|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-01-2007, 10:15 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İkinci Meşrutiyet'in politika buhranı yüzünden ilk günlerde fikir hayatı bir anarşi manzarası gösterir. Basın hürriyeti uzun zaman açlığı duyulan çeşitli ve çatışkan bir çok fikirlerin birdenbire yayılmasına imkan vermiştir. Herkes her şeyden ve her tarzda söz edebiliyor. Bu yayınlar daha çok Abdülhamit yönetimine duyulan öfkeyi anlatıyor. Bu dönemde Avrupacılığa, İslamcılığa, Türkçülüğe yönelik yayınlar yayınlanmaya başlamıştır. Bunun yanında bireycilik, toplumculuk, sosyalizm-kapitalizm, hürriyetçilik - devletçilik, evrimcilik, devrimcilik, kollektivizm, anarşizm, komünizm ile ilgili yazılar da çıkmıştır. POZİTİVİZMİN DOĞUŞU: Pozitivizmin doğuşu Servet-i Fünun hareketi ile başlar. Bu dönemin yetiştirdiği fikir adamları da; Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Şuayib, Kadri, Mehmet Rauf ve bir dereceye kadar Cenap Şehabettin ve Cavit'dir. HÜSEYİN CAHİT YALÇIN(1874-1957): Servet-i Fünun'da edebi tenkitçi ve fikir yazarı olarak şöhretini yaptıktan sonra, hayatının birkaç döneminde siyasi ve fikri yeni hamleler yapmış olan tanınmış bir yazardır. Ahmet Mithat, Muallim Naci vb. gibi, yeni edebiyata hücum edenlere karşı sert ve devamlı bir savunucu oldu. 1901'de çıkan böyle bir tenkit yazısı yüzünden dergi kapatıldı ve zümre dağıldı. (Servet-i Fünun dergisi) Uzun bir süre kalemini bırakmak zorunda kaldı. İkinci Meşrutiyet'te yeniden yazmaya başladı. Dil Kurultayında dil devrimini anlatan beş hatibe karşı dilin sert değişmeyle değil evrimle gelişeceği tezini savundu ve ondan sonra Fikir Hareketleri adlı dergiyi çıkardı. Demokrasi ve hürriyet fikirlerini yaymaya çalışıp İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Tanin'i üçüncü defa çıkarıldı. Totaliter rejim ve Hititlerdin politikasına karşı yazılar yazdı. İnönü’nün demokratik sistemi getirme kararından sonra Halk Partisiyle birleşti ve 1950'den 1955 yılına kadar Ulus gazetesinde bu görüşü Demokrat Partinin baskıcı rejimine karşı savundu. Yazılarından dolayı mahkum oldu, bir yıl hapis yattı ve bir yıl sonra 83 yaşında öldü. Asıl şöhretini Servet-i Fünun'daki yazıları ile yapmıştır. Üzerinde durduğu konular, sanatın taklit olmadığı, güzellik, sembolizmdir. Aynı zamanda Avrupalılaşmayı iyileri almak olarak nitelendirmiştir. Sanatta daha üzerinde ya dahi olmak gerektiğini söylemiştir. İdeal soyut değil, gerçeğin münasebetidir diyerek düşünmüştür. Hüseyin Cahit bundan sonra "Moda Edebiyatı", "Kısa bir devrenin edebiyatı", "Devamlı Beşeri Edebiyat" diye 3 seviyeye ayırmıştır. H. Cahit sanat felsefesi ve edebi tenkide ait yazılarında hemen yalnız Taine'in fikirlerine dayanmakta ve onu destekleyen başka yazarlardan faydalanmaktadır. Bütün Servet-i Fünuncular gibi o da pozitivist olmak iddiasındadır. Fakat bunun için hiçbir yerde bu felsefenin köklerine, August Compte'un eserlerine nüfuz etme gayreti göstermez. MEHMET RAUF(1874-1932): Servet-i Fünun'un dikkate değer ikinci fikir yazarıdır. Edebiyat tarihinde romancı olarak önemli yeri vardır. Pornografik bir roman davasından mahkum oldu ve subaylıktan çıkarıldı. Son zamanlarını karanlık geçirdi. Fikir yazıları gençliğinde Servet-i Fünun'da toplanmaktadır. Orada "Tenkidin tekamülü" başlığı altında bir seri makale yayınladı. Bu yazılarda, sanat eleştirisine eski Yunan'dan başlayarak Taine ve Saint Beuve'e kadar gitmektedir. Bu yazıların da M. Rauf, Yunan, Latin, Ortaçağ, Hıristiyan edebiyatlarında, Yeniçağda ve son zamanlarda, tenkit fikrinin gelişmesi edebiyat ve sanatta tenkitten anlaşılan şeyi, dikkatli bir fikir tarihçesi gözüyle tahlil ediyor. CENAP ŞEHABETTİN(1870-1934): Şair olduğu kadar fikir hayatının tanınmış bir yazarıdır. Gümrük başhekimliğinde bulundu ve bu vazifesinde, İstanbul'da öldü. Yapmacık şiirlerinden çok nesri ile iz bıraktı. Yeni şiir tarzlarını tanıtmakta ve onların fikri izahını yapmaktadır. Cenap şöyle diyor: "Sembolizm mikrokozmun yani insanın, makrokozma yani aleme aksettirilmesinden doğan sembolü ifade tarzıdır. Sembolizme karşı olanlar bütün kötü şiirler sembolisttir derler. Cenap'a göre bu yeni şiir tarzı, aslında şiirin yüksek ürünlerinde her zaman mevcut olmuştur. Ancak onlarda bu şiir görüşünün açıklayıcı felsefesi henüz yoktu. AHMET ŞUAYİP(1876-1910): Servet-i Fünun neslinin en kuvvetli felsefecisi ve tenkitçisidir. Son derece çalışkan, ilgi sahası geniş bir fikir adamı oldu. Fakat en verimli çağında, değerli eserler vermek üzere iken 34 yaşında İstanbul'da öldü. İlk yazıları Servet-i Fünun'da çıktı. İkinci Meşrutiyetin başında Cavit ve Rıza Tevfik'le birlikte Ulum-u İçtimaiye ve İktisadiye dergisini kurdu. Orada daha etraflı felsefi çalışmalara başlamıştı. Yazılarında, tarih etütlerinden ve tarihte şahsiyetçi olan ve olmayan görüşleri karşılaştırmaktadır. John Ruskin'in ahlakçı sanat görüşünü tenkit etmiştir. Gustave Flubert ve realist roman tarzının fikir esaslarına dair beş makale yazmıştır. Alman tarihçilerinden Karsten Niebühr, Ranke, Fransız tarihçi ve hukukçulardan Paul Heriot ve Gabriel Hanataux haklarında birer tetkik yazısı yayınlandı. İsveç ve Norveç’te sosyal ilimlerin bugünkü durumundan bahsetti. Fakat en devamlı yazı serisi yine, H. Taine'e ait olanlarıdır. Bunlarda Hüseyin Cahit ve Rauf'un kaynakları olan Sanat Felsefesi'ni çok aşıyor;pozitivizmin köklerine ve kuruluşuna kadar iniyor. Taine'i filozof, tarihçi ve sosyolog olarak bütün eserleriyle ele alıyor. Servet-i Fünun düşünürlerinin dayandığı bu fikir adamını etraflı olarak tahlil ve tenkit ediyor. 13 makale tutan bu yazı serisi ardından Ahmet Şuayip'in Taine'e karşı olan yeni fikir adamlarına dair yazıları gelir. Ahmet Şuayıp'ın Servet-i Fünun'daki yazıları yalnız Taine'i etraflı olarak tanıtmak değil, aynı zamanda onun asılmış olduğunu ve bundan dolayı Taine görüşüne saplanmanın doğru olmayacağını göstermek hedefini güdüyordu. Nitekim, yeni metafizikçi görüşlere katılmamakla birlikte, sonradan Ulumu İçtimaiye dergisinde kendisi de bu sınırı aşmış olacaktır. Şuayıp'a göre, edebiyat toplumun ifadesidir hükmü şüphelidir. Edebiyat cemiyetinin ifadesidir, fakat büyük ziveleri dışarıda bırakmak şartıyla. Ayrıca, 19. yy felsefi durumunu kuşbakışı olarak anlatmıştır. Aynı zamanda, Üç Hal Kanunu'ndan, Camte'un ilimler sınıflandırmasından da bahsetmiştir. Bu suretle, felsefenin metafizikten kurtulma gayretini anlatıyor. Ahmet Şuayıp'ın dikkate değer bir araştırması da Flaubert dolayısıyla romanda realizm ve idealizm etrafında yaptığı tartışmadır. Şuayıp burada"Sanat sanat içindir teziyle sanat cemiyet içindir tezini karşılaştırıyor. Servet-i Fünun fikir hayatı Abdülhamid idaresinin ağırlaştığı son yıllarında, siyasi görüşlerini bir sanat felsefesi altında saklama mecbur olan batıcı bir zümre tarafından ortaya atılmıştır. Hüseyin Cahit Tanin'le başlayan siyasi mücadele hayatına girmiş, Ahmet Şuayıp yeni arkadaşları ile felsefe ve sosyoloji çalışmalarına devam etmiş, Fikret başta olmak üzere şair ve romancılar edebi faaliyetlerine eski dergide devam etmişlerdir. I. VE II. MERUTİYETLER ARASINDA BAĞLANTI EBÜZZİYA TEVFİK(1848-1913): Yeni Osmanlılardın son temsilcisidir. İstanbul’da doğdu. Tanzimatçıların çoğu gibi muntazam bir öğrenimi yoktur. 16-17 yaşlarında tanıdığı Namık Kemal onu Şinasi'ye tanıttı. Şinasi'nin yardımıyla kendini yetiştirdi. 20 yaşında Terakki gazetesindeki yazılarıyla yazarlık hayatına girdi. Yeni Osmanlılarla Avrupa'ya gitti ve Hürriyetin çıkmasına yardım etti. İstanbul’a dönünce basında çalışmaya başladı. 1873'de arkadaşları ile Rads'a sürüldü. Oğluna nispetle kullandığı için sonra da, bu ismi muhafaza etti. 1876'da İstanbul'a döndü, 1913'te öldü. Ebüzziya, Şinasi'nin en sadık tilmizi olarak şöhretinin sonraki nesillerde devamını nesillerde devamını sağladı. Yeni Tasvir-i Efkar'da yayınladığı Mithat Paşa Hatıratı, Mithat Paşa Muhakemesi, Yeni Osmanlıların Zuhuru vb. gibi tefrikalarla Tanzimat fikir hayatını İkinci Meşrutiyete tanıtmada büyük rol oynadı. POZİTİVİZMİN GELİŞMESİ(FELSEFE VE SOSYOLSJİ HAREKETİ) İkinci meşrutiyetin başında yeni bir yazar grubunca kurulan Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisi Türkiye'de ilk defa tam anlamıyla felsefi denecek bir hareket meydana getirmiştir. Jön Türkler siyasi hayatta ittihatçılar şeklini almış Sabahattin grubu science sociale görüşünü siyasete uygulamak istediği için onlardan ayrılmış, Mizancı Murat, Abdülhamid'in davetini kabul ettiği için bütün ittihatçılarca kötü görülmüş ve inzivaya çekilmiş olduğu için yeni kurulan idarede onların bir fikir hayatı kurumlarına imkan yoktu. Siyasi partilerin faaliyete geçme imkanları çoğaldıkça eski yazarlar da kendilerini gündelik gazete faaliyetine vermekte idiler. İttihatçılar, Hareket Ordusunun Selanik'ten İstanbul'a gelerek 31 Mart ayaklanmasına bastırmasından, 14 Nisan 1908 ve Abdülhamid'in tahttan inmesinden sonra iktidarı ele geçirmişlerdir. Meşrutiyetteki muhalefetçiler, iktisatça liberal, garpçı, Osmanlıca ve adem-i merkeziyetciydi. İttihat ve Terakki'nin karşısına Hürriyet ve İtilaf partisi çıktı. Bu parti ara seçimde kazandı. Ancak 1913- Bab-ı âli baskını ile sona erdi. Meşrutiyete kadar hasreti çekilen hürriyet hayal olmuştu. Hayal kırıklığı başladı. Meşrutiyete girerken batıcılar, İslamcılar, Osmanlıcılar, Türkçüler siyasi bakımdan aynı fikirde birleşebiliyorlardı. Ancak hürriyet hayali gölgelenince sona erdi. Artık Tanzimatçılar gibi reformlarla halledileceği düşünülüyordu. Bu buhran yıllarında sanatçılar buhran karşısında edebi ideolojiye başvurdular. Bozukluğun asıl sebebini samimi ve köklü olmamasında, samimiyetsiz dincilik ve riyalı politikacılıkta buldular. Bu hücumların başında Tevfik Fikret vardı. Sosyal bozukluğu gelecekten ayrılma ve inancı kaybolmasında görüyorlardı. Öte yandan Sabahattin, hürriyet havası içinde, fikirlerini savunacağı ümidiyle memlekete gelmiştir. Fakat o siyasi hayatta rol oynamaktan çok fikri rehber olmayı tercih etti. Bozukluğun yolunun düzeltilmesini sosyalizmde görenler oldu. İkinci Enternasyonal doktrinine bağlı kalan başlıca savunucular arasında sosyalist Hilmi, Dr. Refik Nevzat vardı. Fikirden siyasete veya siyasetten fikre süratle geçmekte olan ve yakın gaye olarak sosyal reform fikrinde toplanan bu hareketler arasında, fikre ancak siyasetten ve action'dan uzak olarak berraklığı ve aydınlığı kazandırabilmek mümkün olacağına inanan bir düşünür zümresi doğmaya başladı. Ancak yine de kendilerini politikadan kurtaramadılar. Fakat hiç değilse başta felsefi düşünce onlarda hakimdi ve Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisini kurdular. İlk sayıda dergiyi kuran Ahmet Şuayıp, Mehmet Cavit, Rıza Tevfik programı açıklıyordu. Sosyal ilimlerle ilgili tafsilatlı makaleler çıkarıyorlardı. Bu dergide sosyal ilimlere dair yazıların başında yine Ahmet Şuayıp görülüyor. Servet-i Fünun'da iktisat kitabı ile fikir hayatına giren M. Cavit burada iktisadî makaleler yazıyor. Felsefede Rıza Tevfik imzası meydana çıkıyor. Bu üç kurucunun arkasından, Satı, Bedri Nuri, Asaf Nef'i, Dr. Ethem Faik Nüzhet vb. genç yazarlar nesli geliyor. Bu hareketi Servet-i Fünun'a Ahmet Şuayıp bağlıyor. Pozitivist yazı burada gelişip evrimcilik şeklini alacaktır. Şuayıp, üç hal kanununa dayanarak müspet felsefe görüşünü izah etmiştir. Şuayıp’a göre, düşüncenin tabii işlemlerinde insan bilgisinin doğuşunu aramalıdır. Ayrıca, pozitivizme dayanarak sosyolojiye girmekte ve yeni akımlardan biyolojik sosyoloji diye tanınan yayınlara dayanmaktadır. Devletin kuruluşunda iklim, savaş, endüstri ve rahiplerin etkisi vardır denmektedir. Cemiyetleri de canlı organizmaya benzetmektedir. Şuayıp'a göre; evrim, devrimden üstündür. Ancak bir organ bazen uğradığı bir hastalıkta ancak devrimle kurtulabilir diyor. Bazı yazılarında sosyolojik görünüşünü, kurumlar tarihi ve Türkiye'nin problemlerine tatbik etti. Sosyal olaylarda rol oynayan faktörleri de tetkik etmiştir. Şuayıp, sonraki yıllarda ırk teorisi üzerinde re durmuş, toplumsal yapı ve evrimde ırkın esaslı bir etken olamayacağını ve saf ırk oranın da imkansız olduğunu dile getirmiştir. BEDRİ NURİ(1875-1913): Ulum-u İçtimaiye yazarlarındandır. Şuayıp'ın biyolojik sosyoloji ve evrimcilik yolunda ilerledi. Yazar, toplum kabiliyetini önce içgüdü ile tarif eden görünüşü anlatıyor. Toplum kabiliyetinin kökü ve evrim nedir diyor. Onun köklerini organik hayatta buluyor: Karıcalar, termitler gibi hayvan toplumlarında genel bir kanun vardır: Anatomik farklılık ve sinir cihazından yoksun ilkel organizmalarda nasıl hakiki bir duygu kabiliyeti aramak güçse, ilkel toplumlarda da sosyal kabiliyet aramak o kadar imkansızdır, diyor. "İçtimai Hayat" adlı yazısında Toplum nedir? Diye sormuştur. Uzvi esas olarak kabul edildiğine göre bu soruyu derinleştirmeliyiz diyor. Sosyal zümre Bedi Nuri'ye göre, bütün bu olayların sıra bakımından en sonuncusu, karışık ve karmaşık olanıdır. Ayrıca, ahlak ilmi ile örf ve adetlerden ibaret olan ahlakı karıştırıyor. Sosyal bilimlerin etrafı bir sınıflamasını veriyor. O'nun sınıflaması Türkiye'de sosyoloji ve sosyal ilimlere ait ilk denemedir. Tarihi vakalar arasında bağlantı ve ilişkiler aramıştır. Daha sonra sosyolojik metodu toplumsal sorunlara tatbik etmiştir. Başlıcaları: Almanya'nın Evrim Sebepleri, İnsanlık ve maddi çalışma gibi Arnavutluk ve Bulgaristan ile ilgili çalışmaları olmuştur. Irak’ta bir haydut kurşunu ile öldürülmüştür. Bedri Nuri bir yana bırakılırsa, yeni cereyan gittikçe daha belirgin bir evrimcilik ve Spencercilik güdüyordu. Pozitivizm bırakılmıştı. Yeni derginin yazarları, evrim ve organik cemiyet fikirlerinde birleşiyorlardı. Satı, şöyle diyor: "Cemiyetler ve uzviyetler arasında açık bir benzeyiş var: Bütün cemiyetler uzviyetler gibi doğuyor, büyüyor. "Ancak her uzviyetin hücrelerden oluştuğu anlaşılınca benzeyiş görünürde olmayıp derinleşti. İçtimai uzviyet konusu çok tartışmalara neden olmuştur. Bunlar, eğer cemiyet gerçekten birer uzviyetse, birer beyine muhtaç demektir, demişlerdir. Zaten cemiyetler uzviyettir demekle, tam bir insana benzer dememiştir. Satı'ya göre"toplumsal bütün" bir aile demektir. Kısaca Satı'ya göre organlaşma ve toplum aynı olayın iki evresidir. Uzviyetler birer toplum, toplumlar birer uzviyet demektir. Her ikisinde de farklı dayanışmalar vardır. Satı Bey, kendisiyle Ziya Bey arasında sonradan devamlı bir tartışma konusu olan bireysel şuur ve kollektif şuur sorunu da ortaya koymuş, bunlardan doğabilecek çeşitli neticeler üzerinde düşünmüştür. Asaf Nef'i, Darwinisme Social konusu ele almıştır. İnsan cemiyetleri tarihinde üç esas hakimdir der. Bunlar;hayat savaşı, rekabet ve sınıf mücadelesidir. İçtimai sınıfların teşekkülü de, bir ailenin geçirdiği devirlere benzer der. Asaf Nef'i ye göre her canlı varlık, biri kendisini doğuran çevre, öteki geniş dünya çevresi olmak üzere iki etkenin etkisi altındadır. Yazar böylece Darwinismi Lorarekism'le tamamlamak üzere sosyal hayata tatbik ediyor. Burada bu iki büyük tabiat alemine dayanırken, Eflatun'un, Thomas Morus ve Campanella'nın, Marx'ın, tabiata ait bu derin keşfi sosyal hayatta aradıklarını söylüyor. Ve bütün sosyal problemlerin ezenlerle ezilenler arasındaki mücadelede toplandığı sonucuna varıyor. Öyleyse Asaf Nef'i'ye göre, Darwin'in düsturu her zaman tatbik yeri buluyor. Fakat toplumsal zulümleri kabul etmek imkansızdır. İçtima-i adalet üzerinde de duruyor. Dr. Ethem, da Spencer'den esinlenmiş ve soyut bir akıl eğitiminin fiili eğitimle tamamlanması gerektiği üzerinde duruyor ve kafaya sadece bilgi doldurmak yerine, yeni bilgiyi aramak gerektiğini söylüyor. Abdullah Cevdet, Fransa'da Le Bon ile tanışmış ve bir eserini daha 1907'de Kahire'de bastırmıştı. Ardından İstanbul'a gelerek çalışmalarına burada devam etti. M. SATI(SATI-EL-HUSRİ): 1884'te San'e da doğmuştur. Ulum-u İçtimaiye'nin kuvvetli yazarlarındandır. Tabiat ilimleri merakı üstün gelmiştir. Öğretmenlik yapmış ancak Abdülhamid dönemindeki baskıdan dolayı bırakmıştır. Esas hedefi, sosyal ilimlere ait yeni bilgileri yaymaktı. Meşrutiyet'ten sonra Maarif'te eğitim sisteminde ilk modern hareketi uyandırdı. Bir yandan yeni eğitim yöntemlerini uygularken, bir yandan bu sistemi öğretecek yayınlar yapıyordu. Eğitim ve psikolojiye dair çeşitli yazılar yazdı. Ayrıca, Ahlaki duygular, uzviyetler ve cemiyetler ve öğretim metodu ve eğitim hakkında da devamlı yazılar yazmıştır. Terbiye ve Aşiyan dergilerini çıkarmıştır. Birincisinde Ziya Gökalp ve Sadrettin Celal ile eğitim konusunda devamlı tartışmalara girdi. Onun fikir hayatında tartışma esaslı bir yer tutuyordu. Eski devrin "tariz" ve "hiciv" şeklini alan tartışmalarından tamamen sıyrılarak, batı yazarları tarzında ciddi ve objektif tartışmayı ilk yapanlardan biri Satı'dır. Etnografya profesörlüğü de yapmıştır. M. Satı, II. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu parçalanınca "Aslının Arap olduğu ve Arap memleketlerinde çalışmasının gerektiği" düşüncesiyle 1919'da İstanbul'dan ayrıldı. 1968 yılında da öldü. Vatan sevgisi üzerine konferanslar verdi. Niçin ger kaldık? Sorusu üzerinde çalışmıştır. İlim ve ahlak terimleri üzerinde durmuş. Bu iki karşıt düşüncenin ikisinin de kuvvetsiz olmadığını söylemiştir. Satı'nın en çok iz bırakan eserlerinden biri, Fern-i Terbiye'sidir. Bu eser, pedagoji ve eğitim ilminde Türkiye'de ilk kitaptır. Skolastik öğretime, eski okul sistemine karşı çıkan, eski okul binaları yerine yeni öğretim ve yeni okulun konması fikrini savunmuştur . O'na göre ıslahat ilköğretimden mi. Yükseköğretimden mi başlamalı? Sorusu bizde ilk doğan maarif meselelerinden biri oldu. | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/tarih/18388-2-mesrutiyet-donemi/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
Untitled document | This thread | Refback | 27-02-2008 14:11 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |