Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22228)

imparator 10-02-2007 10:20

Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk
 
ÖNSÖZ
Bu çalışmayı yaparken dört ana kaynak grubundan yararlandım.
Birinci grup kaynaklar, belgelerdir. Bunların başında, Birinci Büyük Millet
Meclisi'nin gizli oturum tutanakları geliyor. Şimdiye kadar araştırmacıların
kullanmasına pek açık olmayan bu tutanaklar gerçekten çalışmama büyük ışık
tuttu. Pek çok karanlık noktayı, gizli oturum tutanaklarından aydınlığa
kavuşturmak olanağını buldum. Özellikle Atatürk'ün Nutuk adlı yapıtıyla, Türk
Tarih Kurumu'nun pek çok çalışması, bu tutanakların ışığında yeni anlamlar
kazandı.
İkinci grup kaynaklar, Atatürk hakkında yazılmış anılar ve yapılmış
incelemelerdir. Bunların bir bölümü, birinci ağızdan, bir bölümü,
yazılanlardan derleme niteliği taşıyan ikinci elden çalışmalardır.
İncelemelerin içinde ise yabancı bilim adamı ve yazarların, gerek Atatürk,
gerekse Cumhuriyet Türkiyesi hakkındaki yapıtları önemli bir yer tutuyor.
Üçüncü grup kaynaklar, çağdaş toplumsal bilimlerin; toplumsal değişme,
devrim, liderlik, örgüt, ideoloji gibi konulardaki kuramsal ve uygulamalı
bilgilerini içeren çalışmalardır. Bunların önemli bir bölümünün Atatürk ya da
Türkiye ile doğrudan hiçbir ilişkisi yoktu. Ben bunları yalnızca, Atatürk'ün
eylemini çağdaş bilimlerin bulguları açısından inceleyip, irdelemek için
kullandım.
Dördüncü grup kaynaklar, Türk edebiyatı, özellikle Türk Romanı'dır. Gerek
Mustafa Kemal Atatürk'ün, gerekse o dönem Türkiyesinin Türk romanına nasıl
yansıdığı, yalnız o yılların havasını öğrenmek açısından değil, Atatürk'ün
liderlik niteliklerinin ve eyleminin karizmatik özelliğinin daha iyi
belirlenmesinde de bana çok yardımcı oldu. Bu dört kaynak grubunun ne hepsini,
ne de herhangi birini tümüyle araştırabildim. Üstelik elimdeki kaynakların
tümünü de bu çalışmamda kullanamadım. Bu açıdan ortaya çıkan eksikliklerin
bağışlanmasını dilerim.
Elimdeki kaynakları, dünyaya armağan ettiğimiz ve henüz ikinci bir benzeri
üretilmemiş olan Türk Devrimi'ni anlamak ve anlatmak için birbiriyle iç içe
geçmiş bir biçimde kullandım. Çözümlemelerim sırasında, resmi ideolojiye
bağımlı kalmak gibi bir kaygım olmadığı gibi, bu ideolojiyi yadsımak için de
özel bir çaba harcamadım. Tarihin gerçekleri neyse, onları kavramaya ve
çağdaş toplumsal bilimlerin ışığı altında yeni çözümlemeler yapmaya çalıştım.

imparator 10-02-2007 10:20

Atatürk ile simgelenen Türk Devrimi, hem karşı-emperyalist bir eylemin, hem
de Batılılık ideolojisinin bir bireşimi olduğu için, dünyada ikinci bir
benzeri yoktur. Bu --biriciklik-- bilimsel çözümlemelerde de zorluklar yarattı.
Tarihsel gerçekleri elimden geldiğince uygun bir aktarmayı, çağdaş bilimin
bize verdiği yeni çözümleme modellerini gücüm yettiğince kullanarak yapmaya
çalıştım.
Çalışmamı üç kitapçık biçiminde düzenledim. Bu kitapçıklar birbirinden
bağımsız olarak ele alınabileceği gibi, birbirlerini tamamlayıcı özelliklere
de sahip.
Birinci kitapta, bir devrimin nesnel koşullarını kavramlar ve modeller
açısından Türk Devrimi'ni irdelemek amacıyla ele aldım. Önce terim ve
kavramlar üzerinde durduktan sonra, gelişmiş ülkeler için geçerli iki model
ile, gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir modeli Türk Devrimi ile
karşılaştırmalı olarak inceledim. Son olarak da bir devrimin koşulları üzerine
genel bir model önerdim (İkinci baskıda bu bölümün sonuna ayrıca nesnel
devrim koşulları açısından Osmanlı toplumunun durumunu irdeleyen bir bölüm
daha ekledim.).
İkinci kitapta, bir devrimin öznel koşullarını, Türk Devrimi açısından ele
aldım. Bu kitapta Atatürk'ü liderlik, örgüt ve ideoloji açısından incelemeye
çalıştım. Böylece öznel koşullar açısından bir değerlendirme yapmaya çaba
harcadım.
Üçüncü kitapta ise, Türk Devrimi'ne dayalı olarak bir değerlendirme yaptım.
Bu değerlendirmeye dayalı olarak, ideolojik boyutu ağır basan bir model
çerçevesinde Türk Devrimi'ni açıklamaya çalıştım.
Bu çabalarımın Türk Devrimi'ni açıklamakta da, Atatürk'ün eylemini
değerlendirmekte de yeterli olmadığını biliyorum. Çünkü her iki olay da tek
bir kişinin çabalarıyla açıklığa kavuşturulacak denli yalın değil. Bu nedenle
yaptığım çalışma, tartışmalara yeni bir boyut kazandırabilirse, kendimi
görevini yapmış sayacağım.

imparator 10-02-2007 10:21

İKİNCİ BASIM İÇİN ÖNSÖZ
Bir Batılı düşünür: --Başarı ve başarısızlıklar, tarih açısından, yalnızca
dünya olaylarını doğrudan etkiledikleri için önemli değildirler. Asıl
önemleri siyasal bakımdan bir simge oluşturmalarında yatar. İşte Kemalist
deney bunun en güzel örneğidir.-- diyor (Wiatr, 1981:3).
Bu anlayışla kaleme aldığım ve birinci baskısı --Atatürk ve Devrim Kuramları--
adı ile yapılan bu kitap çok çabuk tükendi.
İkinci baskı için kitabı gözden geçirirken, Üniversitelerimizdeki Devrim
Tarihi derslerinde kullanılabilme özelliğini de dikkate aldım. Gerekli ekleme
ve düzeltmeleri bu açıdan da yaptım.
Ayrıca, birinci baskıdan sonra yayımlanan ve özellikle uluslararası
seminerlerde yapılan çalışmaları ve yeni kitapları gözden geçirdim. Bunlardan
yararlanabileceklerimi çalışmama aldım. Bu arada, 1920'ler ve 1930'larda
yayımlanmış olan yabancı kitaplar bakımından da yeni kaynaklar buldum. Böylece
bir yandan Türk Devrimi'nin yabancı gözü ile değerlendirilmesini, öte yandan
da Atatürk yaşarken yapılan gözlemleri okuyucuya daha iyi yansıtmaya çaba
harcadım.
Bu kitabın ilk baskısını yapan İş Bankası Kültür ve Sanat Müşavirliği ile
ikinci baskıyı yapan Remzi Kitabevi'ne teşekkür ederim.
En büyük teşekkürü ise, kitabı eleştirenlere borçluyum. Melih Cevdet
Anday'dan, Oktay Akbal'a, Mete Tunçay'dan İsmet Giritli'ye dek pek çok yazar
ve bilim adamı kitabın üzerine eğilmek zahmetine katlandılar. İkinci baskıda
hepsinden çok yararlandım. Onlara minnet borçluyum.

imparator 10-02-2007 10:22

I- KAVRAM VE TERMİNOLOJİ SORUNU
Toplumsal bilimlerin ve siyasal bilimlerin özel terimleri, günlük konuşma
dilinde taşıdıklarından farklı anlamlar taşır. Her bilim dalının olduğu gibi,
toplumbilimin de kendine özgü bir dili, kendine özgü terimleri vardır. Bir
örnek --rol-- terimi için verilebilir. Günlük yaşamda, sahne etkinlikleri
arasında düşünülen --rol-- terimi, toplumbilim için, --bir durumun hak ve
görevlerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği hakkında ilgili başka kişiler
tarafından sahip olunan rol beklentilerinin toplamı-- olarak tanımlanır
(Kongar,1978:60).
İşin ilginç yanı, hemen hemen tünı bilim dalları için, özel terimlerin ve
özel bir dilin varlığı kabul edilir ama, iş toplumsal ve siyasal bilimlere
gelince biraz karışır: İnsanlar bu bilim dallarının terimlerinin --özel anlam--
taşıdıklarını unutur görünürler. Bu yüzden de herkes her terimi aklına ve
diline geldiği gibi kullanır. Oysa, her ayrı terimin, temsil ettiği kavramlar
açısından ayrı anlamları vardır.

imparator 10-02-2007 10:23

Bu durumun en klasik örneklerinden biri, konumuz olan --Atatürk-- üzerinde
görülür. --Atatürk Devrimleri--, --Atatürk Reformları--, --Atatürk İhtilali--,
--Atatürk İnkılabı--, --Türk Devrimi--, --Türk İnkılabı-- gibi terimler sık sık
birbirlerinin yerine kullanılır.
Bütün bu terim ve kavram kargaşasına, Türkiye'nin içinde bulunduğu hızlı
değişme süreei de katkıda bulunur: Eski ve yeni terimlerin, hangi kavramların
karşılığı olarak kullanıldığı ayrıca bir tartışma konusu olur. --Devrim--
sözcüğü, --İhtilal-- karşılığı olarak mı, --İnkılap-- karşılığı olarak mı
kullanılmaktadır, ya da kullanılacaktır? --Reform-- karşılığı olarak hangi terim
en uygun anlamı verir?
:::::::::::::::::::
1) İhtilal
Toplumsal ve, siyasal bilimlerin kullandığı terimler arasında en geniş ve
farklı anlamlara sahip olan sözcüklerden biri --ihtilal--dir. Bir yandan siyasal
anlamlı Fransız İhtilali'nden söz ederken, öte yandan ekonomik ve toplumsal
anlamlı ve teknolojik temelli --endüstri ihtilali-- deyimi tüm ülkelerin
kullandığı bir terimdir.
Siyasal bağlam içinde --ayaklanma--, --isyan--, --darbe-- gibi terimleri akla
getiren --ihtilal--, bırakınız --endüstri ihtilali-- gibi farklı kullanılışı,
siyasal anlamdaki kullanılış açısından bile üzerinde anlaşmaya varılmış bir
sözcük değildir.
Bu çalışmada, --ihtilal-- sözcüğü yerine --devrim-- terimi kullanılacaktır. Bu
terim, siyasal olarak, --siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi-- anlamında
kullanılacaktır.
Böylece söz konusu olan olay, bir --ayaklanma--dan bir --isyan--dan bir
--hükümet darbesi--nden farklı olmaktadır.

imparator 10-02-2007 10:23

2) İnkılap
Sözcük anlamı, değişme, bir durunıdan başka bir duruma dönüşme olan ve
günümüzde daha çok --reform--, --evrim--, --değişme-- sözcükleri yerine kullanılan
--inkılap-- terimi, geçmişte çok daha farklı bir anlam yüklenmiştir (Bu arada
--inkılap-- sözcüğünün ikinci sesli harfinin üzerinde nokta olmadığına, bu
harfin --i-- değil --ı-- olduğuna dikkati çekmek isterim.).
Özellikle Atatürk yaşarken, Türk devriminin, siyasal bir iktidar
değişikliğinden daha derin, toplumsal ve ekonomik sonuçları olacağını
görenler, buna --ihtilal-- yerine, --inkılap-- demeyi yeğlemişlerdir. Böylece,
genellikle siyasal içerikli olan --ihtilal-- yerine toplumsal ve ekonomik
içerikli olan --inkılap-- deyiminin kullanılmasıyla, o zaman, olay daha geniş
kapsamlı olarak ele alınmıştır.
Öyle sanıyorum ki, ünlü Kadro dergisinin ilk sayısında yer alan bildirinin
şu satırları, terimlerin 1930'lu yıllardaki kullanılışını çok iyi
belirtecektir:
--Türkiye bir inkılap içindedir. Bu inkılap durmadı.
Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler, şahit olduğumuz muazzam kıyam
(ayaklanma) manzaraları, onun yalnız bir safhasıdır. Bir ihtilal geçirdik.
İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır.

imparator 10-02-2007 10:23

Bu ihtilal safhasında dursaydık inkılabımız akim (sonuçsuz) kalırdı. Halbuki
o, genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemiş, son eserini vermiş
değildir. Tesviye edilmiş (düzeltilmiş) bir zemin üstünde yarınki Türk
cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binasını kurabilmek için,
inkılabımız derinleşme ve genişleme istikametindedir.
İnkılap bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanlarırı taraftar
olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lazımdır. İnkılap ona taraftar
olanların iradelerine, taraftar olmayanların iradelerinin, kayıtsız ve
şartsız, bağlanması demektir.
İnkılabın irade ve menfaati, inkılabı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu
bir avangardın, azlık fakat ileri bir KADRO'nun iradesinde temsil olunur. Bu
kadro, inkılabın şeniyetinden (gerçeğinden) çıkarılan ve onun seyrine uygun
bir şekilde izah edildikçe şekilleşen prensipleri kendine şuur edinir.
İnkılabın derinleşmesi demek, her şeyden evvel, bu prensiplerin ve onların
ifadesi olan inkılap, ahlak ve disiplinin, ileri kadronun dimağından genç
neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir.--
(Ayraç içindeki sözcükler benim. E.K.) (Kadro, 1932, No. 1:31).
Görüldüğü gibi, Kadro'cuların kullandığı biçimde, --inkılap--, açıkça
--ihtilal--den çok daha geniş ve derin kapsamlı bir sözcüktür. Özellikle
--İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır-- sözü, iki terim arasındaki
ilişkiyi ve o zamanki kullanışları arasındaki farkı çok açık seçik bir
biçimde ortaya koyuyor.

imparator 10-02-2007 10:23

Terimler arasındaki kullanılış farklarını vurgulaması bir yana, yukarda bir
bölümünü aktardığım bildiri aslında --devrim toplumbilimi-- konusuna da
mükemmel bir giriş niteliği taşımaktadır.
--İnkılap-- teriminin yukarıda belirttiğim kullanılışı ancak bir anlamını
verir. Oysa kimi zaman, --Atatürk İnkılapları-- deyiminde olduğu gibi, ikinci
anlamı da vardır: Buna göre --inkılap--, --reform--, --yenilik-- anlamına gelir
(--İnkılap-- sözcüğünün Arapça anlamının alt üst olma, ters çevirme olduğu da
bu arada anımsanmalıdır.)
Böylece --inkılap--, bir yandan geniş kapsamlı, toplumsal, ekonomik ve
siyasal bir ihtilal anlamında kullanılırken, öte yandan, şapka, alfabe,
takvim, eğitim konularındaki reformları nitelemek için de başvurulan bir
terim özelliği de kazanmıştı.
:::::::::::::::::::
3) Devrim
Türkçedeki özleştirme akımının ürettiği terimlerden biri olan --devrim--
yalnız siyasal anlamda düşünüldüğü zaman --ihtilal-- karşılığı, toplumsal,
ekonomik ve siyasal bağlamda kullanıldığı zaman da, eski günlerdeki
kullanılışı ile --inkılap-- karşılığıdır (--Devrim-- sözcüğü ile hem ihtilal hem
de inkılap terimlerinin karşılanması için ve bunun Atatürk ile ilişkisi için
bkz. Berkes, 1982:133-151.).

imparator 10-02-2007 10:23

Biz bu çalışmada --devrim-- terimini hem --ihtilal--, hem de --inkılap-- anlamında
kullanacağız. Bu çerçeve içinde terimi bir kez daha tanımlarsak şöyle bir
sonuca ulaşırız: Siyasal anlamda --devrim--, iktidarın kökeninde deyişme
yaratan bir olaydır. Örneğin Fransız devrimi, siyasal iktidarın kökenini
tanrıdan ve gelenekten alıp, o dönemin ilerici sınıfı olan burjuvaziye ve
kentli halka vermiştir. Aynı biçimde Türk devriminde de, Atatürk,
dinsel-geleneksel kökenli iktidarı, (o dönem için kuramsal planda da kalsa),
ulusa ya da halka dayalı, laik bir niteliğe dayamıştır.
İktidarın kökeninde, yani dayandığı güçlerde (inançlar ya da sınıflar,
ilişkiler) değişiklik yapmayan siyasal olaylar, bu anlamda devrim değildir.
--Hükümet değişikliği--, --hükümet darbesi--, --isyan--, --iç savaş-- gibi farklı
nitelikte olan olayların --devrim-- olayı ile karıştırılmaması gerekir.
Demokratik yolla yapılan bütün değişiklikler, aynı kökene, halk kökenine
dayandığı için --devrim-- diye nitelenemez. Fakat demokrasinin başlaması bir
devrimdir. Örneğin, bizde 1950 seçimleriyle, Demokrat Parti'nin iktidara
gelmesi ulus egemenliğini ve demokrasiyi kuramdan uygulamaya aktardığı için,
uygulama açısından bir devrim olarak düşünülebilir.
Öte yandan, bir grubu siyasal iktidardan uzaklaştırıp, başka bir grubu
ihtidara getiren --hükümet darbesi--, siyasal iktidarın kökeninde değişiklik
yapmadığı takdirde, --devrim-- olarak nitelenemez. Ancak, siyasal iktidarın
dayandığı güçlerde değişiklik sonucunu doğuran --hükümet darbeleri--, --devrim--
diye nitelenebilirler. Bu açıdan, düşünüldüğünde İttihatçıların --Bab-ı Ali
baskını-- devrim olmaktan uzak bir --hükümet darbesi--dir. Çünkü, sonuç olarak
yalnız Kamil Paşa hükümetinin yerine, Mahmut Şevket Paşa hükümeti geliyor ve
parti olarak İttihatçıların etkisi artıyordu. Oysa; gerek padişah, gerek
meşrutiyet 1908'deki niteliği ile varlığını sürdürüyordu.

imparator 10-02-2007 10:24

Yine bu çerçeve içinde düşünüldüğünde, 1908 yılında İttihatçıların
Makedonya dağlarına çekilmesi ve Abdülhamid'i Meclis'i toplantıya çağırmaya
zorlaması, siyasal anlamda --devrim--dir. Çünkü, rafa kaldırılmış olan
Anayasa'yı yeniden yaşama geçirerek, Padişah'ın kayıtsız koşulsuz kullandığı
dinsel-geleneksel otoriteye, o dönemin etkin gücü --bürokrasi--yi ortak etmişti.
Belki çok kapsamlı değildi ama, hiç kuşkusuz bir --devrim--di 1908 eylemi.
Üstelik de sonuçları bakımından daha geniş kapsamlı devrimlere de yol açmıştı.
Aynı biçimde 27 Mayıs 1960 --hükümet darbesi-- de sonunda siyasal bir
--devrim--e dönüştü. Çünkü, siyasal iktidara, halkın seçtiği Meclis'in yanında
yargısal ve bürokratik ortaklar getirdi. Böylece bir anlamda siyasal
iktidarın dayandığı güçlerin niteliğinde değişiklik yaptı.
--Devrim-- teriminin siyasal alan dışında da anlamı olduğunu daha önce
belirtmiştik. Ekonomik ve toplumsal anlamda devrim, ekonomik ve toplumsal
ilişkilerde temel değişiklikler yapan bir olaydır.
Bilindiği gibi, toplum, bir dizi --düzenlenmiş ilişkiler--den oluşur. Toprak
ağası-köylü, işçi-patron, anne, baba-evlat, öğretmen-öğrenci ilişkileri gibi.
İşte düzenlenmiş olan bu ilişkilerin tümü --toplumsal yapı--yı oluşturur.
Yukarıdaki tanıma yakından bakarsak, toplumsal ve ekonomik anlamdaki devrimin,
toplumsal-ekonomik yapıyı etkileyen bir olay olarak ortaya çıktığını görürüz.

imparator 10-02-2007 10:24

Çağdaş toplumbilimin sınıf, değişme, örgüt, kurum gibi tüm kavramları
--ilişkiler-- içinde düşündüğü ve bu ilişkileri bir --yapı-- çerçevesinde ele
aldığı düşünülürse, (Tiryakian, 1970:112-145; Bottomore, 1970:146; Kongar,
1979:33-34) devrim, siyasal toplumsal, ekonomik ilişkiler düzeninde hızlı
değişmeye yol açan olaydır demek yanlış sayılmaz (Burada bir yaklaşım olarak
--yapısalcılık--ı değil, toplumsal degişmenin ancak --yapıdaki değişmeler--
biçiminde algılanabileceği düşüncesini aktarmak isteğimi özellikle belirtmek
isterim. E.K.).
Devrim ile öteki değişmeleri birbirinden ayıran fark aslında kapsam ve hız
ayrımıdır. Her toplumun her an değişme içinde olduğu anımsanırsa, --devrim--
olayını yalnız --değişme-- kavramına bağlamak anlamsızlaşır. Çünkü o zaman,
her toplum her an --devrim-- yaşıyor demektir. Oysa, her toplumda her an devrim
olmaz.
Şimdi --devrim-- kavramının üç ögesi ortaya çıkmış olmaktadır. Bunlar sırası
ile, --yapı değişmesi--, --bu değişmenin alışılagelmişten hızlı olması-- ve yine
--bu değişmenin alışılagelmişten kapsamlı olmasıdır--. --Alışılagelmiş-- terimini
öznel bir kavram olarak değil, --tarihsel süreç içinde-- ve --belli bir toplum
bağlamı--nda nesnel bir açıdan alıyorum.
Sonuç olarak, Türk Devrimi'ni, Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve ekonomik
yapısında (yani, ilişkilerinde) hızlı ve kapsamlı bir değişme yaratma olayı
olarak gördüğümüzü ve Atatürk'ün eylemini bu bağlam içinde inceleyip
irdelemeye çalışacağımızı belirtelim.
:::::::::::::::::::

imparator 10-02-2007 10:24

II- MODEL SORUNU
Bilimsel düşünce soyut düşünce demektir. Daha doğrusu, soyutlama düzeyi
yüksek temeller üzerine kurulmuş düşünce demektir. Somut düşünce bile, ancak,
belli bir soyutlama düzeyinin üzerine konduğu zaman bir anlam taşır bilimde.
Bir başka deyişle, somut düşünce, bilimsel olabilmek için, belli
soyutlamalara dayalı sonuçlar ile karşılaştırmalı olarak anlam taşır.
Neden bu böyledir? Neden, bilim soyut düşünceye dayanır, ya da dayanmak
zorundadır?
Bu sorunun yanıtı çok açıktır aslında: Bilim, uğraştığı ilgi alanında
genel kurallara, yasalara ulaşmaya çalışır. Oysa gerçek, ister toplumsal,
isterse bireysel olsun, son derece çeşitli ve karmaşıktır. Bu çeşitlilik ve
karmaşıklık içinde, belli ilişkileri görebilmek, belli kurallara
ulaşabilmek için, ayrıntılardan kurtulmak, genel özellikleri bulabilmek
zorunludur. İşte bu zorunluluk içinde bilim, ayrıntıların kendisini
saptırmasını önlemek için genel özellikleri, benzerlikleri ortaya koyar.
Sonra da bu özelliklerden --soyut modeller-- oluşturur.
Soyut düşüncenin en klasik ve ilkel ürünü --renk-- kavramıdır. Yeşil, mavi,
kırmızı, doğada tek başlarına bulunamazlar. Yeşil yaprak, kırmızı elma, mavi
gök söz konusudur ancak. Bakkala gidip --yarım kilo kırmızı renk-- alamazsınız.
Ancak, --kırmızı renkli badana boyası-- isteyebilirsiniz.

imparator 10-02-2007 10:24

Toplumsal ve siyasal bilimlerdeki durum da böyledir. Nasıl, hiçbir zaman
tek başına bulunamayan renkler bize, çevremizdeki varlıkların tanımlanması
ve betimlenmesinde yardımcı olurlarsa, bilimsel modeller de aynı biçimde işe
yararlar. Örneğin, feodal toplum, ana özellikleriyle, emeğin toprağa bağımlı
olduğu, serbest dolaşımının söz konusu olmadığı, piyasa ekonomisinin
bulunmadığı, toprak ağalarının aynı zamanda siyasal güç sahibi bulunduğu ve
köylünün artı ürününe bu ağaların el koyduğu, esas olarak tarıma bağlı bir
toplum olarak tanımlanır. Hiç kuşkusuz bu --soyut bir model--dir. Somut olarak
--feodal toplum--, onyedinci yüzyıl İspanya'sı mıdır, onaltıncı yüzyıl
Fransa'sı mı? Yoksa onüçüncü yüzyıl İngiltere'si mi?
Bu sorunun yanıtı, --hepsi-- ya da --hiçbirisi-- diye verilebilir. Bir toplumun
genel nitelikleri belirtilmek isteniyorsa, yanıt --hepsi-- olacaktır. Fakat,
her türlü sapmanın ve ayrıntının dikkate alınarak, --soyut model-- ile --bire bir
çakışan-- bir somut toplum düşünülüyorsa, yanıt elbette ki --hayır-- olacaktır.
Çünkü, her toplumda, mutlaka, soyut modelden sapan küçük ya da büyük, az ya da
çok, birkaç özellik olacaktır.
Öte yandan, elimizde --feodal toplum--, --kapitalist toplum-- gibi modeller
olmasa, toplumları ne sınıflamamız, ne de onları bilimsel kategoriler halinde
incelememiz olanaklı olur.
Bu açıdan bir --devrim sosyolojisi--nin ancak belli modeller çerçevesinde ele
alınabileceği açıktır. Fakat, modeller ile çalışırken, bunların soyut
genellemeler olduğu ve --her zaman her yerde geçerli-- kavramlardan oluştuğu
için, hemen hemen hiçbir somut toplum ya da olayla --bire bir-- çakışma
göstermeyeceği unutulmamalıdır.

imparator 10-02-2007 10:24

III- AZGELİŞMİŞ ÜLKELERİN YARATTIĞI SORUNLAR
İnsanoğlunun ileri çocukları, gelişmiş teknolojiye sahip toplumlardır.
Atomu parçalayan, bilgisayarları üreten ve uzay teknolojisine geçen
toplumlardır, insanlığın geleceğini belirleyen toplumlar.
Oysa, insanoğlunun çoğunluğu azgelişmiş toplumlar biçiminde yaşamaktadır.
Üstelik bunların önemli bir bölümü, yalnız azgelişmiş değil, --geri
bıraktırılmış-- toplumlardır. Yani, insanoğlunun bir bölümü, --gelişmiş ülke--
adı altında, başka bölümlerini işgal etmiş ve sömürmüştür. Askeri işgal
sonrası kurumlaşan ekonomik sömürü, --gelişmiş ülkeler--in bir bölümünü iyice
gelişmiş yaparken, sömürge ülkeler de geri bıraktırılmışlığın pençesinden bir
türlü kurtulamamışlardır. Örneğin, Hindistan halkı açlığın pençesinde
kıvranırken, bu ülkeyi sömüren İngiltere, insanoğlunun önünde yeni ufuklar
açan --endüstri devrimi--ni gerçekleştirmiştir. Böylece, tüm insanlığın malı
olan, --endüstri devrimi--nde Doğu ülkelerinin de büyük payı olmakla birlikte,
bu devrimin ürünlerinden en büyük yararı Batı ülkeleri sağlamıştır.
Teknolojisi ileri olan ülkeler, tüm dünyayı etkileri altına alır. Onların
dilleri daha yaygın konuşulur. Kısacası, teknolojisi ileri olan ülkeler,
öteki ülkeleri ideolojik açıdan da etkiler. Doğal bilimler de, toplumsal
bilimler de daha çok bu toplumların girişkenliğinde ve öncülüğünde gelişir.
Çünkü bu toplumların bilime ayırdıkları zaman, para ve beyin gücü, öteki
toplumlardan daha fazladır. Sonuç olarak bu toplumların bilimsel üretimleri
tüm insanlığı etkiler.

imparator 10-02-2007 10:24

Kuramsal Açıdan Batı'nın Egemenliği
Toplumbilim konusunda da bu böyledir. Dikkat edilirse, günümüzde egemen
olan bütün toplumsal ve siyasal bilim kuramları gibi, toplumbilim kuram ve
modellerinin de Batı'da üretilmiş oldukları görülür. Yukarda açıkladığım gibi,
bu bir raslantı değil, ileri teknolojiye sahip olmanın doğal bir sonucudur.
Bu durumun bir başka sonucu --devrim toplumbilimi--ne esas olacak kuramsal
modellerin de Batı kökenli olmalarıdır.
Oysa, Batı, kuramsal modelleri, uzun süre kendi tarihine ve toplumuna
bakarak üretmiştir. Çünkü, sorun kendi toplumunun gelişmesidir.
Dikkat edilirse, pozitivist yaklaşımdan, sınıfsal yaklaşıma kadar, hemen
bütün kuramların, aslında Batı toplumlarının yazgılarını belirlemek amacıyla
ortaya atılmış modeller olduğu görülür. Bunlar, hemen endüstri devrimini
izleyen yıllarda, teknolojik ilerlemeye ayak uydurmaya çalışan ideolojik
atılımlardır.
Azgelişmiş ülkelerin gündeme gelmesi, uzun yıllar sonra olmuştur: Mustafa
Kemal Atatürk'ün öncülüğünü yaptığı --azgelişmiş ülkelerin kurtuluş savaşları--
yoluyla gerçekleştirilen devrim, Kuzey Afrika'da ve Güneydoğu Asya'da ancak
otuz-kırk yıl sonra dünyanın dikkatini çekmiştir.

imparator 10-02-2007 10:24

Gelişmiş ülkelerin bilim adamları tarafından kendi ülkeleri için
geliştirilen kuramlar ile azgelişmiş ülkeleri incelemek, ilk bakışta pek de
yanlış bir iş değil gibi geliyor ,insana: Öyle ya, gelişmiş olan ülkeler,
insanlığın en ileri teknolojik aşamasını temsil ettiklerine göre, gelişmemiş
ülkeler de er ya da geç, onların bulunduğu yere geleceklerdir. Hem de onların
geçtikleri yollardan geçerek. Bu durumda, gelişmiş ülkeler için geçerli olan
tüm modeller, bir süre sonra gelişmemiş ülkelerin de gündemine gelecektir.
Ya da başka biçimde bir mantık yürütülerek şu sonuca da varılabilir:
Gelişmiş toplumların tarihleri, azgelişmiş toplumların bugünlerini yansıtır.
Bu nedenle de bu tür toplumların tarihleri incelenerek varılan sonuçlar,
azgelişmiş toplumlar için de geçerlidir.
Azgelişmiş Ülkelerin Özel Durumları
Bu düşünceler tümüyle sakat ve geçersizdir. Çünkü etkileşim olayı bugünkü
--azgelişmiş ülkeler--in, --gelişmiş ülkeler--in dünkü durumlarına benzemelerini
engellemektedir. Bu etkileşimin iki yönü vardır:
Birinci olarak, gelişmiş ülkeler, kimi azgelişmiş ülkeleri bilinçli olarak
sömürmekte, onların --geri bıraktırılma--larına yol açmaktadır, İkinci olarak,
teknolojileri geri ülkeler isteseler de istemeseler de, gelişmiş teknolojiye
sahip ülkelerin teknoloji ve ideolojilerinden etkilenmektedirler. Kısacası,
biri bilinçli ve güdümlü olan, öteki kendiliğinden oluşan iki --etkileşim--,
gelişmiş ülkelerle birlikte yaşayan azgelişmiş ülkelerin, önlerinde örnek
olan gelişmiş ülkelerle aynı gelişme ve değişme çizgisini izlemelerini
olanaksızlaştırmaktadır.

imparator 10-02-2007 10:25

Bu konudaki bir başka gerçek, günümüzdeki hiçbir --azgelişmiş-- ülkenin
gelişmiş ülkelerden herhangi birinin geçmişteki herhangi bir aşamasına
benzemediğidir. Bunun en önemli nedeni, azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş
ülkelerden teknoloji ve ideoloji ithal etmeleridir. Örneğin, --Türkiye,
Batı'dan yüz yıl geridir-- desek, bu sözün hiçbir anlamı olamaz. Çünkü, yüz
yıl önceki Batı'da ne uçak vardı, ne televizyon. Dolayısıyla gerek hızlı
ulaşımın, gerekse hızlı ve görüntülü haberleşmenin etkileri yüz yıl önceki
Batı'da yoktu. Oysa günümüz Türkiye'sinde var. Yüz yıl önce Batı'da
bilgisayar da yoktu, NATO'da, Marxçı hükümetler de. Oysa, şimdi Türkiye'de
gerek teknolojik, gerek ideolojik bütün bu ögelerin etkileri var.
İşte ileri teknolojiye sahip ülkelerle, geri teknolojiye sahip ülkeler
arasındaki gerek --bilinçli--, gerekse --kendiliğinden-- olan etkileşimler,
günümüz dünyasındaki toplumsal bilimleri --gelişmiş ülkeler-- yanında
--azgelişmiş-- olan ülkeler ile de ayrıca uğraşmaya zorluyor. Bir başka deyişle,
artık Batı için üretilmiş olan modellerin genel geçerliliği, tartışma konusu.
Bunlar, tüm dünyayı açıklamaya yetmiyorlar.
Biz bu nedenle ileri teknolojiye sahip olan ülkeler için geliştirilmiş olan
modeller ile, geri teknolojiye sahip ülkeler için geliştirilmiş olan modelleri
ayrı ayrı ele alacağız. (Gelişmiş ülke, azgelişmiş ya da geri bıraktırılmış
ülke terimlerini, yalnızca, --ileri teknolojiye sahip ülke-- ve --geri
teknolojiye sahip ülke-- anlamında kullandığımı belirtmek isterim. Bu konudaki
genel yaklaşımım için Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği adlı
çalışmamın --Modernleşme-- ve --Türkiye Gerçeği-- bölümlerine bakılabilir.).

imparator 10-02-2007 10:25

İleri teknolojiye sahip ülkeler, gelişmiş ülkeler ya da Batı ülkeleri
denilen ülkeler için geliştirilmiş olan modeller daha çok tarihsel değere
sahiptir. Fakat, bunlar günümüzde olup bitenleri anlamak bakımından
incelenmesi zorunlu olan modellerdir.
Öte yandan geri teknolojiye sahip ülkeler açısından konuya yaklaşanlar,
örneğin, --ulusal kurtuluş savaşları-- gibi çok daha somut olaylara eğilmekte
ve belki de Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemini çok daha iyi anlamamıza yardım
eden ipuçları vermektedir.
:::::::::::::::::::
IV- DEVRİM MODELLERİNİ SINIFLAMA SORUNU
Toplumbilim açısından devrim sorununu incelemeye ve irdelemeye çalışanların
hemen hepsinin ilk karşılaştığı güçlük, sınıflama olayıdır. Ciddi bir devrim
toplumbiliminin altında anlamlı bir sınıflamanın yatması gereği açıktır.
Çünkü, bilimsel bilgi bir anlamda karşılaştırmalı bilgidir. Karşılaştırmalı
bilgi ise, ancak belli sınıflamalar sonunda elde edilebilir. Ayrıca, bilimsel
bilginin soyut olması ve belli tipleri açıklamakta kullanılabilir nitelik
taşıması da ancak sınıflama işlemleri sonunda bir anlam taşır.

imparator 10-02-2007 10:25

Her sınıflama işleminin altında bir temel ölçüt yatar. Şimdiye dek ya
eyleme, ya ideolojiye, ya nedenlere, ya sonuçlara, ya da yönteme ilişkin
ölçütler kullanılmıştır. Aslında bütün kullanılan ölçütler, anlamlıdır. Kendi
içinde tutarlı olduğu oranda, her ölçüte göre yapılan sınıflama, bize bir
şeyler öğretir. Toplumsal gerçeği daha iyi algılamamıza yardım eder.
Çoğu zaman --devrim-- terimine değer yargıları da eklenir. Örneğin, bir
toplumsal olaya --devrim-- denilebilmesi için, onun, ilişkileri mutlaka ileri
götürmesi gerektiği öne sürülebilir. Çok da yanlış bir tutum değildir bu.
Fakat --ileri-- ve --geri-- kavramları da çeşitli ölçütlere göre belirlendiğinden,
zaten kendisi çok kesin olmayan kavramları, bilimsel sınıflamalarda kullanmak,
açıklık değil, tam tersine muğlaklık getirir. Bu nedenle bir çalışmada,
--devrim-- terimine --iyi--, --kötü--, --güzel--, --çirkin--, gibi değer yargıları
eklenmeyecektir.
Ayrıca, --devrim-- terimini ilişkilerde temel değişikliklerin oluşması
biçiminde tanımladığımıza göre, bu değişmelerin, ileriye doğru mu, geriye
doğru mu dönük olduğu sorunu, bizim açımızdan ancak devrimin --niteliği--,
açısından önem kazanır. Yoksa bir olayın --devrim-- olup olmadığının
belirlenmesinde değil.

imparator 10-02-2007 10:25

Sınıflama sorununun mutlaka çözmesi gereken konu, yapılan sınıflamadaki
kategorilerin, evrensel olarak bütün devrim olaylarını açıklayabilecek bir
kapsamda olmasıdır. Bir başka deyişle, öyle bir sınıflama yapmalıyız ki, o
sınıflamaya girmeyen bir devrim türü olmasın.
Tek Ölçüte Göre Devrim Sınıflamaları
Bu tür sınıflamaların en klasik örneği, tek bir ölçüte göre --taraftar--,
--tarafsız--, --karşıt-- sınıflaması yapmaktır. Örneğin, devrimleri --Marxçılık--
ideoloji ve eylemine göre sınıflarsak, --Marxçı devrimler--, --Marxçı olmayan
devrimler-- ve --karşı Marxçı devrimler-- kategorileri, dünyadaki tüm devrimleri
kapsar. Fakat tek ölçüte göre yapılan sınıflamalar, kendi içlerinde çok iyi
karşılaştırma olanağı vermekle birlikte, o tek ölçütün dışındaki
karşılaştırma olanaklarını son derece sınırladıklarından, toplumsal gerçeğin
bazı bölümlerini dışarda bırakmak tehlikesiyle yüz yüze gelirler. Konuyu biraz
daha açarsak, bir devrimin --Marxçı-- olup olmaması bazen her şeyi açıklamaz.
Örneğin, o devrimin bir toplumun içindeki sınıflararası çatışmalardan mı
kaynaklandığını, yoksa bir dış güce karşı yürütülen bir kurtuluş savaşı
sonunda mı gerçekleştirildiğini ,belirlemez. Böylece --birden çok ölçüt--
kullanma zorunluluğu doğmuş olur.

imparator 10-02-2007 10:25

Çok Ölçüte Göre Devrim Sınıflamaları
Devrimleri birden çok ölçüte göre sınıflayanlar arasında Brinton'un
kategorileri oldukça açıklayıcıdır. Brinton, devrimleri dört gruba ayırıyor.
Birinci grup, ortaçağ sonrası Batı toplumunda --halkçı-- ya da --demokratik--
dediği devrimlerdir. Bunlar küçük ve ayrıcalıklı bir azınlığa karşı,
çoğunluğun özgürlükleri adına yapılmış devrimlerdir. Brinton asıl bunları
inceliyor. Ona göre İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus devrimleri böyle
devrimlerdir. İkinci grup devrimler sağcı devrimlerdir. Bunlar otoriter
eğilimliler, oligarşiler ya da tutucular tarafından yapılan devrimlerdir.
İtalya ve İspanya'daki faşist devrimlerle, Almanya'daki milliyetçi-sosyalist
devrimi bu gruba sokuyor. Üçüncü grup devrimler ulusal kurtuluş devrimleridir.
Asya ve Afrika kıtalarındaki bağımsızlık savaşlarını bu gruba sokuyor Brinton.
Dördüncü grup devrimler ise başarıya ulaşmamış devrimlerdir. Amerikan iç
savaşı, 1848 Avrupa ayaklanmaları, 1871 Paris komünü bu tür devrimlere
örnektir (Brinton, 1965:21-26).
Görüldüğü gibi Brinton'un devrim sınıflaması oldukça çağdaş ve işe yarar
bir sınıflamadır. Kullandığı birden çok ölçüt ise çok mantıklı bir biçimde
sıralanmıştır. --Çoğunluk adına-- --azınlık adına-- yapılmış olma ölçütü pek
çok yazarın --ilerici-- --gerici--, ya da --solcu-- --sağcı-- ayırımını
karşılayacak niteliktedir. Ayrıca, ulusal kurtuluş savaşlarını ayrı bir grup
içinde almış olması, hiç kuşku yok ki, sınıflamasını toplumsal ve siyasal
gerçeğe daha da yaklaştırmaktadır. Başarıya ulaşamamış devrimlerin ayrı bir
sınıf olarak ele alınması, bunlarla, başarılı olanlar arasında karşılaştırma
ve belli nitelikleri vurgulama olanağı verdiği için oldukça anlamlıdır. Ne
yazık ki, Brinton, --Devrimin Anatomisi-- adını verdiği kitabında yalnızca bir
grup devrimi, İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus devrimlerini incelemiştir. Bu
dört devrimden bile, zaman zaman bizim de kullanacağımız sonuçlar çıkaran
Brinton, tüm devrimleri inceleseydi, mutlaka, çok daha verimli sonuçlara
ulaşabilirdi.

imparator 10-02-2007 10:25

Biz bu çalışmada Brinton'un sınıflamasını da kullanmayacağız. Çünkü, bir
ileri teknoloji ülkesi bilim adamı olan Brinton da, Batı'ya ağırlık veren bir
yaklaşımı belirliyor; yalnız ileri teknoloji ülkelerinin devrimlerini
inceliyor. Oysa, bizim inceleyeceğimiz devrim, bir --geri teknoloji ülkesi
devrimi--dir. Üstelik de ulusal kurtuluş savaşı ile iç içe geçmiş bir devrim:
Türk Devrimi. Bu nedenle, daha önce belirttiğim gerekçeleri de akılda tutarak,
buradaki sınıflamamız daha çok Türk Devrimi'ni açıklamaya yardımcı olacak
biçimde yapılacaktır. Bu nedenle de önce Batı'yı ve tüm dünyayı etkileyen
endüstri devrimi üzerinde durulacaktır. Daha sonra üç genel model açısından
Türk Devrimi'nin irdelenmesi yapılacaktır.
Bu modellerin iki tanesi --ileri endüstri ülkeleri-- için geçerlidir. Bir
tanesi de --geri teknoloji ülkeleri-- için geliştirilmiştir.
:::::::::::::::::::
II
EVRENSEL MODELLER VE TÜRK DEVRİMİ
Gökte bir bulutgeziyordu;
Bir yanı kırmızıydı, bir yanı beyaz;
Batı'ya yönelmişti,
Belli, Doğu'dan gelmiş.
Gökte gezen bulut, gözümle gördüm;
Tıpkı, Mustafa Kemal'e benziyordu.
M. SUNULLAH ARISOY, --Mustafa Kemal Türküsü--nden.

imparator 10-02-2007 10:26

I- İLERİ TEKNOLOJİYE SAHİP ÜLKELER İÇİN GELİŞTİRİLMİŞ MODELLER
Her ne kadar Türk Devrimi bir anlamda --geri teknolojiye sahip--, ya da
azgelişmiş-geri bıraktırılmış ülke devrimlerine öncü ve örnek bir devrim
ise de, Mustafa Kemal Atatürk'ün gerek yetişme biçimi, gerek okuduğunu ve
incelediğini bildiğimiz kitaplar, gerekse sonradan yaptığı uygulamalar, Türk
Devrimi'nin büyük ölçüde --ileri teknolojiye sahip-- Batı ülkelerinden ve bu
ülkeler için geliştirilmiş olan bazı modellerden etkilendiğini göstermektedir.
Bu nedenle ileri teknolojiye sahip ülkeler için geliştirilmiş olan modellerin
incelenmesi, yalnız devrim toplumbiliminin kuramsal temellerini belirlemek
açısından değil, Türk Devrimi'nin ve Mustafa Kemal Atatürk'ün eyleminin
anlaşılması bakımından da zorunludur.
Bilim, hiç kuşkusuz, bir birikimdir. Bu açıdan günümüzün sorunlarına
bakarken, --Amerika'yı yeniden keşfetmemek içina, tarihsel açıdan konuya nasıl
yaklaşılmış olduğunu çok iyi bilmek gerekir.
İnsanoğlunun en ileri teknolojiye sahip toplumları, tarihte de, günümüzde
de, genel olarak Batı toplumlarıdır. Her ne kadar Japonya, bugün teknolojik
ilerilik açısından, Batı'ya önemli ölçüde ortak olmuş gözüküyorsa da, bu
henüz, --Batı-- egemenliğine son verdirecek bir yaygınlığa erişmemiştir.
Batı toplumları tarafından ve genellikle Batı toplumları için geliştirilmiş
olan modellerin altında ise onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından
ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına dek varlığını bütün şiddetiyle duyuran
endüstri devrimi yatar.

imparator 10-02-2007 10:26

Endüstri devrimi öyle bir olaydır ki, yüzyılların birikimi ile çatırdayan
ve çürüyüp giden feodal düzenin üzerine, yeni bir yapıyı, burjuvazi ve
proleterya arasında paylaşılan bir düzeni getirmiştir.
İşte çağımızın devrim modellerine damgasını vuran temel olay budur.
Avrupa'da endüstri devrimi, bütün gücü ile sürüp gelişirken, bir başka olay,
Fransız Devrimi, teknolojik gelişmelerin karşı durulmaz dalgalarını,
ideolojik kalıplar biçimine sokuyor ve bir düzenin tüm temellerini
sarsıyordu.
Bu anlamda düşünüldüğünde, Batı'nın teknolojik bakımdan ileri ülkeleri için
ve bu ülkelerde geliştirilmiş olan devrim kuramlarının altında teknolojik güç
olarak endüstri devrimini, ideolojik güç olarak da Fransız Devrimi'ni
görmemek olanaksızdır. Bu nedenle de ileri teknolojik ülkeler için
geliştirilmiş modellerin özelliklerini anlayabilmek için önce bunların
teknolojik ve ideolojik kaynaklarını bilmek gerekir.

imparator 10-02-2007 10:26

1-) Endüstri Devriminin Özellikleri
Batı kültür birikimini tüm dünyaya yetkiyle yayma işlevini yüklenmiş olan
Britannica ansiklopedisi, Endüstri Devrimi'nin özelliklerini endüstri içi ve
dışı olarak sınıflıyor ve şöyle özetliyor:
Endüstri Devrimi'nin endüstri yaşamında görülen özellikleri:
1) Başta demir ve çelik olmak üzere yeni hammaddelerin kullanılması.
2) Kömür, buhar makinesi, elektrik, petrol ve patlamalı makineler gibi, yeni
enerji kaynaklarının kullanılması. 3) İplik eğirme makinesi ve yeni enerji
kaynakları ile çalışan tezgahtar gibi, daha az insan enerjisi ile daha çok
üretim yapılmasına yol açan yeni makinelerin icadı. 4) İşgücünün fabrika
sistemi içinde, daha yüksek bir işbölümüne ve uzmanlaşmaya yol açan biçimde
yeni örgütlenmesi. 5) Buharlı lokomotif, buharlı gemi, otomobil, uçak, radyo
ve telgraf gibi ulaşım ve haberleşmede önemli gelişmeler. 6) Bilimin
endüstriye, gittikçe artan bir biçimde uygulanması.
Görüldüğü gibi, altı nokta biçiminde özetlenen bu yenilikler, gerçekten
tüm insan ilişkilerini etkileyecek güçte teknolojik gelişmelerdi. Üstelik, bu
teknolojik değişme ve gelişmelerin doğrudan doğruya ortaya çıkan birtakım
başka sonuçları da vardı. Britannica, bunları da, endüstri devriminin
endüstri alanı dışındaki özellikleri olarak şöyle özetliyor:

imparator 10-02-2007 10:26

1) Çok daha büyük tarım dışı nüfusu besleyecek üretimi sağlayan tarımsal
gelişmeler. 2) , Servetin daha yaygınlaşmasına yol açan ekonomik değişmeler,
artan endüstriyel üretim ve uluslararası ticaret karşısında servet kaynağı
olarak gerileyen toprak. 3) Ekonomik güç kaynağındaki değişmeleri yansıtan
siyasal değişiklikler ve endüstriyet bir toplumun gereklerine uygun olarak
düzenlenen yeni politika uygulamaları. 4) Kentlerin büyümesi, işçi sınıfı
hareketlerinin gelişmesi ve yeni otorite kaynaklarının ortaya çıkması gibi,
büyük toplumsal değişmeler. 5) Çalışanların yeni beceriler elde etmeleri,
fabrika disiplininin ortaya çıkması, bütün bunların sonunda insanın kendine
güveninin artması gibi ögelerle belirlenen çok geniş bir kültürel değişme.
(Britannica: XII, 210-211 ).
Fransız Devrimi
Yukarıdaki değişmelere dikkatle bakıldığında, bunların toplumsal, ekonomik,
siyasal ve kültürel alanda gerçek bir devrimi belirlediğine hiç kimse kuşku
duymaz. Nitekim, bu oluşumlar sırasında ortaya çıkan bir başka olay, Fransız
Devrimi, duyulabilecek tüm kuşkuları dağıtacak bir biçimde çağına damgasını
vurdu.
1789 yılında doruk noktasına ulaşan, 1830 ve 1848'de yeniden Avrupa'yı
sarsan siyasal devrim, özgürlük, eşitlik, kardeşlik terimleri çerçevesinde
tüm bir düzeni değiştirmekle kalmıyor, geleceği de biçimlendiriyordu.
Genellikle kısır bir görüşle yalnızca --bir burjuva devrimi-- olarak
nitelenen ve incelenen Fransız Devrimi, aslında, bağrında burjuvazinin
zorunlu ikizi olan işçi sınıfının yükselişini de simgeliyordu. Sanırım
Danton'un şu sözleri durumu bütün açıklığı ile simgeler: --Kendini
aristokrasiye ve ruhbana eşit kılmak için monarşiyi deviren üçüncü sınıf,
dördüncü sınıfın genel eşitlik isteği karşısında yenilme tehlikesiyle
karşılaşmış bulunuyor.-- (Eliçin, 1967:298).

imparator 10-02-2007 10:26

Endüstri Devrimi'ni, siyasal alana taşıyan ve günümüz dünyasını bile
biçimlendiren Fransız Devrimi için ünlü tarihçi Albert Sorel'in çözümlemesi;
hiç kuşkusuz yalnız bir --Devrim Toplumbiliminin Kuramsal Temelleri--ne değil,
aynı zamanda Mustafa Kemal eyleminin kökenine de ışık tutacak niteliktedir:
--Başlangıcından itibaren ve ana prensibinin tabü bir neticesi olarak,
Fransız İhtilali temele saldırır ve saltanat rejimi altında bulunan ihtiyar
Avrupa'nın bütün yapısını harap eder. Milletin egemenliğini ilan eder, kendi
nazariyelerini pek tabii ve dünyaya şamil hakikatler şeklinde tanıtır,
yerleşmiş bütün iktidarları tehdit eder, milletleri ayaklanmaya ve
hürriyetleri elde etmeye çağırır. Bu işte bilhassa garip olan taraf, ne
nazariyenin mahiyetidir, ne de propagandanın şiddeti; Avrupa hükümetlerinin
kayıtsızlıklarıdır. Boranın belirtilerini sezmemişlerdir, koptuğu zaman onu
bencil bir rahatlık içinde seyrederler; ancak sağanak boşandığı ve sel kendi
üstlerine geldiği zaman dehşete düşerler.

imparator 10-02-2007 10:26

Tehlikeyi farketmeyi bilmemişlerdir; onu önlemeye de muvaffak olamazlar.
Ona ancak birbirini tutmayan gayretler, birbirlerine zıt tedbirler, durmadan
boşa çıkan niyetlerle karşı koyarlar. İsyan etmiş bir milletin ve her şeyi
altüst edecek bir nazariyenin tehdidi altında bulundukları halde, ne
nazariyeye karşı bir koruma prensibine, ne de ayaklanmaya karşı çıkarılacak
bir milli kuvvete sahiptirler. Fransa'da her şey karışmış ve bozulmuştur,
Avrupa'da ise her şey yerli yerindedir. Fransa'da ne hükümet, ne de hazine
kalmıştır; kendisinin bir ordu kadrolarına sahip kaldığını söylemek bile
güçtür. Eski saltanat idareleri kudretli hükümetlerin bütün imkanlarına sahip
bulunmaktadırlar. Orduları harbe girecek durumdadır; muharebeleri inceleyerek
ve savaşarak bilgi kazanmış generalleri, itaatli ve tecrübeli erlere kumanda
etmektedirler. Fen, disiplin, sayı üstünlüğü, mühimmat onlardadır. Fransa
mahvolacak gibi görünür. Her türlü tahminin hilafına teşkilatlanan anarşidir,
dağılan da teşkilatlı kuvvettir. Fransa, ittifakı yener; daha şaşılacak bir
şey yapar; onu parçalar. İttifak etmiş hükümdarlardan biri: --Bu haydutlar
dost da, müttefik de istemiyorlar; onlara suç ortaklarıyla kurbanlar lazım--
diye yazmaktadır (II'nci Katerina'nın Berlin'deki Büyükelçisine 6 Haziran
1794'deki talimatı, Martens Traites de la Russic avec l'Allemagne (Rusya'nın
Almanya ile Muahedeleri). (II'nci cilt, 167'nci sayfa.Petersburg, 1883).
Fransız sömürgelerini esasen kendi hesabına zaptetmiş olan ve bunları elden
çıkarmamak iddiasını güden İngiltere müstesna, tekmil müttefikler sıra ile
oyunbozanlık eder ve kurbanların topraklarından hisse almak için galiplerin
ortağı olurlar. Krallar tarafından yerleşmiş hakların müdafaası için Fransız
İhtilali'ne karşı girişilmiş kutsal savaş, saltanat haklarının koruyucularıyla
ihtilalin ortaya çıkardığı iktidar kuvvetleri arasında kıtanın paylaşılmasına
varır. --İhtiyar Avrupa hayasız bir iflasla can vermektedir.-- (Siyahlar benim.
E.K.) (Sorel, 1949:I, XIII-XIV).

imparator 10-02-2007 10:26

Bu satırlardan da açıkça görüldüğü gibi, Fransız Devrimi yalnız Fransa'ya
özgü olarak kalmamış, Avrupa'nın tüm düzenini değiştirmiştir. Fakat bu
değişiklik içinde yeni filiz veren bütün sınıflar yerli yerine oturamamış,
şirazesinden çıkmış Avrupa, bir türlü düzene ve sükunete kavuşamamıştır.
Değerli tarihçimiz Ahmet Mumcu, --Fransız İhtilali'nin insanlığa açtığı
ufuklar sonucunda; özellikle Avrupa'da daha da sistemleştirilmiş ve siyasal
nitelikleri daha belirgin yeni düşünce akımları ortaya çıkmış ve günümüze
kadar sürmüştür-- dedikten sonra, bu devrimin ürettiği akımları,
--Anayasacılık--, --Ulusalcılık-- (Milliyetçilik), --Cumhuriyetçilik ve Demokrasi--
olarak özetliyor (Mumcu, 1980:76-82).
İşte Endüstri Devrimi'nin teknolojik ve Fransız Devrimi'nin ideolojik
baskısı, --ileri teknolojiye sahip ülkeler-- için --büyük boy-- devrim ve
değişim modellerinin üretilmesine yol açtı.
:::::::::::::::::::
2-) Pozitivist Model ve Türk Devrimi
Hemen hemen bütün büyük boy değişme kuramlarının ve bu kuramlara uygun
olarak gerçekleştirilen modellerin ortak bir yanı vardır: Hepsi tarihsel bir
incelemeyle ve bir tarih yorumuyla işe başlarlar.
Bu, onlara iki konuda büyük avantaj sağlar. Birinci olarak, ciddi bir
değişme modeli ancak ciddi bir tarih ve toplum çözümlemesiyle ortaya
konulabileceği için, ileri sürdükleri önerilerin anlamlı olmalarını sağlar.
İkinci olarak da, inandırmak zorunda oldukları insanlara, daha --nesnel-- ve
daha --bilimsel-- oldukları izlenimini verdikleri için, taraftar toplamaları
kolaylaşır.

imparator 10-02-2007 10:27

İşte tarihsel olarak Endüstri Devrimi ile Fransız Devrimi'nin ilk kuramsal
ürünü, --pozitivizm-- ve ona dayalı olan --insanlık dini-- dir.
Fransız Devrimi'nin doruk yıllarında doğan Auguste Comte tarafından
oluşturulan --pozitivist-- model, aslında hiç de --devrimci-- değildir. Çünkü,
herhangi bir düzeni --devirmek--ten çok, --kurma--ya yönelik bir modeldir. Comte,
bizzat kendisi, --pozitivist-- görüşlü --sosyokratlar-- için şunları söylüyor:
--Şu halde, her birisinin mahiyetine göre tatbik zemini bulacağı bütün
beşeri kabiliyetleri umumi teceddüde (yenileşmeye) hakimane bir suretle
iştirak ettirecek hakiki bir sosyokrasiyi imkan nisbetinde tesis etmek üzere,
Garbı (Batı) anarşik bir demokrasi ile mütedenni (gerileyen) bir
aristokrasiden kurtarmaya geliyoruz. Filvaki, biz sosyokratlar, aristokrat
olmadığımız kadar demokrat da değiliz. Bize göre bu muhalif partilerin
ehemmiyete değer kütleleri, tatbikatta bir taraftan tesanüdü, diğer taraftan
da devamlılığı temsil eder ki, pozitivizm nihayet bunların esef edilecek
çarpışmalarının yerine aralarında esaslı zaruri bir tabiiyet münasebeti
(bağımlılık ilişkisi) tesis etmiştir. Fakat, her ne kadar siyasetimiz bu iki
eksik ve insicamsız temayülün aynı nisbette üstünde bulunuyor ise de, bu
mukabil iki partiyi bugün aynen reddedecek değiliz. Felsefi ve içtimai
mesleğimin devam ettiği otuz seneden beri muhtelif rejimlerimizde muhalefet
ismi verilen şeye karşı daima derin bir nefret ve her türlü yapıcılara karşı
mahrem bir yakınlık hissetmişimdir. Her tarafta umumi kuruculuğun bellibaşlı
bir ihtiyaç halinde göründüğü bu asırda, hatta açıkça eskimiş malzeme ile
yapıcılıkta bulunmak isteyenler bile, sadece yıkıcı olanlara nisbeten, bana
müreccah (tercih edilir) görünmüştü. Resmi muhafazakarlarımızın geri hallerine
rağmen, basit ihtilalcilerimiz bana zamanımızın hakiki ruhundan, pek daha
uzak görünmektedir. Bunları, durgunluklarına karşılık seleflerini
(kendilerinden önce gelenleri) temayüz ettiren cömert umumi inkılap hislerini
kullanmadan, XIX'uncu asrın ortasında körü körüne ancak XVIII'inci asra
yaraşacak menfi istikameti (olumsuz doğrultuyu) devanı ettirmektedirler.--
(Comte, 1952:XLII-XLIII).

imparator 10-02-2007 10:27

Aslında birazdan pozitivizmin, nasıl bir evrim ile ortaya çıktığını ve
genel kuramını açıkladığımızda, insanı düş kırıklığına uğratacak sözlerdir
bunlar. Çünkü pozitivizm, aslında, insanlığın genel evrimi içinde nesnelliğe
ve deneyselciliğe doğru bir gelişmeyi simgeler.
A) Pozitivist Kuramdaki Determinizın
Hemen hemen bütün büyük boy kuramlar gibi, pozitivizm de deterministtir.
Pozitivizmin kurucusu olan Comte, bütün toplumların, zorunlu olarak,
kendisinin belirlediği teolojik, metafizik ve pozitif devrelerden geçtiğini
öne sürer. Comte'a göre, her devre, kendisinden önceki dönemin zorunlu bir
sonucu, kendinden sonraki dönemin de hazırlayıcısıdır (Erman, 1952:XXVI;
Harris, 1968:62).
Comte'un --Pozitif Felsefe Dersleri--nde ayrıntılı bir biçimde açıkladığı
sistem, aslında, insanlığın düşünce biçiminin, tüm topluma egemen olmasına
dayanmaktadır. Comte'a göre, toplumlar da, insanlar ve bilimler gibi üç
düşünce aşamasından geçerler. Birbirini zorunlu olarak sırayla izleyen bu
aşamalar düşünce biçimindeki özelliklere bağlı olarak tüm toplumsal yapıyı da
belirler.
Pozitivist düşünceye göre, insanoğlu, üç aşamadan geçerek olgunlaşır. Her
gelişme sürekli olarak daha iyiye, daha doğruya yöneliktir.

imparator 10-02-2007 10:27

Birbirini İzleyen Aşamalar
Birinci aşama dinsel dönemdir (Teolojik devre) . Bu dönemde insanoğlu tüm
yaşamını doğaüstü hakkında sahip olduğu inançlara göre düzenler. Çevreyi
algılamakta düş gücü, duyu organlarından çok daha etkilidir. Zaten, gerek
duyu organlarıyla, gerek deneylerle gerçeğe erişmek için, teknoloji de
yeterli değildir. Bu devrede insanoğlu, çevresindeki olayların ardında, kendi
iradesini andıran Tanrı iradesini araştırır.
Dinsel dönem de kendi içinde üç aşamaya ayrılır. Birinci aşama fetişist
aşamadır. Bu devrede, tek tek nesneler, insan özelliklerine sahip gibi
düşünülür. Özellikle totem anlayışında simgelenen bu görüş, cansız varlıkları,
insanın ruhuna sahipmiş gibi ele alır. Dinsel dönemin ikinci aşaması
çoktanrıcı aşamadır. Özellikle eski Yunan'da simgeleşen bu görüşe göre,
insanlara benzeyen ve onların işlevleri gibi işlevleri yüklenen tanrılar
vardır. Bunların her biri insan yaşamının belli bölümünü yönetir; aşk,
haberleşme gibi. Dinsel dönemin son aşaması tektanrıcı aşamadır. Musevilik,
Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi tektanrılı dinler, bu aşamayı simgeler.

imparator 10-02-2007 10:27

İkinci aşama metafizik dönemdir. Bu dönemde, düş gücü ve akıl yürütme ile
erişilen gerçeklerin, küçük bir ölçüde de olsa, duyu organlarıyla algılanan
gerçekler tarafından etkilenmelerine izin verilir. Çevredeki olayların
açıklanmaları için Tanrı düşüncesi ile birlikte ruhlar gibi, doğanın genel
eğilimleri gibi, çok iyi tanımlanamayan bazı güçler de kullanılmaya
başlanır.
Fizikötesi dönem, tam bir teslimiyetçilikten, doğal ve toplumsal bilimlerin
deneysel sonuçlarını, yaşama aktarmaya geçiş için bir hazırlık dönemi, bir
ara aşamadır. Dinsel dönemin tam teslimiyetçiliği bu ara aşamada, bir ölçüde
de olsa azalmıştır.
Üçüncü aşama pozitif dönemdir. Bu dönem, endüstrileşme sonunda elde edilen
bütün sonuçları, özellik olarak yapısında taşır. Dinsel ve fizikötesi
dönemlerden sonra zorunlu olarak ortaya çıkan bu devrenin en önemli özelliği,
insanın çevresindeki gerçeği artık duyu organlarıyla ve deneysel yöntemle
algılamakta oluşudur. Bu dönemde deney, düş gücünün; akıl, hurafenin yerini
almıştır.

imparator 10-02-2007 10:27

B) Pozitivist Kuramın Toplum Modeli
Comte, toplumların sürekli daha iyiye ve doğruya doğru gelişmesinin doğal
ve toplumsal evrimin bir sonucu olduğunu söyler. Bu evrim ise, toplumların
kendi iç dinamiklerinden doğmaktadır (Comte, 1964:15-20).
Pozitivist anlayışa göre toplum modelleri, her dönemin egemen düşünce
biçimi tarafından belirlenir. Örneğin, dinsel dönemin toplumsal örgütlenme
tipi, askeri bir siyasal gücün yönetim ve denetimindeki özellikleri taşır.
Toplum bu aşamada tarımla uğraşmaktadır. Bu iki özellik birlikte, dinsel
aşamadaki toplumların tüm niteliklerini belirler. Yalnız burada unutulmaması
gereken nokta, toplumun örgütlenme biçimini egemen düşünce yapısının
belirlediğidir.
Metafizik dönemdeki genel örgütlenme, gittikçe gücünü yitiren derebeyliktir.
Bir önceki dönemin güçlü askeri yönetim modeli gittikçe zayıflamaktadır.
Kölelik kurumu çökmektedir. Doğal hukuk fikri de bütün bu değişme ve
gelişmelere koşut olarak ortadan kalkmaktadır. Dönemin en önemli özelliği,
bir geçiş aşaması olmasıdır. Dinsel dönemden pozitif döneme geçiş ile
belirlenen bu aşamada, hemen hemen her kurum yozlaşmakta ve güçsüzleşmektedir.
Çünkü endüstrileşmenin ilk tohumları tüm toplumu etkisi altına almıştır.
Son aşama olan pozitivist dönemde, artık deneyin, pozitif bilimlerin ve
pozitif düşünce biçiminin egemenliği söz konusudur.

imparator 10-02-2007 10:27

C) Pozitivist Kuramın Temel Özellikleri
Pozitivist kuram, çok kısaca, bir düşünce devrimi olarak nitelenebilir. Bu
kuram --aklın hurafeye--, --bilimin dine-- zaferi olarak da düşünülebilir.
İşin ilginç yanı, --aklın dine egemenliği-- düşüncesini yaymak için Comte'un
bir --insanlık dini-- kurma çabasında oluşudur.
Bu noktada, hem determinist oluşu, yani pozitivist aşamanın toplumların
kendi iç dinamiği sonunda, zorunlu olarak erişilecek bir aşama niteliği
taşıdığına inanması, hem de bu aşamayı kurmak ve geliştirmek için bir din
oluşturması, tam anlamıyla, sınıfsal devrim kuramını ve bunun kuramcısı
Marx'ı anımsatmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, belki de Marxçı düşüncenin
temelleri arasında --Fransız sosyalizmi-- ile birlikte --Fransız pozitivizmi--ni
de saymak gerekebilir (Sınıfsal devrim modeli incelenirken bu konunun
üzerinde daha ayrıntılı olarak duracağım) . Bilindiği gibi, Marx da komünist
toplumu hem zorunlu bir aşama olarak görür, hem de bunu çabuklaştırmak için
işçilerin birleşerek çalışmalarını öğütler ve bu amaçla bir de örgüt kurar.
İşte tam bu noktada, pozitivist kuramın tutuculuğu ve bu yüzden de uğradığı
başarısızlık ortaya çıkar. Comte, kendi dinini yaymak, devrimini
gerçekleştirmek için mevcut düzenin egemenlerinden yardım aramaktadır.
Bunların arasında Rus Çarı ve Osmanlı İmparatoru bile vardır.

imparator 10-02-2007 10:28

Comte'un bütün bu çabaları aslında, insanlığın mevcut çelişkilerini
uzlaştırma tutkusunda yatar. Ona göre, Doğu ve Batı dünyaları arasındaki en
büyük çelişki ilahiyat alanındadır. Bu yüzden de, --Şu halde Şark ve Garp,
fikri ve ahlaki ittihat (birleşme) larının sistematik kaidelerini her türlü
metafizik ve ilahiyatçılığın dışında aramalıdırlar. Bu kadar beklenilen ve
daha sonra derece derece bütün beşer nevi içinde yayılacak olan bu kaynaşma
tabiatıyla ancak pozitivizmden, yani şeniyet (gerçeklik) ile faidenin içinde
daimi surette imtizacı ile temayüz eden bir meslekten (Sosyokrasiden)
gelebilir.-- diyor (Ayraç içindeki açıklama ve ekler benim. E.K.) (Comte,
1952:XLVI). Aradığı uzlaşma, mevcut siyasal yapı içinde, yeni bir düşünce
biçimindedir. Oysa, yine kendisinin koyduğu teşhise göre, eski düzen,
Endüstri Devrimi'nin getirdiği yeni düşünce biçimiyle çatırdamakta,
çökmektedir.
D) Pozitivist Kuramın Eleştirisi
Sosyokratların büyük yanılgıları, tarihi yüzeysel çözümlemelerinde, tüm
oluşumları insan zihnindeki değişikliklere bağlamalarında ve üstelik de
çözümlemeyi ileri götürmek yerine, güncelde sabitleştirmelerindedir.
Bu iki tür eleştiriyi aslında ayrı ayrı incelemek gereklidir. Çünkü, biri
tarihin yorumunda, öteki ise geleceğin belirlenmesinde yapılan hatalardır.
Temelde aynı olmakla birlikte, biri yoruma, öteki uygulamaya ilişkin
bulunduğundan farklı sonuçlar verirler.

imparator 10-02-2007 10:28

Tarihin yorumuna ilişkin hata, esas olarak, teknolojinin ihmal edilip, tüm
ağırlığın ideolojiye verilmesinden kaynaklanır. Bir başka deyişle, Comte tüm
çözümlemelerini, insan zihninin doğa ve öteki insanlar hakkında ürettiği
düşüncelere dayamıştır. Fakat bunu yaparken, bu düşüncenin kaynaklandığı
nesnel koşullara, özellikle insanın doğayı denetlemek amacıyla ürettiği araç
ve gereçlere, yeterli ağırlığı vermemiştir. Teknolojinin sonuçları, doğaya
egemen olmaya yol açtığına ve Comte'un sistemi de, genellikle, insanın doğayı
algılama biçimine dayalı olduğuna göre, bu hata bağışlanır bir yöntem hatası
değildir.
Aslında Comte, bu hatayı yapmamak için bütün ögelere de sahiptir. Gerek
bilimlerin gelişmesi, gerek kendisinin yöntem konularındaki düşünceleri, onu
bu hatadan koruyacak nitelikte gibi gözükmektedir. Üstelik bir de --kendi dini--
için geliştirdiği okuma listesi vardır ki, temelde, yalnızca --ideolojik--
değil, doğrudan doğruya --teknolojik-- gelişme ve değişmeler konusunda da
aydınlatıcı görüşlerin benimsenmesine yöneliktir. Örneğin, kendisinin
astronomi kitabı, Lavoisier, Condorcet, Lamarck, Langrange gibi bilim
adamlarının matematik, kimya ve benzeri müsbet bilim konularını kapsayan
yapıtları bu listenin içinde yer almıştır.

imparator 10-02-2007 10:28

Bütün bu noktalar göz önünde tutulduğunda, Comte'un tüm insanlığın
gelişmesini salt gerçeğin algılanış biçimine; hem de bunun belirlediği
düşünce sistemine, doğrudan doğruya --ideolojik-- ögelerle bağımlı sayması
oldukça şaşırtıcıdır.
Bu noktada, Pozitivizmin ikinci hatasına, gününü değerlendirmekte düştüğü
yanlışa geliyoruz. Nasıl oluyor da, Comte gibi bir düşünür, hem Endüstri
Devrimi'nin insan düşüncesinde yaptığı --pozitif devrimi-- görüyor, hem de
--demokratlar--dan nefret ediyor?
Aslında bu sorunun yanıtı son derece basittir. Çünkü Comte, bilimsel
bulguların kesinliğine ve doğruluğuna inanmaktadır, demokrasiye değil.
Toplumlar için de --iyi--nin ve --doğru--nun, çoğunluğun kararı ile değil,
--bilimsel yöntemler--le bulunacağına inanır. Bu --bilimsel yöntem--i de kendisi
tarihe uygulayarak, --doğru-- ve --iyi-- olanları bulduğundan, kendisi ile
uyuşmayan herkes --yanlıştır--, --kötüdür--, --bilimsel değildir--. Zaten, kendi
yöntemi ile tarihe baktığında düşünce biçimleri yanlış olduğu için,
yığınların nasıl yanıldıklarını görmemiş midir?

imparator 10-02-2007 10:28

Bu anlamda, Comte ve onun izleyicisi olan --sosyokratlar-- oldukça --seçkinci--
bir görüşü simgelemektedirler. Bu durum onların yalnız düşüncelerine değil,
eylemlerine de önemli ölçüde yansımıştır. Kendi görüşlerinin benimsenmesini
ve yaygınlaştırılmasını, hep, Endüstri Devrimi'nin yok edeceği düzenlerin
başında bulunanlardan beklemeleri bunu göstermez mi?
Pozitivist Kuramın Güncelliği
--Pozitivizm-- düşüncesini hem doğuran, hem de yanlışlarıyla birlikte
biçimlendiren, Fransız Devrimi ve bu devrim sırasında olup bitenlerdir.
Fransa'nın temelden sarsıldığını gören Comte, bir çıkış aramakta, bunu,
gününde çatışan görüşlerin arasını bulmakla oluşturabileceğini sanmaktadır.
Bu yüzden de kendi dönemindeki --gelenekçiler--le --devrimciler-- arasında bir
orta yol izlemeye çalışmaktadır. O dönem Fransa'sı, hemen hemen bütün
değerlerin yıkıldığı fakat yerine bir türlü yenilerinin konamadığı bir
dönemdir. --Devrim, çocuklarını yemektedir--. Yani, bir türlü toplumun nereye
gittiği saptanamamaktadır. Avrupa bu durum karşısında oldukça duyarsızdır.

imparator 10-02-2007 10:28

İşte Comte, bütün bu güncel durumdan son derece etkilenmiş ve büyük
kitleleri, kendisinin --bilimsel yöntem-- uygulayarak bulduğu --iyi--leri ve
--doğru--ları kabul etmeye çağırmıştır. Bir anlamda, Comte'un düşüncesi, gününü
kurtarmaktır.
--Gününü kurtarmak-- Pozitivist kurama özgü bir nitelik de değildir ayrıca.
Bütün büyük boy kuramlara ve bunları üretenlere bakıldığında, hemen hemen
hepsinin --gününün sorunlarına yanıt aramak-- amacıyla üretildiğini görürüz.
Burada Comte'un yanlışı, hem, sistemini dayadığı --gerçeğin algılanış biçimi--
ögesinin nasıl bir yol izleyeceğini iyi görmemiş, hem de hangi somut kişi,
grup ya da örgüt ve sınıflara dayanacağını iyi kestirememiş olmasıdır.
Tam bu noktada tarihe bakarken yaptığı yanlış ile gününü değerlendirirken
yaptığı yanlış birleşmektedir: Tüm insanlığın geçmiş ve gelecek evrimini,
yalnız ve soyutlanmış bir biçimde --ideoloji--ye bağlamak.
Pek doğal olarak geçmiş ve gelecek böyle bir --soyutlanmış ideoloji--
çerçevesinde algılanınca, yapılacak iş de --soyut ideoloji üretmek--tir. Soyut
ideoloji üretiminin en güzel mekanizmasının da bir --din-- kurmak olduğunda hiç
kimsenin kuşkusu olmasa gerek.


Türkiye`de Saat: 22:39 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580