Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22228)

imparator 10-02-2007 10:28

Böylece, --Endüstri Devrimi--nin, insan düşüncesinde yaptığı en önemli aşamayı,
--pozitif düşünce-- aşamasını en iyi biçimde ortaya koyan ve bu yüzden de
gerçek bir --düşünce devrimi-- yaratan --pozitivistler--, ne yazık ki, Batı
Avrupa'nın toplumsal ve ekonomik gelişmesi açısından önce --tutucu--, daha
sonra da --gerici-- çizgiye düzmüşlerdir.
Pozitivistlerin İlericiliği
İşin ilginç yönü, toplumsal ve ekonomik açıdan görülen bu --tutucu-- ya da
--gerici-- çizgiye karşın, düşünce sistemi açısından pozitivistlerin --ilerici--
niteliğe sahip olmalarıdır. Çünkü, savundukları düşünce biçimi, --deneysel
yöntem--e dayalı düşüncedir. --Deneysel yöntem--e dayalı --tümevarımcı-- ya da
--endüktif-- düşüncenin ise doğal gerçeği olduğu gibi toplumsal gerçeği
algılamakta da en geçerli bilimsel yöntem olduğu açıktır (Kongar, 1979:43-47).
Bunun dışında kalan gerek analoji ve tümdengelim, gerekse diyalektik gibi
yöntemler ancak, temelinde, deneysel bilgi ile beslenmişlerse anlam taşırlar.
Üstelik bunların bir bölümü, yeni bilgi üretmek için değil, belli durumları,
önceden üretilmiş bilgilere göre irdelemek için kullanılan modellerdir.

imparator 10-02-2007 10:29

Bütün bu verilerin ışığı altında, tüm modeller açısından olduğu gibi,
--Pozitivist modeli-- de tümüyle mahkum etmek ya da aklamak olanaklı değildir.
Toplumsal ve ekonomik yapı bakımından yetersiz ve yanlış olan bu modelin,
insanlığa --bilimsel yöntem-- temel düşüncesinin simgesi niteliğiyle mal
olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim özellikle Türk Devrimi açısından,
--Pozitivist düşünce-- son derece etkin olmuştur. Bu etkilerin en belirginlerinden
biri, Mustafa Kemal Atatürk'ün eyleminde görülür. Şimdi bunu kısaca görelim.
E-) Türk Devrimi ve Pozitivizm
Fransız Devrimi'nin etkileri, Osmanlı'ya aslında çok çabuk gelmişti.
İstanbul'da yapılan gösterilerde başlarına devrimin renkleri olan mavi-kırmızı
şapkaları giyerek gösteri yapanların durumu bunun en güzel belirtilerinden
biridir. Oysa, Osmanlı yönetimi, bu devrim karşısında, Albert Sorel'in Avrupa
hükümdarları için belirttiği aynı vurdumduymazlığı paylaşıyordu. Sadrazamın,
kendisine gösteri haberini getirene, verdiği: --İsterlerse başlarına üzüm
sepeti geçirip dolaşsınlar-- yanıtı, bunun tam bir kanıtıdır.

imparator 10-02-2007 10:29

Pozitivizmin etkileri, İmparatorluğu kurtarma görevini üstlenen sivil ve
asker bürokratların tarihsel rolleri ile birlikte, toplumda gözükmeye başlar.
İlk girişimler, aslında İslam ile pozivitist ilkeleri birleştirme çabaları
biçiminde ortaya çıkar (Mardin, 1962:293-297). Sonraları İslam bir yana
bırakılarak, kurtarıcı olarak tam bir pozitivizme sarılınır
(Mardin, 1964:170).
Pek doğal olarak, --İmparatorluğu kurtarma-- çabaları çeşitli düşünce akımları
çevresinde oluşur. Fakat, Batılı düşüncelerin --pozitivist-- bir yaklaşımla
Türkiye'ye aktarılmak istenmesi o dönem için en radikal çözümdür. Nitekim,
Osmanlı içindeki devrimci birikimlerin en radikal ve en bütüncü temsilcisi
olan Mustafa Kemal Atatürk, genel eylemini hemen pozitivist düşünce biçiminin
içine oturtmuştur.

imparator 10-02-2007 10:29

Türkiye'de Pozitivizm Geleneği
Atatürk'ün eylemi, düşünsel olarak da, siyasal olarak da Osmanlı içinde
Tanzimat'tan beri oluşagelen birikimlerin bir sonucudur. Bu açıdan
düşünüldüğünde, Türk Devrimi'nin düşünsel planda pozitivizme oturmuş
olmasında şaşılacak hiçbir taraf yoktur.
Halkevlerinin kurucusu Dr. Reşit Galip ile yaptığı bir konuşmada Atatürk'ün
söylediği şu sözler, tam bir pozitivist felsefenin yansımasıdır: --Benim manevi
mirasım, bilim ve akıldır. Zaman hızla dönüyor. Böyle bir dünyada asla
değişmeyecek yargılar getirdiğini ileri sürmek aklın ve bilimin gelişmesini
yadsımak olur.-- (Koloğlu, tarihsiz:48).
Taner Timur, Türk Devrimi'nin hemen hemen tümüyle --pozitivist ideoloji--ye
dayandığını öne sürerken şöyle diyor: --XIX'uncu asırda Avrupa'da keskinleşen
sınıf kavgalarının ideolojik ifadesi idealizm-materyalizm çatışması şeklinde
ortaya çıkmıştı. Aslında, idealizm-materyalizm mücadelesinin tarihi eskidir
ve eski Yunan'a kadar gider. Ancak burjuva devrimlerinden önce idealizm,
dinci idealizmin tekelindeydi ve kilise tarafından temsil ediliyordu. Oysa,
XIX'uncu yüzyılda müsbet ilimlerin gelişmesi, bir yandan kilisenin itibarını
sarsmış ve idealizmin laik biçimlerde savunulmasına yol açmış, diğer yandan
da geleneksel mekanik metaryalizm yerine diyalektik materyalizmin doğuşunu
sağlamıştır. Burjuva çıkarları bu dönemde çeşitli ideolojiler tarafından
savunulmuştur. Ancak bunlardan bir tanesi vardır ki, Batı'dakinden farklı
nedenlerle Jön-Türkler'den itibaren Osmanlı aydınlarını etkilemiş ve Türk
Devrimi'ne de temel , teşkil etmiştir. Bu ideoloji pozitivizmdir.--(Timur,
1971:128-129). Yine Timur; bir yanlış anlamayı önlemek için, --pozitivizm--den
anlaşılan kavramı şöyle belirtiyor: --Ancak bugün bir fikir akımını veya
sosyal teoriyi --pozitivist-- olarak nitelendirirken dayanılan şey, Comte'un
bugün için önemi kalmamış olan teorileri değil, yöntemidir.--
(Timur, 1971:129).

imparator 10-02-2007 10:29

Timur, pozitivist düşüncenin, Osmanlı aydınları tarafından benimsenmesini
de şöyle açıklıyor:
--Osmanlı bürokratları ve aydınları Batı'nın --üstünlüğü--nü açıklayacak ve
bize aktarılacak bir --sihirli değnek-- aramakla meşguldüler... Pozitivizm ve
dayandığı ilim anlayışı, hem Batı'nın üstünlüğünü açıklamak, hem de
Hıristiyanlığa bulaşmamış olmak erdemlerine sahipti. Toplumsal ahenk fikri
ile de, sınıfsal açıdan her türlü uzlaşmaya elverişli olan küçük burjuva
özlemlerine cevap veriyordu... A. Comte'dan sonra ikinci ve çok önemli bir
pozitivist sosyolog olan Durkheim'in de Türkiye'de çok tanınmış olması
anlamlıdır. İttihat ve Terakki'nin fikir babası Ziya Gökalp, Türkçülüğün
Esasları'nda Durkheim'in --kollektif bilinç-- kavramını tarihi maddeciliğin
sınıf çelişkisine karşı kullanmıştır.-- (Timur, 1971:132-133).
Gerçekten de genç Türkiye Cumhuriyeti'nin --imtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış
bir kitleyiz-- sloganında belirginleşen --dayanışmacılık-- (o zamanın deyimiyle,
tesanütçülük) anlayışı da kaynağını pozitivist düşünceden alıyordu (Ayraç
içindeki açıklamalar benim. E.K. Bu konuda farklı ve eleştirel bir yaklaşım
için Mazrui, 1981:11'e bakılabilir.), (Kili, 1969:91-94).

imparator 10-02-2007 10:29

Aslında Timur'un ve Kili'nin pozitivizmin yorumu hakkındaki
değerlendirmeleri çok yerindedir. Gerek Türk aydını, gerek Mustafa Kemal
Atatürk, pozitivizmi, bilimin egemenliği biçiminde algılamışlar; böylece, onu,
dine ve geleneğe karşı kullanmışlardır. Ayrıca, toplumsal içerik bakımından
da, çatışmacılığın yerine --uyum-- düşüncesinin egemen kılınmasında işlev sahibi
yapmışlardır.
Atatürk'ün --Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet
için en hakiki mürşit (yol gösterici, aydınlatıcı) ilimdir, fendir.-- sözü hem
Türk Devrimi'nin ruhunu, hem de ne denli pozitivizme dayalı olduğunu
yansıtmaktadır (Ayraç içindeki açıklamalar benim E.K.).
Atatürk Devrimleri'nin tohumlarının İttihat ve Terakki dönemindeki
--Batılılaşma-- akımına dayalı çözümlerde yattığı anımsanırsa, pozitivizmin
Türk toplumu içindeki sürekliliği daha iyi anlaşılabilir. Bilindiği gibi,
İttihat ve Terakki ismi bile özellikle o dönemin liderlerinden Ahmet Rıza'nın
kişiliğinde simgeleşen bir pozitivizme bağlılığı belirtir. İntizam ve Terakki
anlayışı giderek İttihat ve Terakki olmuş ve Atatürk'ün içinde yetiştiği
ortamı büyük ölçüde etkilemiştir (Akşit, 1980:80) . Yazı devriminden laikliğe;
laiklikten milliyetçiliğe kadar hemen hemen bütün Atatürk devrimlerinin
temelleri İttihat ve Terakki dönemine kadar gider (Lewis, 1968:238).

imparator 10-02-2007 10:29

Ergil'in ilginç bir çalışması, Atatürk'ün karşı-emperyalist eyleminin
temellerinin bile İttihat ve Terakki sırasında atıldığına işaret ederek, Türk
Devrimi'nin pozitivist niteliği ile karşı-emperyalist niteliğinin köklerini
toplumsal ve siyasal yapıda birleştirir (Ergil, 1995).
Türk Devrimi, pozitivist düşünceyi hemen hemen tümüyle uygulamaya
aktarmıştır. Pek doğal olarak burada söz konusu olan, Comte'un --dünya dini--
değil, --pozitivist düşünce ilkeleri--dir.
Aslında, belki de Comte'un kendi çağdaşları arasındaki --gecikmiş-- niteliği,
dinsel bağnazlığı henüz kıramamış olan, bu yüzden de Batı Avrupa'nın gerisinde
kalmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarafından kullanılabilecek bir model
kurmasına yol açmıştı. Bir başka deyişle, Comte'un --ileri dönük-- olmaktan çok,
--geçmişin değerlendirilmesi--ne dayalı modeli, ancak --düşünce sistemi--
bakımından Batı Avrupa'nın gerisinde kalmış bir toplumda gerçekten --devrimci--
olabilirdi.

imparator 10-02-2007 10:29

Nitekim, pozitivizmin, Mustafa Keınal Atatürk'ün elinde bu denli işlevsel
olabilmesinin altında yatan gerçek, Osmanlı toplumunun hem siyasal otoritenin
kaynağı bakımından, hem de toplum yapısı açısından dine dayalı bulunmasıydı.
:::::::::::::::::::
3-) Sınıfsal Devrim Modeli ve Türk Devrimi
Günümüz dünyasına biçim veren ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupa'sının en
önemli ürünlerinden biri de --sınıfsal devrim-- modelidir. Marx ve Engels
tarafından geliştirilen bu model de, bütün benzerleri gibi, tüm insanlığı
belli bir biçimde yoğurmaya yöneliktir. Yine tüm benzerleri gibi, temelinde
ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupa'sının özellikleri yatmaktadır. Marx ve Engels'e
tarihsel maddeci açıdan yaklaşan Moskova, Marx-Engels Enstitüsü Müdürü
Riazanov, Sosyalist Akademi'de verdiği derslerde şöyle diyor: --Marx ve
Engels'in yaşamları üzerine hazırladığımız bu çalışma, kendilerinin
geliştirdiği ve uyguladığı bilimsel yönteme uygun olarak yapılmıştır. Kişisel
dehalarına rağmen, Marx ve Engels de son tahlilde belirli bir tarihsel anın
adamlarıydı. İkisi de olgunlaşırken, yani aile çevrelerinin etkisinden yavaş
yavaş çıkarlarken, dosdoğru, temel özelliklerini Temmuz Devrimi'nin
(Fransa'daki 1930 Devrimi) Almanya üzerindeki etkilerinin, bilim ve felsefenin
dev adımlarla ilerlemesinin, işçi ve devrim hareketlerindeki büyümenin
belirlediği bir tarihsel çağın girdabı içine sürüklenmişlerdi. Marx ve Engels,
yalnızca belirli bir tarihsel dönemin ürünleri değildiler; kökenleri
itibarıyle özel bir bölgenin, Ren eyaletinin insanlarıydılar: Ren, Almanya'nın
tüm parçaları içinde en uluslararası özellik taşıyan, en sanayileşmiş ve
Fransız Devrimi'nin etkisine en açık bölgeydi.-- (Riazanov, 1978:43).

imparator 10-02-2007 10:30

Sınıfsal devrim modeli de geniş kapsamlı bir tarih incelemesine dayanır.
Ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupası'nın çalkantılı yılları, tüm düşünürler gibi
Marx ve Engels'i de, çevrelerinde olup bitenleri anlamak için tarihe
yöneltmiştir.
Tarih incelemelerinden çıkan sonuca göre Marx, insanoğlunun yazgısının
uzlaşmaz sınıflar arasındaki çatışmalarla belirlendiğini savunur. Bu nedenle
de insanlığın tarihini sınıf çatışmalarının tarihi diye niteler (Marx and
Engels, 1973-a:108-109). Sınıf çatışmaları sonunda insanlığın ondokuzuncu
yüzyıl Batı Avrupası'nda eriştiği nokta, artık biri burjuvazi, öteki
protelerya olarak iki büyük sınıf arasındaki savaşımdır.
Burjuvazi, Engels'in, Komünist Manifesto'nun 1888 baskısına koyduğu nota
göre, çağdaş kapitalistler ücretli işgücünün işvereni ve toplumsal üretim
araçlarının sahipleridir. Yine aynı notta Engels, proleteryayı da üretim
araçlarına sahip olamayan ve yaşamak için emeğini satmak zorunda bırakılan
çağdaş ücretli işçiler olarak tanımlıyor.
İşte --sınıfsal devrim-- modelinin temelinde sınıf çatışması, güncel olarak
da burjuvazi ile proleterya'nın savaşımı yatmaktadır. Tüm insanlık tarihi
boyunca gelişen bu sınıf çatışması Marxçılara göre artık son aşamasına
gelmiştir.

imparator 10-02-2007 10:30

A) Sınıfsal Devrim Kuramındaki Determinizm
Sınıfsal devrim modeli de insan toplumlarının zorunlu olarak belli
aşamalardan geçerek, kaçınılmaz bir sona doğru geliştiğini savunur.
Her toplum, üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından oluşturulan
üretim biçimlerine dayalıdır. Üretim güçleri, makineler, araç ve gereçler,
iş konuları ve insanlardan oluşur. Bu güçler; hep birlikte insanlar
arasındaki üretim ilişkilerini düzenlerler. İşçi ile patron, ağa ile köylü
arasındaki ilişki, üretim ilişkisidir. Bunu belirleyen olay, endüstri ya da
tarım konularında kullanılan araç ve gereçlerdeki değişme ve gelişmeler,
çeşitli mekanizmalar yoluyla toplumun tüm kurumlarını ve yapısını etkiler.
Çeşitli gelişme, keşif ve icatlar sonunda, insanoğlunun kullandığı araç,
gereç ve makineler teknik olarak daha mükemmelleşir. Bunların gelişmesiyle,
insanoğlunun makineleri kullanma biçimi de değişir. Örneğin, işbölümü daha
ileri ve etkin bir nitelik taşır. Böylece, temeli maddedeki değişmeye bağlı
olan gelişmeler sonunda, bir toplumun üretici güçleri; o toplumun genel
üretim ilişkileriyle uyuşmazlığa düşer. Bu durumda, toplumun üretim biçimi
değişmek zorunda kalır. İşte toplumsal devrim budur (Marx, 1904:10-13). Bütün
bu mekanizmanın altında, mevcut üretim biçiminin eski üretim araçları
teknolojisi tarafından ve eski sınıflar aracılığıyla oluşturulmuş olması, bu
nedenle de çağdaş teknolojiye ve sınıflara uyum sağlayamaması gerçeği
yatmaktadır.

imparator 10-02-2007 10:30

İşte tam bu noktada, sınıfların devrimci niteliği de ortaya çıkmaktadır.
Yeni teknolojinin geliştirdiği yeni sınıf, toplumun üretim biçimini yeniden
oluşturmak için devrim yapar. Tüm siyasal, toplumsal, kültürel yapıyı
kendisine, yani yeni teknolojiye ve yeni ilişkilere uyacak biçimde değiştirir.
Sınıfsal devrim kuramının altında yatan inanç, toplumların zorunlu olarak
gideceği noktanın, insanın müdahalesiyle çabuklaştırılabileceğidir.
Toplumların, çeşitli aşamalardan geçerek, sonunda, sınıfsız toplum
(komünist toplum) aşamasına ulaşması kaçınılmazdır. Bu dönemde, artık, son
devrimci sınıf olan proleterya da kendisini tasfiye eder ve insanlık sınıfsız
topluma ulaşır. Bu aşama, insanlığın zorunlu olarak ulaşacağı bir noktadır.
Fakat, insan toplumunun son biçimi değildir (Bottomore, 1963:246).
Marx, kendinden önceki düşünürlerin de sınıf ve sınıf çatışması
kavramlarını kullandığını söyler. Kendi kuramını, kendinden önceki
düşüncelerden ayıran özellikleri, determinizm olarak belirler. Marx'a göre,
kendi katkıları üç grupta toplanabilir: Birinci nokta sınıfların, ancak
üretim gelişmelerindeki özel tarihsel aşamalar sonunda ortaya çıktıklarıdır.
İkinci nokta sınıf çatışmalarının sonucunun kaçınılmaz ve önlenemez bir
biçimde proleterya diktatörlüğüne yol açmasıdır. Üçüncü nokta ise, proleterya
diktatörlüğünden sonraki aşamanın, bütün sınıfların ortadan kaldırılmasıyla
belirlenen sınıfsız toplum biçiminde sonuçlanacağıdır (Marx and Engels,
1973-a:528).

imparator 10-02-2007 10:30

B) Sınıfsal Devrim Kuramındaki Toplum Modeli
Tarih içinde çeşitli aşamalardan geçerek ondokuzuncu yüzyıla erişen
insanoğlu, iki büyük sınıf arasındaki çatışmalarla belirlenen bir toplumda
yaşamaktadır. İşçi sınıfı ve sermaye sınıfı arasındaki bu çatışma sırasında
bütün öteki sınıflar da bir tarafı tutmak zorundadırlar. Sermaye sınıfı
gittikçe güçlendiği, kudret de gittikçe tek elde toplandığı için, sermaye
dışında kalan öteki sınıflar da gittikçe güçsüzleşmekte, yoksullaşmaktadırlar.
Bu nedenle aşağı orta sınıf, küçük imalatçı, esnaf gibi kişiler ve köylüler
de burjuvaziye karşı savaşmak durumundadırlar. Bunlar da zamanla kaçınılmaz
olarak proleterleşmektedirler. Bütün bu süreç sonunda sermaye ve mülkiyet
merkezileşecek, buna karşılık geniş yığınlar yoksullaşacaktır. En sonunda da
proleterya iktidara el koyacak, kendi dışındaki sınıfları ortadan kaldıracak,
toplumda sınıfların işlevine gerek kalmadığı için de (yani, artık bazı özel
sınıf çıkarları, genel çıkarlarmış gibi sunulmak durumunda olmayacağı için)
kendi kendisini de yok edecektir. Böylece sınıfsız topluma ulaşılacaktır.

imparator 10-02-2007 10:30

C) Sınıfsal Devrim Kuramının Temel Özellikleri
Sınıfsal devrim kuramının birinci özelliği, tarihe maddeci ve diyalektik
bir yaklaşımla bakmasıdır. Bir başka deyişle, sınıfsal devrim kuramı, tarih
boyunca, teknolojik değişmelerin etkilerini ve maddenin kaçınılmaz
gelişmesini dikkate almıştır. Ayrıca, diyalektik bir yaklaşım da kullanmıştır.
Bu yaklaşıma göre, her varlık her an değişme durumundadır. Her olay ve varlık
karşıtını da yaratır ve kendisiyle birlikte geliştirir. Belli birikimler, bir
süre sonra, aynı nitelikte olmayan sonuçlara ulaşır. Yani, belli sayıya
ulaşan varlıklar, bir dereceden sonra, farklı özelliklere sahip olurlar. Her
sonuç, yeni tepkiler doğurur ve tepkileriyle birlikte, başka sonuçlara doğru
gelişir (Engels, 1977:85).
İşte bu anlayışla tarihe bakılmış ve belli sonuçlara ulaşılmıştır. Bu
ulaşılan sonuçlar, belli gelişme yasaları biçiminde özetlenmiş ve böylece
ortaya tarihsel maddecilik çıkmıştır. Bir başka deyişle, diyalektik
maddeciliğin tarihe uygulanması sonunda elde edilen sonuçlardır tarihsel
maddecilik.
Tarihsel maddeci görüşe göre, insan çevresinin ürünüdür. İçinde bulunduğu
koşullar, onun bilincini, yani, ideolojisini belirler. Fakat, yine insan,
çevresini oluşturan bir varlıktır. Bu nedenle, çevresinin ürünü olan insan,
yeterince bilinçlendikten sonra, döner ve kendini üreten bu çevreyi
etkilemeye başlar. Böylece, insanoğlu kendisini yaratan koşulara bilinçli
olarak karışma ve onları hızlandırma, olanağı bulur.

imparator 10-02-2007 10:30

İlk Uygulama
Sınıfsal devrim kuramı, ilk uygulamasını Rusya'da bulmuştur. Bu uygulamayı
yapan Lenin ve Troçki, devrimi, Bolşevik Partisi yoluyla gerçekleştirdiler.
Her büyük devrimde olduğu gibi, Sovyet Devrimi'nde de örgüt, ideoloji ve
liderlik, tam bir uyum içindeydi. Bu uyumu sağlayan hiç kuşkusuz, örgüte
egemen olan ve ideolojiyi de kendi toplumunun somut koşullarına göre
yorumlayan liderlikti (Türk Devrimi'nde de aynı özellikleri, yani, örgüte ve
ideolojiye damgasını vurmuş bir liderliği görüyoruz) .
Sınıfsal Devrim kuramının Rusya'daki uygulaması, Lenin ve Troçki
yönetimindeki Bolşevik Partisi'nin katkısıyla, Marxçı kurama şu ilaveleri
yaptı: Birinci nokta, sınıfsal devrim kuramının öngördüğü, işçi sınıfının
önderliğinde gerçekleşecek olan bir sosyalist devrimin yapılacağı toplumun
özellikleriyle ilgiliydi. Esas kuram, böyle bir devrimi, oldukça sanayileşmiş
bir toplumda (örneğin, Almanya'da) öngördüğü halde, göreli olarak daha az
sanayileşmiş bir toplumda da böyle bir devrimin olabileceği Rusya'daki
uygulama ile kanıtlandı.

imparator 10-02-2007 10:31

İkinci nokta, esas kuram, sosyalist devrimin itici gücü olarak tüm işçi
kitlelerini gördüğü halde, Bolşevik Partisi uygulamasının, iyi örgütlenmiş ve
doğru ideolojiye sahip bir partinin, işçi sınıfı adına eylem yapabileceğini
göstermesidir. Lenin ve Troçki'nin gerçekleştirdikleri eylem, işçi sınıfı
(proleterya) adına, bir partinin başarılı bir darbe ile devrime yol açacak
bir siyasal iktidar değişikliğini yapabileceğini gösterdi (Bu noktada,
Sovyetler Birliği'ndeki rejimin, işçi sınıfının yönetimi mi olduğunu, yoksa,
gittikçe proleteryadan soyutlanan ve ona yabancılaşan bir teknokrat-bürokrat
iktidar mı olduğunu tartışmadığımı özellikle belirtmek isterim. Burada
aktarmak istediğim nokta, devrimi yapan partinin bu işi --işçi sınıfı adına
yaptığını söylemesi ve bunu başarmasıdır.-- ).
Üçüncü olarak, Marx'ın köylülere dayanarak devrim yapılamayacağını
söylemesine karşın, Bolşevik Devrimi azgelişmiş :kapitalist ülkelerde
köylülerin de devrimci nitelik taşıdığını göstermiştir. Yeter ki, Parti,
köylülerin de temsilcisi olduğunu yeterince ortaya koyabilsin.
Dördüncü bir nokta, dünya emperyalizıninin en zayıf halkasından kırılması
sorunudur. Dünyanın gelişmiş kapitalist üIkeleri, artık, ürün ihracını bir
yana bırakıp, doğrudan doğruya sermaye ihracına başlamışlardır. Bu durumda
Rusya'nın kendi ulusal burjuvazisini geliştirme olanağı kalmamıştır. Bu
nedenle de Rus proleteryası, hemen eyleme geçmeli, ülke ve kendileri,
emperyalizm tarafından bütünüyle yutulmadan, henüz dünya emperyalizmi ile tam
bütünleşmemiş olan düzene el koymalıdır. Bu nokta da, devrimi, gelişmiş
kapitalist ülkelerde bekleyen esas kurama bir ek niteliğindedir.

imparator 10-02-2007 10:31

Beşinci olarak, proleterya adına devrimi yapan Parti, devlete el koyduktan
sonra da, merkezi otoriteyi elinde bulundurmalı ve toplumu, kendi programına
göre biçimlendirmelidir. Böylece, proleteryanın örgütsüz ve bilinçsiz
oluşundan gelen sakıncalar ortadan kaldırılabilir. Bu süreç içinde eski
devlet mekanizması tümüyle ortadan kaldırılmalı, yeni bir devlet kurulmalıdır.
Bütün bu süreçler çerçevesinde Leninci uygulama, bir yandan Rus devrimini
dünyanın öteki tüm ülkeleri için de bir örnek yapmayı amaçlarken, zaten savaş
durumunda olan ülkede mevcut Çarlık rejimine karşı şiddet kullanılması ve
öteki ülkelere devrimin sıçratılması için bu savaşı kullanmaya çalışıyordu.
Görüldüğü gibi Rus devrimi, sınıfsal devrim kuramından etkilenmiş ve hatta
Marxçılığı resmi ideoloji bile yapmışsa da, uygulamada, kuramdan önemli
sapmalar ve ekler vardır. İşte bu nedenle Marxçılık ve Marxçılık-Lenincilik,
nitelikleri farklı iki okul olmuştur. Marxçılık, daha çok ondokuzuncu yüzyıl
Batı Avrupası'na ilişkindir. Daha çok genel kuram niteliği taşır. Buna
karşılık Marxçılık-Lenincilik, daha çok yirminci yüzyıl Rusya'sına ilişkindir.
Marxçı kuramın, buradaki uygulaması olduğu için, hem daha özel, hem de
uygulama yönü ağır basan bir nitelik taşır.

imparator 10-02-2007 10:31

D) Sınıfsal Devrim Kuramının Eleştirisi
Sınıfsal devrim kuramı, herkesten önce, burjuvazinin dikkatini çekmiştir.
Marx'ın tüm düşünce sistemini üzerine dayadığı --diyalektik-- burada da etkin
olmuş, Marx'ın düşünceleri, hemen burjuvazi tarafından karşı önlemlerin
alınmasına yol açmıştır. Böylece, kendi tarihini kendi yapan insan, bir
yandan proleterya olarak devrime hazırlanırken, öte yandan da burjuvazi
olarak, devrim koşullarını ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
--Yitirilecek zincirler--inden başka bir şeyleri olmayan işçiler ile,
--yitirilecek çok şeyler--i olan sermayedarlardan hangi sınıfın Marx'a daha
duyarlı olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. İşçi sınıfı daha işin
başındayken, burjuvazi tüm kuramı algılamıştır.
Böylece, Marx'ın haber verdiği kendilerini yok edici gelişmelere karşı, ilk
toplumsal, ekonomik ve siyasal önlemler burjuvazi tarafından alınmıştır. Genel
oy hakkının --bir adam-bir oy-- ilkesi biçiminde tüm topluma
yaygınlaştırılması, ekonomiye devletin müdahalesi, sermayenin anonimleşmesi,
işçi sınıfına tanınan toplu sözleşme ve grev hakkı, özel mülkiyet hakkının ve
bu hakkın kullanılışının kamu yararı adına sınırlanışı, hep bu tür önlemler
arasındadır.

imparator 10-02-2007 10:31

Bu arada, teknolojik değişme ve gelişmeler otomatik makineleri üreten ve
kontrol eden otomatik makineler aşamasına eriştiğinden, değerin emeğe bağlı
oluşu ilkesi de, (yine Marx'ın öngördüğü maddeci tarih görüşüne göre ortaya
çıkan değişme ve gelişmeler sonunda) önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır.
Şimdi bu iki noktayı da akılda tutarak, --sınıfsal devrim kuramı--nın neden
tüm dünyada geçerli olmadığına bakabiliriz. Yalnız daha önce, gerek Marxlı
bir dünyada yaşadığımızı (yani, Marx'ın kehanetlerini önlemeye çalışanların da
Marx'ı en az, ona bel bağlayanlar kadar iyi bildiğini) ve teknolojik
gelişmenin hiç durmadığını (yani, yavaş yavaş, değerin emekten soyutlanmakta
olduğunu) hiç unutmamalıyız.
Konuya sınıfsal devrim kuramının genel ve temel ilkeleri açısından
baktığımızda, özel uygulamaların neden, genel kuramın ilkelerine göre
oluşmadığını daha iyi anlayabiliriz.

imparator 10-02-2007 10:31

Üretim Güçlerinin Engellenmesi Sorunu
İlk olarak dikkat etmemiz gereken nokta, sınıfsal devrim kuramının temel
ilkelerinden birinin, ancak mevcut üretim biçiminin, yeni gelişen üretici
güçleri engellemesini devrim için gerekli bir koşul olarak öne sürdüğüdür.
Bunu daha somut koşullara göre ifade edersek, devrim olması için, burjuva
toplumlarının, gelişen üretici güçleri engellemesi gerektiği ortaya çıkar
(Marx and Engels, 1973-a: 289) . Oysa, Marx'ı çok iyi öğrenmiş olan bu
toplumlar ve bu toplumlardaki yöneticiler, üretici güçleri devrime yol açacak
biçimde engellemekten özenle kaçınmaktadırlar. Örneğin, işçilere verilen grev
hakkı bunun en klasik örneğidir. Buna karşılık, azgelişmiş kapitalist
toplumlar çeşitli nedenler arasında ideolojik bakımdan da azgelişmiş
olduklarından ve çok gelişmiş toplumlar tarafından sürekli sömürülmekte
bulunduklarından, bu önemli koşulu ihmal etmekte, üretici güçleri devamlı
olarak baskı ve kısıtlama altında tutmaktadırlar. Böylece, üretici güçler ile,
üretim biçiminin çatışması, gelişmiş kapitalist toplumlardan çok azgelişmiş
kapitalist toplumlarda daha olası bulunmaktadır.
Ayrıca burada belirtilmesi gereken bir başka nokta, Marx'ın kendisinin de
çok gelişmiş (örneğin, Almanya'dan daha çok gelişmiş) ülkelerde, sözgelişi,
Amerika ve İngiltere'de işçilerin amaçlarına barışçı yöntemlerle
varabilecekleri olasılığına dikkati çekmiş olmasıdır (Marx and Engels;
1973-b:291-294).

imparator 10-02-2007 10:31

Ulusal Gelirden Alınan Pay
Dikkat etmemiz gereken bir başka nokta, ulusal üretim ve ulusal gelir ile,
çeşitli sınıfların, bu arada işçi sınıfının bundan aldığı paydır. Bilindiği
gibi endüstri devrimi ile gerek işgücünün, gerekse sermayenin verimliliği
artmıştır. Bu artışın ardında da teknolojik gelişmeler yatmaktadır. Fakat bu
verimlilik artışları, sınıflararası çatışmanın, aslında ulusal gelir
paylaşılması olduğu gerçeğini örtmez. Her toplum, kalkınmak için yatırım
yapmak, yatırım yapmak için tasarruf etmek, tasarruf etmek için de az yemek
zorundadır. İşte tam bu noktada, özveriyi kimin göstereceği sorusu ortaya
çıkmaktadır. Genellikle, düşük ücretle çalıştırılan işgücünün sömürüsü
ondokuzuncu yüzyılda gerçekleştirilen endüstri devrimin sonuçlarından
yararlanma mekanizması olarak belirmiştir. Böylece, sömürülen işgücü hızla
bilinçlenmiş ve sonunda da proleterya kendisi için, ulusal gelirden daha
büyük paylar istemeye başlamıştır.
Bu durumda, bir ülke, işçiye daha fazla pay verebilmek için, ulusal
gelirinden öteki sınıflara, örneğin kapitalist sınıfa, ayırdığından daha az
pay ayırmak zorundadır. Oysa, ülkeyi yöneten sınıf kapitalist sınıftır.
Yönetici olan kişilerin, kendi arzularıyla, kendi paylarını sınırlamaları pek
de beklenen bir gelişme değildir.

imparator 10-02-2007 10:31

Ancak, dış sömürü yapan ülkeler için, bilinçlenen işçiye daha çok pay
vermek önemli bir sorun olmaktan çıkar. Örneğin, İngiltere, Hindistan'daki
sömürüsünden elde ettiği gelirin bir bölümünü, ülke içindeki kapitalist
sınıfı büyük ölçüde zarara uğratmadan işçi sınıfına aktarabilirdi.
Nitekim, genel gelişmeler de böyle olmuştur. Sömürgesi olan ülkelerde, hele
bu ülkeler bir de gelişmiş kapitalist ülke niteliğindeyseler, işçilerin
isteklerini karşılamak çok daha kolay olmuş, bu da bir sosyalist devrimin
önünü, onu anlamsız bırakarak, kapamıştır.
Aynı olguya, (endüstri devrimi olgusuna) dikkatle bakarsak, bu döneme
öncülük eden ülkelerde, sömürünün çok hızlı ve çok yüksek oranlarda olduğunu
görürüz. Böylece, işçi bilinçlenmeye pek de zaman bulamadan, ulusal gelir,
artık proleteryayı bile memnun edecek bir bölüşüme uygun düzeye gelebilmiştir.
Yine aynı tür ülkelerde, toplumsal akışkanlık (meslek, gelir ve statü
bakımından toplumun alt katlarından, üst katlarına doğru hareket) oldukça
yaygın gözükmekte ve gösterilmektedir. Bu bir de, --bir adam-bir oy-- ilkesine
göre işleyen demokratik mekanizma ile birleştirildiğinde, insanlar, gerek
siyasal bakımdan yönetimi denetledikleri, gerekse toplumsal bakımdan her
türlü olanağın erişilebilir olduğu konusunda oldukça belirgin yargılara sahip
olurlar. Bu durumun, her türlü devrimci tutumu anlamsız kılacağı açıktır.

imparator 10-02-2007 10:32

Dış Dünyanın Etkileri
Sınıfsal devrim kuramının yaygınlığı konusundaki tartışmalarda dikkate
alınması gereken bir başka nokta, hiç kuşkusuz dış dünyanın etkileri ve
özellikle savaş durumu gibi özel hallerdir. Günümüzde gittikçe belirgin
sınırlarla bölünen dünyada, büyük devletlerin onayı olmadan, herhangi bir
önemli değişme çok güç gözükmektedir. Ayrıca, savaş gibi her değişmeyi
bağrında taşıyan bir durum, her an söz konusu değildir. Bu nedenle de büyük
ölçüde belirsizlik, kuralsızlık ve kargaşa anlamına gelen savaş dahil, bir
devrimi doğuran dış koşullar, günümüzde, ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci
yüzyılın birinci yarısı kadar egemen değildir (Ulusal kurtuluş savaşları
konusunu ayrı bir başlık altında ele aldığımı hemen belirtmeliyim).
Zaman ve Mekan Sorunu
Aslında sınıfsal devrim modeline yöneltilebilecek olan en temel eleştiri
bütün devrim modelleri için geçerli olan bir eleştiridir: Belli bir zamanda
(ondokuzuncu yüzyılda) ve belli bir mekanda (Batı Avrupa'da) geliştirilmiş
olmasına karşın, her zaman ve her yerde geçerli olduğu savı ile ortaya çıkmış,
bundan dolayı da başka yer ve zamanlarda ya genel kurama uygun olmayan
uygulamalar görülmüş, ya da hiç uygulama aşamasına gelememiştir. Fakat burada
hemen eklenmesi gereken nokta, genel kurama uygunluğu ne denli tartışma
konusu olursa olsun, dünya ülkelerinin bir bölümünün bu kurama göre
yaptıkları devrimler ile yönetildikleridir. Bu açıdan, sınıfsal devrim modeli,
uygulamada en çok yansıması olan modeldir.

imparator 10-02-2007 10:32

E) Sınıfsal Devrim Modeli ve Türk Devrimi
Sınıfsal devrim modelinin ilk uygulaması ile Türk Devrimi hemen hemen aynı
yıllara, Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar. Bu açıdan her iki devrim
arasında çok yoğun bir etkileşim vardır.
Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın unutulmaz Çanakkale savunması, İngiliz ve
Fransızların Rusya'ya ulaşmasını önlemiş, böylece, güçsüzleşen Çarlık
rejimine karşı, devrim çok daha da kolaylaşmıştı.
Bütün bunlara ek olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emperyalist
ülkeler ve bu ülkelerin ajanı olarak Anadolu'ya girmiş olan Yunanlılara karşı
yürüttüğü savaşta tek ve sürekli yardım da yine Sovyetler Birliği'nden
gelmişti.
Sınıfsal devrim modeli ile Türk Devrimi arasındaki ilişkilerin yoğunluğu,
Türkiye ile Rusya'nın sınırdaş olmalarından da kaynaklanıyordu.

imparator 10-02-2007 10:32

Aslında, sınıfsal devrim modeli ile Osmanlı İmparatorluğu'nun teması
Cumhuriyet'ten önce başlamıştı. Örneğin, 1910 yıllarında Sosyalist Hilmi ve
Baha Tevfik, Osmanlı Sosyalist Fırkası'nı kurmuşlar ve dergi yayınına
başlamışlardır (Çapanoğlu, 1964:48-57) . Bir yandan Marxçı düşünceler,
İmparatorluk sırasında içeri girerken, öte yandan, örneğin Parvus Efendi gibi
Marxçı kuramın önde gelen kişilerinden biri uzun bir süre, Osmanlı
İmparatorluğu'nun durumunu, sınıfsal devrim açısından çözümlüyordu
(Parvus, 1977) .
Mustafa Kemal eyleminin başarıya doğru yol aldığı sıralarda, sınıfsal
devrimin de Rusya'da oturma ve yerleşme döneminde olması, iki olay arasındaki
etkileşimi daha yoğun yapmıştı. Anadolu'da bir yandan sosyalist düşünceler ve
akımlar çeşitli kişi ve gruplar tarafından savunulurken, öte yandan Sovyetler
Birliği'nde de Türk Devrimi'ni etkileyecek oluşumlar ortaya çıkıyordu. Eski
İttihatçı liderlerden Enver Paşa'nın Sovyetler Birliği'nde bulunması bu
etkileşimi son derece ilginç bir duruma sokuyordu.

imparator 10-02-2007 10:32

Türk ve Sovyet Devrimlerinin İlişkileri
Türk Devrimi ile sınıfsal devrim kuramı arasındaki ilişkilere bakarken,
hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gereken nokta, Mustafa Kemal Atatürk
zamanında da, bugün de olayın temelini Türk-Sovyet ilişkilerinin
oluşturduğudur. Bir başka deyişle, Bağımsızlık Savaşı sırasında da, bugün de
Türkiye açısından konu, yalnızca kuramsal bir olay değil, somutta, Sovyetler
Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler konusudur. Bu gerçeğin bilincinde
olan Mustafa Kemal Paşa'nın da konuya esas olarak ulusal bağımsızlık
açısından yaklaştığını artık elimizde olan TBMM'nin gizli oturum
tutanaklarından açıkça anlıyoruz. Aşağıdaki konuşma, Meclis'in hemen
açılışından sonra, 24 Nisan 1920 günü yapılmıştır. O aşamada, konunun
kuramsal değil, somut ulusal bağımsızlık ile ilgili yönü önemlidir. Bütün
büyük devrimciler gibi Mustafa Kemal Paşa da, değerlendirmesini işin pratik
yanı ve kendi amacıyla ilgisi yönünden yapmaktadır: --Malumu aliniz
bolşeviklerin kendilerine mahsus birtakım esasları, noktai nazarları vardır.
Ben şahsen bütün vuzuhile ve teferruatile bunlara vakıf değilim (bilmiyorum)
ve yakın zamanlara kadar bolşevikler nereye temas ederse, nereye gelirse
daima kendi noktai nazarlarını (görüşlerini) kabul ettirmek azmindeydiler.
Her ne olursa olsun bu noktai nazarlar; bizim milletimizin de kendine mahsus
birtakım noktai nazarları vardır. Bu noktai nazarların siyasi esasatı
(esasları) ihtimal ki maruzatımda zikrettiğim ve cümlemizce malum olan
noktaları göstermedim. Milletimizin adatı, muktaziyatı diniyesi (adetleri ve
dinsel gerekleri) ve memleketimizin icabatı vardır ki, biz her ne yaparsak
kendimizi, kendi adetimizi, muktaziyatı diniyemizi nazarı dikkatte tutmak,
ona göre kendimize mahsus esaslar vazetmek (koymak) mecburiyetindeyiz. İşte
bu itibarla alelıtlak (mutlaka) bizimle bolşevikler arasındaki münasebet
şayanı tetkik ve teemmül (düşünme) olur. Bir zamanlar oldu ki, bolşevikler
noktai nazarlarını daha umumileştirdiler. Hiçbir kimsenin, hiçbir milletin
adet ve ahlaki hususiyetlerine ve milliyet esaslarına muarız değiliz. Yalnız
istibdata karşı, emperyalistlere karşı düşmanız. Biz, Avrupalıların
bolşevizmden korktuklarını ve bizim bolşeviklerle tevhidi efkar (düşünce
birliği) ve harekat edeceğimizden daima kuşkulanmakta olduklarını nazarı
dikkate alıyor ve daima düşünüyorduk ki, böyle bir şeye mecbur olmaksızın
amali milliyemiz (ulusal amaçlarımız) dahilinde muayyen bir hudutta bizim
şeraiti hayatiyemiz (yaşam koşullarımız), şeraiti istiklalimiz (bağımsızlık
koşullarımız) temin olunursa... Böyle azim (büyük) bir maksat için, böyle uzak
bir daiye (dava) için herhangi bir devleti ecnebiye ile münasebatı
ihtilafata; anide girmek belki bizi nedamete mecbur edebilir ve zaten
hepimizde de, kendimizde de böyle bir salahiyet mevcut değil. Filhakika bu
hududu millimiz dahilinde arzettiğim şeraitle muhafazai mevcudiyet
edebildiğimiz takdirde başka bir şey istemek bendenizce doğru değildir. Yalnız
her ihtimale karşı, muhafazai hayat ve mevcudiyet için hariçten kuvvet, bir
menbaı kuvvet (dışardan bir kuvvet kaynağı) aramak lazım gelirse yine daima
kendi noktai nazarlarımız baki kalmak şartile her menbadan istifade etmeyi de
caiz gördük. İşte sırf bu nokta daima bolşeviklerin ahvalini, harekatını ve
kendilerinden icabında ne dereceye kadar muavenet (yardım) görebileceğimizi
anlamaya teşebbüs ettim. Bu teşebbüsat neticesinde şüphe yok bazı temaslar
hasıl olmuştur. Fakat bu temaslarımız şimdiye kadar, yani bolşevikler
bizimle demin izah ettiğim... manen ve maddeten beraber olan Dağıstan'a kadar
temas ettiği halde hiçbir kat'i mevat üzerine müstenit bir şey yapılmamıştır.
Fakat böyle bir şey yapmak imkanı mevcuttur.-- (TBMM,I, 4-5 ) .

imparator 10-02-2007 10:32

Mustafa Kemal Paşa'nın Tutumu
Meclisin açıldığı günlerde yapılan bu konuşmaya dikkatle bakıldığında,
birtakım çok önemli noktaların göze çarpmaması olanaksızdır. Birinci olarak,
Mustafa Kemal Paşa, Sovyetler Birliği'nden, sürekli bir biçimde --bolşevikler--
olarak söz etmektedir. Bu da kendisinin muhatap olarak, Rusya ya da komünizm
gibi, somut ülke ya da soyut ideolojiyi değil, iktidar partisini aldığını
gösterir.
İkinci olarak dikkat edilmesi gereken nokta, kendisinin, bolşeviklerin
görüş açıları konusunda yeterince ve ayrıntılı bilgi sahibi olmadığını
söylemesidir. Oysa, biraz aşağıda, örneğin --emperyalizm-- ve --milliyetler
sorunu-- gibi konuları iyi bildiğini görüyoruz. Öyle sanırım ki, ortaya
koyduğu --bilgisizlik--, --bilgisizlik--ten çok bir --güvensizlik-- belirtisidir.
Bir başka deyişle, Mustafa Kemal Paşa, Lenin ve arkadaşlarının ne
söylediklerini iyi bilmekte, fakat ne yapacaklarını tam kestirememektedir.
Büyük komşu ile yakın işbirliğinin ulusal bağımsızlık ilkesine gölge
düşüreceği korkusunu içinde taşıdığı anlaşılmaktadır.

imparator 10-02-2007 10:32

Üçüncü nokta şudur: Dikkat edilirse, tüm konuşmanın ana teması, ulusal
bağımsızlık düşüncesidir. Bu konuda o denli duyarlıdır ki, pek sempati
beslemediğini bildiğimiz dinsel ilkeleri bile, ulusal bağımsızlığımıza temel
olarak kendimize özgü bir ulusal yapımız bulunduğunu vurgulamak için
kullanmaktadır (Bu konuda, Atatürk döneminde A.B.D.'nin Türkiye
büyükelçiliğini yapmış olan Sherrill'in şu yargısı oldukça ilginçtir:--Türkler,
Rusya'daki Sovyet Hükümet tarzının memleketlerine girmesine kat'iyen müsaade
etmemişlerdi. Aynı şekilde, İtalya'nın faşist sistemine de kesinlikle karşı
çıkmışlardı.-- (Sherrill, tarihsiz:119).
Dördüncü bir nokta, ulusal bağımsızlık ilkesi için gerekirse herkesle
işbirliğinin yapılabileceğini vurgulamakta oluşudur.
Beşinci bir nokta ise, o güne dek, Sovyetler Birliği ile bazı temasların
yapılmış olduğunu belirtmesidir. Fakat bu konuşmanın tarihine kadar, henüz
somut bir işbirliği söz konusu değildir.
Bu aşamada, Mustafa Kemal Paşa'nın --sınıfsal devrim-- kuramı ile tüm
ilişkisi, somut bir sıcak savaşa yol açan emperyalist işgaline karşı,
Sovyetler Birliği'nde iktidarı ele geçirmiş olan bolşeviklerin Anadolu
eylemine karşı alacakları tutum ile sınırlıdır. Nitekim, konu tümüyle savaş
açısından ele alınmaktadır. Yine gizli oturum tutanaklarından öğreniyoruz ki,
Mustafa Kemal'in Kafkasya'da --adamları-- vardır:

imparator 10-02-2007 10:32

--Efendim bizim bidayetten beri (başlangıçtan beri) Kafkasya dahilinde
birtakım adamlarımız vardır ve oraya gitmiş olan zevata verilen salahiyetlere
göre Azerbeycanlıların bizim noktai nazarımız dahilinde bizimle tevhidi mesai
(işbirliği) etmelerinin temini kendilerine havale edilmişti. Son aldığımız
bir malumat vardı ki (belki 15 günlük bir malumattır) bu malumatta
Azerbeycan-Türkiye ittifakı tasdik edilmiştir ibaresi vardır. Fakat bittabi
nasıl şerait mevzubahs olmuştur, ona dair tafsilat olmadığı için arzetmiyorum.
Azerbeycan Hükümeti'nin teşriki mesaisini temin etmek lehimizedir.-- (TBMM, I,
33).
Görüldüğü gibi, konu bir savaş sırasındaki dış ilişkiler çerçevesinde ele
alınmaktadır. Yine aynı gizli oturumda bakın bir milletvekili, Çorum delegesi
Haşim Bey ne diyor: --Paşa Hazretleri, Ermenilerin Bolşeviklerle ittifakı
bizim aleyhimize olur. Biz, onlardan evvel itilaf etsek (anlaşsak) acaba
mümkün değil mi? Bolşeviklerle ittifak etsek olmaz mı? (TBMM, I, 33) .
Oysa, bir süre sonra Anadolu'da sosyalist eylemler ve akımlar güçlenmeye
başlayacaktı. Özellikle Mustafa Suphi olayı ile doruk noktasına ulaşacak olan
olaylar resmi bir Komünist Partisi'nin kuruluşuna bile yol açacaktı. Bütün bu
olaylar dizisi içinde iç dinamik kadar dış dinamik de etkendi.

imparator 10-02-2007 10:33

adolu'da Sol Akımların Gücü
Gerek Osmanlı'nın son döneminde, gerek Kurtuluş Savaşı sırasında, gerekse,
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, sınıfsal devrim kuramının temsilcileri olan sol
akımlar için en önemli etken hiç kuşkusuz (özellikle Kurtuluş Savaşı
sırasında) dış dünyaydı. İç dinamik bakımından ise durumu Mete Tunçay şöyle
çözümlüyor: --Aslında, 1908-1925 yıllarındaki siyasetin genel akışı içinde,
bunlar (sol akımlar) pek az önem taşıyan hareketlerdir. Hemen hiçbir zaman,
bir halk hareketi olmak boyutlarına yaklaşılmamış, bazı küçük aydın
çevrelerinde kalınmıştır. Burada yapılan yorum yanlış değilse, Türk toplumunda
İkinci Meşrutiyet'in ve Cumhuriyet'in ilanıyla denenen, altyapının elverdiği
olanakların ilerisine devrimci sıçrayışlar, Batı'nın -temelinde kapitalist
endüstriyalizmi bulunan- yaşam biçimine özenişten kaynak almışlardır. Etkili
bir biçimde herhangi bir toplumsal tabana basamayan bütün ilk sol akımlar ise,
esas itibarıyla bu yönelimi desteklemekten öteye gidememişlerdir. Bu
destekleyiş, daima iktidarları hazır olduklarından daha ileriye itmek
suretiyle ortaya çıktığı için, hükümetlerin solculara karşı susturucu
tavırlar takınmalarında ve solcuların da hükümetlere karşı genel bir özgürlük
savaşına katılmalarında şaşılacak bir şey yoktur.-- (Tunçay, 1978-a:29-30).
Aslında, Kurtuluş Savaşı'mız sırasında gerek dış dinamik, gerekse iç
dinamik açısından tarihsel ve toplumsal gerçeğin ne olduğu sorusunun sürekli
tartışma konusu yapılmasının nedeni, bugünkü siyaset sahnesinde çatışan
görüşlerin, tarihi yeniden yorumlama çabalarından doğmaktadır.
Bugünkü yeniden yorumlama çabaları ne olursa olsun, Kurtuluş Savaşı'mız
sırasındaki birtakım tarihsel ve toplumsal gerçekler yadsınamaz. Bunları
şöyle özetlemek olanaklıdır:

imparator 10-02-2007 10:33

Birinci olarak, Mustafa Kemal Paşa, sınıfsal bir devrim modelinden hareket
etmemektedir. Bunu pek çok kanıtın yanında, Kurtuluş Savaşı sırasında
Ankara'daki Sovyet temsilcisi olan Aralov'a söylediği şu sözlerde de
görüyoruz: --Sizin Rusya'da, mücadeleci, emektar bir işçi sınıfı var, ona
dayanmak mümkündür ve dayanmalıdır. Bizde işçi sınıfı yoktur, köylüye göre
ağırlığı çok azdır. Sizde endüstri gelişmiştir. Bizde ise yok gibidir.
Fabrikalarımız, parmakla sayılacak kadar azdır.-- (Bu yıllarda, ülkede, daha
önce de olduğu gibi, aslında işçi eylemleri vardı. --Etingü, 1976; Sencer,
1969; Sülker, 1973; Çıladır, 1977). Fakat bu eylemlere karşın, gelişmiş bir
işçi sınıfından söz etme olanağı yoktur.) (Aralov, 1967:92).
Sovyetlerin Görüşü
İkinci olarak belirtilmesi gereken nokta, Sovyetler Birliği'nin Türk
Kurtuluş Savaşı'nı, anti-emperyalist bir eylem sayması ve bu nedenle de
Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardımcı olmasıdır. Yine Aralov, bu konuda
Lenin'in kendisine, Türkiye'ye yola çıkmadan önce şunları söylediğini
yazıyor: --Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki,
iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare
ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın
önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara
karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına,
padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona
inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte,
sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük
taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız... İngiltere onların üzerine
Yunanistan'ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de bir sürü
memleket saldırttı... Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bugünlerde
Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara'ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye'de
karşılaşacaksınızdır. Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye'ye maddi
yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık,
dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız
olmadığını hissetmiş olacaktır.-- (Aralov, 1967:38). Yine Lenin, --Her iki
halk da son yıllarda emperyalist devletlerden çok çektiler-- diyerek Atatürk'ün
eylemi ile kendi eylemi arasında koşutluk kuruyordu (Şemsutdinov ve Bagirov,
1979:44) .

imparator 10-02-2007 10:33

Yukardaki satırlar, sınıfsal devrim kuramı ve uygulaması açısından, en
yetkili ağızdan, Rusya'da bu devrimi gerçekleştirmiş olan olan liderin,
Lenin'in ağzından, Türk Kurtuluş Savaşı'nın değerlendirmesini vermektedir.
Ayrıca, daha önce Atatürk'ün sözlerini aktarırken, dış ilişkilerdeki temel
ögenin ulusal bağımsızlık olduğunu ve Sovyetler Birliği'ne de bu açıdan
yaklaşıldığını vurguladığımda bu yargının, her iki taraf için doğru olduğunu
da kanıtlamaktadır.
Lenin'in Aralov'a sözünü ettiği Frunze de, Türklerin Kurtuluş Savaşı ile
Sovyetler Birliği'nin ilişkilerinin karşılıklı saygı ve antiemperyalist bir
ideolojik birlik çerçevesinde geliştiğini yazıyor:
--Sovyet devletler, Batı Avrupa ve Amerika'nın esareti altında bulunan Doğu
ülkelerindeki ulusal-demokratik hareketlere daima kendi sorunları
doğrultusunda yardımcı olmuşlardır... Bundan başka, benim gidişim Türkiye'nin
içinde bulunduğu son derece ağır koşullar sırasına rastlıyor. Ağustos ayında,
Türk ordusunun Yunanlılar tarafından yenildiği, Ankara'nın bile Yunan
ordularınca alınma olanağı belirdiği bir zamanda Sovyet Ukrayna, Rusya'nın da
onayıyla oraya bir elçi göndererek Türkiye'ye karşı dostluk eğilimini
herkesten önce göstermek gereğini duymuştur.-- (Frunze, 1978:120).

imparator 10-02-2007 10:33

Türkiye Komünist Partisi
İlginç olan nokta, dış ilişkiler düzeyinde resmen, bu olaylar görülürken,
Türkiye Komünist Partisi, Mustafa Suphi ve arkadaşları tarafından Sovyetler
Birliği'nde kurulmuştu bile. Bu arada, Baku'da toplanan Doğu Ulusları
Kurultayı'na Enver Paşa dahil, pek çok Türk katılmıştı. Topçuoğlu bu grupları
şöyle tanımlıyor: --Kendini Komünist sayan, sosyal demokrat sayan, Müslüman
bolşevik sayan, mukaddesatçı sosyalist sayan ve doğrudan doğruya bolşevik
sayan gruplar müracaat etmiş, iştirak belgesi almışlardı.--
(Topçuoğlu, 1976:67).
Baku'da daha önce oluşmuş bulunan Türkiye Komünist Fırkası'nı eski
İttihatçılardan temizleyerek yeniden kuran Mustafa Suphi, hemen Anadolu ile
temasa geçmişti (Tunçay, 1978-a:204; İnfo, 1977: 27) . Uzun hazırlıklar ve
yazışmalardan sonra, Türkiye'ye geçmeye karar veren Mustafa Suphi, Türkiye'ye
geldikten sonra, Ankara'ya gidemeden, Trabzon'dan Baku'ya geri dönerken,
kayıkçılar kahyası Yahya'nın adamları tarafından adamlarıyla birlikte
öldürülerek denize atılmıştı.
Bu olayın değerlendirilmesi, kanımca, --dıştan yönetilme-- ile --tam
bağımsızlık-- arasındaki tercihte aranmalıdır. Nitekim, yalnız Mustafa Kemal
ve arkadaşlarının değil, Sovyetler'in de konuyu aynı biçimde gördükleri
anlaşılıyor. Bu konuda Mete Tunçay'ın aşağıdaki değerlendirmesi oldukça
ilginçtir:

imparator 10-02-2007 10:34

--Mustafa Suphi ve arkadaşlarının yokedilmeleri karşısında Sovyetler'in ve
Komintern'in takındığı tavır, dünya solculuğunun gelişme süreci bakımından da
çok önemli bir başlangıç olmuştur. Bu olayda, --sosyalist ana vatan--ın dış
politika çıkarlarıyla bir --kardeş parti--nin varlık sorunu çatışmış ve
komünistler bir yeğleme yapmak zorunda kalmışlardır. Mustafa Kemal'i tutmayı
seçmiş olmaları, sonradan (özellikle Troçkistler tarafından) Stalin'e
yakıştırılan bir fırsatçılık kalıbının ilk örneğini vermiştir. Oysa, bu
siyaset kararı alındığı zaman, Lenin resmen ve fülen Sovyet devletinin
başında bulunuyordu.-- (Tunçay, 1978-a:242).
Resmi Türkiye Komünist Partisi
Aslında, Baku Kurultayı ve onu izleyen gelişmelerle, Mustafa Suphi'nin
Anadolu'ya gelişi arasında, 18 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa,
Süreyya Yiğit, Tevfik Rüştü, Kılıç Ali, Mahmut Esat, Mahmut Celal ve Yunus
Nadi gibi güvendiği arkadaşlarına resmi kimliği olan bir Türkiye Komünist
Fırkası kurdurmuştur. Bu Fırka'nın kuruluşu, birçok iddialarda öne sürüldüğü
gibi, yalnızca içerdeki solcuları denetim altına almak, ya da Sovyetler
Birliği'ni aldatmak olamaz. Tunçay'ın deyişiyle, --T.K.F. (pek sağlam olmayan)
teorik bir Bolşevizm-Komünizm ayrımına dayanmaktadır. T.K.F., Bolşevik
değildir, ama kendi söylediği gibi, Komünist olduğu da su götürür. Partinin
daha çok, Komünist adının duygusal değer yükünden faydalanmak için bu terimin
anlamını zorladığı görülmektedir.-- (Tunçay, 1978-a:163-164).

imparator 10-02-2007 10:34

Mustafa Kemal Paşa'nın daha önce aktardığım gizli oturumlardaki
konuşmalarına bakılırsa, ayrımın anlamı açıktır: Komünizm uluslararası bir
düşünce akımı, yeni bir kuramsal düzendir. Bolşevizm ise, bunun Rusya'daki
uygulamasıdır. Ulusal bağımsızlığı her şeyin üzerinde tutan Mustafa Kemal
Paşa, bu ayrım ile, hemen Rusya'ya karşı da (aynı düşünce ve sistemde
birleşse bile) bağmısızlığını güvence altına almak istiyor. Nitekim, Yunus
Nadi'nin Eskişehir'deki Yeni Dünya'ya yanıt olarak Yeni Gün'de yayınladığı
makale şöyle bitiyordu (Yeni Dünya'ya Ali Fuat Paşa'nın da çok duyarlı olduğu
anlaşılıyor. Dinamo, Kutsal İsyan'da bu konuda Ali Fuat ile Mustafa Kemal
Paşa arasındaki yazışmalardan söz eder (Dinamo, 1975:280).) :
--Biz Türkler, emperyalist ve kapitalist dünyaya karşı savaşmakta bugün
Ruslarla aynı safta yürüdüğümüz gibi; davranıştaki bu tenazurdan ilham ve
kuvvet alacak olan iç reformlarımızı başarmak kanaat ve mecburiyetindeyiz de.
Bu bir inkılaptır, amenna; fakat, BiZİM İNKILABIMIZ RUS İNKILABININ -öyle
bazılarımızın yaptığı gibi unvanına varıncaya kadar, kelimesi kelimesine,
noktası noktasına- KOPYASI OLACAK DEĞİLDİR. İnkılap, idrak ve imana dayanan
bir harekettir ki, tatbikat itibarıyle, her memleketin kendi özelliklerine ve
icaplarına intibak ederek tekevvün eder ve yürür. Hülasa; BİZ DE SOSYALİZM
VADİSİNDE İNKILAPÇIYIZ. HATTA, AYNI PRENSİPLERE TARAFTARIZ VE ONLARI İLTİZAM
ETMEKTEYİZ. FAKAT, TAKLİTÇİ VE BİNAENALEYH BOLŞEVİK DEĞİLİZ.-- (Cerrahoğlu,
1975:390).

imparator 10-02-2007 10:34

Resmi Türkiye Komünist Partisinin Amacı
Kanımca, resmi Türkiye Komünist Fırkası'nın asıl kuruluş nedeni, işgalci
kuvvetlere karşı savaş yitirilirse, Mustafa Kemal Paşa'nın, Sovyet desteğini
sağlamayı planlaması ve bu sırada bağımsızlığı korumak için, kendi
başkanlığında bir parti kurdurmuş olmasıdır. O sıradaki siyasal ve askeri
durumun henüz çok kötü olduğu anımsanırsa, Mustafa Kemal Paşa gibi hem
askeri, hem siyasal alanda büyük bir lider, hem de bağımsızlık aşığı olan bir
kişinin bu olasılığı hesaplamamış olması düşünülemez.
Mete Tunçay da bu olasılığın çok yüksek olduğunu kabul etmekte, ayrıca
Kinross'un da böyle düşündüğünü belirtmekte ve Doğan Avcıoğlu'nun Tevfik
Rüştü ile yaptığı bir konuşmayı da ek kanıt olarak vermektedir (Tunçay,
1978-a:176). Tekeli ve İlkin'in çalışması da, bu görüşün desteklenmesine yol
açan Talat Paşa-Mustafa Kemal Paşa mektuplaşmasını ortaya koymuştur
(Tekeli ve İlkin, 1980:340-341).
Tunçay'ın ve başkalarının değerlendirmelerine şu satırlar da oldukça uygun
düşmektedir:

imparator 10-02-2007 10:34

--Mustafa Kemal Paşa herhangi bir zaman Türkiye'de sosyalist ve hatta
komünist bir rejim kurmak istemiş midir? Bu sorunun cevabını --komünist--
rejimin niteliği yönünden değil de, yine Mustafa Kemal Paşa tarafından
yapılan Türkiye'nin durum muhakemesi yönünden vereceğiz. Kemal Paşa öyle bir
zorunluk duysaydı bu rejimi kurardı, ancak KENDİSİ KURARDI, bütün çelişki
buradan gelmektedir. Paşa, Lenin'in öngördüğü, proleterya devrimini hiçbir
zaman kabul edemezdi, devrim olacaksa, onu yukardan, kendi kadrosu ile
gerçekleştirecekti. Türk proleteryasının o dönemde bilinçli ve örgütlü bir
sınıf olarak varolmaması da zaten başka bir olanak vermemekteydi. 1913
yılında Türkiye'deki sanayi işçisi sayısı 16.000 civarındaydı
(bkz: Yıldız Sertel: Türkiye'deki İleri Akımlar). Mustafa Kemal Paşa,
İstiklal Savaşımızda 20.000 işçiden söz etmektedir. Kaldı ki işçilerin çoğu
işgal altındaki birkaç şehirde toplanmış bulunmaktaydı.
Komünizme doğru kayışın nedeni, Sevr Anlaşması ile milletçe yaşantımıza son
verilmesindedir.
İnönü ve Sakarya'da ordularımız yenilseydi Mustafa Kemal Paşa'nın bu yolu
seçmesi zorunlu olabilirdi, kaldı ki Enver Paşa pusuda beklemekteydi. (Bu
konuda Atatürk de şunları söylüyor: --Sakarya'dan önce ordu bozulup da
Eskişehir'i bıraktığımız vakit, Batum'da Enver ve arkadaşlarının bir kongre
yaptıgını duyduk... O sırada Enver'in bir mektubunu yakalamıştık. Bir tertibe
göre Karadeniz bölgesinde gönüllüler toplanacak, Enver de bir nefer gibi
aralarına karışacaktı. Ankara'da kendi yetiştirmelerine güveniyor ve gelir
gelmez bir darbe ile başa geçebileceğini sanıyordu. Ben bu gönüllülerin
toplanmasını teşvik ettim. Enver'i tutturacaktım. Fakat Sakarya harbi
kazanıldığı için onun teşebbüsü de, bizim hesabımız da geri kaldı.--
(Altay, 1969:344).), (İleri, 1974:14).
Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa'nın sınıfsal devrime karşı tutumu, gizli
oturumlarda yaptığı konuşmaların içtenliğine uygun bir biçimde
değerlendirilmektedir.

imparator 10-02-2007 10:34

Konuya örgüt açısından da yaklaşıldığında, Kurtuluş Savaşı'nın İttihatçılar
değil, onlara karşı çıkanların da içinde yer aldığı --Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri-- çerçevesinde yürütülmüş olması anımsanmalıdır. Mustafa Kemal
Paşa'nın ulusal bütünlüğü zedeleyici bir biçimde --anti-komünist-- bir tutum
değil, tam tersine, --sol akımları--da içine alan bir ulusal liderlik
benimsediği ve dış dinamik açısından da --sınıfsal devrim-- modelini, ulusal
eylemin askeri yönü yeterince güçlenene dek sürekli bir biçimde bir seçenek
olarak gündemde tuttuğu açıktır (Perinçek, 1999:24).
Üstelik, --sınıfsal devrim-- modelini benimsememiş olmakla birlikte, Mustafa
Kemal Atatürk, Çetin Altan'ın da işaret ettiği gibi İzmir İktisat Kongresi'nde
yaptığı konuşma ile Osmanlı tarihini, ilk kez, tarihsel maddeci açıdan
çözümlüyordu (Altan, 1965:21-23). Hiç kuşkusuz bu, onun Marxçılığının değil,
pozitivizminin bir sonucuydu. Aynı akılcı tutum, içteki askeri durum ve dış
politika açısından, --sosyalist-- çözümlerin, hem ulusal bütünlüğü koruma ve
tüm kaynakları seferber etme, hem de Sovyetler Birliği ile yardım ilişkilerini
sürdürme bakımından canlı ve denetim altında tutulmasında da kendini
göstermiştir.

imparator 10-02-2007 10:34

Atatürk'ün Siyaseti
İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumlarından birinde söylenmiş
şu sözler, sanırım Mustafa Kemal Paşa'nın ağzından, Anadolu'da komünizm
konusunda izlenen siyasetin ana çizgilerini tümüyle belirtmektedir:
--Şüphe ,yok ki bolşeviklik cereyan ve istilası ve muvaffakiyatı cümlece
malumdur.-- Bunun hakkında söz söylemeyeceğim. Fakat, yine söylemek isterim ki,
bolşevikliği lüzumu kadar ehemmiyetle herkes gibi Heyeti İcraiye de, biz de
mütalaa etmiş ve layık olduğu ehemmiyeti vermişizdir ve zannediyorum
Müdafaa-i Milliye Vekili Paşa Hazretlerinin izahatlarında Şark'tan bahsolundu
ve Şark'tan bir şemsin tuluu intizarında bulunduğu zikredildi (bir güneşin
doğuşunun beklendiği söylendi) . Evet, demek oluyor ki, biz bolşevikliğe ve
harekatına ve bolşeviklerden edebileceğimiz istifadeye bigane değiliz.
Binaenaleyh kemali emniyet ve itimatla arzederim ki, bolşeviklerle ittifak ve
ihtilat (görüşme) temin teşriki harekat (hareket birliği) için maddeten
Heyeti İcraiye esbabıiza tevessül etmiştir (Bakanlar Kurulu işe girişmiştir).
Yalnız Heyeti İcraiye bu baptaki teşebbüsünde gayet müdebbir (tedbirli) olmak
lüzumunu kabul etmiştir. Şöyle ki: Bir defa muhafazai mevcudiyet ve temini
amali milliyemiz için (varlığımızı korumak ve ulusal amaçlarımızı
gerçekleştirmek için) istinatgahı hakikiyi (gerçek dayanağı) hariçte değil,
dahilde, kendi vicdanımızda bulmak prensibini Heyeti İcraiye kabul etmiştir.
Çünkü kendi kuvvetimizi nazarı dikkate almaksızın hariçten, şuradan buradan
gelecek kuvvetlere istinaden emel takip edersek ve o kuvvetten ve o imdattan
muavenet (yardım) de gelmezse sukutu hayale uğrarız. Bunun için iptida (önce)
kendi kuvvetimize ehemmiyet veriyoruz. Fakat, kendi kuvvetimize düşmanların
adedinin çokluğunu nazarı dikkate alarak kuvvet ilave etmek bir farizedir
(gerekliliktir) . Bu suretle bittabi Şark'tan gelmesi muhtemel olan müsbet
kuvvetlere iltifat edeceğiz. Ancak bu nokta da iki ciheti birbirinden tefrik
etmek lazımdır. Biri bolşevik olmak, diğeri bolşeviklik Rusya'sıyla ittifak
etmeli. Biz Heyeti İcraiye bolşeviklik Rusya'sıyla ittifak etmekten
bahsediyoruz. Yoksa bolşevik olmaktan bahsetmiyoıuz. Bolşevik olmak büsbütün
başka bir meseledir. Böyle bir mesele ile iştigale (uğraşmaya) bizim
ihtiyacımız yoktur. Fakat ittifak meselesi kemali ciddiyet ve ehemmiyetle
takip edilmektedir ve muvaffak olacağımıza ümidimiz berkemaldir (tamdır).--
(TBMM, I:47-48).
Bu sözlerde belirtilmiş olan, --bolşevik olmak değil, bolşevik Rusya ile
ittifak etmek--, konjonktürel değişmelerin getirdiği farklı görünümlerin
altında yatan temel siyaset olarak, Türk Kurtuluş Savaşı'nın genel
stratejisini oluşturmuştur.

imparator 10-02-2007 10:35

II- GERİ TEKNOLOJİYE SAHİP ÜLKELER İÇİN GELİŞTİRİLMİŞ DEVRİM MODELLERİ
--Azgelişmiş-- ülkeler, --geri bıraktırılmış-- ülkeler, --çevre-- ya da --uç--
ülkeleri denilen ülkeler, gerek iç dinamik, gerekse dış dinamik bakımından
ileri teknolojiye sahip ülkelerden tümüyle farklıdır. Kimi zaman, kendilerine
--gelişmiş ülkeler--, --endüstri ülkeleri--, ya da --merkez ülkeleri-- denilen bu
tür ülkelerin geliştirdiği devrim kuramları, genellikle --geri teknolojiye
sahip-- ülkeler bakımından ya geçerliliklerini yitirmekte ya da önemli ölçüde
değişikliklere uğramaktadır.
Geri teknolojiye sahip olan ülkelere verilen çeşitli isimler, bu toplumların
nasıl bir görüşle ele alındığını da gösterir. Örneğin, --geri bıraktırılmış--
ülkeler terimi, yalnızca dış dinamiğe ağırlık veren, iç dinamik ögelerini
dışarda bırakan bir yaklaşımı belirler. --Azgelişmiş-- ülke terimi ise, dış
dinamiği de içine almakla birlikte, vurguyu genel koşullara kaydırarak, dış
dinamiğin önemini azaltmaktadır. --Çevre--, ya da --uç-- ülke terimi ise yine dış
dinamiği vurgulamakta, gelişmiş endüstri ülkelerinin --merkez-- olduğu bir
sistem içindeki bağımlı ülkeleri belirtmektedir.
İşte bu çalışmada, böyle terimler yerine --geri teknolojiye sahip ülkeler--
teriminin kullanılış nedeni, bu terimin hem kuramsal açıdan, hem de iç
dinamik-dış dinamik ayrımı açısından daha nesnel bir nitelik taşımasıdır.

imparator 10-02-2007 10:35

1-) Teknolojik Bakımdan Geri Ülkelerin Özellikleri
Teknolojik bakımdan geri ülkeler için geliştirilen devrim kuramlarına
bakarken, önce bu ülkelerin genel niteliklerini bilmek gerekmektedir .
Siyasal özellikleri bakımından bu ülkeler genellikle dışa bağımlılıkları
yüksek ülkelerdir. Bir bölümü Batı, bir bölümü Doğu bloku ve büyük bir bölümü
de --Bağlantısızlar-- ya da --Üçüncü Dünya-- gibi isimlerle nitelenen grup içinde
yer alan bu ülkelerin dünya üzerindeki yerleri genellikle ya büyük ülkeler
arasındaki anlaşmalara, ya da paylaşılmış nüfuz bölgeleri arasındaki
dengelere bağlıdır.
İçerideki siyasal rejimleri genellikle dengeli ve sürekli bir görünüme
sahip değildir. Gerek otoriter olanlarda, gerekse daha demokratik
gözükenlerde hem iktidar, hem rejim, sürekli tartışma konusudur.


Türkiye`de Saat: 11:11 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580