Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22228)

imparator 10-02-2007 10:47

Şevket Süreyya, Türkiye'nin dünya üzerindeki yerini saptarken, ulusal bir
şövenizmden ya da gözü kapalı bir spekülasyondan hareket etmiyor. Elinde,
Mustafa Kemal Atatürk'ün başarı eylemi o sırada ortaya atılan --devletçilik--
gibi yeni uygulama yöntemleri ve sağlam bir kuram vardır. Şu satırların
bugünkü Türkiye bakımından geçerliliği ve --merkez-çevre-- kuramına dayalı
--karşı-emperyalist devrim-- modeli açısından doğruluğu şaşırtıcıdır:
--Bir zamanlar müstemleke ve yarı-müstemlekelerin sefalet haddini, büyük
sanayi memleketlerinde tekniğin terakki derecesi tayin ederdi. Şimdi
müstemleke ve yarımüstemlekelerle iktisaden tabi memleketlerde tekniğin
terakki derecesi, büyük sanayi memleketlerindeki sanayi dağılışının haddini
ve şiddetini tayin edecektir.
Metropollerin, yani başka memleketlerden çekilen fazla kıymetler hesabına
yaşayan memleketlerin teknik temeli günden güne sarsılıyor. Müstemleke ve
yarı-müstemlekelerin istismarına istinat eden rejim, artık tabii ömrünü
yaşamıştır. Bize --Buhran-- diye anlatılan şey, hakikatte, eski istismar
nizamına göre kurulmuş eski metropol hegemonyasının teknik bazının bir
sarsıntısından başka bir şey değildir.

imparator 10-02-2007 10:47

Binaenaleyh buhran, bünyeleri dağılmaya yüz tutan büyük sanayi memleketleri
için bir ıztırap, fakat kendi milli iktisat sistemlerini kurabilmeleri, ancak
bu müesses sanayi hegemonyasının tasfiyesine bağlı olan bizim gibi
memleketler için sadece bir --doğum ağrısı--dır. Siyaseten olduğu kadar
iktisaden de müstakil bir Türkiye'nin teessüs edebilmesi için Garpta
--buhran-- denilen şeyin biraz daha devamı ve biraz daha derinleşmesi lazımdır.
Çünkü, bizim ve benzer memleketlerin iktisadi inkişafı, Garptaki sanayi
buhranının baş amillerinden biridir.-- (Aydemir, 1932-b).
Açıkça görüldüğü gibi, bu satırlar, --merkez-çevre-- kuramının daha önce
aktardığım, --çevre ve yarı-çevre ülkelerinin ancak dünya kapitalizminin
bunalım dönemlerinde gelişme olanakları bulması-- tezinin 1930'lardaki
ifadesidir.
Kadro'cular, edebiyat alanında da etkindirler. Örneğin, Yakup Kadri,
Sodom ve Gomore'de, daha 1928 yılında, Yunanlıları, İngilizlerin kışkırttığı
ve Anadolu'ya yolladığı gereğini yansıtarak, şöyle yazıyordu:
--İstanbul'da işgal kuvvetleri fertlerinin halka reva görmediği cefa ve
zulüm kalmamıştır. Bu memleketin aydın ve vatansever sınıfına karşı ise adeta
ilk insanların yırtıcı mahluklara ve ilk Amerikan kolonilerinin kırmızı
derililere uyguladıkları --kitle halinde yok etme-- sistemini kullanmıştır.--
(Karaosmanoğlu, 1972-b:22).

imparator 10-02-2007 10:47

İşin ilginç yönü, --merkez-çevre kuramına dayalı karşı-emperyalizm-- tezinin,
kökeni Marx'a dayalı olmakla birlikte, en sert eleştirileri Ortodoks
Marxçılardan almış olmasıdır. Nasıl bugün, Emmanuel ve Wallerstein gibi
yazarlara en sert eleştiriler, klasik Marxçılardan geliyorsa, geçmişte de
Kadro hareketine ve Şevket Süreyya ile arkadaşlarına eleştiriler aynı
çevrelerden gelmişti. Oysa, pek çok kişiye göre --merkez-çevre-- kuramı
--neo-Marxist-- bir yaklaşımı içermektedir.
Kadro Hareketi, Atatürk'ün Eylemini Evrensel Açıdan Yorumlamaya Çalışıyordu
Merkez-çevre kuramı ve buna dayalı olan karşı-emperyalist devrim tezi,
hiç kuşkusuz, sömürülen ülkelerin, gittikçe dünya siyaset sahnesinde önem
kazanmasından doğmuştur. Dolayısıyla, pek çok düşünür, bu arada Marxçı
düşünürler de olayın üzerine eğilmiş ve yeni yorumlar yapmışlardır.
Kadro hareketi de bundan başka bir şey değildir. Çoğu eski komünist ve
sosyalistlerden oluşan bir yazar ve düşünür kadrosu, Mustafa Kemal Atatürk'ün
eyleminin somut başarısını, evrensel açıdan ve dünya kapitalist sistemi
çerçevesinde irdelemişlerdir.

imparator 10-02-2007 10:47

Aşağıdaki satırlar da Şevket Süreyya'ya aittir:
--Batı'da makinelerin sanayiye uygulanması makineleri, yani üretim
vasıtalarını elinde toplayan sınıfla, bu vasıtalardan yoksun kılınan sınıf
arasında ve sanayi yoğunluğunu elinde tutan memleketlere özgü bir çelişme
doğurmuştur. Bu çelişme kesinleşmektedir. Fakat aynı suretle, bir kısım
memleketlerde gene makinelerin sanayiye uygulanması ve sanayinin dünyanın
belirli alanlarında yoğunlaşması, büyük üretim vasıtalarını elinde biriktiren
memleketlerle, milli sanayiden mahrum kılınan memleketler arasında diğer bir
çelişme doğurmuştur ve bu çelişme gittikçe genişlemekte ve kesinleşmekte
bulunmuştur. Bu çelişmeler bu kitapta açık ve sık olarak tekrarlanacaktır.
Çünkü aslında inkılabımız, dünya ölçüsünde olan bu çelişmelerin hem mahsulü,
hem tasfiyecisidir.
Birinci çelişme, tekniğin ileri ve yoğunlaşmış olduğu ülkelerin birbirlerine
karşı olan iki sınıfı arasındadır. İkinci çelişme, tekniğin yoğunlaşmış ve
sanayinin ilerlemiş olduğu ülkelerle (metropollerle) eski sanayisini kaybeden,
fakat onu yeniden ve bugünkü şartlara göre kurmak davasını güden sömürge ve
yarı-sömürgeler (yahut ziraatçı memleketler) arasındadır. Bu çelişmelerden
birincisi sınıf kavgası, ikincisi Milli Kurtuluş Mücadelesi şeklinde cereyan
ediyor.-- (Aydemir, 1968:45-46).

imparator 10-02-2007 10:47

Şevket Süreyya'nın yine 1932'de yazdığı (1968'de ikinci basımı yapıldı) bu
satırlar, konunun; aynen bugün Batı'da olduğu gibi, o gün Türkiye'de de
yeni-Marxçı bir yoruma oturtulmak istenildiğini gösteriyor.
Daha ilerde göreceğimiz gibi, Kadro; --merkez-çevre kuramına dayalı
karşı-emperyalist devrim--in yalnız kuramını yapmakla kalmıyor, onun, devrim
sonrası uygulaması için de yol gösteriyordu.
Türk Kurtuluş Savaşı'ndan önce Osmanlıların düştüğü sömürge durumu hakkında,
yerli ve yabancı çalışmaların da aynı yıllara rastlaması, Kadro hareketinin
belli bir ortamın ürünü olduğunu göstermektedir. Yerli araştırmalara Şanda
(tarihsiz), yabancı araştırmalara Blaisdell (1979) örnek verilebilir.
Kadro'cuların kökenleri için, Aydemir (1967) , Küçük (1979:37-86) ,
Ergüder (1978) ve Tör (1976)'e bakılabilir.

imparator 10-02-2007 10:47

Türkiye'de Merkez-Çevre Kuramına İlişkin Çalışmalar
Yeni Türk Devleti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemi, gerek dünya,
gerekse Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktası olduğundan, özellikle
Türkiye'de kendinden sonraki tüm eylem ve düşüncelere de damgasını vurdu.
Son yıllarda bunun en belirgin örneklerinden biri, Yön-Devrim dergileri
çerçevesinde gelişen düşünce eylemi oldu. Özellikle yazar ve düşünür Doğan
Avcıoğlu'nun öncülüğünü yaptığı bu akım, Türkiye'yi evrensel kuram açısından
--merkez-çevre-- çözümlemesinin içine oturtuyor, kalkınma için de Oscar
Lange'den aktardığı --Milli Devrimci Kalkınma Yolu--nu öneriyordu
(Avcıoğlu, 1973:670-676).
Temelde karşı-emperyalist bir yaklaşıma dayalı olarak önerdiği bu kalkınma
yolu, Türk tarihi ve ideolojisi açısından da --neo-Kemalist-- diye
nitelenebilecek bir yaklaşımdı. Tek eksiği, iktidarın ele geçirilmesinde
sivil-asker bürokratların rolüne fazla ağırlık vermesi olan bu kuram, aslında
bir yeni Kadro eylemi olarak da nitelenebilir. Kadro'dan farkı, onun
savunduğu ve başta Mustafa Kemal Atatürk oturduğu halde gerçekleştirilemeyen
pek çok önlemi, bu kez hemen aynen, üstelik de Mustafa Kemal Atatürk gibi
birinin desteğinden yoksun bulunan ve oldukça değişmiş (sınıflaşmış) nitelik
taşıyan bir toplumda önermesiydi. Mustafa Kemal Atatürk'ün yokluğundan doğan
eksikliği, asker bürokratların desteği ile doldurmayı umut eden bu yaklaşım,
gerek iç, gerekse dış konjonktür bakımından bir süre sonra Türkiye'nin
gündeminden çıktı ve güncelliğini yitirdi.

imparator 10-02-2007 10:47

Fakat, bu Kadro ve Yön-Devrim çizgisinin Türkiye'nin siyasal gündeminden
çıkması demek değildir. Çünkü, bu yaklaşımın temel belirleyiciliği, askere ya
da tek partiye dayalı bir çözüm önermesi değil, --merkez-çevre-- kuramına
dayalı bir dünya çözümlemesi üzerine oturtulmuş --karşı-emperyalist bir
program-- ortaya koymasıdır. Dünyaya bu konuda öncü olmuş bir ülke olarak,
merkez-çevre kuramı ve karşı-emperyalist devrim modeli Türkiye dışında bile
olsa, varlığını sürdürdüğü sürece, konunun toplumumuzun gündeminden yok
olacağını düşünmek doğru değildir.
Nitekim, --merkez-çevre-- kuramına göre, Osmanlı-Türk toplumunun
çözümlenmesine ilişkin çalışmaların sayıca küçümsenmeyecek kadar oluşu ve
bundan da önemlisi, niteliklerinin yüksekliği, yukarıdaki yargımın
doğruluğunu göstermektedir.
Bu konudaki çalışmalar iki gruba ayrılabilir. Birinci grup, Osmanlı-Türk
siyasal ve toplumsal yapısını --iç dinamik-- çerçevesinde bir --merkez-- ile
--çevre--sinin ilişkileri açısından inceleyen çalışmalardır. İkinci grup
çalışmalar ise, Türkiye'yi --dış dinamik-- açısından, dünya sistemi içerisinde
bir --çevre-- ülkesi olarak ele alan çalışmalardır.

imparator 10-02-2007 10:48

Birinci tür çalışmalara Şerif Mardin öncülük etmiştir. 1973 yılında yazdığı
bir makalede, --merkez-çevre-- kuramının, Türk siyasal çözümlemeleri için bir
anahtar olup olmadığını sormuş ve günümüze dek getirdiği bir siyasal
çözümleme denemesini Deadalus dergisinde yayımlamıştır (Mardin, 1973).
Aynı grup içinde bir başka çalışmayı Metin Heper yapmış ve Kadro'culara
sempati besleyen bir dergide, Toplum ve Bilim dergisinde yayımlamıştır.
Heper'in başka amaçla yapılmış çalışmalarına bile --Osmanlı Siyasal Hayatında
Merkez-Kenar İlişkisi-- adını koyması, bu kuramın Türkiye açısından
çekiciliğini belirtir kanısındayım (Heper, 1980).
Türkiye'yi dünya sisteminin içinde, dış dinamik açısından bir --kenar-- ya da
--çevre-- ülkesi olarak irdeleyen çalışmaları, daha önce belirtmiştim. Özkol'un
(1969), Gülalp'ın (1979), Keyder'in (1976-1979) ve Aksoy'un (1975) çalışmaları
gerçekten uluslararası standartların üzerinde, Yalçın Doğan'ın çalışması
(1980) ayrıca güncellik de taşıyor.
Konuyu yine Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nın en hızlı döneminde, Ekim 1921'de
söylediği şu düşüncelerle bağlamak, --merkez-çevre kuramına dayalı
karşı-emperyalist devrim-- modeli açısından Türk Devrimi'nin çözümlenmesine
tutulacak ışıklardan biri olacaktır:

imparator 10-02-2007 10:48

--Anadolu bu müdafaasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi ifa etmiyor,
belki bütün Şark'a müteveccih hücumlara bir set çekiyor. Efendiler, bu
hücumlar elbette kırılacaktır. Bütün bu tasallutlar mutlaka nihayet
bulacaktır. İşte o zaman Garp'ta, bütün cihanda hakiki sükun, hakiki refah ve
insaniyet hüküm sürebilecektir.-- (Karal, 1969:17).
:::::::::::::::::::
III
BİR DEVRİMİN GENEL KOŞULLARI
Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz:
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi:
Ancak senin yolunda sağlıklar, esenlikler:
Olmaya devlet cihanda Atatürk'ü duymak gibi.
BEHÇET NECATİGİL, --Atatürk'ü Duymak--tan.
İnsan ilişkilerindeki temel değişme biçiminde tanımladığımız --devrim-- hiç
kuşkusuz siyasal boyutu ağır basan bir olaydır. Bir başka deyişle, siyasal
anlamdaki iktidar değişikliği, bir devrimin en belirgin özelliği olmaktadır.
Devrimler ne zaman ortaya çıkar? Hangi koşullar bir devrimin oluşmasına
uygun bir ortam yaratır? Bu soruların yanıtları hiç kuşkusuz, son derece
karmaşık bir ögeler sistemini yansıtacaktır.

imparator 10-02-2007 10:48

Her şeyden önce, bir devrimi ortaya çıkaran koşulları, tarihten ve
toplumdan gelen nesnel koşullar ile, devrime özgü örgüt sel ve bireysel
kökenli öznel koşullar oIarak ikiye ayırabiliriz.
Bu iki grup koşul hiç kuşkusuz, birbirlerini önemli ölçüde etkiler. Nesnel
koşulların varlığı öznel koşulları yaratacağı gibi, salt öznel koşulların
varlığı da nesnel koşulların oluşmasını hızlandırabilir.
Öznel ve nesnel koşulların bir devrimin ortaya çıkmasındaki göreli rolleri
nelerdir? Hangisi daha belirleyicidir? Bu soruların yanıtları, hiç kuşkusuz,
nesnel koşullara ağırlık tanıyan bir biçimde verilmek zorundadır. Tarihsel ve
toplumsal koşullar, bir devrim için olgunlaşmışsa, lider, örgüt ve ideoloji
olarak, öznel koşullar da aynı süreçlerden etkilenerek gelişir.
Bir devrimin ortaya çıkması için gerek nesnel, gerek öznel koşulların
hangilerinin ne miktarının gerekli olduğu, her devrim olayının kendine özgü
ortamı içinde belirlenebilir. Bu açıdan, soyut bir --devrim modelin oluşturmak
pek olanaklı değildir. Burada benim giriştiğim çaba, ancak bir --genel durum
değerlendirmesi-- açısından belli ipuçlarının aranmasıdır.

imparator 10-02-2007 10:48

I- DEVRİME YOL AÇAN NESNEL KOŞULLAR
Bir toplumda, tarihsel ve toplumsal süreçler sonunda zaman içinde, yapısal
olarak ortaya çıkan koşulları nesnel koşullar adı altında sınıflıyoruz. Bu
sınıflama içinde üç alt grup görmek olanaklıdır. Bu alt gruplar, belki de
önem sırasına göre, ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullardır.
:::::::::::::::::::
1) Devrime Yol Açan Ekonomik Koşullar
a) Ulusal gelir dağılımının adaletsiz ve iç sömürünün yüksek olması. Bir
toplumda, ulusal gelir, çeşitli sınıf, tabaka ve gruplar arasında ne denli
adaletsiz dağıtılırsa, toplumsal huzursuzluklar ve düşmanlıklar o denli
keskin olur. İç sömürü oranının yüksekliğinden doğan bu durum genellikle,
dıştan gelir sağlayamayan (yani, sömürgesi olmayan) ve hızlı kalkınma zorunda
olan (gelişmekte bulunan) ülkelerde daha çok görülebilir. Fakat zaman içinde,
ileri teknoloji ülkelerinin geçirdikleri devrimler açısından, örneğin,
İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus devrimlerinde, bu ögenin önemli bir ortak
nokta olduğu saptanmıştır (Brinton, 1965:50-64).
b) Ekonomik kalkınma ve büyüme oranı ile toplumsal gelişme hızının yetersiz
oluşu. Gerek ulusal gelir artışının, gerekse eğitim, konut, sağlık gibi
toplumsal gelişme göstergelerindeki büyümenin düşüklüğü, toplumdaki ekonomik
ve sosyal beklentilerin yerine getirilmesini engeller. Bu ise, hem mevcut
siyasal, ekonomik ve toplumsal yapının yeterliliği, hem de yöneticilerin
başarısı hakkında önemli kuşkular yaratır.

imparator 10-02-2007 10:48

c) Belli bir oranda, ekonomik kalkınma ya da büyüme ile toplumsal
gelişmenin başlamış olması. Böyle bir durum, toplumdaki beklentilerin
yükselmesine ve gelecek için daha yüksek umutların oluşmasına yol açar. Bir
başka deyişle, toplum, artık --mevcut durum ile yetinmemektedir.-- Böylece,
ileriye dönük değişme arzuları daha etkin bir nitelik kazanır
(Hoffer, 1958:33-34; Brinton, 1965:29-30).
d) Toplumdaki üretimin arttırılmasını engelleyen yapısal darboğazların
varlığı. Örneğin, düşük teknoloji, feodal ilişkiler, sermaye ve teknik bilgi
yetersizliği tek yanlı dış bağımlılık gibi, yapısal nitelik taşıyan engeller,
kısa dönemde mevcut yapı içinde sorunların çözüm umudunu ortadan kaldırabilir.
e) Dağıtılacak ulusal gelirin doğrudan doğruya içteki emek sömürüsünün
yüksek olmasına bağlı bulunması. Sömürgeleri yoluyla dıştan gelir
sağlayamayan ya da büyük ve kullanılmamış doğal zenginliklere sahip olmayan
ülkelerde, ekonomik kalkınma doğrudan doğruya içteki emek sömürüsüne bağlı
olacağından, toplumun bir kesimi, kalkınmanın tüm yükünü çekeceğinden,
adaletsizlik ve huzursuzluk, büyük oranda artabilir. Oysa, Birleşik Amerika,
Sovyet Rusya ve petrol ülkeleri gibi toplumlarda, doğal kaynakların varlığı,
içteki emek sömürüsünün düşük tutulmasına karşın, doğal kaynaklara bağlı
olarak ulusal gelirin artışını sağlayabilir. Ya da sömürgelerinden gelir
sağlayan ülkeler, bu geliri kullanarak, sömürü oranından daha yüksek bir
gelir dağılımı gerçekleştirebilirler. Bu koşullar olmadığı zaman,
memnuniyetsizlik ve huzursuzluk artar.

imparator 10-02-2007 10:48

f) Sürekli dış ticaret açığı ve yüksek enflasyon gibi, mevcut
adaletsizlikleri pekiştirici ve düzeni yozlaştırıcı eğilimlerin varlığı. Bir
toplumda, mevcut durum daha iyiye gideceğine, yapısal nedenlerle daha kötüye
doğru değişme eğilimi gösteriyorsa, o zaman, mevcut yapıya olan güven tümüyle
sarsılır. Bu ise köktenci bir değişim konusundaki beklenti ve inançları
doğurur.
:::::::::::::::::::
2) Devrime Yol Açan Toplumsal Koşullar
a) Toplumun temel yapısının çok hızlı değişmekte oluşu. Böyle hızlı değişme
dönemlerinde, genellikle eski kurallar ve değerler, geçerliliklerini
yitirdikleri gibi, yeni değer ve kurallar da henüz yerleşememişlerdir. Bu
durum, toplumbilimde --kuralsızlık-- (anomi) dediğimiz bir özel terimle ifade
edilir. Anomi durumunun sonuçları şöyle özetlenebilir (Merton, 1964:164-165):
I) Toplumdaki liderlerin, halkın ve bireylerin gereksinmelerine duyarlı
olmadığına inanılır.
II) Düzensiz ve kuralsız bir toplumda, hiçbir şeyin başarılamayacağına
inanılır.
III) İnsan ve toplum yaşamındaki amaçların, gelişme yerine, gerileme
gösterdiğine inanılır.

imparator 10-02-2007 10:48

IV) İnsan bir boşluk ve hiçlik duygusuna kapılır (Bu yüzden de Durkheim'e
göre, intiharlar artar).
V) Bireyler, toplumsal ve psikolojik destek için kişisel ilişkilerine
güvenemezler.
VI) Birey tam anlamıyla toplumuna yabancılaşır, dışlanır. Maddesel ve
zihinsel yaratıcılığı engellenir. Yalnızlığı içinde çevresinin köleliğine
mahkum olur (Tolan, 1980:181-185).
b) Toplumun bütünleşmesine yardımcı olan ögelerin işlevlerini yitirmesi.
Her toplumda, hukuk, meslek odaları, piyasa mekanizması, aile, siyasal
partiler gibi insanların beraberce yaşamalarını sağlayan eşgüdümcü ve kural
koyucu kurum ve mekanizmalar vardır. Bunlar, farklı nitelikte ve değişik
çıkarlara sahip insanların birarada yaşamalarına yardımcı işlevler yerine
getirirler. Bunlar yozlaştığı ve ortadan kaldırıldığı zaman, bu işlevler
yerine getirilemez olur (Eisenstadt, 1966:37-40). Bu durum ise, hiç kuşkusuz,
ortamı bir devrim için son derece uygun hale getirir.
c) Toplumsal yapıdaki tutarsızlıkların çok oluşu. Değişen toplumlarda,
özellikle hızlı değişme dönemlerinde, tüm kurum ve mekanizmalar aynı hızla
değişmezler. Bu durum, toplumu oluşturan çeşitli ögeler arasında önemli
tutarsızlıklar yaratır. Bu tutarsızlıkların artması oranında, devrim
olasılığı da yükselir (Smelser, 1964).

imparator 10-02-2007 10:49

d) Toplumsal yapının eşcinstenliği ve basitliği. Bir toplumun yapısı ne
denli eşcinsten (homojen) ve basit ise, toplumdaki huzursuzluk ve
memnuniyetsizlik o denli hızlı yayılır ve toplumu etkiler. Çünkü, karmaşık
toplum yapısında bulunan, memnuniyetsizliği emecek mekanizmalar olmadığı için,
her kesim, huzursuzluktan hemen etkilenir (Smelser, 1964) .
e) Toplumdaki çıkar çatışmalarının şiddeti ve bunları kanalize edecek
mekanizmaların yokluğu. Bir toplunıda çıkar çatışmaları çok şiddetli ise ve
bunları kanalize edecek, parlamento, toplu pazarlık gibi kuruluş ve
mekanizmalar yoksa ya da işlemiyorlarsa, iş hemen siyasal şiddete
dönüşecektir.
f) Toplumsal hareketliliğin olmayışı. Bir toplumda insanların meslek ve
gelir değiştirmelerine, yani bir sınıftan ötekine geçmelerine, toplumsal
hareketlilik denir. İşte bir toplumda bu hareketlilik oranı düşükse, yani
insanlar, gelir durumlarını ve toplumsal statülerini düzeltemiyorlarsa,
siyasal şiddet olasılığı o oranda artar.

imparator 10-02-2007 10:49

g) Aydınların küsmeleri ve kendilerini çekmeleri. Hiçbir düzen, toplumdaki
aydınların desteği olmadan uzun dönemde yaşayamaz. Bir düzenin uzun dönemli
yazgısı büyük ölçüde, aydınların davranışları ile belirlenir. Aydınlar mevcut
düzenden desteklerini çekmiş ve küsmüşlerse, uzun dönemde o düzen, barışçı
yollarla da olsa, şiddet yoluyla da olsa, mutlaka değişecek demektir.
h) Toplumsal beklentilerin toplumsal olanaklara oranının yüksek oluşu. Bir
toplumda her ne nedenle olursa olsun olanaklar, beklentilerin çok gerisinde
kaldığı zaman, memnuniyetsizlik hemen artmaya başlar. Bu oranın değişme
olasılığı yoksa, devrim olasılığı da yükselir. Hele durumun daha kötüye
gittiği zamanlarda, yani, olanaklar ile beklentiler arasındaki uyumsuzluk
azalma yerine arttığı zaman, devrim kaçınılmaz olur.
ı) Toplumun tarihten ve coğrafyadan gelen farklı grupları içerme oranı. Bir
toplum, farklı etnik, dinsel, kültürel gruplardan oluşuyorsa, mevcut
memnuniyetsizliklerin, hemen bu eski farklılıkların kimliğine bürünerek
yeniden ayrılıkçı eğilimleri körüklemeleri beklenir (Nieburg, 1970:155) . Bu
durumun, mevcut düzen içindeki bütünleşmeyi sarsması ve bu yüzden de bir
devrime yol açması son derece olağandır.

imparator 10-02-2007 10:49

i) Bireylerin devrimci davranışa yönelmesi. Birey toplumdaki değer
çatışmasını ve anomiyi algılıyor, kendini bireysel olarak güçsüz kabul ediyor
ve sistemi de yetersiz görüyorsa toplumu düzeltme isteği, onu devrimciliğe
iter (Ergil, 1980:183-190).
:::::::::::::::::::
3) Devrime Yol Açan Siyasal Koşullar
a) Mevcut siyasal düzenin, toplumdaki en güçlü varlığı iktidara getirmemesi.
Bir toplumda mevcut güç dengesinin gerçeğe en uygun biçimde siyasal iktidara
yansıması gerekir. Bu yansıma, gerçeğe uygun değilse, gerçek güç dağılımına
uygun bir siyasal iktidar mutlaka oluşur. Fakat bu süre, zorla ortaya çıkar.
Bir başka deyişle, ister demokratik olsun, isterse olmasın, her siyasal rejim,
mevcut dengede en güçlü olanın iktidara gelmesiyle işlevsellik kazanır. Bu
işlevini yerine getirmeyen rejim mutlaka değişir.
b) Siyasal iktidarın nasıl değişeceğinin belirlenmemiş olması. Bir toplumda
mevcut siyasal rejim, yöneticilerin nasıl değişeceğini saptamamışsa, bu
değişimin şiddet yoluyla olması en akla gelen olasılıktır.
c) Siyasal iktidarın, toplumun tüm sınıf ve gruplarına açık olmaması.
Siyasal iktidar, yalnızca belli bir grup ya da sınıfa dayalı ve yalnız bu
bireylere bağımlı ise, bir süre sonra, toplumdaki öteki sınıf, grup ve
kişilerin huzursuzlanması doğaldır. Üstelik bir süre sonra, muhalefetin
birleşmesi ve bir --memnuniyetsizlik ittifakı-- biçiminde, güçbirliği ile
iktidara el koyması da beklenebilir. Burada söz konusu olan, hem sınıf ya da
grup çıkarları, hem de bu sınıf ve gruplara mensup bireylerin --iktidar
seçkinleri-- arasında yer alıp alamamalarıdır.

imparator 10-02-2007 10:49

d) Yöneticilerin, temsil ettikleri sınıf, grup ve kişilerle bağlarının
kopması. Siyasal iktidarın, kendisini iktidara getiren kişi, grup ve
sınıflarla temasının kesilmesi ya da başka çıkarların savunucusu durumuna
düşmesi, onları, dayandıkları toplumsal güçlere karşı yabancılaştırır. Bu
durumun, toplumsal güçleri siyasal iktidara karşı şiddete dayalı bir
değiştirme işlemine iteceği açıktır (Brinton, 1965:40) .
e) Yönetim mekanizmasının yetersizliği. Siyasal iktidarı elinde tutan
kişilerden bağımsız olarak, yönetim mekanizması (bürokrasi, yürütme organı ve
benzeri kuruluş ve mekanizmalar) , yetersiz ise, toplum, siyasal iktidardan
beklediklerini bulamaz. Bu ise mevcut iktidara karşı güveni sarsar.
f) Siyasal çatışmaların, ister doğrudan çıkarlara, isterse ideolojiler
biçiminde dolaylı çıkarlara bağlı olsun, barışçı yollara kanalize edilememesi.
Bir siyasal sistemin birinci işlevi, bir toplumdaki farklı ve çatışan
çıkarlara sahip kişi, grup ve sınıfları birarada tutabilmektir. Bunun da
birinci yolu, bu farklı çıkarların doğurduğu her türlü çatışmanın barışçı
yollarla çözümüne ilişkin mekanizma ve kurumların varlığıdır. Siyasal olarak
başta parlamentonun geldiği bu kurumlar, her çeşit etkileşim kurumlarını
(mahkemeler, meslek kuruluşları, işçi ve işveren kuruluşları ve bunların
etkileşimini sağlayan toplu pazarlık mekanizması gibi mekanizmaları)
içerirler. Bu kurumların yokluğu ya da barışçı görevlerini yerine
getirememeleri, siyasal açıdan hemen devrime yol açar.

imparator 10-02-2007 10:49

g) Siyasal sistemin, kendine karşı olanlara meşru muhatefet olanağı
tanımaması. Her düzenin içinde yalnız siyasal iktidara değil, düzene karşı
olanlar da vardır. Bunların, mevcut siyasal iktidara karşı olanlarla birlikte,
meşru muhalefet kanallarından yararlanıp yararlanmamaları, düzenin sürüp
sürmemesini belirler. Muhalefete meşru kanallarla işlevini görme hakkı
tanınmazsa, bu durum, tüm muhaliflerin, bir devrim çerçevesinde
bütünleşmelerine yol açar.
h) Mevcut siyasal düzenin, toplumun sorunlarına uzun dönemde yanıt
verebilecek çözümleri oluşturamayacağına ilişkin inanç. Bir toplumdaki
siyasal düzenin, toplumun sorunlarına alternatif çözümleri oluşturup
oluşturamayacağı o düzenin yazgısını belirler. Mevcut düzen içinde, çeşitli
ve özellikle çözümü güç yapısal sorunlara farklı görüş açılarına göre farklı
çözüm önerileri oluşturulamıyorsa, toplumda umut azalır. Bunun bedeli de
siyasal düzene ödetilir. Umut yaratmayan ve farklı çözüm önerileri üretemeyen
siyasal düzen zor yoluyla değiştirilir.
ı) Siyasal birliğin zorla ve yapay biçimde biraraya getirilen ögelerle
oluşturulmuş bulunması. Özellikle İmparatorluk dönemlerinde görülen sömürgeci
yaklaşımlar bu ögenin işlevselliği bakımından örnektir. Yirminci yüzyılda
görülen ve önce Avusturya-Macaristan, Osmanlı gibi İmparatorlukları, sonra da
İngiliz İmparatorluğunu yıkan olaylar bu ögeye bağlıdır. Çağını yaşamış olan
siyasal rejim çökmeye mahkumdur.

imparator 10-02-2007 10:49

i) Siyasal düzenin savaş ve benzeri nedenlerle zayıflamış olması. Düzen,
doğal ya da dış nedenlerle güçsüzleşmiş olabilir. Doğrudan siyasetle ilgili
olmayan bu tür nedenler, siyasal düzenin güçsüzleşmesine yol açtığından
devrim için gerekli ortamın doğmasına yol açar.
j ) Emperyalist bir dış baskının varlığı. Bir toplum, kendisinin ekonomik
olanaklarını sömürmek isteyen bir başka ülke tarafından siyasal olarak
denetleniyorsa, bu denetime başkaldırması oldukça beklenen bir olaydır.
Üstelik böyle bir dış düşmanın varlığı, ülke içindeki farklı ve hatta karşıt
güçleri devrim için ittifaka bile sürükler.
:::::::::::::::::::
II- BİR DEVRİM İÇİN GEREKLİ OLAN ÖZNEL KOŞULLAR
Bir devrimin ortaya çıkması için nesnel koşulların varlığı her zaman
yetmeyebilir. Ancak insanoğlunun, doğrudan doğruya kısa dönemde yönlendirdiği
ve güdümlediği birtakım ögeler nesnel koşulları hazır olan bir devrimi su
yüzüne çıkartabilir. Ya da yine doğrudan kısa dönemli yönlendirme ve
güdümlemelerle, bir devrim öne alınabilir ya da geciktirilebilir. Öte yandan,
kişilerin kısa dönemli (insan yaşamına sığan) etkinlikleri, belli devrimlerin
yönlerinin ve niteliklerinin bile bir süre değişmesine yol açabilir.

imparator 10-02-2007 10:50

Pek doğal olarak, bireylerin kendi yaşam dönemleriyle sınırlı olan öznel
koşullar, tümüyle nesnel koşulların önüne geçemezler. Fakat nesnel koşullar
olgunlaştığı zaman, devrimin gerek gerçekleşmesinde, gerek niteliklerinin
belirlenmesinde etkili olabilirler. Fransız Devrimi'nde Napolyon'un, Rus
Devrimi'nde Lenin'in ve Troçki'nin, Türk Devrimi'nde Mustafa Kemal'in rolleri
hep böyle, --öznel-- koşulları simgeleyen rollerdir.
Öznel koşulları çok kabaca, liderlik, örgüt ve ideoloji olarak üç grupta
toplamak olanaklıdır.
Değerli araştırıcı Doğu Ergil, benim öznel koşullar dediğim koşulları
--inanılır bir program, onu uygulayacak örgüt(lülük) ve sürükleyici, güvenilir
bir liderlik-- olarak sayıyor (Ergil, 1980:21). Program kavramını ben daha
genişleterek --ideoloji-- olarak ele aldım.
Daha çok psikoloji, sosyal-psikoloji ve örgüt sosyolojisini de ilgilendiren
bu ögeler, toplumbilim ile bu alanlar arasında disiplinler arası sınırlarda
incelenmek zorundadırlar.
:::::::::::::::::::

imparator 10-02-2007 10:50

1) Liderlik
a) Toplumda devrimci potansiyeli yönlendirecek simgesel bir liderliğin
varlığı. Nesnel koşulları devrime hazır olan bir toplumda birey ya da örgüt
olarak bu koşulları kişiliğinde ya da örgütünde simgeleştirecek bir kişinin
ya da grubun varlığı, olgunlaşmış olan koşulları devrime dönüştürebilir.
b) Genel devrimci güçleri bütünleştirecek, birleştirici bir liderliğin
varlığı. Toplumun çeşitli kişi, grup ve sınıflarında, farklı kesimlerinde
oluşmuş bulunan huzursuzluk ve memnuniyetsizlikleri belli ittifaklar içinde
birleştirecek ve güçbirliğini kuracak bir liderliğin varlığı devrimin ortaya
çıkışını hızlandırabilir.
c) Liderliğin, zamanlama konusundaki becerisi. Bir toplumda çeşitli süreç
ve oluşumları, tarih ve toplumsal güçler açısından doğru yorumlayabilecek ve
ne erken, ne de geç eyleme geçecek bir liderliğin varlığı devrimin zamanından
önce ortaya çıkarak bastırılmasını ya da gecikerek yozlaşmasını engeller.
d) Grup dinamiğini iyi kullanan bir liderin varlığı. Nesnel koşullar
olgunlaştığı zaman, bunların toplumsal ve tarihsel çözümlemelerini doğru
yaparak, doğru ittifaklar kurmak da yetişmez. Lider kadrosu içindeki ilişkiler
bakımından da gerçek bir liderin, kendi grubu içinde, grup dinamiği bakımından
da liderlik niteliklerini iyi kullanması gerekir.

imparator 10-02-2007 10:50

e) Toplumda karizmatik bir liderin varlığı. Bir toplumda, daha önceki
eylemleri ile, belli bir --efsane-- yaratmış olan kişilerin varlığı, bir
eylemin başına geçtiklerinde, ona, gerek eylem, gerekse örgüt liderliği
açısından büyük ölçüde yardımcı olurlar. Bunun en güzel örneği, --Anafartalar
Kahramanı-- Mustafa Kemal Paşa'nın Türk Kurtuluş Savaşı'nın da liderliğini
yüklenmiş olmasıdır.
f) Liderin, uzmanlık, cazibe, meşru güç ve ödül ve ceza verme yetkileri
bakımından, mevcut yapı içinde gücünün kanıtlanmış olması. Bu devrimin
oluştuğu dönemde ortaya çıkan liderlerin, toplumdaki geleneksel güç kaynakları
bakımından da, liderlik özellikleri taşımaları, hiç kuşkusuz kendi yerlerini
ve liderlik işlevlerini devrim açısından daha uygun duruma getirir.
g) Devrim koşullarının gerektirdiği somut durumlara uyum sağlayabilecek
esnek liderliğin varlığı. Her toplumdaki devrim koşulları, hiç kuşkusuz belli
soyut ve kuramsal modellere göre yorumlanır. Fakat, her toplumun, zaman
içindeki gelişme düzeyi ve kendine özgü nitelikleri, somut durumların bu
soyut modellere uygunluğunu bozar. Lider, bu somut durumlara uyum
sağlayabildiği, kuramsal bağnazlıktan ve katılıktan kendini kurtarabildiği
oranda, başarı oranı artar. Sosyalizm adına devrim yapılan her ülkedeki
uygulamanın birbirinden çok farklı olması, başarılı liderlerin --kendi
sosyalizmleri--ni kurmuş olmaları bu durumun sonucudur.

imparator 10-02-2007 10:50

2) Örgüt
a) Toplumda nesnel koşulların tek amaca yönlendirilmesini sağlayacak bir
örgütün varlığı. Nesnel koşullar oluştuğu zaman bile, bu koşulların tek
hedefe kanalize edilmesi, bu yolla da etkin bir biçimde devrim için
kullanılması ancak geniş kapsamlı ve tek hedefli bir örgütün varlığına
bağlıdır.
b) Örgütün temsil yeteneği. Toplumda, devrimci potansiyeli tek çatı altında
toplayacak örgüt, toplumun tüm muhalif kesimlerini temsil etmekte ise,
devrimin oluşması çok daha kolay olur. Böyle bir temsil durumunun eksikliği,
nesnel koşullar olsa bile, durumu, bir devrimden çok bir kargaşaya, kaosa
götürür. Bunun en güzel örneği, Fransız Devrimi'nin ilk yıllarıdır.
c) Devrim için gerekli uzmanlık bilgisine sahip olan bir örgütün varlığı.
Toplumdaki nesnel koşullar olgunlaşmış olsa bile, iktidarın nasıl ele
geçirileceğine ve daha sonra neler yapılacağına ilişkin beklentileri ve
bilgileri uygulayacak kişiler yoksa, örgüt, nesnel koşuların, somuta
dönüşmesinde işlev yapamaz. Buna karşılık, neyi nasıl yapacağını tarihten
gelen deneylerle de bilen uzmanlarla dolu bir örgüt, belli bir devrimi daha
öne alabilir ya da kargaşa durumunda, iktidara el koyarak, devrimi
gerçekleştirebilir.

imparator 10-02-2007 10:50

d) Örgütün gücü. Bir toplum, nesnel olarak devrim aşamasına gelmiş olsa
bile, devrime öncülük edecek örgütün siyasal, toplumsal, ekonomik ve askeri
gücü yeterli değilse, devrim olmaz.
e) İç işleyişi etkin olan bir örgütün varlığı. Toplumda, nesnel koşullar
oluşmuş olsa bile, belli bir örgüt, kendi içinde kesin bir, hiyerarşiye ve
etkin haberleşme kanallarına sahip değilse, bu koşulları eyleme dönüştüremez.
Ancak kargaşalığa yol açar.
:::::::::::::::::::
3) İdeoloji
a) Toplumdaki muhalefeti tek hedefe kanalize edecek bir ideolojinin varlığı.
Bir toplum, nesnel koşullar açısından devrim aşamasına gelmiş olsa bile,
insanları (devrim olayında, muhalifleri), birarada tutan ve onlara, eylemin
anlamını belirten bir ideoloji yoksa, devrim, bir toplumsal olay içinde
patlak vermez.

imparator 10-02-2007 10:51

b) Toplumu yalnız devrim öncesi değil, devrim sonrası da seferber edebilecek
bir ideolojinin varlığı. Bir ideolojinin yalnız devrimci güçleri seferber
ederek, iktidara el koyma aşamasında işlevsel olması yeterli değildir.
--Devrim sonrası-- sürekli olarak, devrimci güçlerin kafasını işgal eder. Bu
açıdan, --yeni toplum-- modelini huzursuz kesimlere sunamayan bir ideoloji,
nesnel koşullar hazır olsa bile, bir devrimi hızlandıramaz.
c) Başka zaman ya da başka mekanlarda başarıya ulaşmış bir ideolojinin
varlığı. Bir toplumun devrimci güçlerini seferber edebilecek bir ideolojinin
bu özeliği büyük ölçüde ya başka toplumlarda ya da aynı toplumda; başka
zamanlarda başarıya ulaşmış olmasında yatar.
d) Muhalif grupların çıkarlarına uygun bir ideolojinin varlığı. Bir
devrimin ortaya çıkmasının en önemli niteliği, toplumun güçlü kesimlerinin,
maddi çıkarları açısından geleceğe (devrim sonrasına) ilişkin olumlu
beklentilere sahip olmasıdır. Mevcut --devrimci ideoloji-- bu beklentileri
yaratıyorsa, devrimin gerçekleşmesi çok daha kolay olur.
:::::::::::::::::::

imparator 10-02-2007 10:51

4) Öznel Koşullar Arasındaki İlişki
Buraya dek, bilimsel irdeleme amacıyla soyutlanan öznel koşullar, aslında
birbirlerine son derece bağlı ögelerdir. Bir başka deyişle, lider, örgüt ve
ideoloji, birbirlerinden çok zor ayrılabilirler. Çünkü, bu üçü arasındaki
ilişki, bir karşılıklı bağımlılık, bir karşılıklı belirleme ilişkisidir.
Lider, ideolojiyi ve örgütü, örgüt lideri ve ideolojiyi, ideoloji ise
lideri ve örgütü belirler. Böylece, öznel koşullar bir --lider-örgüt-ideoloji--
bütünü içinde gelişir.
Bu açıdan burada yapılmış olan ayırımın, yalnızca, inceleme ve irdeleme
amacıyla yapılan, gerçeğe tam uyamayan bir soyutlama olduğu hiçbir zaman
akıldan çıkarılmamalıdır.
:::::::::::::::::::
III- NESNEL KOŞULLAR İLE ÖZNEL KOŞULLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ
Hiçbir lider, örgüt ya da ideoloji, nesnel koşullar var olmadan, tek başına
bir devrime yol açamaz. Bunun en güzel ifadesi, --devrimciler ve devrimci
düşünceler, her an her toplumda vardır ama; her an, her toplumda devrim
olmaz-- sözünde görülür.

imparator 10-02-2007 10:51

Buna karşılık, nesnel koşullar hazır olduğu, yeterince olgunlaştığı zaman,
mutlaka, toplumsal bir kargaşa ortaya çıkar. Bu toplumsal kargaşanın düzenli
ve tutarlı bir devrime dönüşebilmesi ise büyük ölçüde, öznel koşulların
varlığına bağlıdır.
Öte yandan, son bir söz, nesnel koşullarla, öznel koşulların birlikte
olgunlaştığı belirtilerek söylenebilir. Bir başka deyişle, birinin oluşması,
hiç kuşkusuz, ötekini de hızlandıracaktır. Çünkü, her iki ögeler grubu da
aynı toplumsal ve tarihsel ortam içinde ortaya çıkar.
:::::::::::::::::::
lV- DEVRİM AÇISlNDAN SİYASAL İKTİDAR VE ORDU
Her devrimin, nesnel koşullar oluştuktan sonra bile, belli bir oranda,
--hareket kuvveti--ne gereksinme duyduğu açıktır. Bu kuvvet, çağımızın modern
devletlerinde silahlı kuvvetlerden oluşur. Bu açıdan, nesnel ve öznel
koşullar birlikte olgunlaşsalar ve uyum içinde olsalar bile, ortada bir
--askeri harekat-- sorunu olacaktır.
Bu noktada, bir ülkedeki silahlı kuvvetlerin durumu ile siyasal iktidarın
arasındaki ilişkiler büyük önem kazanmaktadır.

imparator 10-02-2007 10:51

Her şeyden önce, kendi içinde bölünmemiş bir silahlı kuvvetin ağırlığını
hangi tarafa koyarsa, o tarafın kazanacağının mutlak olduğu açıktır. Bu
durumda, nesnel ve öznel koşullar olgunlaşsa bile, son hesaplaşma, silahlı
kuvvetler tarafından, (belki önce kendi içlerinde) yapılacaktır. Mustafa Kemal
Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığı zaman, bölgenin en kıdemli
komutanı ve sivillere bile buyurma gücüne sahip bir asker olduğu
unutulmamalıdır. Yine unutulmamalıdır ki, Atatürk'ün askeri harekatı, yalnız
düşmana karşı değil, aynı zamanda, padişah yanlısı olanlarla kendisine askeri
olarak başkaldıranlara karşı da yürütülmüş ve kazanılmış bir harekattır.
Yine Mustafa Kemal'in gerek İttihatçılar zamanında, ordunun politikaya
karışmasına karşı çıkmış, gerekse kendisinin Cumhurbaşkanlığı sırasında
komutanları, politika ile askerlik arasında kesin bir tercih yapmaya zorlamış
olmasının altında --orduda siyasetle alakadar unsur bulunmasındaki mahzur--
yatmaktadır (Atatürk, tarihsiz:860). Çünkü, siyasal oyunların ve arenanın
içine giren ordunun, siyasal partilere koşut olarak kendi içinde de
bölüneceğini ve bu durumun, ülkenin uluslararası savunma gücünü yıpratacağını
Mustafa Kemal çok iyi biliyordu. Bu yüzden Atatürk, gerek devrime hazırlandığı
İttihatçılar döneminde, gerekse devrimi gerçekleştirdiği Cumhuriyet döneminde,
özenle orduyu siyasetin dışında tuttu.

imparator 10-02-2007 10:52

Ordunun kendi içinde bölünmediği durumlarda, devrim açısından ordu ile
siyasal iktidar arasında ilginç bir ilişki vardır:
Sağlam bir iktidar ile bütünlüğünü sürdüren bir ordu, birbirlerini
destekler. Ordu ile siyasal iktidarın uyumu bozulduğunda, siyasal iktidarın
gücü büyük ölçüde zayıflamış olur. Bu konuda Arendt'in son derece ilginç bir
gözlemi vardır. Tarih boyunca pek çok devrimi incelemiş olan Arendt şöyle
diyor: Genel olarak devrimler, siyasal otoritenin gücünün ortadan
kaldırılmasına neden olmazlar. Böyle bir güçsüzlüğün sonucu olarak ortaya
çıkarlar (Arendt, 1965: 112).
:::::::::::::::::::
V) NESNEL KOŞULLAR AÇISINDAN TÜRK DEVRİMİ
Bu çalışmanın esasını iki temel üzerine kurmaya çalıştım. Birinci temel,
toplumbilim açısından Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Türk Devrimi'nin
incelenmesidir. İkinci temel ise, Atatürk'ün ve Türk Devrimi'nin devrim
tarihi açısından ele alınmasıdır.

imparator 10-02-2007 10:52

Şimdiye dek Türkiye'de yapılan çalışmalar, genellikle devrim tarihi ve bir
devrimin nesnel koşulları üzerinde çok durduğu için, irdelemelerimi daha çok
bir devrimin öznel koşulları üzerinde odaklaştırdım. Böylece Mustafa Kemal
Atatürk'ün Türk Devrimi'ne katkısını daha iyi belirleyebileceğimi umdum.
Yine de kitabın bütünlüğü açısından, bir devrimin genel koşullarını aramaya
çalıştığım bu bölümü bitirmeden, nesnel koşullar açısından Türk Devrimi'nin
bir dökümünü yapmak gereğini duydum. Böylece, bir devrimin öznel koşullarını
incelemeye ve Mustafa Kemal Atatürk'ü çözümlemeye çalıştığım bölüm daha
anlamlı olur diye düşünüyorum.
Türk Devrimi'nin nesnel koşullarını, bir devrimin nesnel koşulları adı
altında dökümünü yapmaya çalıştığım ilkelere göre, aynı sistematik içinde
kısaca ele alacağım. Bu çabam sırasında, Türk Devrimi'nin içinde oluştuğu
ülke ve dünya koşullarının da daha iyi anlaşılacağını umut ediyorum.

imparator 10-02-2007 10:52

1) Ekonomik Koşullar
İmparatorluk, ekonomik bakımdan bütünüyle çökmüştü. Şimdi bu koşulları
genel kuramsal çerçevemize göre sıralayalım:
a) Osmanlı İmparatorluğu'nda ulusal gelir dağılımı yalnızca çeşitli
sınıflar ve gruplar açısından adaletsiz olmakla kalmıyordu. Aynı zamanda
kapitülasyonlar yolu ile Türk-Müslüman olmayan teba, tüm Osmanlıyı
sömürüyordu.
Hem iç sömürü oranı çok yüksekti, hem de bu sömürü sonunda elde edilen
gelir içerde kalmıyordu.
b) 3'üncü Ahmet devrinden itibaren başlayan, Batı'ya yetişme çabası ve
--reform-- arayışları, ekonomik olanakların çok önüne geçmişti.
Bir başka deyişle, toplumun ve yönetimin siyasal, toplumsal, askeri ve
ekonomik beklentileri, ekonominin büyüme hızını çok aşmıştı.
c) Osmanlı yönetimi ve halkı, özellikle yabancıların ekonomik alanda
yaptıklarını gözlemek fırsatına sahiptiler.

imparator 10-02-2007 10:53

Gerek tarım alanında, gerekse sanayi alanında özellikle yabancı uyruklu
olan azınlıkların yaptıklarını tüm ülke görüyordu. Bunların bir bölümü
Osmanlı doğumlu oldukları halde yalnızca kapitülasyonların ayrıcalıklarından
yararlanmak için ülkedeki yabancı konsolosluklar aracılığı ile yabancı
uyruklu olmuşlardı.
Bu etkinlikler, Osmanlılar arasında da --niçin biz yapamıyoruz?--, sorusunun
sorulmasına yol açmaya başlamıştı.
d) Toplumda üretimin arttırılmasını engelleyen yapısal darboğazların tümü
vardı. Teknoloji geriydi. İlişkiler hala feodal düzeydeydi. Gerek sermaye,
gerekse teknik bilgi yetersizdi. Bağımlılık ise, dışa doğru tümüyle tek
yönlüydü.
e) Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar önceleri İmparatorluğun çeşitli
yerlerinden doğrudan artı ürün alan bir yapıya sahiptiyse de, sonraları bu
gelir kaynaklarının tümünü yitirmiş ve sonunda da kendi artı ürünü dışarı
aktarılır duruma düşmüştü.

imparator 10-02-2007 10:53

Bu nedenle sorunlarını, dışardan kaynak aktararak çözmesi olanağı yoktu. Dış
kaynaklar olarak başvurduğu borçlanma mekanizmaları ise bir süre sonra tam
bir iflas ile sonuçlanmıştı. Bu iflas sonunda, yabancı alacaklılar, ülke
gelirlerine doğrudan doğruya el koymuşlar, bazı vergileri kendileri toplayarak
borçlarını kapatmaya başlamışlardı. --Genel Borçlar-- anlamına gelen --Düyunu
Umumiye-- devlet içinde ayrı bir devlet olmuştu.
Düyunu Umumiye o denli sağlam ve güçlüydü ki, Osmanlı Devleti'nin memuru
olmaktansa, Düyunu Umumiye memuru olmak tercih ediliyordu. Çünkü, zaman zaman
Osmanlı Devleti maaşları ödemekte güçlük çekiyordu. Oysa, temel gıda
maddelerinden alınanlar başta olmak üzere, en güvenli vergi gelirlerine el
koymuş olan Düvunu Umumiye yönetiminin böyle bir sorunu yoktu.
f) Bir yandan yabancıların tüm artı ürün ve artı değeri yurt dışına
götürmesine yol açan ekonomik imtiyazlar, öte yandan alınan borçlar sonunda
iflas etmiş bir ekonomi, yani bir yandan kapitülasyonlar, öte yandan
Düyunu Umumiye, Osmanlı İmparatorluğu için hiçbir biçimde hiçbir çıkış yolu
bırakmamıştı.

imparator 10-02-2007 10:53

Ekonomik koşulları genel olarak değerlendirdiğimiz zaman, İmparatorluğun
ekonomik olarak çökmüş, bitmiş olduğunu hemen görüyoruz.
Bu nedenle, yalnız ekonomik nedenler bile Osmanlı İmparatorluğu'nda bir
devrimin nesnel koşulları için yeterliydi. Bir başka deyişle, yalnızca
ekonomik koşullar, Türk Devrimi'ni zorunlu kılıyordu. Çünkü bu ekonomik
koşulları, bir devrimden başka yolla değiştirmenin yolu yoktu.
:::::::::::::::::::
2) Toplumsal Koşullar
a) Osmanlı toplumu, sahip olunan değerler ve kurallar açısından tam bir
kargaşa, toplumbilimsel deyimi ile, tam bir anomi içinde görünüyordu.
Bir yandan İslam değerleri yozlaşmış, öte yandan Batı değerleri topluma
bölük pörçük bir biçimde sızmıştı.

imparator 10-02-2007 10:53

Yöneticiler, topluma olan egemenliklerini tümüyle yitirmişler, genel istek
ve beklentilere yanıt veremez duruma düşmüşlerdi.
Halk bir yandan sürekli uğranılan savaş yenilgileri sonunda büyük göçlerle
karşı karşıya kalmış, öte yandan günlük yaşamını sürdürmek konusunda bile
akıl almaz güçlüklerin işine düşmüştü.
Bu durumda, ne günlük yaşam açısından, ne de gelecek açısından bir umut
kalmıştı.
Tüm bu belirtiler ve koşullar, anomi'nin en önemli göstergelerinden biri
olan umutsuzluk duygusunu gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan son derece
yaygınlaştırmıştı.
b) Osmanlı toplumundaki farklı cemaat ve milletleri birarada tutan dinsel,
toplumsal, kültürel tüm kurumlar işlevlerini yitirmişlerdi. Ne siyasal, ne
mesleksel, ne de dinsel etkinlikler insanları birbirlerine bağlamaya
yetiyordu.

imparator 10-02-2007 10:53

c) Toplumdaki tutarsızlıkların, çatışma ve çelişkilerin haddi hesabı yoktu.
Hemen hemen her alanda çelişkiler vardı. Bir yanda en Avrupai yaşam biçimi,
öte yanda en dinsel ve yoksul yaşam biçimi, aynı mahallede bile
gözlenebiliyordu.
d) Tüm bu özelliklere ek olarak, Osmanlı toplumu henüz kapitalistleşememiş
bir toplumdu. Bu nedenle de, merkezi bir feodal yapıdan dolayı, oldukça basit
bir ilişkiler ağına sahipti. Sonuç olarak da özellikle asker ve sivil aydınlar
arasındaki huzursuzluklar, ortamı bir devrim için son derece elverişli duruma
getirmişti.
e) Toplumdaki farklı sınıf ve grupların çıkarları tam bir kargaşa içinde,
ancak güçlü olanın ve bu gücünü kullananın elde edebildiği çıkarların
egemenliği altındaydı.

imparator 10-02-2007 10:53

Farklı grup ve sınıfların çıkarlarını geleneksel ve barışçı yollarla
biraraya getirecek mekanizmalar ya yoktu, ya da çökmüştü. Örneğin, parlamento
fiilen hiçbir işe yaramaz hale gelmişti (Oysa aynı --parlamento--yu Mustafa
Kemal Atatürk'ün nasıl işlevsel kıldığı hiç unutulmamalıdır).
f) Çağdaş toplumlarda bile zor görülen toplumsal hareketlilik, Osmanlı
İmparatorluğu'nun son günlerinde çok az sayıda kişi için (savaş vurguncuları
için) belki geçerliydi. Fakat, Osmanlının zaten durağan bir yapıya göre
örgütlenmiş olan ilişkiler ağı, toplumda yukarı hareketliliğe izin verecek
nitelikte değildi.
g) Osmanlı geleneğinde gerek asker ve sivil bürokrasinin genel olarak,
gerekse sivil bürokrasinin bir bölümünü oluşturan --Ulema--nın özel olarak,
önemli bir belirleyici rolü olduğu bilinen gerçeklerdendir. Zaman zaman
--Ulema-- ile --Yeniçeri-- birleşerek Osmanlı tahtını bile denetim altına
almışlardır.

imparator 10-02-2007 10:54

İşte, Tanzimat ve Islahat Fermanları ve Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile
daha da güçlenen --bürokrasi--, İmparatorluğun çökmekte olduğunun farkındaydı.
O zamanlar hemen hemen --bürokrasi-- ile aynı anlamda alınabilecek olan
aydınlar da artık İmparatorluğun elden gittiğinin bilincine, varmışlardı.
Yalnız burada önemli olan bir nokta, --aydınlar-- denilen kesimin kendi
içinde tutarlı bir bütün oluşturmadığıdır. Bir bölümü İslam düşüncesine
sığınırken, başka bir bölümü, neredeyse kanımızı bile Avrupa ile
değiştirmekten söz ediyordu. Ancak, tüm grupların ortak bir noktada
birleştikleri görülüyordu: İmparatorluk batmaktaydı ve şöyle ya da böyle
kurtarılması gerekliydi.
Farklı görüş ve düşüncede olan aydınların tümü, yönetimin artık bu biçimi
ile İmparatorluğu sürdüremeyeceği konusunda anlaşmış görünüyorlardı. Bu
aralarda aydınlara karşı (ilerde siyasal koşullar bölümünde ayrıca da
değinileceği gibi) büyük baskılar uygulamaya başlanmıştı. Örneğin, ünlü yazar
ve gazeteci Şinasi, Meclis-i Maarif'teki görevinden, sakalını kestiği
gerekçesi ile Ali Paşa tarafından alındı. Asıl neden, hükümeti eleştirmesi ve
Ali Paşa ile arası açılmış bulunan Reşit Paşa yanlısı olmasıydı
(Ülken, 1966:79).

imparator 10-02-2007 10:54

Birbirleriyle anlaşamayan aydınlar, işlerin kötü gittiği konusunda
anlaşıyorlardı.
h) Osmanlı aydını açısından da halk açısından da beklentiler, toplumun
sağladığı olanakları aşmıştı. İlginç olan nokta, bunun nedeninin, Batı
toplumlarının sergilediği örnekler, ya da dıştan gelen tüketim normları
değil, doğrudan doğruya Osmanlı toplumunun geçmişi olmasıydı.
Bir zamanların görkemli Osmanlı toplumu ve onun sağladığı olanaklar hiç
kuşkusuz hala belleklerde yaşıyordu. Bu açıdan tüm toplumun, güncel olarak
sağlanan olanaklardan daha yüksek beklentilere sahip olması tarihsel bir
birikimin ve kültürün sonucuydu.
--Eski güzel günlerin-- hayali, toplumun tüm kesimleri için geçerliydi. Bu
yüzden, artan huzursuzluk mevcut düzen hakkındaki açık memnuniyetsizliğe
dönüşmüştü.
ı) İmparatorluk, çeşitli etnik ve dinsel grupların Türk yönetimi altında
toplanması ile varlığını sürdürüyordu. Gerek mevcut yönetimin gücünü ve
etkinliğini yitirmesi, gerekse genel memnuniyetsizliğin yaygınlaşması, bu
farklı grupların İmparatorluğa olan bağını büyük ölçüde gevşetmişti.
Merkezi otoritenin zayıflaması sonunda, farklı etnik ve dinsel grupların
ayrılıkçı istekleri arttığı gibi, merkezle olan siyasal ve ekonomik bağları
da son derece gevşemişti.


Türkiye`de Saat: 23:47 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580