![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #121 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| . Fakat askerlerin giyimi iyi değildi, hatta bir yabancının dediğine göre ordu çıplak denecek derecede kötü giydirilmişti. Taarruz edileceği ve birkaç meydan savaşının yapılması ihtimali düşünüldüğü için bu askerlerin silah, cephane ve gereçlerinin bol olması gerekirdi. Halbuki bunları sağlamak çok güçtü. Gerçi İstanbul depolarında, milli ordunun muhtaç olduğu her çeşit silah, cephane ve gereç vardı. ancak, Müttefiklerin muhafazası altında bulunan bu depolardan faydalanmak imkansız gibi idi. Bununla beraber İstanbul’da, Mondros Mütarekesinden sonra kurulmuş ve çeşitli adlar almış olan bir takım teşekküller, bu depolardan kaçırdıkları veya başka yollarla sağladıkları silah, cephane ve savaş gereçlerini, öteden beri Anadolu’ya gizlice yolluyorlardı. Kaçırılan silah, cephane ve gereçler, küçümsenmeyecek kadar çoktu. Sadece bahaeddin adındaki vatan severin, İngilizlerin muhafazası altında bulunan Maçka silah deposundan kaçırdıkları bile akla durgunluk verecek derecede idi. Yavuz zırhlısından sökülen 88 milimetrelik iki top trenle Arifiyye’ye kaçırılmış, oradan da Samsun’a götürülmüştü. Bu koca topları Yavuz zırhlısından sökmek; kimseye göstermeden trene koymak ve Arifiyye’ye getirmek elbette çok güç bir işti. Fakat Vatanı istilâya uğramış olan Türk milleti, güçlükler karşısında umudunu yitirmiyor ve sonunda bütün engelleri yok etmesini biliyordu. Nitekim, kamaları alındığı için çelik bir borudan başka bir işe yaramaz hale gelmiş olan Türk topları, Türk ustasının ve Türk işçisinin eliyle yeniden işler hale gelmişlerdi. Gerçekten, Eskişehir demiryolu atölyesinde çalışan Ahmet (Akar) adındaki usta, arkadaşları ile birlikte, en ilkel aletleri kullanarak top kaması yapmayı başarmıştı. | ||
![]() |
|
![]() | #122 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bundan başka Eskişehir, Adapazarı ve Ankara’daki yapım yerlerinde, bir topun mermisini başka bir tip topa uydurma imkanları da elde edilmişti. Bu çalışmalar sonundadır ki, yerli “İmalathaneler, ordunun kasatura, bomba, fişek ve kılıç noksanlarını giderecek duruma geldi. Sıkıntısı çekilen bazı silahlar ise, Ruslardan, Fransız ve İtalyanlardan sağlanmaya çalışıldı. Ancak bu, İstanbul’dan silah ve cephane kaçırmaktan daha kolay bir iş değildi. Çünkü Fransa ve İtalya, İngilizlerle hala ittifak halinde idiler. Bu bakımdan serbestçe hareket edemiyor ve açıktan açığa Türklere silah satamıyorlardı. Bununla beraber, öteden beri Türklere karşı pek düşmanca bir tavır takınmamış olan İtalyanlar, işgalleri altında bulunan Muğla ve Antalya’da milli kuvvetlerin teşkilatlanmasına engel olmamış, tersine olarak buralardaki depolarda bulunan Türk silah ve cephanelerinden yardımda bile bulunmuşlardı. Ayrıca Ankara Hükümeti, 1921 Mayıs’ında İtalya’dan, çok sayıda silah alma teşebbüsüne girmişti. Silah ticaretinin serbest bırakıldığı 10 Ağustos 1921 tarihinden sonra ise İtalya’dan daha kolay şekilde silah, cephane hatta uçak sağlanmıştı. Fransa’dan ise bin tane hafif makineli tüfek ile 100 kamyon ve birkaç uçak satın alınmıştı. | ||
![]() |
![]() | #123 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bundan başka Fransızların, silah ve cephaneleri Anadolu’ya nakletmekteki yardımları da büyük olmuştu. Gerçekten, Fransız bayrağı çekmiş olan gemiler, Karadeniz kıyılarındaki Türk limanlarına birkaç defa, Mersin limanına da bir defa silah getirmişlerdi. İşin en ilginç yanı, Fransız gemilerindeki silahları korumaya memur edilmiş olanların Ermeni olmaları idi. Büyük taarruzdan biraz önce Fransızlar, altı tane de lokomotif vermişlerdi. Ankara, silah sağlama hususunda her fırsattan faydalanmak istiyordu. Bundan dolayıdır ki, 13 Aralık 1921’de bir hey’etle birlikte Ankara’ya gelmiş olan “Ukrayna hey’eti reisi yoldaş Frunze ile silah ve askeri gereçler üzerinde 17 ocak 1922’de bazı kararlara vardı, fakat 150 rakkaslı mayın’dan başka bir şey sağlayamadı. Bununla beraber silah ve cephane bakımından Türk ordusu, büyük taarruzdan önce, oldukça donatılmış sayılırdı. Ancak, silah ve cephane cinsinden ele ne geçti ise kullanılmak zorunluğu olduğu için, ordu’da silah birliği kalmamıştı. Çok sakıncalı olan bu hali önlemek için bazı tedbirlere baş vuruldu ve bir birliğe aynı cinsten silahlar verilmeye çalışıldı, buna imkan bulunmadığı takdirde kurslar ve ders tertiplenmek suretiyle o birliğe çeşitli silahların nasıl kullanılacağı öğretildi. Fakat, Türk ordusu, İstiklal Savaşı boyunca hava kuvvetlerinin yokluğunu gideremedi. Gerçi Osmanlılardan kalma uçaklardan bazıları, Türk teknisyenleri tarafından onarılarak çalışır bir hale sokulmuş, “Kartal Müfrezesi” adı ile bir kuruluş meydana getirilmiş ve bu kuruluşun başına geçmiş olan Yüzbaşı Fazıl, 1920 temmuz’unda Uşak cephesinde görev bile almıştı. Fakat bu noktaya varmış olmak, bir hava kuvvetine sahip olmak demek değildi. Çünkü “Kartal Müfrezesi”, uçak sayısı, uçucu ve teknik eleman bakımından bir kuruluş bile sayılamazdı. Bununla beraber Türk Hava Kuvvetleri gün geçtikçe güçlenecek, uçaklarının sayısı artacak, teşkilatı da genişleyecekti. | ||
![]() |
![]() | #124 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gerçekten, 1 Şubat 1921’de Eskişehir’de “Kuvâ-yi Havâiye Müdiriyyet-i Umumiyyesi’nin kurulmasından sonra Türk Hava Kuvvetleri daha düzenli bir şekil aldı. 5 Temmuz 1922’de bu genel müdürlük de kaldırılarak Konya’da “Kuvâ-yi Havâiye Müfettişliği” kuruldu ve bütün bu çabalardan sonra, 1922 Ağustos’unda, “Cephe Tayyare Bölüğü”nün işe yarar uçak sayısı ancak 10’a varabilmişti. Ulaştırma araçları bakımından ise Türk ordusunun durumu büsbütün kötü idi. Çünkü, elde bulunan çok sayıdaki otomobiller hariç, Türk kuvvetlerinin ulaştırma araçlarını, çocuk, kadın ve ihtiyar erkeklerin sürdükleri develerle öküzlerin çektikleri kağnılar teşkil ediyordu ve bunların sayısı da yeteri kadar değildi. Fakat tamamlanması için büyük bir çaba harcanıyor ve her çareye baş vuruluyordu. İşte en uzak yerlerdeki silah, cephane ve Ermenilerin yenilmesinden sonra o cephedeki bazı toplar ile savaş gereçleri hep bu araçlarla taşındı, askeri birliklerin bir yerden başka bir yere nakli ise çok zaman yürüyüşlerle yapıldı. | ||
![]() |
![]() | #125 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Büyük zaferden önce Genelkurmay Başkanlığı ile Batı Cephesi, Ordular, Kolordular komutanlıklarına ve bazı süvari birliklerine birer telsiz telgraf verilebilmişti. Ancak bunların ağır olanları, mandalarla çekilip götürülmekte idi ki, bir yerden öteki yere nakilleri çok zaman kaybına sebep oluyordu. Birliklerin birbirleriyle olan konuşmaları daha çok telefon ve telgrafla yapılmakta idi. Türk ordusunun sıhhi teşkilatı, bir çok eksiklerine rağmen, büyük bir savaşın doğuracağı sonuçları karşılayabilecek duruma gelmiş bulunuyordu. Onun için, 1922 yazında; taarruz etme gücünü kaybetmiş olan Yunanlılar karşısında Türkler, şimdiye kadar olduğundan çok farklı idiler. Gerçekten 1922 temmuzunda Türk ordusunun piyadeye mahsus cephane sayısı 22 milyon, topçu mermisi de 53316’ya yükselmişti. Büyük taarruz başlamadan biraz önce Türk ordusu, 8659 subay, 199283 er, 100352 tüfek, 2025 hafif makinelitüfek, 839 ağır makinelitüfek, 323 top, 5282 kılıç, 10 uçak, 198 kamyon, 35 otomobil’e sahip bulunuyordu. Buna karşılık Yunan ordusunda 6565 subay, 218432 er, 190000 tüfek, 3139 hafif makinelitüfek 1280 ağır makineli tüfek, 418 top, 1280 kılıç, 50 uçak, 4036 kamyon, 1770 otomobil bulunuyordu. | ||
![]() |
![]() | #126 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İşte iki ordu, bu kadroları ve bu güçleriyle karşılaşacak ve Türk ordusu ötekini yok edecekti. Bu yok edişte Türk milli müfrezelerinin payı ise küçümsenemeyecek kadar büyüktü. Gerçekten, Yunan işgal bölgesi içinde bulunan ve 1922 şubat’ında Türk milli ordusuna bağlandıklarını açıklayan bu müfrezelerin, “En çok faaliyet gösterdikleri yerler, Bandırma, Biga, Sındırgı, Bigadiç, Akhisar, Manisa, Ödemiş, Tire, Nazilli, Alaşehir, Simav ve Akdağ yöreleri idi. Özellikle Çerkes Ethem kuvvetlerinden ayrılmış bulunan Parti Pehlivan Müfrezesi, Emet yöresinde Yunanlıları ciddi surette işgal etmişti. Büyük taarruz başlar başlamaz bu milli müfrezelerin, halkla birlikte Yunanlılara karşı giriştikleri hareketler pek yıkıcı olacak, telefon ve telgraf hatlarını kesmek suretiyle Yunan ordusunu muhabere imkanından yoksun bıraktıkları görülebilecektir. Bütün bu açıklamalardan sonra sözlerimizi özetleyecek olursak görürüz ki, Türk ordusunun donatılmasında savaşa hazırlanmasında ve zaferin kazanılmasında, en büyük rütbedeki Türk komutanları ile en küçük rütbedeki subayların ve erlerin, bu arada milli müfrezelerin, gizli teşkilatların, silah ve cephaneleri depolardan kaçıran kişilerin, bu silah ve cephaneleri denizlerin azgın dalgalarını ve öteki tehlikeleri de hiçe sayarak Anadolu kıyılarına götürenlerin, yine bu si1ah ve cephaneleri ücret almadan gerekli yerlere taşıyanların elbette büyük bir payı vardır. | ||
![]() |
![]() | #127 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gazi Mustafa Kemal Paşa, “İzmit, Adapazarı istikametinde bir seyahat vesilesiyle” , 16 Haziran 1922’de yola çıkarken, Yunanlılara taarruz etme kararını vermiş ve bu kararından yalnız Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) ve Milli Savunma Bakanı Kazım (Özalp) Paşaları haberdar etmiş bulunuyordu. Yola çıkmadan önce Fevzi Paşa ile görüşen ve Sarıköy tren istasyonuna kadar Kâzım Paşa ile birlikte seyahat eden Mustafa Kemal Paşa, orada İsmet Paşa’nın da katılması ile bir toplantı yapmıştı. Bu toplantı sonundadır ki, paşalar, taarruz hazırlıklarının acele tamamlanması hususunda bazı kararlara vardılar “Hareket ve taarruz “Hareket ve taarruz plânı ise çok önceden tespit edilmiş bulunuyordu. Taarruzda ana fikir, Türk kuvvetlerinin büyük kısmını, “Düşman cephesinin bir cenahında ve mümkün olduğu kadar cenah-ı haricisinde toplayarak bir imha meydan muharebesi” yapmak olduğu için Genelkurmay Başkanlığı Türk Kuvvetlerinin büyük kısmını, “Düşmanın Afyonkarahisar çevresinde bulunan sağ kanat grubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan sahada” toplayacak şekilde bir plan hazırlamıştı. | ||
![]() |
![]() | #128 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu plan, “Düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden” bir plandı ve yine bu plana göre Türk kuvvetlerinin çarpacağı hat, “Düşmanın en hassas ve mühim” yeri idi. Plan ve taarruz tarihi o kadar gizli tutuluyordu ki, cepheyi son defa teftiş etmek ve hazırlıkların tam olup olmadığını anlamak istiyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu teftişini bile saklamak lüzumunu duydu ve bu sıralarda Konya’ya kadar gelerek kendisini görmek isteyen ünlü İngiliz generali Townshend’le görüşmek için Ankara’dan bir iki gün ayrılacağını bir yazı ile hükümete bildirdi. Bu yazının tarihi 24 Temmuz idi. Halbuki o, 23 Temmuz’da Ankara’dan ayrılarak o gün akşam üstü Batı Cephesi Karargahı’nın bulunduğu Akşehir’e gelmiş ve İsmet Paşa ile buluştuktan sonra “Harekat hakkında, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisinin huzuriyle görüşmeyi” uygun görmüştü. 24 Temmuz’da Konya’ya giden ve General Townshend ile görüşen Mustafa Kemal Paşa 27 Temmuz’da Akşehir’e döndü. 25 Temmuz’da Fevzi Paşa da Akşehir’e gelmişti. Bu suretle Mustafa Kemal, Fevzi ve ismet Paşalar, 27/28 Temmuz 1922 gecesinde bir toplantı yaptılar, taarruz işini konuştular ve “Tespit edilmiş plan mucibince, taarruz etmek üzere, 15 Ağustos’a kadar bütün hazırlıkların ikmaline çalışmayı” kararlaştırdılar. Ertesi gün yani 28 Temmuz’da subaylar arasında bir futbol maçı tertiplendi ve bu maçı seyretmek bahanesiyle “Ordu komutanları ile bazı kolordu komutanları Akşehir’e davet” edildiler | ||
![]() |
![]() | #129 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| . İşte 28/29 Temmuz gecesi, huzurunda toplanan bu komutanlarla Mustafa Kemal Paşa, “Umûmi bir tarzda taarruz hakkında müdavele-i efkâr” etti. Ertesi gün Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve ismet Paşalarla birlikte, “Taarruzun tarz ve teferruatını tespit” ettikten ve 1 Ağustos’ta Akşehir’e gelmiş olan Milli Savunma Bakanı Kâzım (Özalp) Paşa ile de ilgili işler üzerinde görüşüp gerekli direktifleri verdikten sonra Ankara’ya dönmüş ve 4 Ağustos’ta taarruz kararını hükümete duyurmuştu. Bunun üzerine hükümet, meseleyi müzakere etmiş, tartışmış ve sonunda Başkomutanlığın taarruz kararına, “Bütün avâkıbini nazar-ı dikkate almak suretiyle” katılmıştı. Fakat taarruzun hangi gün yapılacağını hâlâ kimse bilmemekte idi. Bununla beraber Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa, 6 Ağustos 1922’de, gizli olarak ordulara taarruz hazırlık emrini verdi. 8 Ağustos’ta da, İkinci ordu Komutanlığı ilginç bir takım tedbirler aldı. Fakat bütün bu hareketler, büyük bir gizlilik içinde yapılmış olmasına rağmen yine de etrafta Türklerin bir Taarruz hareketine girişecekleri söylentileri dolaşıyordu. Nitekim “Roma Mümessili Celaleddin arif Bey”, 27 Temmuz 1922 tarihli yazısında, Yunanlıların İngilizlere baş vurarak, 15 Ağustos’a doğru Türklerin taarruza geçeceklerini söylediklerini, bu sebeple de Türk-Yunan meselesinin bir an önce halledilmesini veya “Muâvenet-i maddiyye’de” bulunulmasını istediklerini bildiriyor, bu yüzden bir haftadan beri İngiliz ve Fransızların telaş içinde olduklarını belirtiyordu. | ||
![]() |
![]() | #130 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çünkü Türk ordusu, o anda düşmanlar için korkulacak bir hale gelmiş bulunuyordu. İşte Türk ordusunun düşmanı ezebilecek bir güç ve kuvvete kavuştuğu bu sıralarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkiye meselesini barışçı yollardan halletmenin mümkün olup olmadığını anlamak üzere bir defa daha İtilâf Devletleriyle yakından teması gerekli gördü ve bu sebeple de İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) Bey’i Avrupa’ya gönderdi. Fethi Bey, Batı’daki “Ricâl-i siyâsiye ile görüşmek ve müzakerata girişmek ve te’sis-i sulh için, her şeyi yapmak için, selâhiyyet-i kâmiliye mâlik bulunuyordu”. 18 Temmuz’da Marsilya’ya varan ve 23 Temmuz’da Paris’te Poincaré ile görüşen Fethi bey o gün gazetecilere, “Zaferi kazanabiliriz fakat kan dökmekten çekiniyoruz” demişti. O, 30 Temmuz’da Londra’ya gitti. Fakat orada ne Balfour ne de Lord Curzon ile görüşmesi mümkün oldu. Sadece 4 Ağustos 1922’de Foreign Office’de Vansittart, Fethi Bey’i kabul etmiş ve” İngiltere şimdi müzakere istemiyor” demek suretiyle bütün barışçı yolları kapatmıştı. Nitekim 9 Ağustos 1922’de Havas – Reuter, “Fethi Bey’in Londra ziyaretinin akim kaldığını” bildirmişti. anlaşılıyordu ki. İngilizler, bir insanlık duygusunun etkisi altında Türkler tarafından yapılan bu barışçı teşebbüsü, bu yolda değerlendirmemiş ve bunu bir za’fın sonucu olarak kabul etmişlerdi. Buna rağmen Fethi Bey, teşebbüslerinden vazgeçmedi ve Foreign Office’de 14 Ağustos’da Müsteşar Tyrrell ile görüştü, açıklamalarda bulundu. Tyrrell bu istekleri Dışişleri Bakanına ileteceğini söylemişti. Fakat Fethi Bey’deki izlenimler olumlu değildi. Onun için, barış yolu ile Türk meselesinin halledilemeyeceğine tamamıyla inanmış olan Fethi Bey, hükümete verdiği raporda, “Milli maksatlarımızın sağlanması ancak askeri faaliyetlerle kabil olabilecektir, başka tetkika, başka tefsire mahal yoktur” demek suretiyle kanaatlerini açıklamıştı. Avrupa’daki öteki Türk temsilcilerinin gönderdiği raporlarda da Fethi Bey’in kanılarına uygun bilgiler vardı. “Bunun üzerine Başkumandanlık, teşebbüs ât-ı muslihâne ve siyasiye icabı olarak, fi’le koymayı te’hir ettiği taarruz kararını fi’len mevkı’-i tatbîka vaz’a ve taarruzu icraya karar verdi” ve verilen tarihi kararı uygulamak üzere M. K. Paşa 17/18 Ağustos gecesi Ankara’dan ayrılarak Otomobille Tuzçölü üzerinden Konya’ya” gitti. Onun Ankara’dan ayrıldığını bir kaç kişiden başka bilen yoktu | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |