|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-01-2007, 10:13 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
MEŞRUTİYET NEDİR Birinci Meşrutiyet, Osmanlı devletinde padişah yetkilerinin ve yönetiminin Anayasa (Kanun-u Esasi ) ile belirlendiği bir dönemdir.(23 Aralık 1876-13 Şubat 1978). Avrupa’yı takından gören Türk aydınları, devletin gidişini beğenmiyorlar, yapılan yenilikleri yeterli görmüyorlardı. Bunlar, Avrupa devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda halkın devlet işlerini denetleyebileceği meşrutiyet yönetimi kurulursa, durumun düzeleceği kanısında idiler. Bu yolda çaba gösterenlerin başında Namık Kemal ve Ziya Paşa bulunuyordu. Namık Kemal, Ziya Paşa ve arkadaşlarına Genç Osmanlılar denildi. Genç Osmanlılar meşrutiyet yönetimi kurulur, Mebuslar Meclisine Hristiyan ve Musevi halk temsilcileri de katılırsa, Müslümanlarla aralarındaki ayrılığın giderilebileceğine ve bir Osmanlı milletinin oluşacağına inanıyorlardı. Mithat Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, Abdulaziz’i padişahlıktan indirmeye karar verdiler. Şeyhülislamdan fetva alındıktan sonra bir gece Dolmabahçe sarayını karadan askerle, denizden donanmayla kuşatarak Abdulaziz’i hükümdarlıktan düşürdüler(1876). Yerine meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdulhamit padişahlığa getirildi. Sadrazam Mithat paşa’nın başkanlığında bir kurul Kanun-u Esasi’yi hazırladı. Bu anayasa padişahın isteklerine uygun hale getirildikten sonra 23 Aralık 1876’da Beyazıt meydanında, devlet adamları, bilginler ve halk önünde törenle ilan edildi. Mebuslar meclisi ile Atan Meclisi toplandı. Bu ilk anayasa ile padişaha, bakanlar kuruluna atama ve görevden alma, dış ülkelerle anlaşma ve barış yapma, savaş ilan etme, meclisi açma ve kapama yetkisi verildi. Padişahın kutsal ve sorumsuz olduğu kabul edildi. Başkanı sadrazam olan bakanlar kurulu, devlet işlerini yürütmekle görevliydi. Yalnız aldığı kararlar, padişahın onayı ile yürürlüğe konabilecekti. Birinci Meşrutiyet dönemi uzun sürmedi. II. Abdulhamit isteyerek bu yönetimi benimsemiş değildi. Daha Mebuslar Meclisi toplanmadan Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan ayırdı. Rus savaşını bahane ederek Mebuslar Meclisini dağıttı(1877). Yeniden yapılan seçimlerden sonra toplanan meclis de tatile girdikten sonra bir daha toplantıya çağırmadı.[1] KANUN-U ESASİ Önce Kanun-u Esasi’nin hazırlanışı ve hukuki niteliği üzerinde duralım.[2] a) Hazırlanışı ve Niteliği Kanun-u Esasi hazırlıları, yukarıda anlatılan çalkantılı ortamda yürütüldü. Tersane konferansının toplanmasından doğabilecek sakıncaları önlemek için bir an önce ortaya bir metin çıkarmak isteyenler, özellikle Mithat Paşa, adeta saate karşı yarış havası içindeydiler. Bu arada birkaç anayasa taslağı ortaya çıktı. V. Murat günlerden beri anayasa çalışmaları yapan Mithat Paşa’nın “Kanun-ı Cedit” adını taşıyan 57 maddelik taslağı güçlü bir hükümdarlık makamı öngörmekle birlikte, vekillerin meclis önünde siyasi sorumluluğunu da kabul ediyordu. Nihayet anayasa hazırlamakla görevli bir komisyon kuruldu. Cemiyet-i Mahsusa adında bir kurul Server Paşa başkanlığında 2 asker 16 sivil bürokrat ve ulemadan 10 kişi olmak üzere 28 kişiden oluşuyordu. Bazı yabancı anayasalardan (Belçika, Polonya,Prusya vb.) yararlanarak asıl anayasa tasarısını hazırladı.23 Aralık 1876 Mithat Paşa’nın başkanlığında Heyet-i Vükela’dan da geçen metin, padişah tarafından ilan edildi.[3] Görüldüğü gibi doğrudan doğruya padişahça atanmış bir komisyon tarafından hazırlanan Meclis-i Vükelaca incelenip padişah tarafından kabul ve ilan olunan, Kanun-u Esasi’nin yapımında halkı temsil eden bir yasama organı yada kurucu meclisi yoktur. Halk oylaması da söz konusu değildir.1876 metini hukuki açıdan, padişahın tek yanlı bir işleminden doğmuş bir “Ferman Anayasa” dır. Halkın temsilcileri tarafından hazırlanmadığı ya da halk oylamasına sunmadığı için Kanun-u Esasinin anayasa olmadığı söylenebilir mi?Bu önemli biçimsel koşullara uyulmadan çıkarılan bir metin günümüzde “anayasa “sayılmaz. Bu açıdan “kanun-u esasi şekil yönünden amme hukuku bugünkü telakkilerine göre bir anayasa niteliğini haiz değildir. b)Devlet ve İktidar Kanun-u Esasi’ye göre “Devlet-i Osmaniye” ülkesiyle bölünmez bir bütündür.(madde 1) Başkent hiçbir ayrıcalığı olmayan İstanbul’dur.(madde 2) Saltanat ve hilafet hakkı ve makamı Osmanoğulları soyuna ve bunun en büyük evladına aittir.(madde 3) Osmanlı sülalesinin hürriyet, mal-mülk ve ömür boyu ödenek hakları “umumun kefaleti altındadır” (madde 6) Saltanat kurumu, devlet monarşik karakterini vurgular. Daha doğrusu bunun devam ettiğini gösterir. Hükümet biçimi monarşidir. Monarşik devlet öteden beri teokratik niteliktedir.”Devletin Dini İslâm’dır”(madde 11) Padişah aynı zamanda halife olup ( madde 3,4) ahkâm-ı şer'iye’yi uygulatır (madde 7) Kanun-u Esasi egemenliğin kime ait olduğuna ilişkin açık hüküm yoktur. Bununla beraber Kanun-u Esasi sisteminde esas egemen gücün yine hükümdar olduğu, egemenliğin asıl ona ait bir hak olduğu meydandadır. Kendi tek yanlı iradesinin ürünü bir ferman da olsa Kanun-u Esasi, yani bir yazılı anayasa onun saltanat ve egemenlik haklarının ve meşrutiyetinin yeni dayanaklarındandır. Bu demektir ki, o zaman meşruluk kaynağını gelenek ve dinsel inançlardan alan monarşik egemenlik, şimdi insan iradesi ürünü ve dünyasal-insansal bir hukuki belgeden meşruluk olarak beşerileşmektedir.[4] 1.Ana kuruluş Osmanlı soyunun en büyük evladı saltanat ve hilafet makamının da sahibidir(madde 3).Monarşinin ve devletin başı halife sultandır. Padişah yürütme organının da başı ve hatta kendisidir. Heyet-i Vükela ya da meclis-i vükela’nın başkan ve üyeleri olan sadrazamı,şeyhülislamı ve vekilleri kendisi seçer atar gerektiğinde azleder(madde 2,27) Yasama meclisi meclis-i umumi adını taşımakta olup, iki kanatlıdır. Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan. Heyet-i ayan üyeleri öbür meclisin üye sayısının üçte birini geçmemek üzere 40 yaşını geçmiş ve seçkin hizmetleri ile tanınmış kişiler arasından yine padişah tarafından seçilir ve atanır (madde 60-61) Heyet-i Mebusan üyeleri ise, her elli bin erkek nüfusa bir temsilci olmak üzere 4 yıl için ve seçim yoluyla görev gelir. Padişah meclislerin başkanlarının seçiminde de söz sahibidir. Heyet-i ayan reisini doğrudan doğruya kendi seçer(madde 60). Demek oluyor ki padişah yürütme ve yasama kurullarının oluşumu üzerinde mutlak söz sahibi değilse bile, son derece etkilidir. Heyet-i vükela’nın kuruluşunda kesin söz sahibidir ve “tek seçici” durumundadır. Oluşumunu padişah iradesine borçlu olmayan tek heyet meclis-i Mebusan’dır. Heyet-i Mebusan’ın seçimle gelmiş ilk Osmanlı meclisi olmasıdır. Bunun önemi şundandır ki, seçim ve temsili vekalet yoluyla seçmen ile mebusları arasında kurulan ilişki,milleti ile de bir siyasal varlık olarak yeni ve anayasal sisteme katmaktır. Milleti de, adı konmuş olmasa bile, padişahın mutlak olan egemenlik hakkına rakip olmak üzere ortaya çıkmaktadır.[5] 2.Yetkiler ve İşleyiş Kanun-u Esasi padişahın dünyevi ve uhrevi haklarını anayasallaştırmaktır. Bunlar içinde en dikkat çekici olanlar şöyle sıralanabilir. Vekilleri, sadrazamı ve şeyhülislamı atamak ve görevden almak silahlı kuvvetlere komutanlık etmek, şeriat hüküm yasalarını yürütmek, cezaları affetmek yada hafifletmek vb. Bütün bunlar “hukuku mukaddese-i padişahı” (padişahın kutsal hakları) cümlesindedir. Daha ilk bakışta görülüyor ki padişah meşruti bir sistemde bakanlar kurulunun ve parlamentonun sahip olması gereken birçok önemli yetkiyi kendinde alıkoymuş “padişahın kutsal hakları” alanında tutmuştur. Meclis-i vükela sadrazamın başkanlığında toplanan iç ve dış önemli konular görüşülen bir kurum ama görüşülmesi padişahın iznini gerektiren hususları önce hükümdara sunmalı ve onun görüşme iznini almak zorundadır. Heyet-i vükela’nın başkan ve üyeleri başkan tarafından seçilip atandıkları görevden alınırdı. Üyelerin güven oyu almaları diye bir durum da söz konusu olmadığından bunlar meclise dayanarak hükümdarın karşı koyabilme olanağına sahip değillerdi. Kabine ya da hükümete sistemde olanak yoktur. Hükümdar yürütme organının kendisidir. Meclislerin çalışmalarını yönetecek başkanları ile yardımcılar padişah tarafından seçim yapmak suretiyle atanmaları gerekir. Meclis-i umumi üyelerini padişaha bağlı kılan bir husus da ettikleri yeminin içeriğidir. Bunlar yalnız vatana ve anayasaya değil aynı zamanda padişaha sadakat yemini ederdi. Bir kere, padişah buyruğu ve güdümü altındaki Heyet-i vükela her konuda yasa önerme hakkına sahipken, asıl yasama organı durumunda olması beklenen meclisler, ancak kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda yasa önerisinde bulunmayan yetkilidir. Bu izin padişah tarafından verilse bile meclisler hemen devreye girmezler. İlkin şurayı-ı devlete gönderilir.(madde 53) Bunun hazırlayacağı tasarı meclise gelir önce meclis-i ayanda görüşülür. Heyet-i Ayan’a gönderilir. Önüne gelen tasarı padişah adına uygunluk için süzgeçten geçirilir. Heyet-i ayan çeşitli denetlemeler yapar. Tasarıyı ya kabul eder yada kesin red ya da değişiklik istemiyle birlikte meclis-i mebusa gönderilir. Bütün bunlardan sonra, meclislerden geçmiş bir metin hâla kabul edilmiş bir kanun değil bir “layiha” dır. Yasalaşması padişaha bağlıdır. Padişahın onaylamadığı kanunlaşmaz. Böylece “izin” den “onay”a kadar padişah yasama süreci üzerinde denetim olanağına sahiptir. Yürütmenin,daha doğrusu padişahın tasama sürecindeki bir başka aktif rolü de, meclislerin toplantı olmadığı dönemlerde kendini gösterir. Padişahın bir başka yetkisi de olağanüstü durumlarda (örf,idare / sıkı yönetim),özel düzenlemelerle ( nizam-ı mahsus) ülkeyi yönetme olanağına sahip bulunmasıdır(madde 113).Görülüyor ki Heyet-i Mebusan yasama konusunda serbestliğe sahip değildir. İlk Osmanlı parlamentosu, istediğini yaslaştırabilen bir organ değilse de istemediği yasalaşmayan,padişahın mutlakçı yöntemi karşısında bir çeşit denetim, gözetim ve fren organıdır. Onsuz yasada olmaz.6 3.Sorumluluk ve Denetim Sadrazam, şeyhülislam ve Vekiller padişaha karşı sorumlu olup her an onun tarafından görevden alınabilirdi.(madde 727) Nitekim meclislerin açık olduğu dönemde de padişah sadrazamı anlatmıştır. Heyet-i vükela’nın çağdaş anlamı ile bir “bakanlar kurulu” sayılmasına olanak yoktur. Heyet-i vükela meclis karşısında sorumlu değildir. Meclise gensoru verme hükümeti düşürme yetkisi verilmemiştir. Meclislerin vekilleri padişaha karşı savunma hakları da yoktur. Sadrazam yada vekil, cevabını süresiz erteleme haklarına sahiptir. Meclisler yürütmeyi etkili şekilde denetleyemiyor ve bir siyasal yaptırıma gidemiyor ama, padişahın bunları ve caydırıcı silah ise fesih kurumudur. Padişahı bütün anayasal sistemin merkezi ve en üstün gücü olarak tanıyan Kanun-u Esasi onu bir de “sorumsuzluk” halesi ile taçlandırmaktadır. Bu sistemin gerçekten sınırlanmış bir monarşi kavramına uymadığı meydandadır. Halifeye karşı direnmek mümkünken Halifeyi sultana dokunulmaz kılmaktadır.1876 Kanun-u Esasi ise, yürütme yetkisini hükümdara ait sayan geleneksel ve monarşik anlayışı sürdürmekte, yasama alanında da ona geniş yekiler tanınmaktadır. Sistem parlamentoludur ama “parlamenter” değildir. Kuvvetler ayrılığını ne sert ne de yumuşak biçimiyle kurmuş sayılabilir. Kanun-u Esasi kuvvetler ayrılığını benimsemiştir. 4.Yargılama Kanun-u Esasi’nin getirdikleri hiçte anımsanacak gibi değildir. Bu her şeyden önce Tanzimat’ın katkıları ile ilgilidir. Klasik Osmanlı düzeninde “Adaletin seçkin konumu da unutulmamalıdır”. Kanun-u Esasi bir güç olarak “yargıdan değil “mehakim” (Mahkemelerden söz etmekle beraber, yargı yetkisinin kullanışının gerektirdiği asgari güvencelere de yer veriyordu. Yargıçların özlük işlerinin (yükselme, yer değiştirme, emeklilik ) yasayla düzenlenmesi bir cürümle mahkûm olmadıkça azledilmemeleri ( madde 81).Mahkemelerin her türlü müdahale ile korunması (madde 86) ve bağımsızlığın sağlanması yolundaki hükümlerdir. Mahkemeleri şeriyye ve nizamiye diye ikiye ayrılır. Kanun-u Esasi savcılık kurumunu da yasalaştırmıştır. b) Haklar ,Özgürlükler, Yargısal Güvenceler Uyruklara tanınan hak ve özgürlükler “tebai devlet-i Osmaniye’nin hukuku umumiyesi” başlığı altında toplanmıştır. Osmanlı Devleti uyruğu herkes, din ve mezhebi ne olursa olsun “Osmanlı sayılır(madde 8). Bunlar yasa önünde hak ve ödev yönünden eşittir.(madde 17).Osmanlılar kişi özgürlüğü (madde 9) ve kişi dokunulmazlığına sahip olup, yasanın gösterdiği yollar dışında cezalandırılamazlar(madde10). Kanun-u Esasi kişi güvenliğini yok etmektedir. Kanun-u Esasi dinsel özgürlükleri tanıyor(madde 11) ama düşünce özgürlüğünden söz etmediği gibi basın kanun dairesinde serbesttir(madde 12) biçiminde, her yana çekilebilir tehlikeli bir hükme de yer veriyor. Yasalara uymak kaydıyla, genel ve özel öğretim yapma hakkı ise Kanun-u Esasi’nin tanıdığı özgürlüktür(madde 15) okullar devletin gözetim ve denetim altındadır. Kanun-u Esasinin 18. maddesi devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu bildirmektedir. Ekonomik alanda bazı önemli düzenlemeler vardır. Mal ve mülk güvenliği anayasallaştırılmış kamu yararı gelmedikçe parsı peşin ödenmedikçe kimsenin mülkünün elinden alınmaması ilkeleri benimsendi(madde 12). Kanun-u Esasi, Türkçe bilmeleri koşuluyla herkesin kendi yeteneklerine göre devlet işlerine ve memuriyetine girebileceğini açıklamaktadır. Seçme ve seçilme hakkı Kanun-u Esasi’de açıkça öngörülmüş değildir. Gerçekten kişileri ilgilendiren yargısal güvenceleri bakımından Kanun-u Esasi’nin getirdikleri hiçte azımsanacak kadar değildir. Yargının statüsüyle ilgili olarak yazılanları da hesaba katarsak Kanun-u Esasi’nin yargı ve yargısal güvenceler alanındaki katkısının her şeye rağmen yine de çok önemli olduğu görülür. d)Anayasa’nın Üstünlüğü ve Korunması Kanun-u Esasi’nin hiçbir maddesi bile hiçbir sebep ve bahane ile tatil veya icradan iskat edilemez hükmü (madde 115), anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Anayasanın değiştirebilmesinin her iki meclisin 2/3 çoğunluğunun kararına bağlı tutulmasıyla da (madde 116) anayasanın katılığı ilkesi benimsenmiştir. Ne var ki bu ilkeler anayasanın üstünlüğü, bağlayıcılığı soyutta bir anlam taşımaz. 5.Askerlerin Siyasileşmesi 1905 sonrası mücadelenin yeni bir yükselme dönemidir. Bir yandan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti 1906 Nizamnamesiyle ilk defa olarak Abdülhamit’i hedef alıp Meşrutiyet mücadelesini iyice sertleştirirken öbür yandan Selanik ve Şam’da yeni ve gizli örgütlenmeler göze çarpıyordu. Gerçekten de 1905 sonrasının en esaslı dönüşümü meşrutiyet ve özgürlük düşüncesinin asker çevreleri sarması ve buralardaki gizli örgütlenmelerdir. Nitekim, Jön Türk muhalefetinin askeri kesimdeki en önemli örgütlenmesi bundan sonra Makedonya’da görülecektir. Bölge Osmanlı askeri gücünün en fazla olduğu alan olduğu gibi başkent denetiminden nispeten uzak kalışı Avrupa’ya ve liberal fikir odaklarına yakınlığı, ekonomik ,sosyal ve kültürel hayatının gelişmişliği ve nihayet ulusçu düşüncelere beşik oluşturan kozmopolitik yapısı bakımından,ulusal ve demokratik örgütlenmeler için çok elverişli bir yerdi. Ayrıca yukarıda da belirtildiği gibi, “paylaşılmak istenen yorgan” Makedonya idi.- [1] A’dan Z’ye Kültür Ve Tarih Ansiklopedisi 2. Cilt say. 90-91 [2] Prof. Dr. Bülent TANÖR, Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, Der Yayınları, İstanbul 1992, S. 104 [3] Prof. Dr. Bülent TANÖR, A.g.e, s.105 [4] Prof. Dr. Bülent TANÖR, A.g.e, s.106-107 [5] Prof. Dr. Bülent TANÖR, A.g.e, s.108 6 Prof. Dr. Bülent TANÖR, A.g.e, s.109,110,111,112 | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/tarih/18387-mesrutiyet-nedir/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
Untitled document | This thread | Refback | 07-03-2008 09:22 | |
Untitled document | This thread | Refback | 23-11-2007 20:02 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |