![]() |
İşte bu arada evlerinde pansiyoner kaldıği Christianus'larla ilginç konuşmalar yapar. Bunlardan birinde, --Peçeyi hemen kaldırmalı. Sonra bir erkek birden fazla kadınla evlenmemeli. Erkekler, Avrupalılar gibi şapka giymeli. Erkekler ve kadınlar eşit haklara sahip olmalı, Avrupalılar gibi yaşamalı.-- der (Borak, 1970:70). Daha sonra, Atatürk'ün toplumsal devrim konusundaki düşüncelerinin Viyana ve Karlsbad'da iyice billurlaştığını görüyoruz. O, artık, hem başarılı bir komutan, hem Veliaht ile yaptığı Almanya yolculuğunda Alman İmparatoru dahil, pek çok general ve politikacıyla görüşme ve tartışma olanağı bulmuş bir devlet adamıdır. İşte bu psikoloji içinde kendisini gelecek için artık hazır hisseder. Bu çerçevede bol bol okur ve düşünür. Kafasında tam bir toplumsal devrim oluşmaktadır. Örneğin, hatıra defterinde tuttuğu notların bir yerinde, yönteme bile ilişkin kararları yer almakta, Türk kadınının çağdaşlaşmasını, iktidara geldiği zaman bir darbede (coup) çözeceğini söylemekte ve şöyle devam etmektedir: --Zira ben, bazıları gibi efkarı ulemayı yavaş yavaş benim tasavvuratımın derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden ben bu kadar senelik tahsili ali gördükten, hayatı medeniye ve içtimaiyeyi tetkik ve hürriyeti tezevvuk için sarfı hayat ve evkat ettikten sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım.-- (Afetinan, 1970:22). |
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk, artık bütünüyle toplumsal devrim üzerinde düşünmektedir. 30 Haziran 1918 Pazar gününden 27 Temmuz 1918 Cumartesi gününe kadar tuttuğu (ve yakında tümü Afetinan tarafından yayımlanacak olan) hatıra defterlerinden, genellikle siyasal bilim kitapları okuduğunu ve devrim üzerine düşündüğünü öğreniyoruz. İktidar, artık kendisine bile yakın gözükmektedir. Bu nedenle, düşünce düzeyindeki hazırlığını hızlandırmıştır . ::::::::::::::::::: 2) Karizmasını Yaratmaya Yardım Ediyor Mustafa Kemal Atatürk, hiç kuşkusuz, liderlik olayının önemini biliyordu. Bu nedenle de kendisini yalnızca liderliğe hazırlamakla kalmamış, sürekli lider gibi davranmış, bu liderliği kendi bilinçli davranışlarıyla da desteklemiştir. En tipik olarak yaptığı davranışlar, çevresindekilere armağanlar vermek, haklı olduğu anları yakaladığı zaman, kimsenin düşünmediği özgün buluşlarını sonuna dek savunmak ve en önemlisi, ileriyi herkesten iyi gördüğünü ve biçimlendirdiğini çeşitli kanıtlarla sergilemektir. Ayrıca, çevresindekileri etkilemek için önceden hazırlık yaptığı da bilinen gerçekler arasındadır. Örneğin, Rıza Şah Pehlevi, Türkiye'ye geleceği zaman Ankara Halkevi binasının bir bölümünü onun için özel olarak hazırlatmış, eşyayı bizzat seçmiş ve bahçeye büyük ağaçlar getirtip diktirmiş, bütün bunlarla bile yetinmeyerek, özel olarak Türk-İran dostluğunu simgeleyen bir opera bile yazdırmıştı (Banoğlu, 1954:34) . |
Bir de şu öyküye bakalım: --Japon Veliahdı gelmişti. Muazzam ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı. Japon Veliahdı hayret etmişti. Atatürk, tarihten mitolojiye geçti. Ve yine Japon mitolojisinden konuştu. Veliahdın ağzı açık kalmıştı. Söz edebiyata intikal etti. Gazi, --Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük yeri vardır-- diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu. Veliaht, o gece Gazi'nin söylediklerini bilmiyordu, ilk defa ondan duyuyor ve öğreniyordu. --Bunları nereden biliyorsunuz?-- diye soramazdı. Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmış, onun esiri olmuştu. Atatürk hep böyleydi. Herkesi kendine esir ederdi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmiş, Japon Veliahdına bu dersi vermeyi ve kendine hayran bırakmayı kurmuştu.-- (Banoğlu, 1954-a:48-49). Atatürk, aynı özeni bütün yabancı devlet adamlarına göstermiştir. Çünkü, uluslararası politikada, kişisel etkileşimin önemini görmüş ve kendi kişiliğinde yarattığı imgelerin, Türkiye Cumhuriyeti'ni etkileyeceğini çok iyi algılamıştı. Örneğin, Afgan Kralı da gelmeden, günlerce Afgan tarih ve coğrafyasını tetkik ettiğini ve Hikmet Bayur'u görevlendirerek özel biçimde Afganistan konusunda hazırlandığını M.Kemal (Öke) söylüyor (Sel Yayınları, 1955:105). Böylece, kendi kurduğu Cumhuriyeti yüceltmek adına, bir yandan da kendi karizmasını güçlendiriyordu. |
Bu konudaki bilinçli çabalarından birinin, haklı olduğunu hissettiği zaman, özgün düşüncelerini sonuna dek savunmak olduğunu söylemiştim. Genellikle savaş alanlarında ve savaş oyunları sırasında görülen bu niteliği, toplumsal ve siyasal konularda da pek çok örnekle anlatılabilir. Tam bu noktada şu sözlerine dikkati çekmek istiyorum. Acaba --dahi--yi tanımlarken, kendi kişiliği aklında hiç mi yoktu? Kendisine sorulan: --Dahi kime derler?-- sorusuna yanıt olarak: --Dahi odur ki, ilerde herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ile ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der.-- demiştir (Banoğlu, 1955:25). İşte bu çerçeve içinde Mustafa Kemal Atatürk, sürekli olarak, düşüncelerini ve beklentilerini çevresindekilere not ettirmiş, sonradan da çıkartıp okutturarak, ne denli doğru ve ileri görüşlü olduğunu tanıklar ve tarih önünde kanıtlamıştır. Hiç kuşkusuz, yaşarken, kendi çevresi içindeki --keramet--ini yaratan en önemli ögelerden biri budur. Dostları Etkileyen Davranışlar Bu öngörü ve planlı ileri görüşlülük niteliğini hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli işler için kanıtlamıştır. Kısa vadeli bir olay için Tevfik Rüştü'yü (Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras) dinleyelim: --1920 yılı ilkbaharının sonlarına doğru bir gün Mustafa Kemal, beni Ankara istasyonunun bitişiğinde ikamet etmekte olduğu evciğe çağırdı. Bir yaverinin kendisine haber verilmeksizin --Yeşil Ordu-- teşkilatına alındığından şikayet etti. Birinci Büyük Millet Meclisi kurulalı sekiz, on hafta olmuştu. Memleketimizin kurtarılması için başvurulan, yer yer ve türlü tedbirler arasında bir de --Yeşil Ordu-- namı verilen gizli teşkilat yapılmıştı. Fakat birinci Büyük Millet Meclisi her manasıyla ve bütün kuvvetiyle işlemeye başladığı için, artık her türlü dağınık tedbirlerin kaldırılması ve her faaliyetin Büyük Millet Meclisi selahiyeti içine alınması zamanı da gelmişti. --Yeşil Ordu-- teşkilatına da lüzum kalmamıştı. |
Mustafa Kemal o gece bazı arkadaşların davet edilerek, nezdinde toplanmaklığımızı istedi. Öylece de yapıldı. Hatırımda kaldığına göre, o gece dokuz, on kişi kadar vardık. Bulunanlar arasında sayın Cumhurreisimizi (Celal Bayar) , merhum Muhtar Bey'i, merhum Yunus Nadi Bey'i ve Kılıç Ali Bey'i iyi hatırlıyorum. Ciddi işler konuşulduğu zaman, Atatürk'ün yanında kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı. O geceki müzakere uzunca sürdü. Bittiği zaman gece yarısını geçeli iki saat olmuştu. Toplantıya mutad mucibince, kendisi riyaset ediyor ve müzakereyi o idare ediyordu. Memleketimizin haricinden ve dahilinden muhtelif yerlerden ve zatlardan gelen raporlar okunmuş, kurtuluş etrafında muhtelif mevzular konuşulmuş ve aramızda çetin müzakerelerden sonra üzerinde mutabık olduğumuz görüşler, hatta bazı kararlar sırasıyla yazılmıştı. Müzakere tamamiyle nihayetlendikten sonra, o gece için son kahve içilirken Mustafa Kemal, bana hitap ederek: --Bugün öğleden sonra bu mevzular etrafında bir arkadaşla görüşmüş, bazı notlar almıştım. Tevfik Rüştü, lütfen köşedeki saksının içinde duran o notları alıp okur musunuz?-- dedi. Tabiatıyla, istediği kağıdı bulup okumaya koyuldum. Hepimiz hayretler içinde kalmıştık. Saatlerle üzerlerinde konuşularak vardığımız ve kendimizin zannettiğimiz kararların hepsinin tamamiyle aynı olmak üzere o not kağıdında yazılmış olduğunu gördük.-- (Sel Yayınları, 1955:32-33). |
Bu öyküde de açıkça görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa, umutsuz görülen bir Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın liderliğini yüklenirken, çevresindekileri tam anlamıyla kendine benzetmek zorunda olduğunun farkındaydı ve bu amaçla her yöntemi kullanıyordu. Pek doğal olarak ilk akla gelen yöntem de, izleyicilerin kendi yeteneklerine, öngörüşlülüğüne, yani --karizma--(keramet)sına inandırmaktı. Bunu sağlamak için Mustafa Kemal Paşa'nın hemen hemen hiçbir fırsatı kaçırmadığını görüyoruz. Örneğin, muzaffer orduların komutanı olarak İzmir'e girdiğinde kendinden konuşma isteyen Falih Rıfkı'ya da benzer bir --etkileyici-- davranışta bulunur. Falih Rıfkı, İzmir'e girişin ilk günlerinde Latife Hanım'ın Göztepe'deki konağında Atatürk'le ilk yakın temasını şöyle anlatıyor: --Mustafa Kemal'in ilk sofrasında bulunacaktık. Holde toplandıktan biraz sonra, arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli gömlek, pek ahenkli bir endam ister. Mustafa Kemal, ince, zarif ve güzel bir erkekti. Kahramanlık şanının o günlerde, bu güzelliği nasıl cazibelendirmiş olduğu da kolay anlaşılabilir. Şimdi onun şahsiyeti ile tanışmak fırsatıydı. Derin bir merakla bütün sözlerini ve jestlerini izliyordum. İlk öğrendiğim şey, kuvvetli ve yanılmaz hafızası oldu. Bir aralık, --Müsaade eder misiniz sizi ilk önce nerede görmüş olduğumu anlatayım-- dedim. Hemen bakışı şehlaya kayarak: |
--Hacı Adil denen Vali Dimetoka'da biz, onu karşılamaya geldiğimiz vakit, arabasına Fethi Bey'i almalıydı. Siz nihayet bir gazete muhabiriydiniz...-- dedi. Şaşakaldım.-- (Atay, 1969:326). Aslında bu öyküde Atatürk'ün --yönlendirmesi-- oldukça düşüktür. Fakat yine de kendisi ile ilk kez karşılaşan ve İstanbul'dan gelen bir gazeteciyi etkileme fırsatını hemencecik ve çok etkili bir biçimde kullandığı açıkça görülmektedir. Nitekim, Falih Rıfkı'nın bundan çok etkilendiği ve bu etkinin yıllarca sürdüğü; kitabının birçok yerinde aynı öyküyü yinelemesinden bellidir. Kehanetlerin Not Ettirilmesi Atatürk'ün uzun dönemli --kehanet--lerini özenle not ettirdiği iyi bilinen gerçekler arasındadır. Bunun en güzel örneklerinden biri, Mazhar Müfit Kansu'ya not ettirdiği düşünceleridir. Bunun kadar iyi bilinmeyen, Atatürk'ün bunları nasıl değerlendirdiği ve kendi karizmasını üretmekte ne denli bilinçli kullandığıdır. Mazhar Müfit'in ağzından önce öngörüsünün ve planlılığının kanıtını dinleyelim. Kansu'nun aktardığı konuşma, Erzurum Kongresi'nin bittiği gece geçer. Mustafa Kemal, Süreyya Bey (Yiğit) ile otururken, çağırttığı Mazhar Müfit'le de dertleşmesini sürdürür ve bir süre sonra aralarında şu konuşma geçer: --Mazhar, not defterin yanında mı?..-- diye sordu. --Hayır Paşam...-- dedim. --Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel! -- dedi. |
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat, onun yanındayken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Binaenaleyh, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterimi alıp geldim. O, hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hem memnun olur, hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı. --Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak.-- derdi. Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra: --Ama, bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu... -- dedi. Süreyya da, ben de: --Buna emin olabilirsiniz Paşam...-- dedik. Paşa bundan sonra: --Öyle ise önce tarih koy!-- dedi. Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce: --Pekala, yaz!..-- diyerek devam etti: --Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.-- |
--İki: Padişah ve hanedan hakkında zaman gelince icap eden muamele yapılacaktır.-- --Üç: Tesettür kalkacaktır.-- --Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.-- Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü: Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim. --Neden durakladın?-- deyince, --Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var.-- dedim. Gülerek: --Bunu zaman tayin eder. Sen yaz!..-- dedi. Yazmaya devam ettim: --Beş: Latin hurufu kabul edilecek.-- --Paşam, kafi, kafi...-- dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edasıyla, --Cumhuriyet'in ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! -- diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile: --Paşam, sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın!-- diyerek yanından ayrıldım (Kansu, 196G:131-132) . Buraya dek anlatılanlar, Atatürk'ün planlılığını, öngörüsünü ve kararlılığını yansıtır. Bu niteliklerini, etrafına nasıl kabul ettirdiğine gelince; hiç kuşkusuz; bu, liderlik yeteneklerinin bir göstergesi olarak düşünülebilir: Çevresine kendini kanıtlarıyla kabul ettiren bir liderlik. |
Atatürk, bu yazılı notları çeşitli defalar ortaya getirmiş ve haklılığını herkese hatırlatmıştı. Mazhar Müfit bu süreci şöyle anlatıyor: --Çankaya'da akşam yemeklerinde , birkaç defa, --Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine; Erzurum'da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Latin hurufu kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti.-- demekle kalmadı, bir gün mühim bir ders de verdi. Şapka inkılabını ilan etmiş olarak Kastamonu'dan dönüyordu. Ankara'ya avdet ettiği anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Reisi'nin başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Reisi'ne de şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden: --Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?-- deyiverdi. Bu bir latifeydi, fakat, mahçup eden bir latife.-- Atatürk, liderliğini zamanı aşarak, öngörüsünü kanıtlayarak, Mazhar Müfit'e şu yorumu yaptırmıştı: --Ve hakikaten bu büyük adam, geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi, milli bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış ve zamanı iradesine ram edebilmişti.-- (Kansu, 1966:132). Atatürk'ün Çankaya sofralarında birçok kez, Mazhar Müfit'in not defterini hatırlatarak, öngörüsünü onaylattığı pek çok başka kaynak tarafından da belirtilmektedir. İşte liderin bilinçli bir biçimde liderliğini çevresine onaylattıran davranışı budur. Atatürk, bütün konularda olduğu gibi liderliği konusunda da olayları yalnız tarihin akışına bırakmamış, onu, bizzat kendi hazırlıkları, yönlendirmeleri, kısacası kendi iradesiyle pekiştirmesini çok iyi bilmiştir. Kendi yaptığı ve yukarıda verdiği --dahi-- tanımı düşünüldüğünde bu yaptıklarının ne denli bilinçli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. |
Türkiye`de Saat: 11:22 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2