![]() |
Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk ÖNSÖZ Bu çalışmayı yaparken dört ana kaynak grubundan yararlandım. Birinci grup kaynaklar, belgelerdir. Bunların başında, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturum tutanakları geliyor. Şimdiye kadar araştırmacıların kullanmasına pek açık olmayan bu tutanaklar gerçekten çalışmama büyük ışık tuttu. Pek çok karanlık noktayı, gizli oturum tutanaklarından aydınlığa kavuşturmak olanağını buldum. Özellikle Atatürk'ün Nutuk adlı yapıtıyla, Türk Tarih Kurumu'nun pek çok çalışması, bu tutanakların ışığında yeni anlamlar kazandı. İkinci grup kaynaklar, Atatürk hakkında yazılmış anılar ve yapılmış incelemelerdir. Bunların bir bölümü, birinci ağızdan, bir bölümü, yazılanlardan derleme niteliği taşıyan ikinci elden çalışmalardır. İncelemelerin içinde ise yabancı bilim adamı ve yazarların, gerek Atatürk, gerekse Cumhuriyet Türkiyesi hakkındaki yapıtları önemli bir yer tutuyor. Üçüncü grup kaynaklar, çağdaş toplumsal bilimlerin; toplumsal değişme, devrim, liderlik, örgüt, ideoloji gibi konulardaki kuramsal ve uygulamalı bilgilerini içeren çalışmalardır. Bunların önemli bir bölümünün Atatürk ya da Türkiye ile doğrudan hiçbir ilişkisi yoktu. Ben bunları yalnızca, Atatürk'ün eylemini çağdaş bilimlerin bulguları açısından inceleyip, irdelemek için kullandım. Dördüncü grup kaynaklar, Türk edebiyatı, özellikle Türk Romanı'dır. Gerek Mustafa Kemal Atatürk'ün, gerekse o dönem Türkiyesinin Türk romanına nasıl yansıdığı, yalnız o yılların havasını öğrenmek açısından değil, Atatürk'ün liderlik niteliklerinin ve eyleminin karizmatik özelliğinin daha iyi belirlenmesinde de bana çok yardımcı oldu. Bu dört kaynak grubunun ne hepsini, ne de herhangi birini tümüyle araştırabildim. Üstelik elimdeki kaynakların tümünü de bu çalışmamda kullanamadım. Bu açıdan ortaya çıkan eksikliklerin bağışlanmasını dilerim. Elimdeki kaynakları, dünyaya armağan ettiğimiz ve henüz ikinci bir benzeri üretilmemiş olan Türk Devrimi'ni anlamak ve anlatmak için birbiriyle iç içe geçmiş bir biçimde kullandım. Çözümlemelerim sırasında, resmi ideolojiye bağımlı kalmak gibi bir kaygım olmadığı gibi, bu ideolojiyi yadsımak için de özel bir çaba harcamadım. Tarihin gerçekleri neyse, onları kavramaya ve çağdaş toplumsal bilimlerin ışığı altında yeni çözümlemeler yapmaya çalıştım. |
Atatürk ile simgelenen Türk Devrimi, hem karşı-emperyalist bir eylemin, hem de Batılılık ideolojisinin bir bireşimi olduğu için, dünyada ikinci bir benzeri yoktur. Bu --biriciklik-- bilimsel çözümlemelerde de zorluklar yarattı. Tarihsel gerçekleri elimden geldiğince uygun bir aktarmayı, çağdaş bilimin bize verdiği yeni çözümleme modellerini gücüm yettiğince kullanarak yapmaya çalıştım. Çalışmamı üç kitapçık biçiminde düzenledim. Bu kitapçıklar birbirinden bağımsız olarak ele alınabileceği gibi, birbirlerini tamamlayıcı özelliklere de sahip. Birinci kitapta, bir devrimin nesnel koşullarını kavramlar ve modeller açısından Türk Devrimi'ni irdelemek amacıyla ele aldım. Önce terim ve kavramlar üzerinde durduktan sonra, gelişmiş ülkeler için geçerli iki model ile, gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir modeli Türk Devrimi ile karşılaştırmalı olarak inceledim. Son olarak da bir devrimin koşulları üzerine genel bir model önerdim (İkinci baskıda bu bölümün sonuna ayrıca nesnel devrim koşulları açısından Osmanlı toplumunun durumunu irdeleyen bir bölüm daha ekledim.). İkinci kitapta, bir devrimin öznel koşullarını, Türk Devrimi açısından ele aldım. Bu kitapta Atatürk'ü liderlik, örgüt ve ideoloji açısından incelemeye çalıştım. Böylece öznel koşullar açısından bir değerlendirme yapmaya çaba harcadım. Üçüncü kitapta ise, Türk Devrimi'ne dayalı olarak bir değerlendirme yaptım. Bu değerlendirmeye dayalı olarak, ideolojik boyutu ağır basan bir model çerçevesinde Türk Devrimi'ni açıklamaya çalıştım. Bu çabalarımın Türk Devrimi'ni açıklamakta da, Atatürk'ün eylemini değerlendirmekte de yeterli olmadığını biliyorum. Çünkü her iki olay da tek bir kişinin çabalarıyla açıklığa kavuşturulacak denli yalın değil. Bu nedenle yaptığım çalışma, tartışmalara yeni bir boyut kazandırabilirse, kendimi görevini yapmış sayacağım. |
İKİNCİ BASIM İÇİN ÖNSÖZ Bir Batılı düşünür: --Başarı ve başarısızlıklar, tarih açısından, yalnızca dünya olaylarını doğrudan etkiledikleri için önemli değildirler. Asıl önemleri siyasal bakımdan bir simge oluşturmalarında yatar. İşte Kemalist deney bunun en güzel örneğidir.-- diyor (Wiatr, 1981:3). Bu anlayışla kaleme aldığım ve birinci baskısı --Atatürk ve Devrim Kuramları-- adı ile yapılan bu kitap çok çabuk tükendi. İkinci baskı için kitabı gözden geçirirken, Üniversitelerimizdeki Devrim Tarihi derslerinde kullanılabilme özelliğini de dikkate aldım. Gerekli ekleme ve düzeltmeleri bu açıdan da yaptım. Ayrıca, birinci baskıdan sonra yayımlanan ve özellikle uluslararası seminerlerde yapılan çalışmaları ve yeni kitapları gözden geçirdim. Bunlardan yararlanabileceklerimi çalışmama aldım. Bu arada, 1920'ler ve 1930'larda yayımlanmış olan yabancı kitaplar bakımından da yeni kaynaklar buldum. Böylece bir yandan Türk Devrimi'nin yabancı gözü ile değerlendirilmesini, öte yandan da Atatürk yaşarken yapılan gözlemleri okuyucuya daha iyi yansıtmaya çaba harcadım. Bu kitabın ilk baskısını yapan İş Bankası Kültür ve Sanat Müşavirliği ile ikinci baskıyı yapan Remzi Kitabevi'ne teşekkür ederim. En büyük teşekkürü ise, kitabı eleştirenlere borçluyum. Melih Cevdet Anday'dan, Oktay Akbal'a, Mete Tunçay'dan İsmet Giritli'ye dek pek çok yazar ve bilim adamı kitabın üzerine eğilmek zahmetine katlandılar. İkinci baskıda hepsinden çok yararlandım. Onlara minnet borçluyum. |
I- KAVRAM VE TERMİNOLOJİ SORUNU Toplumsal bilimlerin ve siyasal bilimlerin özel terimleri, günlük konuşma dilinde taşıdıklarından farklı anlamlar taşır. Her bilim dalının olduğu gibi, toplumbilimin de kendine özgü bir dili, kendine özgü terimleri vardır. Bir örnek --rol-- terimi için verilebilir. Günlük yaşamda, sahne etkinlikleri arasında düşünülen --rol-- terimi, toplumbilim için, --bir durumun hak ve görevlerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği hakkında ilgili başka kişiler tarafından sahip olunan rol beklentilerinin toplamı-- olarak tanımlanır (Kongar,1978:60). İşin ilginç yanı, hemen hemen tünı bilim dalları için, özel terimlerin ve özel bir dilin varlığı kabul edilir ama, iş toplumsal ve siyasal bilimlere gelince biraz karışır: İnsanlar bu bilim dallarının terimlerinin --özel anlam-- taşıdıklarını unutur görünürler. Bu yüzden de herkes her terimi aklına ve diline geldiği gibi kullanır. Oysa, her ayrı terimin, temsil ettiği kavramlar açısından ayrı anlamları vardır. |
Bu durumun en klasik örneklerinden biri, konumuz olan --Atatürk-- üzerinde görülür. --Atatürk Devrimleri--, --Atatürk Reformları--, --Atatürk İhtilali--, --Atatürk İnkılabı--, --Türk Devrimi--, --Türk İnkılabı-- gibi terimler sık sık birbirlerinin yerine kullanılır. Bütün bu terim ve kavram kargaşasına, Türkiye'nin içinde bulunduğu hızlı değişme süreei de katkıda bulunur: Eski ve yeni terimlerin, hangi kavramların karşılığı olarak kullanıldığı ayrıca bir tartışma konusu olur. --Devrim-- sözcüğü, --İhtilal-- karşılığı olarak mı, --İnkılap-- karşılığı olarak mı kullanılmaktadır, ya da kullanılacaktır? --Reform-- karşılığı olarak hangi terim en uygun anlamı verir? ::::::::::::::::::: 1) İhtilal Toplumsal ve, siyasal bilimlerin kullandığı terimler arasında en geniş ve farklı anlamlara sahip olan sözcüklerden biri --ihtilal--dir. Bir yandan siyasal anlamlı Fransız İhtilali'nden söz ederken, öte yandan ekonomik ve toplumsal anlamlı ve teknolojik temelli --endüstri ihtilali-- deyimi tüm ülkelerin kullandığı bir terimdir. Siyasal bağlam içinde --ayaklanma--, --isyan--, --darbe-- gibi terimleri akla getiren --ihtilal--, bırakınız --endüstri ihtilali-- gibi farklı kullanılışı, siyasal anlamdaki kullanılış açısından bile üzerinde anlaşmaya varılmış bir sözcük değildir. Bu çalışmada, --ihtilal-- sözcüğü yerine --devrim-- terimi kullanılacaktır. Bu terim, siyasal olarak, --siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi-- anlamında kullanılacaktır. Böylece söz konusu olan olay, bir --ayaklanma--dan bir --isyan--dan bir --hükümet darbesi--nden farklı olmaktadır. |
2) İnkılap Sözcük anlamı, değişme, bir durunıdan başka bir duruma dönüşme olan ve günümüzde daha çok --reform--, --evrim--, --değişme-- sözcükleri yerine kullanılan --inkılap-- terimi, geçmişte çok daha farklı bir anlam yüklenmiştir (Bu arada --inkılap-- sözcüğünün ikinci sesli harfinin üzerinde nokta olmadığına, bu harfin --i-- değil --ı-- olduğuna dikkati çekmek isterim.). Özellikle Atatürk yaşarken, Türk devriminin, siyasal bir iktidar değişikliğinden daha derin, toplumsal ve ekonomik sonuçları olacağını görenler, buna --ihtilal-- yerine, --inkılap-- demeyi yeğlemişlerdir. Böylece, genellikle siyasal içerikli olan --ihtilal-- yerine toplumsal ve ekonomik içerikli olan --inkılap-- deyiminin kullanılmasıyla, o zaman, olay daha geniş kapsamlı olarak ele alınmıştır. Öyle sanıyorum ki, ünlü Kadro dergisinin ilk sayısında yer alan bildirinin şu satırları, terimlerin 1930'lu yıllardaki kullanılışını çok iyi belirtecektir: --Türkiye bir inkılap içindedir. Bu inkılap durmadı. Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler, şahit olduğumuz muazzam kıyam (ayaklanma) manzaraları, onun yalnız bir safhasıdır. Bir ihtilal geçirdik. İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır. |
Bu ihtilal safhasında dursaydık inkılabımız akim (sonuçsuz) kalırdı. Halbuki o, genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemiş, son eserini vermiş değildir. Tesviye edilmiş (düzeltilmiş) bir zemin üstünde yarınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binasını kurabilmek için, inkılabımız derinleşme ve genişleme istikametindedir. İnkılap bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanlarırı taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lazımdır. İnkılap ona taraftar olanların iradelerine, taraftar olmayanların iradelerinin, kayıtsız ve şartsız, bağlanması demektir. İnkılabın irade ve menfaati, inkılabı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu bir avangardın, azlık fakat ileri bir KADRO'nun iradesinde temsil olunur. Bu kadro, inkılabın şeniyetinden (gerçeğinden) çıkarılan ve onun seyrine uygun bir şekilde izah edildikçe şekilleşen prensipleri kendine şuur edinir. İnkılabın derinleşmesi demek, her şeyden evvel, bu prensiplerin ve onların ifadesi olan inkılap, ahlak ve disiplinin, ileri kadronun dimağından genç neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir.-- (Ayraç içindeki sözcükler benim. E.K.) (Kadro, 1932, No. 1:31). Görüldüğü gibi, Kadro'cuların kullandığı biçimde, --inkılap--, açıkça --ihtilal--den çok daha geniş ve derin kapsamlı bir sözcüktür. Özellikle --İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır-- sözü, iki terim arasındaki ilişkiyi ve o zamanki kullanışları arasındaki farkı çok açık seçik bir biçimde ortaya koyuyor. |
Terimler arasındaki kullanılış farklarını vurgulaması bir yana, yukarda bir bölümünü aktardığım bildiri aslında --devrim toplumbilimi-- konusuna da mükemmel bir giriş niteliği taşımaktadır. --İnkılap-- teriminin yukarıda belirttiğim kullanılışı ancak bir anlamını verir. Oysa kimi zaman, --Atatürk İnkılapları-- deyiminde olduğu gibi, ikinci anlamı da vardır: Buna göre --inkılap--, --reform--, --yenilik-- anlamına gelir (--İnkılap-- sözcüğünün Arapça anlamının alt üst olma, ters çevirme olduğu da bu arada anımsanmalıdır.) Böylece --inkılap--, bir yandan geniş kapsamlı, toplumsal, ekonomik ve siyasal bir ihtilal anlamında kullanılırken, öte yandan, şapka, alfabe, takvim, eğitim konularındaki reformları nitelemek için de başvurulan bir terim özelliği de kazanmıştı. ::::::::::::::::::: 3) Devrim Türkçedeki özleştirme akımının ürettiği terimlerden biri olan --devrim-- yalnız siyasal anlamda düşünüldüğü zaman --ihtilal-- karşılığı, toplumsal, ekonomik ve siyasal bağlamda kullanıldığı zaman da, eski günlerdeki kullanılışı ile --inkılap-- karşılığıdır (--Devrim-- sözcüğü ile hem ihtilal hem de inkılap terimlerinin karşılanması için ve bunun Atatürk ile ilişkisi için bkz. Berkes, 1982:133-151.). |
Biz bu çalışmada --devrim-- terimini hem --ihtilal--, hem de --inkılap-- anlamında kullanacağız. Bu çerçeve içinde terimi bir kez daha tanımlarsak şöyle bir sonuca ulaşırız: Siyasal anlamda --devrim--, iktidarın kökeninde deyişme yaratan bir olaydır. Örneğin Fransız devrimi, siyasal iktidarın kökenini tanrıdan ve gelenekten alıp, o dönemin ilerici sınıfı olan burjuvaziye ve kentli halka vermiştir. Aynı biçimde Türk devriminde de, Atatürk, dinsel-geleneksel kökenli iktidarı, (o dönem için kuramsal planda da kalsa), ulusa ya da halka dayalı, laik bir niteliğe dayamıştır. İktidarın kökeninde, yani dayandığı güçlerde (inançlar ya da sınıflar, ilişkiler) değişiklik yapmayan siyasal olaylar, bu anlamda devrim değildir. --Hükümet değişikliği--, --hükümet darbesi--, --isyan--, --iç savaş-- gibi farklı nitelikte olan olayların --devrim-- olayı ile karıştırılmaması gerekir. Demokratik yolla yapılan bütün değişiklikler, aynı kökene, halk kökenine dayandığı için --devrim-- diye nitelenemez. Fakat demokrasinin başlaması bir devrimdir. Örneğin, bizde 1950 seçimleriyle, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ulus egemenliğini ve demokrasiyi kuramdan uygulamaya aktardığı için, uygulama açısından bir devrim olarak düşünülebilir. Öte yandan, bir grubu siyasal iktidardan uzaklaştırıp, başka bir grubu ihtidara getiren --hükümet darbesi--, siyasal iktidarın kökeninde değişiklik yapmadığı takdirde, --devrim-- olarak nitelenemez. Ancak, siyasal iktidarın dayandığı güçlerde değişiklik sonucunu doğuran --hükümet darbeleri--, --devrim-- diye nitelenebilirler. Bu açıdan, düşünüldüğünde İttihatçıların --Bab-ı Ali baskını-- devrim olmaktan uzak bir --hükümet darbesi--dir. Çünkü, sonuç olarak yalnız Kamil Paşa hükümetinin yerine, Mahmut Şevket Paşa hükümeti geliyor ve parti olarak İttihatçıların etkisi artıyordu. Oysa; gerek padişah, gerek meşrutiyet 1908'deki niteliği ile varlığını sürdürüyordu. |
Yine bu çerçeve içinde düşünüldüğünde, 1908 yılında İttihatçıların Makedonya dağlarına çekilmesi ve Abdülhamid'i Meclis'i toplantıya çağırmaya zorlaması, siyasal anlamda --devrim--dir. Çünkü, rafa kaldırılmış olan Anayasa'yı yeniden yaşama geçirerek, Padişah'ın kayıtsız koşulsuz kullandığı dinsel-geleneksel otoriteye, o dönemin etkin gücü --bürokrasi--yi ortak etmişti. Belki çok kapsamlı değildi ama, hiç kuşkusuz bir --devrim--di 1908 eylemi. Üstelik de sonuçları bakımından daha geniş kapsamlı devrimlere de yol açmıştı. Aynı biçimde 27 Mayıs 1960 --hükümet darbesi-- de sonunda siyasal bir --devrim--e dönüştü. Çünkü, siyasal iktidara, halkın seçtiği Meclis'in yanında yargısal ve bürokratik ortaklar getirdi. Böylece bir anlamda siyasal iktidarın dayandığı güçlerin niteliğinde değişiklik yaptı. --Devrim-- teriminin siyasal alan dışında da anlamı olduğunu daha önce belirtmiştik. Ekonomik ve toplumsal anlamda devrim, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde temel değişiklikler yapan bir olaydır. Bilindiği gibi, toplum, bir dizi --düzenlenmiş ilişkiler--den oluşur. Toprak ağası-köylü, işçi-patron, anne, baba-evlat, öğretmen-öğrenci ilişkileri gibi. İşte düzenlenmiş olan bu ilişkilerin tümü --toplumsal yapı--yı oluşturur. Yukarıdaki tanıma yakından bakarsak, toplumsal ve ekonomik anlamdaki devrimin, toplumsal-ekonomik yapıyı etkileyen bir olay olarak ortaya çıktığını görürüz. |
Çağdaş toplumbilimin sınıf, değişme, örgüt, kurum gibi tüm kavramları --ilişkiler-- içinde düşündüğü ve bu ilişkileri bir --yapı-- çerçevesinde ele aldığı düşünülürse, (Tiryakian, 1970:112-145; Bottomore, 1970:146; Kongar, 1979:33-34) devrim, siyasal toplumsal, ekonomik ilişkiler düzeninde hızlı değişmeye yol açan olaydır demek yanlış sayılmaz (Burada bir yaklaşım olarak --yapısalcılık--ı değil, toplumsal degişmenin ancak --yapıdaki değişmeler-- biçiminde algılanabileceği düşüncesini aktarmak isteğimi özellikle belirtmek isterim. E.K.). Devrim ile öteki değişmeleri birbirinden ayıran fark aslında kapsam ve hız ayrımıdır. Her toplumun her an değişme içinde olduğu anımsanırsa, --devrim-- olayını yalnız --değişme-- kavramına bağlamak anlamsızlaşır. Çünkü o zaman, her toplum her an --devrim-- yaşıyor demektir. Oysa, her toplumda her an devrim olmaz. Şimdi --devrim-- kavramının üç ögesi ortaya çıkmış olmaktadır. Bunlar sırası ile, --yapı değişmesi--, --bu değişmenin alışılagelmişten hızlı olması-- ve yine --bu değişmenin alışılagelmişten kapsamlı olmasıdır--. --Alışılagelmiş-- terimini öznel bir kavram olarak değil, --tarihsel süreç içinde-- ve --belli bir toplum bağlamı--nda nesnel bir açıdan alıyorum. Sonuç olarak, Türk Devrimi'ni, Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısında (yani, ilişkilerinde) hızlı ve kapsamlı bir değişme yaratma olayı olarak gördüğümüzü ve Atatürk'ün eylemini bu bağlam içinde inceleyip irdelemeye çalışacağımızı belirtelim. ::::::::::::::::::: |
II- MODEL SORUNU Bilimsel düşünce soyut düşünce demektir. Daha doğrusu, soyutlama düzeyi yüksek temeller üzerine kurulmuş düşünce demektir. Somut düşünce bile, ancak, belli bir soyutlama düzeyinin üzerine konduğu zaman bir anlam taşır bilimde. Bir başka deyişle, somut düşünce, bilimsel olabilmek için, belli soyutlamalara dayalı sonuçlar ile karşılaştırmalı olarak anlam taşır. Neden bu böyledir? Neden, bilim soyut düşünceye dayanır, ya da dayanmak zorundadır? Bu sorunun yanıtı çok açıktır aslında: Bilim, uğraştığı ilgi alanında genel kurallara, yasalara ulaşmaya çalışır. Oysa gerçek, ister toplumsal, isterse bireysel olsun, son derece çeşitli ve karmaşıktır. Bu çeşitlilik ve karmaşıklık içinde, belli ilişkileri görebilmek, belli kurallara ulaşabilmek için, ayrıntılardan kurtulmak, genel özellikleri bulabilmek zorunludur. İşte bu zorunluluk içinde bilim, ayrıntıların kendisini saptırmasını önlemek için genel özellikleri, benzerlikleri ortaya koyar. Sonra da bu özelliklerden --soyut modeller-- oluşturur. Soyut düşüncenin en klasik ve ilkel ürünü --renk-- kavramıdır. Yeşil, mavi, kırmızı, doğada tek başlarına bulunamazlar. Yeşil yaprak, kırmızı elma, mavi gök söz konusudur ancak. Bakkala gidip --yarım kilo kırmızı renk-- alamazsınız. Ancak, --kırmızı renkli badana boyası-- isteyebilirsiniz. |
Toplumsal ve siyasal bilimlerdeki durum da böyledir. Nasıl, hiçbir zaman tek başına bulunamayan renkler bize, çevremizdeki varlıkların tanımlanması ve betimlenmesinde yardımcı olurlarsa, bilimsel modeller de aynı biçimde işe yararlar. Örneğin, feodal toplum, ana özellikleriyle, emeğin toprağa bağımlı olduğu, serbest dolaşımının söz konusu olmadığı, piyasa ekonomisinin bulunmadığı, toprak ağalarının aynı zamanda siyasal güç sahibi bulunduğu ve köylünün artı ürününe bu ağaların el koyduğu, esas olarak tarıma bağlı bir toplum olarak tanımlanır. Hiç kuşkusuz bu --soyut bir model--dir. Somut olarak --feodal toplum--, onyedinci yüzyıl İspanya'sı mıdır, onaltıncı yüzyıl Fransa'sı mı? Yoksa onüçüncü yüzyıl İngiltere'si mi? Bu sorunun yanıtı, --hepsi-- ya da --hiçbirisi-- diye verilebilir. Bir toplumun genel nitelikleri belirtilmek isteniyorsa, yanıt --hepsi-- olacaktır. Fakat, her türlü sapmanın ve ayrıntının dikkate alınarak, --soyut model-- ile --bire bir çakışan-- bir somut toplum düşünülüyorsa, yanıt elbette ki --hayır-- olacaktır. Çünkü, her toplumda, mutlaka, soyut modelden sapan küçük ya da büyük, az ya da çok, birkaç özellik olacaktır. Öte yandan, elimizde --feodal toplum--, --kapitalist toplum-- gibi modeller olmasa, toplumları ne sınıflamamız, ne de onları bilimsel kategoriler halinde incelememiz olanaklı olur. Bu açıdan bir --devrim sosyolojisi--nin ancak belli modeller çerçevesinde ele alınabileceği açıktır. Fakat, modeller ile çalışırken, bunların soyut genellemeler olduğu ve --her zaman her yerde geçerli-- kavramlardan oluştuğu için, hemen hemen hiçbir somut toplum ya da olayla --bire bir-- çakışma göstermeyeceği unutulmamalıdır. |
III- AZGELİŞMİŞ ÜLKELERİN YARATTIĞI SORUNLAR İnsanoğlunun ileri çocukları, gelişmiş teknolojiye sahip toplumlardır. Atomu parçalayan, bilgisayarları üreten ve uzay teknolojisine geçen toplumlardır, insanlığın geleceğini belirleyen toplumlar. Oysa, insanoğlunun çoğunluğu azgelişmiş toplumlar biçiminde yaşamaktadır. Üstelik bunların önemli bir bölümü, yalnız azgelişmiş değil, --geri bıraktırılmış-- toplumlardır. Yani, insanoğlunun bir bölümü, --gelişmiş ülke-- adı altında, başka bölümlerini işgal etmiş ve sömürmüştür. Askeri işgal sonrası kurumlaşan ekonomik sömürü, --gelişmiş ülkeler--in bir bölümünü iyice gelişmiş yaparken, sömürge ülkeler de geri bıraktırılmışlığın pençesinden bir türlü kurtulamamışlardır. Örneğin, Hindistan halkı açlığın pençesinde kıvranırken, bu ülkeyi sömüren İngiltere, insanoğlunun önünde yeni ufuklar açan --endüstri devrimi--ni gerçekleştirmiştir. Böylece, tüm insanlığın malı olan, --endüstri devrimi--nde Doğu ülkelerinin de büyük payı olmakla birlikte, bu devrimin ürünlerinden en büyük yararı Batı ülkeleri sağlamıştır. Teknolojisi ileri olan ülkeler, tüm dünyayı etkileri altına alır. Onların dilleri daha yaygın konuşulur. Kısacası, teknolojisi ileri olan ülkeler, öteki ülkeleri ideolojik açıdan da etkiler. Doğal bilimler de, toplumsal bilimler de daha çok bu toplumların girişkenliğinde ve öncülüğünde gelişir. Çünkü bu toplumların bilime ayırdıkları zaman, para ve beyin gücü, öteki toplumlardan daha fazladır. Sonuç olarak bu toplumların bilimsel üretimleri tüm insanlığı etkiler. |
Kuramsal Açıdan Batı'nın Egemenliği Toplumbilim konusunda da bu böyledir. Dikkat edilirse, günümüzde egemen olan bütün toplumsal ve siyasal bilim kuramları gibi, toplumbilim kuram ve modellerinin de Batı'da üretilmiş oldukları görülür. Yukarda açıkladığım gibi, bu bir raslantı değil, ileri teknolojiye sahip olmanın doğal bir sonucudur. Bu durumun bir başka sonucu --devrim toplumbilimi--ne esas olacak kuramsal modellerin de Batı kökenli olmalarıdır. Oysa, Batı, kuramsal modelleri, uzun süre kendi tarihine ve toplumuna bakarak üretmiştir. Çünkü, sorun kendi toplumunun gelişmesidir. Dikkat edilirse, pozitivist yaklaşımdan, sınıfsal yaklaşıma kadar, hemen bütün kuramların, aslında Batı toplumlarının yazgılarını belirlemek amacıyla ortaya atılmış modeller olduğu görülür. Bunlar, hemen endüstri devrimini izleyen yıllarda, teknolojik ilerlemeye ayak uydurmaya çalışan ideolojik atılımlardır. Azgelişmiş ülkelerin gündeme gelmesi, uzun yıllar sonra olmuştur: Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünü yaptığı --azgelişmiş ülkelerin kurtuluş savaşları-- yoluyla gerçekleştirilen devrim, Kuzey Afrika'da ve Güneydoğu Asya'da ancak otuz-kırk yıl sonra dünyanın dikkatini çekmiştir. |
Gelişmiş ülkelerin bilim adamları tarafından kendi ülkeleri için geliştirilen kuramlar ile azgelişmiş ülkeleri incelemek, ilk bakışta pek de yanlış bir iş değil gibi geliyor ,insana: Öyle ya, gelişmiş olan ülkeler, insanlığın en ileri teknolojik aşamasını temsil ettiklerine göre, gelişmemiş ülkeler de er ya da geç, onların bulunduğu yere geleceklerdir. Hem de onların geçtikleri yollardan geçerek. Bu durumda, gelişmiş ülkeler için geçerli olan tüm modeller, bir süre sonra gelişmemiş ülkelerin de gündemine gelecektir. Ya da başka biçimde bir mantık yürütülerek şu sonuca da varılabilir: Gelişmiş toplumların tarihleri, azgelişmiş toplumların bugünlerini yansıtır. Bu nedenle de bu tür toplumların tarihleri incelenerek varılan sonuçlar, azgelişmiş toplumlar için de geçerlidir. Azgelişmiş Ülkelerin Özel Durumları Bu düşünceler tümüyle sakat ve geçersizdir. Çünkü etkileşim olayı bugünkü --azgelişmiş ülkeler--in, --gelişmiş ülkeler--in dünkü durumlarına benzemelerini engellemektedir. Bu etkileşimin iki yönü vardır: Birinci olarak, gelişmiş ülkeler, kimi azgelişmiş ülkeleri bilinçli olarak sömürmekte, onların --geri bıraktırılma--larına yol açmaktadır, İkinci olarak, teknolojileri geri ülkeler isteseler de istemeseler de, gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerin teknoloji ve ideolojilerinden etkilenmektedirler. Kısacası, biri bilinçli ve güdümlü olan, öteki kendiliğinden oluşan iki --etkileşim--, gelişmiş ülkelerle birlikte yaşayan azgelişmiş ülkelerin, önlerinde örnek olan gelişmiş ülkelerle aynı gelişme ve değişme çizgisini izlemelerini olanaksızlaştırmaktadır. |
Bu konudaki bir başka gerçek, günümüzdeki hiçbir --azgelişmiş-- ülkenin gelişmiş ülkelerden herhangi birinin geçmişteki herhangi bir aşamasına benzemediğidir. Bunun en önemli nedeni, azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelerden teknoloji ve ideoloji ithal etmeleridir. Örneğin, --Türkiye, Batı'dan yüz yıl geridir-- desek, bu sözün hiçbir anlamı olamaz. Çünkü, yüz yıl önceki Batı'da ne uçak vardı, ne televizyon. Dolayısıyla gerek hızlı ulaşımın, gerekse hızlı ve görüntülü haberleşmenin etkileri yüz yıl önceki Batı'da yoktu. Oysa günümüz Türkiye'sinde var. Yüz yıl önce Batı'da bilgisayar da yoktu, NATO'da, Marxçı hükümetler de. Oysa, şimdi Türkiye'de gerek teknolojik, gerek ideolojik bütün bu ögelerin etkileri var. İşte ileri teknolojiye sahip ülkelerle, geri teknolojiye sahip ülkeler arasındaki gerek --bilinçli--, gerekse --kendiliğinden-- olan etkileşimler, günümüz dünyasındaki toplumsal bilimleri --gelişmiş ülkeler-- yanında --azgelişmiş-- olan ülkeler ile de ayrıca uğraşmaya zorluyor. Bir başka deyişle, artık Batı için üretilmiş olan modellerin genel geçerliliği, tartışma konusu. Bunlar, tüm dünyayı açıklamaya yetmiyorlar. Biz bu nedenle ileri teknolojiye sahip olan ülkeler için geliştirilmiş olan modeller ile, geri teknolojiye sahip ülkeler için geliştirilmiş olan modelleri ayrı ayrı ele alacağız. (Gelişmiş ülke, azgelişmiş ya da geri bıraktırılmış ülke terimlerini, yalnızca, --ileri teknolojiye sahip ülke-- ve --geri teknolojiye sahip ülke-- anlamında kullandığımı belirtmek isterim. Bu konudaki genel yaklaşımım için Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği adlı çalışmamın --Modernleşme-- ve --Türkiye Gerçeği-- bölümlerine bakılabilir.). |
İleri teknolojiye sahip ülkeler, gelişmiş ülkeler ya da Batı ülkeleri denilen ülkeler için geliştirilmiş olan modeller daha çok tarihsel değere sahiptir. Fakat, bunlar günümüzde olup bitenleri anlamak bakımından incelenmesi zorunlu olan modellerdir. Öte yandan geri teknolojiye sahip ülkeler açısından konuya yaklaşanlar, örneğin, --ulusal kurtuluş savaşları-- gibi çok daha somut olaylara eğilmekte ve belki de Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemini çok daha iyi anlamamıza yardım eden ipuçları vermektedir. ::::::::::::::::::: IV- DEVRİM MODELLERİNİ SINIFLAMA SORUNU Toplumbilim açısından devrim sorununu incelemeye ve irdelemeye çalışanların hemen hepsinin ilk karşılaştığı güçlük, sınıflama olayıdır. Ciddi bir devrim toplumbiliminin altında anlamlı bir sınıflamanın yatması gereği açıktır. Çünkü, bilimsel bilgi bir anlamda karşılaştırmalı bilgidir. Karşılaştırmalı bilgi ise, ancak belli sınıflamalar sonunda elde edilebilir. Ayrıca, bilimsel bilginin soyut olması ve belli tipleri açıklamakta kullanılabilir nitelik taşıması da ancak sınıflama işlemleri sonunda bir anlam taşır. |
Her sınıflama işleminin altında bir temel ölçüt yatar. Şimdiye dek ya eyleme, ya ideolojiye, ya nedenlere, ya sonuçlara, ya da yönteme ilişkin ölçütler kullanılmıştır. Aslında bütün kullanılan ölçütler, anlamlıdır. Kendi içinde tutarlı olduğu oranda, her ölçüte göre yapılan sınıflama, bize bir şeyler öğretir. Toplumsal gerçeği daha iyi algılamamıza yardım eder. Çoğu zaman --devrim-- terimine değer yargıları da eklenir. Örneğin, bir toplumsal olaya --devrim-- denilebilmesi için, onun, ilişkileri mutlaka ileri götürmesi gerektiği öne sürülebilir. Çok da yanlış bir tutum değildir bu. Fakat --ileri-- ve --geri-- kavramları da çeşitli ölçütlere göre belirlendiğinden, zaten kendisi çok kesin olmayan kavramları, bilimsel sınıflamalarda kullanmak, açıklık değil, tam tersine muğlaklık getirir. Bu nedenle bir çalışmada, --devrim-- terimine --iyi--, --kötü--, --güzel--, --çirkin--, gibi değer yargıları eklenmeyecektir. Ayrıca, --devrim-- terimini ilişkilerde temel değişikliklerin oluşması biçiminde tanımladığımıza göre, bu değişmelerin, ileriye doğru mu, geriye doğru mu dönük olduğu sorunu, bizim açımızdan ancak devrimin --niteliği--, açısından önem kazanır. Yoksa bir olayın --devrim-- olup olmadığının belirlenmesinde değil. |
Sınıflama sorununun mutlaka çözmesi gereken konu, yapılan sınıflamadaki kategorilerin, evrensel olarak bütün devrim olaylarını açıklayabilecek bir kapsamda olmasıdır. Bir başka deyişle, öyle bir sınıflama yapmalıyız ki, o sınıflamaya girmeyen bir devrim türü olmasın. Tek Ölçüte Göre Devrim Sınıflamaları Bu tür sınıflamaların en klasik örneği, tek bir ölçüte göre --taraftar--, --tarafsız--, --karşıt-- sınıflaması yapmaktır. Örneğin, devrimleri --Marxçılık-- ideoloji ve eylemine göre sınıflarsak, --Marxçı devrimler--, --Marxçı olmayan devrimler-- ve --karşı Marxçı devrimler-- kategorileri, dünyadaki tüm devrimleri kapsar. Fakat tek ölçüte göre yapılan sınıflamalar, kendi içlerinde çok iyi karşılaştırma olanağı vermekle birlikte, o tek ölçütün dışındaki karşılaştırma olanaklarını son derece sınırladıklarından, toplumsal gerçeğin bazı bölümlerini dışarda bırakmak tehlikesiyle yüz yüze gelirler. Konuyu biraz daha açarsak, bir devrimin --Marxçı-- olup olmaması bazen her şeyi açıklamaz. Örneğin, o devrimin bir toplumun içindeki sınıflararası çatışmalardan mı kaynaklandığını, yoksa bir dış güce karşı yürütülen bir kurtuluş savaşı sonunda mı gerçekleştirildiğini ,belirlemez. Böylece --birden çok ölçüt-- kullanma zorunluluğu doğmuş olur. |
Çok Ölçüte Göre Devrim Sınıflamaları Devrimleri birden çok ölçüte göre sınıflayanlar arasında Brinton'un kategorileri oldukça açıklayıcıdır. Brinton, devrimleri dört gruba ayırıyor. Birinci grup, ortaçağ sonrası Batı toplumunda --halkçı-- ya da --demokratik-- dediği devrimlerdir. Bunlar küçük ve ayrıcalıklı bir azınlığa karşı, çoğunluğun özgürlükleri adına yapılmış devrimlerdir. Brinton asıl bunları inceliyor. Ona göre İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus devrimleri böyle devrimlerdir. İkinci grup devrimler sağcı devrimlerdir. Bunlar otoriter eğilimliler, oligarşiler ya da tutucular tarafından yapılan devrimlerdir. İtalya ve İspanya'daki faşist devrimlerle, Almanya'daki milliyetçi-sosyalist devrimi bu gruba sokuyor. Üçüncü grup devrimler ulusal kurtuluş devrimleridir. Asya ve Afrika kıtalarındaki bağımsızlık savaşlarını bu gruba sokuyor Brinton. Dördüncü grup devrimler ise başarıya ulaşmamış devrimlerdir. Amerikan iç savaşı, 1848 Avrupa ayaklanmaları, 1871 Paris komünü bu tür devrimlere örnektir (Brinton, 1965:21-26). Görüldüğü gibi Brinton'un devrim sınıflaması oldukça çağdaş ve işe yarar bir sınıflamadır. Kullandığı birden çok ölçüt ise çok mantıklı bir biçimde sıralanmıştır. --Çoğunluk adına-- --azınlık adına-- yapılmış olma ölçütü pek çok yazarın --ilerici-- --gerici--, ya da --solcu-- --sağcı-- ayırımını karşılayacak niteliktedir. Ayrıca, ulusal kurtuluş savaşlarını ayrı bir grup içinde almış olması, hiç kuşku yok ki, sınıflamasını toplumsal ve siyasal gerçeğe daha da yaklaştırmaktadır. Başarıya ulaşamamış devrimlerin ayrı bir sınıf olarak ele alınması, bunlarla, başarılı olanlar arasında karşılaştırma ve belli nitelikleri vurgulama olanağı verdiği için oldukça anlamlıdır. Ne yazık ki, Brinton, --Devrimin Anatomisi-- adını verdiği kitabında yalnızca bir grup devrimi, İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus devrimlerini incelemiştir. Bu dört devrimden bile, zaman zaman bizim de kullanacağımız sonuçlar çıkaran Brinton, tüm devrimleri inceleseydi, mutlaka, çok daha verimli sonuçlara ulaşabilirdi. |
Biz bu çalışmada Brinton'un sınıflamasını da kullanmayacağız. Çünkü, bir ileri teknoloji ülkesi bilim adamı olan Brinton da, Batı'ya ağırlık veren bir yaklaşımı belirliyor; yalnız ileri teknoloji ülkelerinin devrimlerini inceliyor. Oysa, bizim inceleyeceğimiz devrim, bir --geri teknoloji ülkesi devrimi--dir. Üstelik de ulusal kurtuluş savaşı ile iç içe geçmiş bir devrim: Türk Devrimi. Bu nedenle, daha önce belirttiğim gerekçeleri de akılda tutarak, buradaki sınıflamamız daha çok Türk Devrimi'ni açıklamaya yardımcı olacak biçimde yapılacaktır. Bu nedenle de önce Batı'yı ve tüm dünyayı etkileyen endüstri devrimi üzerinde durulacaktır. Daha sonra üç genel model açısından Türk Devrimi'nin irdelenmesi yapılacaktır. Bu modellerin iki tanesi --ileri endüstri ülkeleri-- için geçerlidir. Bir tanesi de --geri teknoloji ülkeleri-- için geliştirilmiştir. ::::::::::::::::::: II EVRENSEL MODELLER VE TÜRK DEVRİMİ Gökte bir bulutgeziyordu; Bir yanı kırmızıydı, bir yanı beyaz; Batı'ya yönelmişti, Belli, Doğu'dan gelmiş. Gökte gezen bulut, gözümle gördüm; Tıpkı, Mustafa Kemal'e benziyordu. M. SUNULLAH ARISOY, --Mustafa Kemal Türküsü--nden. |
I- İLERİ TEKNOLOJİYE SAHİP ÜLKELER İÇİN GELİŞTİRİLMİŞ MODELLER Her ne kadar Türk Devrimi bir anlamda --geri teknolojiye sahip--, ya da azgelişmiş-geri bıraktırılmış ülke devrimlerine öncü ve örnek bir devrim ise de, Mustafa Kemal Atatürk'ün gerek yetişme biçimi, gerek okuduğunu ve incelediğini bildiğimiz kitaplar, gerekse sonradan yaptığı uygulamalar, Türk Devrimi'nin büyük ölçüde --ileri teknolojiye sahip-- Batı ülkelerinden ve bu ülkeler için geliştirilmiş olan bazı modellerden etkilendiğini göstermektedir. Bu nedenle ileri teknolojiye sahip ülkeler için geliştirilmiş olan modellerin incelenmesi, yalnız devrim toplumbiliminin kuramsal temellerini belirlemek açısından değil, Türk Devrimi'nin ve Mustafa Kemal Atatürk'ün eyleminin anlaşılması bakımından da zorunludur. Bilim, hiç kuşkusuz, bir birikimdir. Bu açıdan günümüzün sorunlarına bakarken, --Amerika'yı yeniden keşfetmemek içina, tarihsel açıdan konuya nasıl yaklaşılmış olduğunu çok iyi bilmek gerekir. İnsanoğlunun en ileri teknolojiye sahip toplumları, tarihte de, günümüzde de, genel olarak Batı toplumlarıdır. Her ne kadar Japonya, bugün teknolojik ilerilik açısından, Batı'ya önemli ölçüde ortak olmuş gözüküyorsa da, bu henüz, --Batı-- egemenliğine son verdirecek bir yaygınlığa erişmemiştir. Batı toplumları tarafından ve genellikle Batı toplumları için geliştirilmiş olan modellerin altında ise onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına dek varlığını bütün şiddetiyle duyuran endüstri devrimi yatar. |
Endüstri devrimi öyle bir olaydır ki, yüzyılların birikimi ile çatırdayan ve çürüyüp giden feodal düzenin üzerine, yeni bir yapıyı, burjuvazi ve proleterya arasında paylaşılan bir düzeni getirmiştir. İşte çağımızın devrim modellerine damgasını vuran temel olay budur. Avrupa'da endüstri devrimi, bütün gücü ile sürüp gelişirken, bir başka olay, Fransız Devrimi, teknolojik gelişmelerin karşı durulmaz dalgalarını, ideolojik kalıplar biçimine sokuyor ve bir düzenin tüm temellerini sarsıyordu. Bu anlamda düşünüldüğünde, Batı'nın teknolojik bakımdan ileri ülkeleri için ve bu ülkelerde geliştirilmiş olan devrim kuramlarının altında teknolojik güç olarak endüstri devrimini, ideolojik güç olarak da Fransız Devrimi'ni görmemek olanaksızdır. Bu nedenle de ileri teknolojik ülkeler için geliştirilmiş modellerin özelliklerini anlayabilmek için önce bunların teknolojik ve ideolojik kaynaklarını bilmek gerekir. |
1-) Endüstri Devriminin Özellikleri Batı kültür birikimini tüm dünyaya yetkiyle yayma işlevini yüklenmiş olan Britannica ansiklopedisi, Endüstri Devrimi'nin özelliklerini endüstri içi ve dışı olarak sınıflıyor ve şöyle özetliyor: Endüstri Devrimi'nin endüstri yaşamında görülen özellikleri: 1) Başta demir ve çelik olmak üzere yeni hammaddelerin kullanılması. 2) Kömür, buhar makinesi, elektrik, petrol ve patlamalı makineler gibi, yeni enerji kaynaklarının kullanılması. 3) İplik eğirme makinesi ve yeni enerji kaynakları ile çalışan tezgahtar gibi, daha az insan enerjisi ile daha çok üretim yapılmasına yol açan yeni makinelerin icadı. 4) İşgücünün fabrika sistemi içinde, daha yüksek bir işbölümüne ve uzmanlaşmaya yol açan biçimde yeni örgütlenmesi. 5) Buharlı lokomotif, buharlı gemi, otomobil, uçak, radyo ve telgraf gibi ulaşım ve haberleşmede önemli gelişmeler. 6) Bilimin endüstriye, gittikçe artan bir biçimde uygulanması. Görüldüğü gibi, altı nokta biçiminde özetlenen bu yenilikler, gerçekten tüm insan ilişkilerini etkileyecek güçte teknolojik gelişmelerdi. Üstelik, bu teknolojik değişme ve gelişmelerin doğrudan doğruya ortaya çıkan birtakım başka sonuçları da vardı. Britannica, bunları da, endüstri devriminin endüstri alanı dışındaki özellikleri olarak şöyle özetliyor: |
1) Çok daha büyük tarım dışı nüfusu besleyecek üretimi sağlayan tarımsal gelişmeler. 2) , Servetin daha yaygınlaşmasına yol açan ekonomik değişmeler, artan endüstriyel üretim ve uluslararası ticaret karşısında servet kaynağı olarak gerileyen toprak. 3) Ekonomik güç kaynağındaki değişmeleri yansıtan siyasal değişiklikler ve endüstriyet bir toplumun gereklerine uygun olarak düzenlenen yeni politika uygulamaları. 4) Kentlerin büyümesi, işçi sınıfı hareketlerinin gelişmesi ve yeni otorite kaynaklarının ortaya çıkması gibi, büyük toplumsal değişmeler. 5) Çalışanların yeni beceriler elde etmeleri, fabrika disiplininin ortaya çıkması, bütün bunların sonunda insanın kendine güveninin artması gibi ögelerle belirlenen çok geniş bir kültürel değişme. (Britannica: XII, 210-211 ). Fransız Devrimi Yukarıdaki değişmelere dikkatle bakıldığında, bunların toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanda gerçek bir devrimi belirlediğine hiç kimse kuşku duymaz. Nitekim, bu oluşumlar sırasında ortaya çıkan bir başka olay, Fransız Devrimi, duyulabilecek tüm kuşkuları dağıtacak bir biçimde çağına damgasını vurdu. 1789 yılında doruk noktasına ulaşan, 1830 ve 1848'de yeniden Avrupa'yı sarsan siyasal devrim, özgürlük, eşitlik, kardeşlik terimleri çerçevesinde tüm bir düzeni değiştirmekle kalmıyor, geleceği de biçimlendiriyordu. Genellikle kısır bir görüşle yalnızca --bir burjuva devrimi-- olarak nitelenen ve incelenen Fransız Devrimi, aslında, bağrında burjuvazinin zorunlu ikizi olan işçi sınıfının yükselişini de simgeliyordu. Sanırım Danton'un şu sözleri durumu bütün açıklığı ile simgeler: --Kendini aristokrasiye ve ruhbana eşit kılmak için monarşiyi deviren üçüncü sınıf, dördüncü sınıfın genel eşitlik isteği karşısında yenilme tehlikesiyle karşılaşmış bulunuyor.-- (Eliçin, 1967:298). |
Endüstri Devrimi'ni, siyasal alana taşıyan ve günümüz dünyasını bile biçimlendiren Fransız Devrimi için ünlü tarihçi Albert Sorel'in çözümlemesi; hiç kuşkusuz yalnız bir --Devrim Toplumbiliminin Kuramsal Temelleri--ne değil, aynı zamanda Mustafa Kemal eyleminin kökenine de ışık tutacak niteliktedir: --Başlangıcından itibaren ve ana prensibinin tabü bir neticesi olarak, Fransız İhtilali temele saldırır ve saltanat rejimi altında bulunan ihtiyar Avrupa'nın bütün yapısını harap eder. Milletin egemenliğini ilan eder, kendi nazariyelerini pek tabii ve dünyaya şamil hakikatler şeklinde tanıtır, yerleşmiş bütün iktidarları tehdit eder, milletleri ayaklanmaya ve hürriyetleri elde etmeye çağırır. Bu işte bilhassa garip olan taraf, ne nazariyenin mahiyetidir, ne de propagandanın şiddeti; Avrupa hükümetlerinin kayıtsızlıklarıdır. Boranın belirtilerini sezmemişlerdir, koptuğu zaman onu bencil bir rahatlık içinde seyrederler; ancak sağanak boşandığı ve sel kendi üstlerine geldiği zaman dehşete düşerler. |
Tehlikeyi farketmeyi bilmemişlerdir; onu önlemeye de muvaffak olamazlar. Ona ancak birbirini tutmayan gayretler, birbirlerine zıt tedbirler, durmadan boşa çıkan niyetlerle karşı koyarlar. İsyan etmiş bir milletin ve her şeyi altüst edecek bir nazariyenin tehdidi altında bulundukları halde, ne nazariyeye karşı bir koruma prensibine, ne de ayaklanmaya karşı çıkarılacak bir milli kuvvete sahiptirler. Fransa'da her şey karışmış ve bozulmuştur, Avrupa'da ise her şey yerli yerindedir. Fransa'da ne hükümet, ne de hazine kalmıştır; kendisinin bir ordu kadrolarına sahip kaldığını söylemek bile güçtür. Eski saltanat idareleri kudretli hükümetlerin bütün imkanlarına sahip bulunmaktadırlar. Orduları harbe girecek durumdadır; muharebeleri inceleyerek ve savaşarak bilgi kazanmış generalleri, itaatli ve tecrübeli erlere kumanda etmektedirler. Fen, disiplin, sayı üstünlüğü, mühimmat onlardadır. Fransa mahvolacak gibi görünür. Her türlü tahminin hilafına teşkilatlanan anarşidir, dağılan da teşkilatlı kuvvettir. Fransa, ittifakı yener; daha şaşılacak bir şey yapar; onu parçalar. İttifak etmiş hükümdarlardan biri: --Bu haydutlar dost da, müttefik de istemiyorlar; onlara suç ortaklarıyla kurbanlar lazım-- diye yazmaktadır (II'nci Katerina'nın Berlin'deki Büyükelçisine 6 Haziran 1794'deki talimatı, Martens Traites de la Russic avec l'Allemagne (Rusya'nın Almanya ile Muahedeleri). (II'nci cilt, 167'nci sayfa.Petersburg, 1883). Fransız sömürgelerini esasen kendi hesabına zaptetmiş olan ve bunları elden çıkarmamak iddiasını güden İngiltere müstesna, tekmil müttefikler sıra ile oyunbozanlık eder ve kurbanların topraklarından hisse almak için galiplerin ortağı olurlar. Krallar tarafından yerleşmiş hakların müdafaası için Fransız İhtilali'ne karşı girişilmiş kutsal savaş, saltanat haklarının koruyucularıyla ihtilalin ortaya çıkardığı iktidar kuvvetleri arasında kıtanın paylaşılmasına varır. --İhtiyar Avrupa hayasız bir iflasla can vermektedir.-- (Siyahlar benim. E.K.) (Sorel, 1949:I, XIII-XIV). |
Bu satırlardan da açıkça görüldüğü gibi, Fransız Devrimi yalnız Fransa'ya özgü olarak kalmamış, Avrupa'nın tüm düzenini değiştirmiştir. Fakat bu değişiklik içinde yeni filiz veren bütün sınıflar yerli yerine oturamamış, şirazesinden çıkmış Avrupa, bir türlü düzene ve sükunete kavuşamamıştır. Değerli tarihçimiz Ahmet Mumcu, --Fransız İhtilali'nin insanlığa açtığı ufuklar sonucunda; özellikle Avrupa'da daha da sistemleştirilmiş ve siyasal nitelikleri daha belirgin yeni düşünce akımları ortaya çıkmış ve günümüze kadar sürmüştür-- dedikten sonra, bu devrimin ürettiği akımları, --Anayasacılık--, --Ulusalcılık-- (Milliyetçilik), --Cumhuriyetçilik ve Demokrasi-- olarak özetliyor (Mumcu, 1980:76-82). İşte Endüstri Devrimi'nin teknolojik ve Fransız Devrimi'nin ideolojik baskısı, --ileri teknolojiye sahip ülkeler-- için --büyük boy-- devrim ve değişim modellerinin üretilmesine yol açtı. ::::::::::::::::::: 2-) Pozitivist Model ve Türk Devrimi Hemen hemen bütün büyük boy değişme kuramlarının ve bu kuramlara uygun olarak gerçekleştirilen modellerin ortak bir yanı vardır: Hepsi tarihsel bir incelemeyle ve bir tarih yorumuyla işe başlarlar. Bu, onlara iki konuda büyük avantaj sağlar. Birinci olarak, ciddi bir değişme modeli ancak ciddi bir tarih ve toplum çözümlemesiyle ortaya konulabileceği için, ileri sürdükleri önerilerin anlamlı olmalarını sağlar. İkinci olarak da, inandırmak zorunda oldukları insanlara, daha --nesnel-- ve daha --bilimsel-- oldukları izlenimini verdikleri için, taraftar toplamaları kolaylaşır. |
İşte tarihsel olarak Endüstri Devrimi ile Fransız Devrimi'nin ilk kuramsal ürünü, --pozitivizm-- ve ona dayalı olan --insanlık dini-- dir. Fransız Devrimi'nin doruk yıllarında doğan Auguste Comte tarafından oluşturulan --pozitivist-- model, aslında hiç de --devrimci-- değildir. Çünkü, herhangi bir düzeni --devirmek--ten çok, --kurma--ya yönelik bir modeldir. Comte, bizzat kendisi, --pozitivist-- görüşlü --sosyokratlar-- için şunları söylüyor: --Şu halde, her birisinin mahiyetine göre tatbik zemini bulacağı bütün beşeri kabiliyetleri umumi teceddüde (yenileşmeye) hakimane bir suretle iştirak ettirecek hakiki bir sosyokrasiyi imkan nisbetinde tesis etmek üzere, Garbı (Batı) anarşik bir demokrasi ile mütedenni (gerileyen) bir aristokrasiden kurtarmaya geliyoruz. Filvaki, biz sosyokratlar, aristokrat olmadığımız kadar demokrat da değiliz. Bize göre bu muhalif partilerin ehemmiyete değer kütleleri, tatbikatta bir taraftan tesanüdü, diğer taraftan da devamlılığı temsil eder ki, pozitivizm nihayet bunların esef edilecek çarpışmalarının yerine aralarında esaslı zaruri bir tabiiyet münasebeti (bağımlılık ilişkisi) tesis etmiştir. Fakat, her ne kadar siyasetimiz bu iki eksik ve insicamsız temayülün aynı nisbette üstünde bulunuyor ise de, bu mukabil iki partiyi bugün aynen reddedecek değiliz. Felsefi ve içtimai mesleğimin devam ettiği otuz seneden beri muhtelif rejimlerimizde muhalefet ismi verilen şeye karşı daima derin bir nefret ve her türlü yapıcılara karşı mahrem bir yakınlık hissetmişimdir. Her tarafta umumi kuruculuğun bellibaşlı bir ihtiyaç halinde göründüğü bu asırda, hatta açıkça eskimiş malzeme ile yapıcılıkta bulunmak isteyenler bile, sadece yıkıcı olanlara nisbeten, bana müreccah (tercih edilir) görünmüştü. Resmi muhafazakarlarımızın geri hallerine rağmen, basit ihtilalcilerimiz bana zamanımızın hakiki ruhundan, pek daha uzak görünmektedir. Bunları, durgunluklarına karşılık seleflerini (kendilerinden önce gelenleri) temayüz ettiren cömert umumi inkılap hislerini kullanmadan, XIX'uncu asrın ortasında körü körüne ancak XVIII'inci asra yaraşacak menfi istikameti (olumsuz doğrultuyu) devanı ettirmektedirler.-- (Comte, 1952:XLII-XLIII). |
Aslında birazdan pozitivizmin, nasıl bir evrim ile ortaya çıktığını ve genel kuramını açıkladığımızda, insanı düş kırıklığına uğratacak sözlerdir bunlar. Çünkü pozitivizm, aslında, insanlığın genel evrimi içinde nesnelliğe ve deneyselciliğe doğru bir gelişmeyi simgeler. A) Pozitivist Kuramdaki Determinizın Hemen hemen bütün büyük boy kuramlar gibi, pozitivizm de deterministtir. Pozitivizmin kurucusu olan Comte, bütün toplumların, zorunlu olarak, kendisinin belirlediği teolojik, metafizik ve pozitif devrelerden geçtiğini öne sürer. Comte'a göre, her devre, kendisinden önceki dönemin zorunlu bir sonucu, kendinden sonraki dönemin de hazırlayıcısıdır (Erman, 1952:XXVI; Harris, 1968:62). Comte'un --Pozitif Felsefe Dersleri--nde ayrıntılı bir biçimde açıkladığı sistem, aslında, insanlığın düşünce biçiminin, tüm topluma egemen olmasına dayanmaktadır. Comte'a göre, toplumlar da, insanlar ve bilimler gibi üç düşünce aşamasından geçerler. Birbirini zorunlu olarak sırayla izleyen bu aşamalar düşünce biçimindeki özelliklere bağlı olarak tüm toplumsal yapıyı da belirler. Pozitivist düşünceye göre, insanoğlu, üç aşamadan geçerek olgunlaşır. Her gelişme sürekli olarak daha iyiye, daha doğruya yöneliktir. |
Birbirini İzleyen Aşamalar Birinci aşama dinsel dönemdir (Teolojik devre) . Bu dönemde insanoğlu tüm yaşamını doğaüstü hakkında sahip olduğu inançlara göre düzenler. Çevreyi algılamakta düş gücü, duyu organlarından çok daha etkilidir. Zaten, gerek duyu organlarıyla, gerek deneylerle gerçeğe erişmek için, teknoloji de yeterli değildir. Bu devrede insanoğlu, çevresindeki olayların ardında, kendi iradesini andıran Tanrı iradesini araştırır. Dinsel dönem de kendi içinde üç aşamaya ayrılır. Birinci aşama fetişist aşamadır. Bu devrede, tek tek nesneler, insan özelliklerine sahip gibi düşünülür. Özellikle totem anlayışında simgelenen bu görüş, cansız varlıkları, insanın ruhuna sahipmiş gibi ele alır. Dinsel dönemin ikinci aşaması çoktanrıcı aşamadır. Özellikle eski Yunan'da simgeleşen bu görüşe göre, insanlara benzeyen ve onların işlevleri gibi işlevleri yüklenen tanrılar vardır. Bunların her biri insan yaşamının belli bölümünü yönetir; aşk, haberleşme gibi. Dinsel dönemin son aşaması tektanrıcı aşamadır. Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi tektanrılı dinler, bu aşamayı simgeler. |
İkinci aşama metafizik dönemdir. Bu dönemde, düş gücü ve akıl yürütme ile erişilen gerçeklerin, küçük bir ölçüde de olsa, duyu organlarıyla algılanan gerçekler tarafından etkilenmelerine izin verilir. Çevredeki olayların açıklanmaları için Tanrı düşüncesi ile birlikte ruhlar gibi, doğanın genel eğilimleri gibi, çok iyi tanımlanamayan bazı güçler de kullanılmaya başlanır. Fizikötesi dönem, tam bir teslimiyetçilikten, doğal ve toplumsal bilimlerin deneysel sonuçlarını, yaşama aktarmaya geçiş için bir hazırlık dönemi, bir ara aşamadır. Dinsel dönemin tam teslimiyetçiliği bu ara aşamada, bir ölçüde de olsa azalmıştır. Üçüncü aşama pozitif dönemdir. Bu dönem, endüstrileşme sonunda elde edilen bütün sonuçları, özellik olarak yapısında taşır. Dinsel ve fizikötesi dönemlerden sonra zorunlu olarak ortaya çıkan bu devrenin en önemli özelliği, insanın çevresindeki gerçeği artık duyu organlarıyla ve deneysel yöntemle algılamakta oluşudur. Bu dönemde deney, düş gücünün; akıl, hurafenin yerini almıştır. |
B) Pozitivist Kuramın Toplum Modeli Comte, toplumların sürekli daha iyiye ve doğruya doğru gelişmesinin doğal ve toplumsal evrimin bir sonucu olduğunu söyler. Bu evrim ise, toplumların kendi iç dinamiklerinden doğmaktadır (Comte, 1964:15-20). Pozitivist anlayışa göre toplum modelleri, her dönemin egemen düşünce biçimi tarafından belirlenir. Örneğin, dinsel dönemin toplumsal örgütlenme tipi, askeri bir siyasal gücün yönetim ve denetimindeki özellikleri taşır. Toplum bu aşamada tarımla uğraşmaktadır. Bu iki özellik birlikte, dinsel aşamadaki toplumların tüm niteliklerini belirler. Yalnız burada unutulmaması gereken nokta, toplumun örgütlenme biçimini egemen düşünce yapısının belirlediğidir. Metafizik dönemdeki genel örgütlenme, gittikçe gücünü yitiren derebeyliktir. Bir önceki dönemin güçlü askeri yönetim modeli gittikçe zayıflamaktadır. Kölelik kurumu çökmektedir. Doğal hukuk fikri de bütün bu değişme ve gelişmelere koşut olarak ortadan kalkmaktadır. Dönemin en önemli özelliği, bir geçiş aşaması olmasıdır. Dinsel dönemden pozitif döneme geçiş ile belirlenen bu aşamada, hemen hemen her kurum yozlaşmakta ve güçsüzleşmektedir. Çünkü endüstrileşmenin ilk tohumları tüm toplumu etkisi altına almıştır. Son aşama olan pozitivist dönemde, artık deneyin, pozitif bilimlerin ve pozitif düşünce biçiminin egemenliği söz konusudur. |
C) Pozitivist Kuramın Temel Özellikleri Pozitivist kuram, çok kısaca, bir düşünce devrimi olarak nitelenebilir. Bu kuram --aklın hurafeye--, --bilimin dine-- zaferi olarak da düşünülebilir. İşin ilginç yanı, --aklın dine egemenliği-- düşüncesini yaymak için Comte'un bir --insanlık dini-- kurma çabasında oluşudur. Bu noktada, hem determinist oluşu, yani pozitivist aşamanın toplumların kendi iç dinamiği sonunda, zorunlu olarak erişilecek bir aşama niteliği taşıdığına inanması, hem de bu aşamayı kurmak ve geliştirmek için bir din oluşturması, tam anlamıyla, sınıfsal devrim kuramını ve bunun kuramcısı Marx'ı anımsatmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, belki de Marxçı düşüncenin temelleri arasında --Fransız sosyalizmi-- ile birlikte --Fransız pozitivizmi--ni de saymak gerekebilir (Sınıfsal devrim modeli incelenirken bu konunun üzerinde daha ayrıntılı olarak duracağım) . Bilindiği gibi, Marx da komünist toplumu hem zorunlu bir aşama olarak görür, hem de bunu çabuklaştırmak için işçilerin birleşerek çalışmalarını öğütler ve bu amaçla bir de örgüt kurar. İşte tam bu noktada, pozitivist kuramın tutuculuğu ve bu yüzden de uğradığı başarısızlık ortaya çıkar. Comte, kendi dinini yaymak, devrimini gerçekleştirmek için mevcut düzenin egemenlerinden yardım aramaktadır. Bunların arasında Rus Çarı ve Osmanlı İmparatoru bile vardır. |
Comte'un bütün bu çabaları aslında, insanlığın mevcut çelişkilerini uzlaştırma tutkusunda yatar. Ona göre, Doğu ve Batı dünyaları arasındaki en büyük çelişki ilahiyat alanındadır. Bu yüzden de, --Şu halde Şark ve Garp, fikri ve ahlaki ittihat (birleşme) larının sistematik kaidelerini her türlü metafizik ve ilahiyatçılığın dışında aramalıdırlar. Bu kadar beklenilen ve daha sonra derece derece bütün beşer nevi içinde yayılacak olan bu kaynaşma tabiatıyla ancak pozitivizmden, yani şeniyet (gerçeklik) ile faidenin içinde daimi surette imtizacı ile temayüz eden bir meslekten (Sosyokrasiden) gelebilir.-- diyor (Ayraç içindeki açıklama ve ekler benim. E.K.) (Comte, 1952:XLVI). Aradığı uzlaşma, mevcut siyasal yapı içinde, yeni bir düşünce biçimindedir. Oysa, yine kendisinin koyduğu teşhise göre, eski düzen, Endüstri Devrimi'nin getirdiği yeni düşünce biçimiyle çatırdamakta, çökmektedir. D) Pozitivist Kuramın Eleştirisi Sosyokratların büyük yanılgıları, tarihi yüzeysel çözümlemelerinde, tüm oluşumları insan zihnindeki değişikliklere bağlamalarında ve üstelik de çözümlemeyi ileri götürmek yerine, güncelde sabitleştirmelerindedir. Bu iki tür eleştiriyi aslında ayrı ayrı incelemek gereklidir. Çünkü, biri tarihin yorumunda, öteki ise geleceğin belirlenmesinde yapılan hatalardır. Temelde aynı olmakla birlikte, biri yoruma, öteki uygulamaya ilişkin bulunduğundan farklı sonuçlar verirler. |
Tarihin yorumuna ilişkin hata, esas olarak, teknolojinin ihmal edilip, tüm ağırlığın ideolojiye verilmesinden kaynaklanır. Bir başka deyişle, Comte tüm çözümlemelerini, insan zihninin doğa ve öteki insanlar hakkında ürettiği düşüncelere dayamıştır. Fakat bunu yaparken, bu düşüncenin kaynaklandığı nesnel koşullara, özellikle insanın doğayı denetlemek amacıyla ürettiği araç ve gereçlere, yeterli ağırlığı vermemiştir. Teknolojinin sonuçları, doğaya egemen olmaya yol açtığına ve Comte'un sistemi de, genellikle, insanın doğayı algılama biçimine dayalı olduğuna göre, bu hata bağışlanır bir yöntem hatası değildir. Aslında Comte, bu hatayı yapmamak için bütün ögelere de sahiptir. Gerek bilimlerin gelişmesi, gerek kendisinin yöntem konularındaki düşünceleri, onu bu hatadan koruyacak nitelikte gibi gözükmektedir. Üstelik bir de --kendi dini-- için geliştirdiği okuma listesi vardır ki, temelde, yalnızca --ideolojik-- değil, doğrudan doğruya --teknolojik-- gelişme ve değişmeler konusunda da aydınlatıcı görüşlerin benimsenmesine yöneliktir. Örneğin, kendisinin astronomi kitabı, Lavoisier, Condorcet, Lamarck, Langrange gibi bilim adamlarının matematik, kimya ve benzeri müsbet bilim konularını kapsayan yapıtları bu listenin içinde yer almıştır. |
Bütün bu noktalar göz önünde tutulduğunda, Comte'un tüm insanlığın gelişmesini salt gerçeğin algılanış biçimine; hem de bunun belirlediği düşünce sistemine, doğrudan doğruya --ideolojik-- ögelerle bağımlı sayması oldukça şaşırtıcıdır. Bu noktada, Pozitivizmin ikinci hatasına, gününü değerlendirmekte düştüğü yanlışa geliyoruz. Nasıl oluyor da, Comte gibi bir düşünür, hem Endüstri Devrimi'nin insan düşüncesinde yaptığı --pozitif devrimi-- görüyor, hem de --demokratlar--dan nefret ediyor? Aslında bu sorunun yanıtı son derece basittir. Çünkü Comte, bilimsel bulguların kesinliğine ve doğruluğuna inanmaktadır, demokrasiye değil. Toplumlar için de --iyi--nin ve --doğru--nun, çoğunluğun kararı ile değil, --bilimsel yöntemler--le bulunacağına inanır. Bu --bilimsel yöntem--i de kendisi tarihe uygulayarak, --doğru-- ve --iyi-- olanları bulduğundan, kendisi ile uyuşmayan herkes --yanlıştır--, --kötüdür--, --bilimsel değildir--. Zaten, kendi yöntemi ile tarihe baktığında düşünce biçimleri yanlış olduğu için, yığınların nasıl yanıldıklarını görmemiş midir? |
Bu anlamda, Comte ve onun izleyicisi olan --sosyokratlar-- oldukça --seçkinci-- bir görüşü simgelemektedirler. Bu durum onların yalnız düşüncelerine değil, eylemlerine de önemli ölçüde yansımıştır. Kendi görüşlerinin benimsenmesini ve yaygınlaştırılmasını, hep, Endüstri Devrimi'nin yok edeceği düzenlerin başında bulunanlardan beklemeleri bunu göstermez mi? Pozitivist Kuramın Güncelliği --Pozitivizm-- düşüncesini hem doğuran, hem de yanlışlarıyla birlikte biçimlendiren, Fransız Devrimi ve bu devrim sırasında olup bitenlerdir. Fransa'nın temelden sarsıldığını gören Comte, bir çıkış aramakta, bunu, gününde çatışan görüşlerin arasını bulmakla oluşturabileceğini sanmaktadır. Bu yüzden de kendi dönemindeki --gelenekçiler--le --devrimciler-- arasında bir orta yol izlemeye çalışmaktadır. O dönem Fransa'sı, hemen hemen bütün değerlerin yıkıldığı fakat yerine bir türlü yenilerinin konamadığı bir dönemdir. --Devrim, çocuklarını yemektedir--. Yani, bir türlü toplumun nereye gittiği saptanamamaktadır. Avrupa bu durum karşısında oldukça duyarsızdır. |
İşte Comte, bütün bu güncel durumdan son derece etkilenmiş ve büyük kitleleri, kendisinin --bilimsel yöntem-- uygulayarak bulduğu --iyi--leri ve --doğru--ları kabul etmeye çağırmıştır. Bir anlamda, Comte'un düşüncesi, gününü kurtarmaktır. --Gününü kurtarmak-- Pozitivist kurama özgü bir nitelik de değildir ayrıca. Bütün büyük boy kuramlara ve bunları üretenlere bakıldığında, hemen hemen hepsinin --gününün sorunlarına yanıt aramak-- amacıyla üretildiğini görürüz. Burada Comte'un yanlışı, hem, sistemini dayadığı --gerçeğin algılanış biçimi-- ögesinin nasıl bir yol izleyeceğini iyi görmemiş, hem de hangi somut kişi, grup ya da örgüt ve sınıflara dayanacağını iyi kestirememiş olmasıdır. Tam bu noktada tarihe bakarken yaptığı yanlış ile gününü değerlendirirken yaptığı yanlış birleşmektedir: Tüm insanlığın geçmiş ve gelecek evrimini, yalnız ve soyutlanmış bir biçimde --ideoloji--ye bağlamak. Pek doğal olarak geçmiş ve gelecek böyle bir --soyutlanmış ideoloji-- çerçevesinde algılanınca, yapılacak iş de --soyut ideoloji üretmek--tir. Soyut ideoloji üretiminin en güzel mekanizmasının da bir --din-- kurmak olduğunda hiç kimsenin kuşkusu olmasa gerek. |
Türkiye`de Saat: 22:39 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2