övüyor, hiç yoktan meydana gelmiş olan bu ordunun İnönünde Yunanlıları iki defa yendiğini, son savaşlarda da onlara büyük kayıplar verdirdiğini söyledikten sonra Büyük Millet Meclisinin, kendisini geniş yetkilerle Başkomutanlığa getirdiğini, amacın da Yunan ordusunu “Anayurdumuzun harîm-i ismetinde” boğmak olduğunu belirtiyor, bunu sağlamak üzere her çareye baş vurulacağını açıklıyordu. Gerçekten Mustafa Kemal Paşa, 7, 8 Ağustos’ta “Tekalif-i milliye” adı altında 10 emir çıkardı. Bunların birincisi ile “Tekalif-i Milliye Komisyonları” kurulmuştu. Bu komisyonlar, Başkomutan tarafından verilecek olan emirleri uygulayacak ve “Bu suretle seferber ordu ihtiyacını temin edeceklerdi”. Nitekim bu komisyonlar, Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği emirlere uyarak, bedeli sonra ödenmek üzere, halkın ve tüccarın elinde bulunan yiyecek, giyecek maddelerinden yüzde kırkını, “Öküz ve at arabalarının yüzde onunu, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde yirmisini” aldılar. Bundan başka “Her evden bir kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık” istediler. |
“Tekâlif-i Milliye” emirleri pek şiddetli idi. Bunlardan yedi numaralarında “Cins, mezhep, sunûf ve meslek”i ne olursa olsun, cinsleri tayin edilen silahların üç gün içinde “Mahalli Tekâlif-i Milliye Komisyonu”na teslim edilmek suretiyle “Hükümete terk ve teberru’u” isteniyor, elinde bu çeşit silah bulunup da vermeyenlerin dördüncü gün asılacakları tebliğ olunuyordu. Gerçi, bu şiddetli tutuma rağmen bazı bozguncular ortaya çıktı. Fakat bu gibiler, Samsun, Konya, Eskişehir ve Ankara’da kurulmuş olan “İstiklâl Mahkemeleri”nin çok şiddetli hükümleriyle karşılaştılar. Verilen emirleri yerine getirmeyen ve “Sû-i isti’mâli görülen” devlet memurları da, “Hiyânet-i vataniye” suçu ile yargılanarak cezalandırıldılar. “Tekâlif-i milliye emirlerinin” zamanında ve eksiksiz olarak uygulanması, Sakarya doğusuna çekilmiş olan Türk ordusunun ihtiyaçlarını gidermekte büyük faydalar sağladı. Fakat şurasını mutlaka belirtmek gerekir ki, Türk Milletini büyük fedakarlıklara sevk eden sadece emirler, kanunlar ve cezalar değil, onun başka milletlerde görülmeyen nitelikleri idi. Bunlar, vatanın tehlikeye düştüğü zamanlarda hemen kendini gösteriyor ve bu yüzden mucizeler meydana geliyordu. İşte Sakarya Savaşının arafesinde de böyle şaşırtıcı bir hal oldu ve her sınıf halk, kendine düşen görevi, gücünün çok üstüne çıkarak, başarmaya çalıştı. |
Bundan dolayı Türk kadını omuzlarında mermi taşımış, silah ve cephane yüklü kağnıların idaresini eline almıştı. Bu kadınlar silah ve cephaneye, çocuklarından fazla değer veriyor; araba kırıldığı vakit, arabadaki silah ve cephaneyi gerektiği yere kadar sırtlarında götürüyorlardı. “Halk, minarelerden askere yazılmaya” çağırıldığı vakit, hemen göreve koşmuş ve sevk edilecek oldukları yerlere kadar yaya gitmişti. Fakat bazen bunlara verilecek silah bile bulunamamıştı. Un bulamadıkları zaman bu insanlar, kaynamış veya kavrulmuş buğday ile karınlarını doyuruyorlardı. Ordunun ihtiyaçlarının sağlanmasında Refet Paşa’nın da büyük payı vardı ve bu yüzden takdire değer görülmüştü. Bununla beraber Türkler için durum çok nazik ve kritik görünüyordu. Çünkü, bütün çabalara rağmen, Türk ordusu ile Yunan ordusu arasındaki araç ve gereç farkı giderilememişti. Özellikle iki ordudaki top, makineli tüfek ve uçak sayısı, birbirleriyle karşılaştırılamayacak durumda idi. Bundan başka Yunan ordusu demiryolları ile denize ve bu suretle de İngiltere’nin zengin kaynaklarına bağlı idi. |
Donanımı çok noksan olan Türk ordusunun kaynakları ise, Birinci Dünya Savaşından yorgun ve bitkin çıkmış olan fakir Anadolu halkına dayanıyordu. Bu ordunun ulaştırma araçlarını genellikle, kağnılar, develer teşkil etmekte idi. Anlaşılıyordu ki, bu defa da iki ordu farklı şartlar altında döğüşeceklerdi. Onun için sonuç aleyhte olabilir, hatta Ankara’nın düşmesi bile beklenebilirdi. Ancak hiçbir şey, Türkiye’yi ve Türkleri kurtarmaya karar vermiş olanları, bu kutsal amaçlarından vazgeçiremedi. Onlara göre Sakarya doğusuna çekilmiş olan Türk kuvvetleri, gerekirse Kızılırmak’a kadar geri alınabilir ve kurtuluş hareketine devam olunabilirdi. Bu sebepledir ki, Kayseri’nin hükümet merkezi olması kararlaştırılmış, Büyük Millet Meclisi’nin yapacağı toplantılar için Kayseri lisesi binasında gerekli tertipler alınmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisine ait basım makineleri bile yola çıkarılmıştı. Halk da, bulabildiği taşıtlarla Kayseri ve Çankırı’ya doğru göç ediyordu. |
Kütahya – Eskişehir Savaşından sonra Yunanlılar, Türk ordusunun yenilmediğini anlamış, kazançlarının sadece birkaç şehir ile biraz topraktan ibaret olduğunu görmüşlerdi. Onlar, bu başarının yeter olmadığını ve Türk ordusunu bir meydan savaşında yenip dağıtmadıkça maksatlarının gerçekleşemeyeceğini de biliyorlardı. Bu sebeple, 9 Ağustos’ta “Paris Konferansının tarafsızlık kararı vermesine, aynı tarihli Times gazetesinin, “Yunanlıların vazifesi her gün biraz daha güçleşiyor” diye kendilerini uyaran bir yazı yazmasına, hatta 10 Ağustos’ta Lloyd George’un “Sévres Muâhedesi yırtılmış olduğundan silah ticareti serbesttir” demesine rağmen Yunanlılar, Ankara’ya doğru ilerleme fikrinden vazgeçmediler. Ancak Kütahya – Eskişehir Savaşındaki kayıplarını gidermek ve “İleri yürüyüş esnasında uzayacak menzil hatları üzerinde lazım gelen tertibatı yapmak için” bu savaştan sonra Eskişehir’de 15-20 gün oyalandılar. Fakat, M. Kemal Paşa’nın Fevzi Paşa ile birlikte, Polatlı yakınında Alagöz köyündeki karargahına giderek Başkomutanlığa başlamasından bir gün sonra yani 13 Ağustos 1921’de yeniden harekete geçen Yunanlılar, 14 Ağustos’da Sivrihisar’ı işgal ettiler, |
15 Ağustos’da da Yunan Kralı askerlerine Ankara’yı hedef olarak gösteren emrini verdi ve “İngiliz irtibat subaylarını” Ankara’da vereceği ziyafete çağırdı. Halbuki, 16 Ağustos’da Avam Kamarasında Lloyd George, Yunanlıların hiç de lehinde yorumlanamayacak bir konuşma yapmıştı. Buna rağmen, 10 piyade ve 1 süvari tümeni ile Yunanlılar “Porsuk suyunun kuzeyinden ve güneyinden ve Sakarya’nın yukarı kısmı güneyinden” doğuya doğru yürümüş ve hiç de engelle karşılaşmadan yürüyüşlerine devam ederek 17 Ağustos’da Sakarya’nın batısındaki Türk kuvvetleriyle temasa gelmişlerdi. Buradaki Türk kuvvetleri süvari ve piyadelerden kurulmuş müfrezeler idi, görevleri de Yunan ileri hareketini “mümkün olduğu kadar” geciktirmekti. Onun için bu birlikler yavaş yavaş geri çekiliyorlardı. İşte bu sıralarda, 21 Ağustos’da, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’dan, moral takviye edici bir yazı geldi. Bu yazıda, “Yaptığımız istiklal muharebesidir. Vatanımızda bir dağ ve bir fedakar kalsa dahi kavgamız devam edecektir” denildikten sonra, düşmanın üstün kuvvetleri karşısında nasıl hareket edilmesi gerekeceği açıklanıyor ve “Şu veya bu mevziin müdafaasının” düşünülmemesi, düşmanı yıpratmak için her çareye baş vurulması, “Düşmanın cenahlarından birinde faik kuvvetler toplayarak” orada düşmana gerekli darbenin indirilmesi tavsiye ediliyordu. |
Türkiye`de Saat: 09:02 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2