![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Müzeler Resim ve Heykel Müzesi Atatürk'ün emriyle Resim ve Heykel Müzesi, Dolmabahçe Sarayı veliaht dairesinde düzenlenerek 20 Eylül 1937'de açıldı. Müze, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ayrı bir müdürlükle yönetilir. Deniz Müzesi Türk Deniz Kuvvetleri Müzesi -eski maliye binası- Osmanlı döneminden itibaren deniz fen ve sanatını içeren tarihten başlayarak bir çok tarihi belgeyi bünyesinde saklayan, Türkiye’nin önemli bir müzesidir. Müze, semtin iskeleleri karşısında başlayarak Beşiktaş'ta Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi’ne kadar uzanmaktadır. Deniz Müzesi tarih, sanat ve tekne yapı tekniği bakımından, dünyada eşine rastlanmayan bir koleksiyonu barındırır. Tarihi saltanat kadırgası ve öteki büyük yapılı tekneler yerin yetersizliği nedeni ile bu gün ziyaretçilere gösterilmemektedir. Müzede bulunan, Osmanlı padişahı IV. Mehmed'in Boğaziçi gezilerinde kullanılan kadırga, zamanının pek sanatkarane inşa edilmiş bir şaheseridir. O zamanlar bu sanatta çok ilerde bulunan Venedik ve İspanyollar'ın da hayranlıklarını saklayamadıkları bu kadırga, Türklerin sahip olduğu ince zevki tanıtması bakımından önemlidir. Türbeler Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi Beşiktaş'ta, Sinan Paşa Camii karşısındaki türbeyi Mimar Sinan yapmıştır. Sekiz köşeli, tek kubbeli ve alt üst pencerelidir. Sandukanın üstüne yukardan asılmış ve üzerinde Zülfikar resmi bulunan yeşil zemin ipekli kumaştan yapılmış bir sancak bulunmakladır. Tuzbaba Türbesi Türkali Mahallesi'nde, Uzunova Caddesi'nde bulunur. Fatih Sultan Mehmed'in Tuzcubaşısı’na ait olan türbe, kare planlı ve üzeri basık kubbeli bir yapıdır. Kapısı güney duvarında bulunmaktadır. Ayrıca kuzey ve güney duvarlarında bir, batı duvarında ise üç tane pencere vardır. Türbenin içinde sadece merhumun ahşap sandukası bulunur. Ramazan ayı içerisinde önemli bir yer kabul edilerek ziyaret edilir. Yahya Efendi Türbesi Yahya Efendi’ye büyük sevgi ve saygısı olan II. Selim tarafından, kabrinin üzerine yaptırılmıştır. Mimar Sinan tarafından kare bir plan üzerine tek kubbeli olarak yapılmıştır. Türbede Yahya Efendi'den başka karısı Şerife ve annesi Afife Hatunlarla oğlu Ali ve diğer şeyhler ve bazı sultanlar gömülüdür. | ||
![]() |
|
![]() | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Camiler Abbas Ağa Camii Beşiktaş'ta Abbasağa Mahallesi’nde Darüssaade Ağası (Kızlar Ağası) Abbas Ağa tarafından 1655'te kuruldu. II. Mahmud zamanında tamir edildi. Duvarları kagir ve çatısı ahşap olan camide Hünkar mahfili vardır. Caminin yanında 1637 tarihli çeşme bulunur. Sinan Paşa Camii Beşiktaş İskelesi karşısındadır. Kurucusu 1548-1550'de Kaptan-ı Derya olan 1553'te ölen Vezir Sinan Paşa'dır. Mimar Sinan'ın eseri olan bu cami dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuştur. Merkezi kubbe kemerlerle altı köşeli bir şekilde sütunlara dayandırılmış olup iki yanda ikişer kubbe bulunur. Kurulduğundan bu yana çeşitli tarihlerde onarım görmüştür. Mabedin son cemaat yerini medrese çevreler. Tek minareli olan caminin Hünkar mahfili yıkılmıştır. Sinan Paşa Camii Şadırvanı 1555'te Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sinan Paşa Şadırvanı'nın üstü havuzdaki suyun kirlenmemesi için mermer eteklikle kapatılmıştır. Mermer eteklik ve sütun başlıkları 16. yüzyıl Osmanlı işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Orhaniye Kışlası Camii Yıldız Sarayı'nın arkasındadır. II. Abdülhamid tarafından 1884'te kışlanın ortasında tek kubbeli ve minaresi önde olarak yaptırılmıştı. Yahya Efendi Camii Yahya Efendi Mahallesi’ndedir. Yahya Efendi tarafından kurdurulmuştur. Camide Hünkar ve Müezzin mahfilleri vardır. Minberini Validezade Ahmet Efendi yapmış, Abdülaziz ve II. Abdülhamid camiyi onartmıştır. Yahya Efendi Tekkesi Yıldız Mahallesi'nde, Çırağan Caddesi'ne bağlanan Yahya Efendi Çıkmazı’nda bulunur. Döneminin alim ve mutasavvıflarından olan Şeyh Yahya Efendi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından kendisine tahsis edilen arazide, bir külliye niteliğindeki bu tekkeyi tesis ettirmiştir. Şeyh Efendi'nin 1570'teki vefatını takiben, kendisine büyük saygısı ve sevgisi olan II. Selim, kabri üzerine bir türbe yaptırmakla kalmamış, aynı zamanda tekkeyi genişleterek yeniden inşa da ettirmiştir. II. Abdülhamid döneminde tekkenin mensubu olan Hacı Mahmut Efendi, 1901'de binanın cümle kapısına bitişik bir kütüphane yaptırmış, 1903'te de tekkeye çıkan yokuş üzerindeki çeşmeyi yeniletmiştir. Bina, 1925'te tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak kullanılmıştır. Adı geçen kütüphane, tek katlı, dikdörtgen planlı, basit bir yapıdır. Cümle kapısını izleyen ve iki taraftan hazire ile kuşatılmış olan yolun sonunda, tekkenin ana binası bulunur.* Dolmabahçe Camii (Bezmialem Valide Sultan Camii) Dört duvarı Valide Sultan zamanında yapılan cami Sultan Abdülmecid tarafından tamamlanmıştır. Caminin, kurdurucusu II. Mahmud'un hanımı Bezmialem Sultan’dır. Mimarı Sarkis Balyan Kalfa’dır. İnşaat 1852'de başlayıp bir yılda tamamlanmıştır. Bina ampir ve barok melez üsluptadır. Kare bir planda olan cami yüksek tek kubbelidir. Önünde çeşitli odalardan meydana gelen Hünkar dairesi bulunur. | ||
![]() |
![]() | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bezmialem Valide Sultan Çeşmesi 1839 yılında Sultan Abdülmecid tarafından annesi adına yaptırılan bu çeşme Beşiktaş-Maçka arasında, Spor Caddesi yolu üzerindedir. Ayna taşı üzerindeki kabartma süsleri ve çeşitli motifleriyle dikkati çeker. Kitabeleri o devrin ünlü şairlerinden Şükrü ve Ziver Efendilere aittir. Dolmabahçe Dolmabahçe, İstanbul'un geçmişi ile şimdiki zamanını kucaklaştıran ünlü semtlerden biridir. Fatih donanmaları ilk kez burada karaya ayak basmıştır. Dolmabahçe semti, bir söylentiye göre, I. Ahmed diğer bir söylentiye göre de II. Osman zamanında körfez doldurularak denizden kazanılan toprak parçasıdır. Dolmabahçe Sarayı Beşiktaş'taki Dolmabahçe Caddesi üzerindedir. Önceleri “Beşiktaş Saray-ı Hümayun”u adıyla anılmıştır. Dolmabahçe Sarayı, kara tarafında yüksek duvarlarla çevrilidir. Bugün kapılarının açıldığı bahçeler içinde geniş cephesini denize veren "L" biçiminde bir ana yapıdan oluşmaktadır. Bundan başka ayrı bir küçük saray olan Veliaht Dairesi ile Mefruşat ve Muhafızlar Dairesi, Hareket Köşkleri, Camlı Köşk ve diğer küçük pavyonlar bahçenin içindedir. Saray bahçeleri dört bölümde düzenlenmiştir. Ön bahçe, kareye yakın bir dikdörtgen biçimindedir. Ana yapı, kıyı boyunca denize paraleldir. Sarayın hünkar dairesi bölümündeki iki büyük salon, dekorasyonlarının hakim renginden ötürü "Mavi Salon" ve "Pembe Salon" olarak anılmaktadır. Dolmabahçe Saat Kulesi Dolmabahçe Sarayı'nın saltanat kapısı ve Dolmabahçe Camii arasında bulunur. II. Abdülhamid tarafından 1890-1894 arasında yaptırılmıştır. Kulenin mimarı olarak çeşitli kaynaklarda Balyan ailesinin değişik üyeleri gösterilir. Kulenin yüksekliği 30 metreye yakındır. Her katta biraz daha daralarak yükselir. 94 basamaklı spiral bir taş merdivenle çıkılır.* Dolmabahçe'ye dair bir hatıra Çelik Gülersoy, Dolmabahçe'ye dair bir hatırasını şu şekilde ifade ediyor: "İstanbul'a geldiğimiz 1933 yılında kısa bir süre, Kariye'de oturmuşuz. Az sonra da "daha havadar" bir semt olan Yıldız'a taşınmışız. O tepeye çıkış gerekçemiz, bu: Havadar oluşu. Yalnız tepeye, hiçbir "vesait-i nakliye" çıkmıyor. Beşiktaş'a kadar tramvayla geleceksin. Orada inip, çarşı içinden "Maşuklar Yokuşu'na" tırmanacaksın. | ||
![]() |
![]() | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| "Mütekait yüzbaşı peder", İstanbul tarafından gelirken, tramvaydan Beşiktaş'ta değil, iki durak önce Kabataş'ta inip, oradan ötesini yaya gidermiş. Mevsim yaz ise, sırtında tiril tiril sadakor elbisesi, boynunda papyonu, elinde bastonu, sarayın arkasındaki yol boyunca, ağır ağır yürürmüş. Bu dizi ağaçları o kadar seviyor. Gelir, anneme de anlatırmış, o gün yaptıklarını, tekaüt maaşını nasıl kırdırdığını, Fatih'teki konakta valdesini nasıl ziyaret ettiğini, Bahçekapısı'ndaki Orozdibak'tan ne aldığını kısa geçer, illa da uzun uzun, o serin yolun yaz sıcağında kendisini nasıl açtığını, güneş vurmuş yemyeşil dalların tepede nasıl da ışıdığını, bir masal gibi nakledermiş. Onun yürüdüğü yıllarda bu cadde, gerçekten bir masal bahçesi halindeydi. 15-20 dakikada bir tramvay, ancak geçer gider; belki saatte bir de, bu sahnede bir otomobil gözükürdü. Lastik pompa kornası ile van-van ederek ve parke taşları üzerinde biraz hoplayarak o da kayboldu mu, o ulu ağaçlar, serin gölgeler ve kuş sesleri, artık hepten sizin olurdu. Bu zevki, aklım erdiği yıllarda, dolu dolu ben de yaşadım çünkü. 1940'lar sonunda okulum, Ayazpaşa yamacındaki "Beyoğlu Erkek Lisesi" idi. Evimiz gene Yıldız'da. Çoğu gün tramvaya binmez, özellikle dönüşleri, buradan geçerdim. Beni 1935'te ben 5 yaşındayken bırakıp gitmiş babamı düşünerek, gökten tepeme yağan o serin ve yemyeşil gölgeleri yudum yudum içerek, kuş cıvıltılarını ruhuma sindirerek 40'larda o yoldan yürüyenler, ancak birkaç kişi olurduk. Ama bu ağaç tüneli ile asıl başbaşa kalışım, bir kış gecesine rastlar. 1956 yılının kışı çok şiddetli olmuştu. Birçok günler dolu dolu yağan kar, sonunda yaşamı durdurdu. Taşıtlar işlemez oldu. Askeri kamyonlar halkı taşıdı. Şubat ayının bir akşamı, Tepebaşı'ndaki bürodan dönüyorum. Taksim Meydanı karlı bir çöle benziyor. Göz, gözü görmüyor. Kurumun adını verdiğim bir polis, zorla bir taksiyi çevirerek beni bindirdi. Ayazpaşa'dan indik. Ortalıkta polis kalmayınca, adam beni Dolmabahçe Meydanı'nda bıraktı. Karaköy'e savuştu gitti. Hayatımda bunun kadar şükrettiğim bir aksilik ve de bir yalnızlık bilemiyorum. Bütün Dolmabahçe'de, tek Allah'ın kulu bendim. Sesler durmuş, kar lapa lapa iniyor, Tanrı'ya şükür, lamba direkleri yanıyor ve bizim yol, önümde binbir gece masalı gibi uzanıyor ya da bir Rus ressamının fırçasından çıkma duvar boyu bir tablo gibi açılıyordu. Tipiden değil, resmin güzelliğinden nefesim kesilerek, diz boyu kar altında uzun uzun durup, ağaçlarımızı seyrettim. O Şubat gecesini şimdi yazarken, burnumun direğinin sızladığını ve gözlerimin buğusundan, satırları iyi göremediğimi eklemek zorundayım. Yandığım nedir pekiyi? O eski karlı, tatlı kışlar mı? O tenha İstanbul mu? Ya da uçup giden yıllarım mı? Belki bunların hepsi. Kim eylemiş bu hayrı buraya? Yani bu ağaçları, kim dikmiş? Umulur ki, Padişah Abdülmecid ya da Mimar Balyan süslemiş olsun, Sarayın arkasını. Romancı Halit Ziya Uşaklıgil ise, politik anılarında, kendisinin diktirdiğini yazar, 1910'ları anlatırken. Her kim ettiyse bu hayrı, makamı cennet olsun. Ama yeni İstanbul'a ait her yazının, bir feryatla bitmesi kader midir? Sarayın yöneticisi Mimar İnce, geçen yıl bahsetmişti. Bizim çınarlar, içten içe çürüyormuş! Bir tanesi kaldırıma devrilmiş. "Ağaçlar ayakta ölür". Bu böyledir ama: İstanbul'un çınarları, eskiden bin yıldan fazla yaşardı, sonra yine ayakta çürürdü. Eskiden. Yani yollara lök-lök asfalt dökülmeden. Kaldırımlara silme beton çekilmeden. Taşıt selleri, yolu kurşun dumanına boğmadan. Ve hoyrat ve duygusuz evlatları, gaz, ışık, su ve telefon için, döne döne ve bir kez bile aralarında anlaşmadan, ayrı ayrı, yolları kaza boza delik deşik etmeden, önceki zamanlarda. | ||
![]() |
![]() | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yıldız Parkı ve Kasırları Yıldız Parkı, Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki yamaçlar üzerinde oluşturulmuştur. Defne ağaçlarının ve yeşilinin bolluğu ile dikkati çeken parkı, bugün Beşiktaş Semti’nin oksijen kaynağıdır. Yıldız Parkı'nın tarihinde, özellikle 18. yüzyılda yaşamış olan ve başta lale olmak üzere her türlü çiçeğin tarla halinde ışıklandırılmasına dayanan gece eğlenceleri meşhurdur. Abdülhamid'in hallinden sonra koruluk, kapılarını herkese kapattı. Günümüzde ise koru halka açık mesire yeri, köşkler ise çay bahçesi ve lokanta olarak kullanıma sunulmuştur. Yıldız Sarayı Beşiktaş İlçesi’nde, sahilden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. Bu bölge Kanuni döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar için bir avlanma yeri olmuştur. Saray arazisi ile ne oranda örtüştüğü kesin olarak bilinmese de "Civan Kapucıbaşı Bahçesi", "Kazancıoğlu Bahçesi" adını taşıyan Beşiktaş'ın bahçe ve korulukları büyük olasılıkla Yıldız Sarayı arazisini de içermekteydi. Bu bahçeler I. Ahmed döneminde (1603-1617) hadaik-i hassa (padişah bahçeleri) arasına katıldı. Bundan sonra bölgeye değişik zamanlarda, ihtiyaç dahilinde bir çok bina eklenmiştir. Devrinin en mûtena yapıları arasında sayılabilecek olan bu mekanlar, burayı yapı bakımından bir kompleks haline getirmiştir. Yıldız Sarayı Saat Kulesi Yıldız Camii avlusunun güneybatı köşesinde bulunur. 1890 yılında yaptırılmıştır. Oryantalist ve neogotik karması olan bir tasarımı vardır. Köşeleri kırık bir kare plan üzerinde yükselen, üç katlı kuledir. Sivri ve dilimli bir kubbe ile örtülüdür. Örtü kısmında yine dilimli kemerli çatı pencereleri bulunur. Çadır Köşkü Günümüzün Yıldız Parkı içindeki iki tarihi köşkten biridir. Çelik Gülersoy'un kaleminden köşkün özellikleri şu şekildedir: "Alçak tavanlı bir zemin kat ile üzerindeki tam tek katta, ortada bir giriş holü ve yanlarda iki odadan oluşan köşk, Çırağan Sarayı'nın 1871'de inşa edilen binası ile beraber, onun arka bahçesinde günü birlik geziler için yapılmış, bu sebeple yatak odası ve banyo tertibatı olmayan, bir "seyir köşkü" idi. | ||
![]() |
![]() | #17 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Köşk, Cumhuriyet yılları boyunca kapalı kaldı. 1940'ta zamanın valisi Dr. Lütfı Kırdar'ın Çırağan Sarayı'nın arka bahçesini (Yıldız Sarayı'nın ara duvarına kadar) Maliye Bakanlığı’ndan İstanbul Belediyesi'ne devrettirerek "Yıldız Parkı" adı ile halka açması ile tekrar gündeme geldi ve basit bir onarım gördü. I949'da köşk, belediye tarafından, Beyoğlu'nun en seçkin iki pastanesinden biri olan Markiz'in işleticisi Avedis Çakır'a kiraya verildi. Çakır, burayı yine basit bir şekilde onarttı, denize bakan ön terası betonlayarak, ortaya zemini fayanstan bir dans pisti yaptırdı ve köşkün içini de kendi mali imkanlarının ve o devrin sınırlı görüşlerinin elverdiği kadar döşedi. 1960 askeri darbesinin yönetimi, bu kullanımı uygun bulmayarak, köşkü boşalttırdı. Birkaç yıl sonra TBMM Başkanlığı, Ihlamur Kasrı’nda dönemin valisi Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay'ın kurmuş olduğu Tanzimat Müzesi'ni zorla tahliye edince, Gökay'ın girişimi ile bu müze, boş Çadır Köşkü'nde kuruldu. Bu kullanım binanın sağlığı için iyi bir tercih olmamıştı. Çünkü kapatılan panjurlar ve pencere içlerine gerilen siyah kumaşlarla güneş ışığı ve hava akımı engellenmiş oluyordu. Köşkte merkezi ısırma donanımı da olmadığı için, bina içeriden çürüdü, zemin parkeleri çökmeye başladı. Çatı akıntıları, tavan ve duvar süslemelerinin dökülmesine neden oldu. 1979'da İstanbul Belediyesi ile imzalanan protokolle Yıldız Parkı'nın ıslahı ve içindeki Malta ve Çadır köşklerinin onarımı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından üstlenildi. Malta Köşkü restore edilip döşenerek, halka açık çay salonu haline getirildi, fakat müze hemen tahliye edilemediği için, Çadır Köşkü'ne el sürülemedi, sadece çevresi onarılıp önündeki teras çiçek tarhları yapılarak, zemin çimentosu sökülüp traverten taşı kaplanarak ve döküm fenerleri dikilerek, çay bahçesi haline getirildi. Daha sonra yine Turing Kurumu'nun teklifi ile Tanzimat Müzesi için Gülhane Parkı’nda kurumun bir bina yaptırıp bütün objeleri elden geçirterek oraya nakletmesi ve Çadır Köşkü'nü restore ederek kafe olarak halka açması çözümü kabul edildi." Malta Köşkü Abdülaziz döneminde yaptırıldığı bilinen Malta Köşkü, açıldığı panorama sebebiyle Çırağan Sarayı'nın cihannüması sayılabilirdi. Ortada bir merkezi mekan ve yanlarda buraya açılan hacimler ve öbür eksen üzerinde de çift kollu bir merdiven bulunmaktadır. Şale Kasrı Yıldız Sarayı'nın en görkemli yapılarından biridir. Kayıtlarda Merasim Köşkü olarak da geçer. Yapı dört aşamada gerçekleştirilmiştir. Yemek salonunun tasarımı ve bezemesi Sarkis Balyan'a aittir. Beşiktaş'taki diğer saraylar, köşkler ve kasırlar Ihlamur Beşiktaş'ta bulunan bir mesire yeriydi. Batısında Teşvikiye-Nişantaşı sırtları, doğuda Balmumcu-Yıldız sırtları, kuzeyde Gayrettepe-Mecidiyeköy yamaçları arasında kalan vadidir. “Ihlamuraltı Mesiresi” de denirdi. Günümüzde, Ihlamur Kasrı ve içinde bulunduğu bahçe hariç dört bir yanı blok apartmanlar ve sitelerle dolmuş olan bu vadinin kuzey kesimine, buradaki çiçek bahçelerinden dolayı eskiden “Fulya Deresi” adı verilirdi. Bugün derelerden, çeşmelerden, yeşilliklerden ve çiçek bahçelerinden eser kalmamış olan bu alanda, beton bloklardan oluşan siteler bulunmakta, semt ise, eski adıyla "Fulya" diye anılmaktadır. Ihlamur Kasrı Beşiktaş ve Nişantaşı arasındaki vadide yer alan Ihlamur Mesiresi'ndeki kasır. Buraya Abdülmecid tarafından Niğogos Balyan'a “Merasim Köşkü” ile “Maiyet Köşkü” olarak adlandırılan iki kasır yaptırılmıştır. Bunlardan Merasim Köşkü, asıl Ihlamur Kasrı'dır. Yüksek bir subasman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan inşa edilmiştir. Merasim Köşkü'nün biraz ilerisinde bulunan Maiyet Köşkü daha sade bir yapıdır, iki katı olan bu yapıda, giriş cephesinde iki kollu bir merdiven bulunmaktadır. Girişin ortasında bir hol ve merdivenler ile köşelerde 4 adet oda yer almaktadır. | ||
![]() |
![]() | #18 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çırağan Sarayı Beşiktaş ile Ortaköy arasında, adıyla anılan cadde üzerindedir. Beşiktaş merkezin bir parçası durumundadır. Abdülaziz 1861'de tahta çıktığında bu sarayı yaptırmıştı. Mimarı Sarkis Balyan kalfadır. Padişah bu binada ancak dört yıl oturabilmiştir. Abdülhamid döneminde saray, bir önceki padişah V. Murad'a tahsis edildi. Ardından 3 Kasım 1909'da Sultan V. Mehmed Reşat'ın mekanı oldu. Fakat iki ay sonra tutuşarak dört duvar haline geldi. Yıllarca harabe halinde kaldıktan sonra, 1987'de Alman turizm şirketi Kempinsky'nin işletmesine verildi. Feriye Sarayları Çırağan Caddesi üzerinde yer alır. Günümüzde Galatasaray Üniversitesi ve Kabataş Lisesi'nin kullanımındadır. Bu saraylara Feriye denmesinin sebebi, padişahın oturduğu esas sarayın yanında ikinci derecede önemli yapılar olmasındandır. Deniz tarafında üç ana bina, bir cariyeler koğuşu ve iki katlı küçük bir binadan oluşan yapılar topluluğunun arkasında, yol tarafında ek binalar yer alır. Beşiktaş Mevlevihanesi Galata ve Yenikapı Mevlevihaneleri’nden sonra İstanbul'da kurulan üçüncü Mevlevi dergahıdır. Boğaziçi'nde Çırağan Sarayı'nın bulunduğu yerde inşa edilmişti. Mevlevihanenin tarihi geçmişi, Ekrem Işın'ın ifadeleriyle şu şekildedir: "1622'de Sadrazam Ohrili Hüseyin Pasa tarafından yaptırılan dergah, 1867'ye kadar Beşiktaş'ta faaliyet göstermiş, bu tarihte Çırağan Sarayı’nın inşası nedeniyle yıktırılarak önce Fındıklı'da Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na ve buradan da I87l'de tamamlanan Maçka'daki binasına geçmiştir. Ancak 1874'te askeri kışla yapımı için bu dergâh da yıktırılınca, geçici olarak Eyüp'teki Hatab Emini Mustafa ve Hüseyin efendilere ait yalılara taşınmış, daha sonra inşası 1877'de biten Eyüp Bahariyesi'ndeki yeni yapılarına yerleşerek 1925'e kadar Bahariye Mevlevihanesi adı altında faaliyetlerini sürdürmüştür. Beşiktaş Mevlevihanesi'nin kurucusu Ohrili Hüseyin Paşa. 17. yüzyılın önde gelen devlet adamlarındandır. Bostancı ocağından yetişerek sadrazamlığa kadar yükselmiş, fakat 1622'de Dilaver Paşa'nın yerine ikinci defa bu makama getirilmiş ise de II. Osman'a karşı düzenlenen Yeniçeri ayaklanması sırasında daha görevine başlayamadan katledilmiştir. Bu beklenmedik ölümle birlikte, devlet adamları tarafından İstanbul'da Mevlevi dergahı kurma geleneği de son bulmuş, dolayısıyla Kasımpaşa, Üsküdar ve Bahariye Mevlevihaneleri tarikatın kendi imkânları çerçevesinde açtığı merkezler olma özelliğini kazanmışlardır."* Medreseler Beşiktaş'ta olduğu bilinen üç medrese de 16. yüzyılda yapılmıştır. Bunlar Yahya Efendi Medresesi, Hayrettin Paşa Medresesi ve Sinan Paşa Medresesi’dir. Bugün sadece “Sinan Paşa Medresesi” ayaktadır. Sinan Paşa Külliyesi'nin bir parçası olan bina, cami avlusunun etrafında sıralanmış 12 hücreden oluşur. Hamamlar Beşiktaş'ın ilk hamamları 16. asırda inşa edilmiştir. 18. asra kadar da başka hamam yapılmamıştır. Bunun sebebi, tarihi yarımada gibi, Beşiktaş'ın da düzenli su şebekesine sahip olmamasına bağlanabilir. 1730'dan sonra Taksim suyu tesislerinin yapımına başlanmasıyla burası düzenli suya kavuşmuş, bu da hamam sayısını artırmıştır. Bölgenin en önemli hamamı; Beşiktaş Çarşısı içinde bulunan Köyiçi Hamamı'dır. | ||
![]() |
![]() | #20 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Anıtlar Barbaros Anıtı Ünlü Türk Amirali Barbaros Hayrettin Paşa'nın hatırasına dikilen bu anıt Beşiktaş'ta Cezayir Caddesi'nde ve Barbaros Türbesi’nin hemen arkasındadır. 1944 yılında heykeltıraş Zühtü Miridoğlu ve Hadi Beyler tarafından bu anıt 52 bin liraya yapılmıştır. Anıtın altında Yahya Kemal'in mısraları vardır: "Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros belki donanmayla seferden geliyor Adalardan mı? Tunus'tan mı? Ceyazir'den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi ‘Yeni doğmuş ay’ı gördükleri yerden geliyor. Ol mübarek gemiler hangi seherden geliyor? Anıtın tümü 11.50 metredir. Bronz dökülen kısmı 6 ton 900 kilodur. Bronz işlerini Yusuf Akpınar ve Ali Haydar Seymen yapmışlardır. Yahya Kemal Heykeli Serencebey Parkı’nda bulunmaktadır. Heykeltıraş Hüseyin Gezer'in eseridir. Bronz döküm heykel, şairi oturur durumda düşünürken tasvir etmektedir. Şairler Sofası Vişnezade Parkı’nın bir bölümü "Şairler Sofası" olarak düzenlenmiştir. Mimari tasarımı Erhan İşözen'e ait olan yapıtta, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Behçet Necatigil, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Özdemir Asaf, Şair Nigar Hanım ve Neyzen Tevfik'in heykelleri yer almaktadır. Heykeltraşlar, Gürdal Duyar, Yunus Tonkuş ve Namık Denizhan'dır.* Beşiktaş’ın meşhurları Yahya Efendi Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşamıştır. Para ve dünya nimetlerine kulak asmayan bir gönül insanı idi. Zenbilli Ali Efendi'den ders gören Yahya Efendi, Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta geçmesinden sonra İstanbul'a gelir. Bir gün bir konudan ötürü Kanuni'ye küser. Kayığa binerek sahilde karaya çıkar. Geceyi yalnız başına bir kavak altında geçirir. Olayı bilen Kanuni, Yahya Efendi'yi bir kaç kez saraya davet eder. Fakat Efendi gitmez. Bunun üzerine Kanuni, Yahya Efendi'nin gittiği sahildeki toprakları ona bağışlar. Burası Beşiktaş'tır. Padişah kendi mimarını da buraya göndererek bir kaç odalı bir bina yaptırır. Yahya Efendi de burada bir mescit, bir çeşme ve bir bostan meydana getirir. Ölümünden sonra da kendi adı ile anılan mahalledeki türbesine gömülür. Tuzcu Baba Fatih Devri büyüklerindendir. Padişahın Tuzcubaşısı olan bu kişinin asıl adı bilinmemektedir. Tuzcu Baba, İstanbul Türkler tarafından alınınca Beşiktaş'ı Türkleştirmek için çok çalıştı. Ölümünden sonra da gömüldüğü yer Müslümanlar tarafından ziyaret edilen önemli yerler arasına girdi. Şair Nedim Ünlü Divan şairlerimizdendir. Lale Devri'ne ait en canlı ve renkli şiirleri yazdı. Padişah III. Ahmed'in ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sevgisini kazandı. Patrona Halil İsyanı sırasında öldürülmekten korktuğu için damdan dama kaçmak istedi. Ayağı kiremitlere takılarak düştü ve öldü. Nedim İstanbul'un ve Beşiktaş'ın türlü yanlarını Divan Edebiyatı'na sokmuştur. Nitekim onun şu mısraı meşhurdur: "Beşiktaş'a yakın bir hane-i viranemiz vardır.” | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |