Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Tarih

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10-02-2007, 11:00   #181
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ondokuzuncu yüzyılın sonu, yirminci yüzyılın başı, Osmanlı'nın altı yüz
yıllık görkemli, birikiminin iç ve dış ögeler sonundaki iflasına tanık
olmaktadır: Toplumsal yapının tüm ögeleri geçmişin İslam Devleti'ni ya da bu
devletin kalıntılarını yansıtmaktadır. Buna karşılık kültürel yapı bir yandan
yüzyılların getirdiği evrimi, öte yandan Fransız Devrimi ile tüm dünyayı
etkileyen değerleri bir ölçüde de olsa kendisine mal etmiştir. Böylece,
İslam'ın, merkezi feodal yapıyı yansıtan devlet biçimi ile, Fransız
Devrimi'nin kapitalist gelişmeyi yansıtan akılcı, eşitlikçi ve dayanışmacı
değer ve inançları tam bir sürtüşme içine girmişlerdi. Bu uyumsuzluğa, bir de
İmparatorluğun Batı karşısında önce askeri, daha sonra da mali ve ekonomik
alanlarda algılanan güçsüzlüğü eklenince, ortaya çıkan durum toplumsal yapı
ile kültürel yapı arasında tam bir çatışmaya dönüşmüştü. Bu çatışma içinde,
İmparatorluğun geleneksel güçleri, eski kurumsal düzen içindeki etkili yerleri
tutmuş olduklarından ve bu yerlere ilişkin çıkarları somut bir biçimde
tehlikede bulunduğundan, toplumsal yapının değişmeden sürmesi yönünde çaba
harcıyorlardı. Buna karşılık, Batı etkisine açık olan ve bu yüzden yeni
kültürel değerleri benimseme şansı yüksek olan asker bürokrasi ve, bir kısım
sivil aydınlar, bir yandan da tarihsel olarak kendilerine yüklenmiş olan
--İmparatorluğu kurtarma-- görevinin baskısı altında, yeni inançların, yani
değişmekte olan kültürel yapının temsilcisi durumundaydılar.
İşte bu uyumsuzluk içinde Weber'in deyimiyle artık meşruluğunu kaybetmiş
olan toplumsal yapının savunucuları, ideolojik planda ne yazık ki İslam'a
sığındılar. Buna karşılık, yeni gelişmekte olan kültürel değerlerin
savunucuları da ideolojik planda, eylemlerini --Batılılaşma-- çerçevesinde
topluma sundular. Böylece günümüze dek uzanan talihsiz Batıcı-İslamcı
çatışması İmparatorluğun yıkılış döneminde iyice billurlaştı. Çatışmanın
talihsizliği, Batıcıların, İslam'ın günümüzde bile işlevsel olabilecek,
barış, kardeşlik, paylaşma gibi kavramlarını dahi, tüm İslam'a karşı
oldukları için yeterince kullanamamalarında; İslamcıların ise, Batıcılığa
karşı oldukları için pek çok çağdaş değer ve uygulamayı yadsımalarında
görülmektedir. Bu konudaki tartışmayı ilerdeki bölümlerde sürdüreceğimizi
belirterek, şimdi, Mustafa Kemal Atatürk'ün karizmatik liderlik işlevini
çözümlemeyi sürdürelim.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:00   #182
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Osmanlı Toplum Yapısında Durum
Osmanlı'nın toplumsal yapısının önemli bir bölümü olan siyasal mekanizmalar
da artık işlevselliğini kaybetmişti. Peygamber'in Halifesi olarak devlet
başkanlığını sürdüren Padişah ve onun simgelediği siyasal erk, artık toplumun
gereksinmelerine yanıt veremiyordu. Her ne kadar, Birinci ve İkinci Meşrutiyet
eylemleri, siyasal erke bir ölçüde de olsa, bazı payandalar getirmişse de,
bunlar yeterli olmaktan çok uzaktı. Bu açıdan, geleneksel yapı anlamında
değil, fakat Weber'in terimleriyle, siyasal iktidar da yeni kültürel değerler
karşısında meşruluğunu kaybetmişti. Fransız Devrimi ile, bütün dünyaya
yayılan ve yeni gelişen kapitalist sınıfın siyasal bakımdan da işlevsel
olmasını sağlayan, --kardeşlik--, --eşitlik--, --adalet--, --dayanışma-- gibi
kavramlar, Osmanlı siyasal yapısı içinde yeterli yansıma bulamıyordu. Oysa,
aynı kavramlar, asker bürokrasi ve sivil aydınlar arasında oldukça geniş bir
biçimde taraftar bulmuştu.
Toplumsal yapı ile kültürel yapı arasındaki sürtüşme eğitim alanında da
belirginleşmişti. Bir yandan İslam'a dayalı temel eğitim egemenliğini
sürdürürken, öte yandan birçok Batı türü yüksek eğitim kurumu topluma
aşılanmıştı. Tüm toplumsal yapı eskiye göre örgütlenmiş olduğundan pek doğal
olarak bu yeni eğitim kurumları ancak birer yama gibi kalmış, sürtüşmeyi
şiddetlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. 31 Mart olayının,
alaylı-mektepli ekseni üzerinde odaklaşması, toplumsal yapı-kültürel yapı
uyumsuzluğunun eğitim alanında belirginleşmiş olduğunun en güzel kanıtlarından
biridir. Meşruluğunu kaybetmiş bir toplumsal yapının kurumu olarak eğitimin
bir başka değerlendirilmesi de yazı konusunda görülmektedir. Arap alfabesinin
kültürel yetersizliği belirgin bir biçimde ortaya çıkmış ve bu yetersizliği
gidermek için çeşitli çabalara girişilmişti. Ahunzade'nin önerilerinden,
Enver Paşa'nın ayrık yazısına, kadar pek çok girişim, toplumsal yapı-kültürel
yapı çatışmasının görünümleri olarak ortaya çıkmıştı.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:00   #183
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Meşruluğunu kaybetmiş toplumsal yapının bir başka görüntüsü de, hukuktu.
Daha İmparatorluğun güçlü dönemlerinden başlayan örfi hukuk olayı bile,
değişen dünyanın gereklerini yerine getirmekte yetersiz kalıyordu. Dışa
bağımlı olarak gelişmekte bulunan kapitalist filizler için bile Mecelle
yetersiz kalmıştı. Çalışma dünyası yanında, evlilik, mülkiyet gibi kurumlar
da, yasal yetersizlikleri yaşıyorlardı.
İşte, Weber'in deyişiyle, karizmatik lider Mustafa Kemal Atatürk,
meşruluğunu kaybetmiş bu toplumsal yapı ile yeni değerleri içeren kültürel
yapı çatışmasını çözen bir kişi olarak ortaya çıktı. Yıpranmış, günün
gereklerine yanıt veremeyen, eski değerlere göre örgütlenmiş olan, bu yüzden
de Weber'in --meşruluğunu kaybetmiş-- olarak nitelediği toplumsal yapıyı, yeni
oluşan kültürel yapıya uygun olarak değiştirdi. İslam'a göre kurulmuş ve
işlevşelliğini kaybetmiş toplumşal yapının yerine, Fransız Devrimi'nin
getirdiği düşüncelere dayalı yeni Batılı kültürel yapıya uygun toplumsal
örgütlenme biçimlerini ve yeni kurumsal düzeni yerleştirdi. Bir yandan
siyasal erki geleneksel kaynaktan meşru kaynağa kaydırırken, öte yandan
--Atatürk Devrimleri-- denen reformlarla bütün toplumsal, hukuksal, kültürel
yaşamı yeniden düzenlemişti. Sanırım, tarihte, toplumbilimsel işlev anlamında
Weber'in --karizmatik lider-- tipine Mustafa Kemal Atatürk'ten daha uygun bir
kişi yoktur.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #184
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Mustafa Kemal Atatürk'ün karizmatik bir lider olarak ortaya çıkması ve
topluma egemen olması yanında yeni bir toplumsal yapı oluşturması da Weber'in
modeline bütünüyle uymaktadır. Bilindiği gibi Weber, toplumsal yapının
meşruluğunu kaybetmesi sonunda ortaya çıkan liderin bir süre sonra
izleyicileriyle birlikte yeni bir yapı kuracağını söyler ve buna,
--karizmanın kurumlaşması-- ya da --karizmanın olağanlaşması-- (routinization of
charisma) der (Weber, 1947:358-373). İşte Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923
tarihinden başlayarak yaptığı reformlarla --karizmasını olağanlaştırmış ve
kurumlaştırmıştır--.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Kişisel Karizması
Bir liderin karizması, toplumsal işlevi ile birlikte, ona yakıştırılan
insanüstü ya da doğaüstü özelliklerde kişisel olarak da belirlenir. Burada
önemli olan nokta, herkesin lidere yakıştırdığı bu insanüstü ya da doğaüstü
niteliklerin varlığına liderin kendisinin inanmamasıdır. Çünkü, kendinde
insanüstü ya da doğaüstü nitelikler vehmeden bir kişinin, liderliğin önde
gelen niteliklerinden biri olan gerçekçiliğini koruyabilmesi olanaksızdır.
Şimdi Mustafa Kemal Atatürk'ün karizmasına kişisel açıdan bakalım.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #185
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Önce, Mustafa Kemal Atatürk'ün gerek doğal yetenekler, gerekse kendini
bilinçli olarak hazırladığı sıralarda kazandığı özellikler açısından
gerçekten bir insanın sahip olabileeeği en üstün ve en seçkin niteliklere
sahip olduğunu belirtmeliyiz. Burada, doğanın kendine verdikleriyle, kendi
kendini hazırlarken edindikleri, tümüyle birbirini pekiştirmektedir.
İşte gerçekten seçkin niteliklere sahip bir kişi olan Mustafa Kemal Atatürk,
kazandığı zaferler ve başardığı işlerle de desteklenince, kolayca adeta
mitolojik bir kişiliğe büründü. Gerek yaşarken, gerek yaşamından sonra, onun
hakkında anlatılanlar, kişiliğinin bütünüyle --karizmatik-- bir özellik
kazandığının kanıtıdır.
Kişisel gelişimi sırasında, karizmasının ilk tohumları, matematik hocası
Mustafa'nın, kendisine Kemal adını takmasıyla başlar. Olayı, Kılıç Ali şöyle
anlatır:
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #186
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

--Mustafa, Askeri Rüştiyesine devama başladıktan sonra kendisinde riyaziyeye
karşı bir merak peyda olmuş ve bu merakı günden güne çoğalmaya başlamış.
Sınıf arkadaşları amali erbaaya çalışırken o, cebir meselelerini halletmeye
koyulmuş. Tesadüfen mektepteki riyaziye hocasının da ismi Mustafa imiş. Hoca,
talebesi Mustafa'daki bu büyük istidadı gördükçe kendisine mektep usul ve
kaidelerine uygun tarzda verdiği --Aferin-- ve --Tahsin-- gibi mükafat
varakalarını az görmüş. Aynı zamanda onu aynı ismi taşıyan diğer talebe
arkadaşlarından da ayırdetmeyi düşünerek Mustafa'ya bir gün, --Oğlum, senin de
ismin Mustafa, benim de... Bu böyle olmayacak. Aramızda bir fark olmalıdır.
Bundan sonra senin adın --Mustafa Kemal-- olsun,-- demiş. Riyaziye hocası
Mustafa Efendi'nin bu ileri görüşü cidden şayanı hayrettir.--
(Kılıç Ali, 1955:,11-12).
Görüldüğü gibi, zeka gibi doğal yeteneklerle, ilgi ve çalışkanlık gibi
sonradan kazanılan özelliklerin birlikte geliştirdiği karizma Mustafa Kemal'i
henüz okul çağındayken yakalamıştı. Şimdi, üretilen karizmasına, mahalleden
iki katkıyı görelim. Çocukluk arkadaşı ve Ankara eski belediye başkanlarından
Asaf İlbay anlatıyor:
--Evimizin bahçesi büyüktü. Sık sık mahalle arkadaşları toplanır ve o
zamanlar Selanik'te pek moda olan --Mançık-- oyununu oynardık. Bu bir nevi
--Birdirbir-- oyunuydu. Bir kişi eğiliyor ve diğerleri sırayla üzerinden
atlıyorlar. Oyuna iştirak etmezdi, ama seyrine de bayılırdı. Hele içimizde
düşenler filan olursa, keyfine payan olmazdı. Bir gün kararlaştırdık. Yaka
paça zorla oyuna iştirak ettirdik. Sırayla hepimizin üzerinden atladı ve sıra
kendisine gelince, eğilmeden dimdik durdu ve: --Haydi, atlayın!-- dedi. Biz
başını yere doğru eğmesi için ısrar ettikçe, o: --Ben eğilmem! Böyle
atlarsanız atlayın!-- diyordu.-- (Sel Yayınları, 1955:100-101).
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #187
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Aynı olay, yine İlbay'ın ağzından tekrarlandığında, --Onu eğilmeye razı
edemediğimizi gayet iyi hatırlıyorum. Ömrünün sonuna, kadar da eğilmedi.--
eklemeleri yapılmıştır (Gençosman, Banoğlu, 1971:36).
Bu olayda da Mustafa Kemal Atatürk'ün doğuştan getirdiği ve sonradan
kazandığı özelliklerin bir belirtisi olan --eğilmezlik-- bir liderlik niteliği
olarak vurgulanmaktadır. İşin ilginç yanı, Atatürk'ün bu niteliğinin bütün
yaşamına egemen oluşudur. Örneğin, İttihat ve Terakki ile hem liderlik, hem
de ordunun politikada yeri konusunda çatıştığı sıralarda Enver Paşa, onun
--dikkafalı-- oluşundan yakınmaktadır. Bir başka tipik olay, İmparatorluğun
çöküşünü durdurmak için yaptığı girişimler sırasında İttihat ve Terakki'nin
önemli liderlerinden, Hariciye Nazırı Halil Bey ile görüşmek istemesi
sırasında olur. Nazır, kendisini çok bekletince kızan Mustafa Kemal, uzun bir
süreden sonra kabul edileceği haberini alınca, Nazır'ın muavini ile
konuşmasını bahane ederek, odacıya: --Beklesinler! -- yanıtını verir
(Aydemir, 1963:264-265) .
--Eğilmezlik-- simgesi, Osmanlı'nın yıkıntısı üzerine Türk ulusçuluğunu
yaratmaya çalıştığı sıralarda, kişisellikten çok, ulusal bir nitelik olarak
da kullanıldı. Örneğin, Banoğlu'nun Enver Behnan Şapolyo'dan aktarma olarak,
Cemal Granda'nın ise doğrudan tanık olduğu biçimde anlattığı şu ünlü fıkrayı
hatırlayalım: Olay, İngiltere Kralı VIII'inci Edward'ın yurdumuza gelişi
sırasında Dolmabahçe Sarayı'nda verilen bir şölende geçer:
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #188
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

--Yemek sırasında hoş mu, yoksa nahoş mu demek gerek, kestiremeyeceğim bir
olay geçti. Garsonlardan biri, fazla heyecanlandığı için mi nedir, elindeki
büyük porselen tabakla yere yuvarlandı. Sofradakilerin utanç içinde önlerine
baktıkları anda Atatürk, sanki hiçbir şey olmamış gibi Kral'a doğru eğilerek:
--Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim-- diye hem meseleyi
kapattı, hem de ortalığı neşeye boğdu. Garsona da: --Vazifene devam et!--
emrini verdi.-- (Granda, 1973:362-363; Banoğlu,1954-a:76).
Kişisel karizması ile toplumsal eyleminin iç içe geçmişliği, bu
--eğilmezlik-- ana düşüncesi çevresinde çok iyi görülebilir. --Hürriyet ve
istiklal benim karakterimdir-- sözü yine ulusal bağımsızlığı pekiştirmek için,
Bağımsızlık Savaşı sırasında söylenmiş bir sözdür (Hakimiyet-i Milliye,
23 Nisan 1921).
Kişisel Karizmanın Yaratılması
Mustafa Kemal Atatürk'ün kişisel karizması yakınlarının anılarıyla,
özellikle, ölümünden sonra çok daha güçlendirilmiştir. Örneğin, kağıt oyunu
öyküleri bile bu karizmaya katkıda bulunur. Hikayenin birini Şükrü Kaya'nın
özel kalem müdürü Nejat Saner anlatıyor:
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:01   #189
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

--Atatürk, İran Şah'ı, İsmet İnönü, İngiltere Büyükelçisi Sir Percy Lorraine,
Şükrü Saraçoğlu poker oynuyorlardı. (Sonradan Şükrü Saraçoğlu yerini,
Orgeneral Fahrettin Altay'a bırakacaktı.) Heyecanla seyrediyoruz. Bir kağıt
dağılışında oyun açılmış, İsmet İnönü ve Sir Percy Lorraine ellerindeki
kağıtlara göre oyuna girmişlerdi. Birdenbire Atatürk, kendi kağıtlarına
bakmadan İran Şah'ına, --Ali Biraderim, müsaade ederseniz ben sizin
kağıtlarınızla bu oyuna gireyim-- dedi. Buna karşı Şah, --Memnuniyetle Ali
Biraderim-- diyerek kağıtlarını Atatürk'e verdi. Kağıt istenildiği zaman
İsmet İnönü iki kağıt aldı. Sir Percy Lorraine ise hiç kağıt istemedi.
Atatürk de iki kağıt alarak bakmadan, --Rest-- dedi. İsmet İnönü, elinde küçük
bir üç olduğu için kaçtı. İngiliz Büyükelçisinde ise servi bir küçük ful
varmış, --Gördüm-- diye cevap verdi. Kağıtlar açılınca, Atatürk'ün üç asına,
iki dam gelmiş olduğu görüldü ve tabii bütün potu Şah adına Atatürk aldı ve
gülerek İsmet Paşa'ya, --İnönü! Sefir Cenaplarına söyle, benim şansımla Şah
Hazretlerinin şansı birleşince, işte böyle kuvvetli olur-- dedi ve ilave etti:
--Ama kendileri de bize katılırsa cihanda kuvvetli oluruz. Değil mi?--
(Saner, 1975:60-61).
Görüldüğü gibi bu öyküde, Atatürk'ün şansının bile ötekilerden iyi olduğu
ve kişisel yetenekleriyle de bu şansı politika alanında bile değerlendirdiği
belirtiliyor. Hüsrev Gerede'nin anlattığı bir başka poker öyküsü de kişisel
yetenekleri oldukça vurgular:
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:02   #190
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

--Atatürk, hiçbir zaman talih oyunlarını sevmez, arkadaşlarını da kumardan
uzak görmek isterdi. Bazen vakit geçirmek için poker oynadığı olurdu. Bizzat
bana anlattığına göre, sevdiği ve takdir ettiği bir yabancı sefir ve madam ile
bir akşam yemeğini müteakip pokere oturmuşlar. Şakadan oynandığını sezemeyen
sefirin madamı, Atatürk'ün kaybetmeye başladığını görünce kendi diliyle:
--Türk liraları bizim memlekete akıyor-- diye memnuniyetini belirtmiş. Bu sözü
güzelce anlayan Atatürk, hiç anlamamış görünerek, oyuna gayret vermiş.
Saatler geçtikçe, fevkalbeşer mütehammil bir vücut ve kafanın ezici ve
bunaltıcı hakimiyeti altında sefir cenapları yavaş yavaş çökmeye ve nihayet
alabildiğine kaybetmeye başlamış. Zavallı madam, betbeniz atmış bir halde, bu
kadar borcun altından nasıl kalkabileceklerini düşünürken, Atatürk,
--Madam...Şimdi de sizin paracıklarınız Türkiye'ye akıyor!-- demiş. Fakat
kadıncağızı fazla üzmemek için de, hemen oyunun, ciddi..olmadığını, bir
şakadan ibaret olduğunu söyleyerek, misafirlerinin yüreğine kibarca su
serpmiş...-- (Banoğlu, 1954-a:85).
Bu hikayedeki --fevkalbeşer-- sözcüğü bilindiği gibi, doğrudan doğruya
--insanüstü-- demektir. Bu açıdan, Anadolu'ya geçerken yanına kurmay başkanı
olarak aldığı Hüsrev Gerede'nin bu anısını, tam --karizma yapıcı-- bir öge
olarak ele almak olanağı vardır. İran Şah'ı ile birlikte oynanan poker ile
birleştirildiğinde, öykünün mesajı ve önemi daha da belirginleşir.
Hıfzı Veldet de Atatürk'ü şöyle anlatıyor:
--Bence Meclis'in en iyi konuşan ve olayları en doyurucu biçimde anlatan
hatibi Muştafa Kemal Paşa'ydı. Kesin ifadeli, çok etkili, kararlı, zaman
zaman sertlik taşıyan, fakat batmayan, ürkütmeyen bir konuşma tarzı vardı
Reis Paşa'nın.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 22:56 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580