Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Devrim tarihi ve Toplu Bilim Atatürk (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=22228)

imparator 10-02-2007 11:53

İşte bu arada evlerinde pansiyoner kaldıği Christianus'larla ilginç
konuşmalar yapar. Bunlardan birinde, --Peçeyi hemen kaldırmalı. Sonra bir
erkek birden fazla kadınla evlenmemeli. Erkekler, Avrupalılar gibi şapka
giymeli. Erkekler ve kadınlar eşit haklara sahip olmalı, Avrupalılar gibi
yaşamalı.-- der (Borak, 1970:70).
Daha sonra, Atatürk'ün toplumsal devrim konusundaki düşüncelerinin Viyana
ve Karlsbad'da iyice billurlaştığını görüyoruz. O, artık, hem başarılı bir
komutan, hem Veliaht ile yaptığı Almanya yolculuğunda Alman İmparatoru dahil,
pek çok general ve politikacıyla görüşme ve tartışma olanağı bulmuş bir
devlet adamıdır. İşte bu psikoloji içinde kendisini gelecek için artık hazır
hisseder. Bu çerçevede bol bol okur ve düşünür. Kafasında tam bir toplumsal
devrim oluşmaktadır. Örneğin, hatıra defterinde tuttuğu notların bir yerinde,
yönteme bile ilişkin kararları yer almakta, Türk kadınının çağdaşlaşmasını,
iktidara geldiği zaman bir darbede (coup) çözeceğini söylemekte ve şöyle
devam etmektedir:
--Zira ben, bazıları gibi efkarı ulemayı yavaş yavaş benim tasavvuratımın
derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin
yapılabileceğini kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor.
Neden ben bu kadar senelik tahsili ali gördükten, hayatı medeniye ve
içtimaiyeyi tetkik ve hürriyeti tezevvuk için sarfı hayat ve evkat ettikten
sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım.--
(Afetinan, 1970:22).

imparator 10-02-2007 11:53

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk, artık bütünüyle toplumsal devrim
üzerinde düşünmektedir. 30 Haziran 1918 Pazar gününden 27 Temmuz 1918
Cumartesi gününe kadar tuttuğu (ve yakında tümü Afetinan tarafından
yayımlanacak olan) hatıra defterlerinden, genellikle siyasal bilim kitapları
okuduğunu ve devrim üzerine düşündüğünü öğreniyoruz. İktidar, artık kendisine
bile yakın gözükmektedir. Bu nedenle, düşünce düzeyindeki hazırlığını
hızlandırmıştır .
:::::::::::::::::::
2) Karizmasını Yaratmaya Yardım Ediyor
Mustafa Kemal Atatürk, hiç kuşkusuz, liderlik olayının önemini biliyordu.
Bu nedenle de kendisini yalnızca liderliğe hazırlamakla kalmamış, sürekli
lider gibi davranmış, bu liderliği kendi bilinçli davranışlarıyla da
desteklemiştir. En tipik olarak yaptığı davranışlar, çevresindekilere
armağanlar vermek, haklı olduğu anları yakaladığı zaman, kimsenin düşünmediği
özgün buluşlarını sonuna dek savunmak ve en önemlisi, ileriyi herkesten iyi
gördüğünü ve biçimlendirdiğini çeşitli kanıtlarla sergilemektir.
Ayrıca, çevresindekileri etkilemek için önceden hazırlık yaptığı da bilinen
gerçekler arasındadır. Örneğin, Rıza Şah Pehlevi, Türkiye'ye geleceği zaman
Ankara Halkevi binasının bir bölümünü onun için özel olarak hazırlatmış,
eşyayı bizzat seçmiş ve bahçeye büyük ağaçlar getirtip diktirmiş, bütün
bunlarla bile yetinmeyerek, özel olarak Türk-İran dostluğunu simgeleyen bir
opera bile yazdırmıştı (Banoğlu, 1954:34) .

imparator 10-02-2007 11:53

Bir de şu öyküye bakalım:
--Japon Veliahdı gelmişti. Muazzam ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar.
Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini
anlattı.
Japon Veliahdı hayret etmişti.
Atatürk, tarihten mitolojiye geçti. Ve yine Japon mitolojisinden konuştu.
Veliahdın ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti. Gazi, --Japon şiirinin dünya edebiyatında çok
büyük yeri vardır-- diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu.
Veliaht, o gece Gazi'nin söylediklerini bilmiyordu, ilk defa ondan duyuyor
ve öğreniyordu. --Bunları nereden biliyorsunuz?-- diye soramazdı. Fakat
Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmış, onun esiri olmuştu.
Atatürk hep böyleydi. Herkesi kendine esir ederdi. Her şeyi planlıydı. O,
bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmiş,
Japon Veliahdına bu dersi vermeyi ve kendine hayran bırakmayı kurmuştu.--
(Banoğlu, 1954-a:48-49).
Atatürk, aynı özeni bütün yabancı devlet adamlarına göstermiştir. Çünkü,
uluslararası politikada, kişisel etkileşimin önemini görmüş ve kendi
kişiliğinde yarattığı imgelerin, Türkiye Cumhuriyeti'ni etkileyeceğini çok
iyi algılamıştı. Örneğin, Afgan Kralı da gelmeden, günlerce Afgan tarih ve
coğrafyasını tetkik ettiğini ve Hikmet Bayur'u görevlendirerek özel biçimde
Afganistan konusunda hazırlandığını M.Kemal (Öke) söylüyor
(Sel Yayınları, 1955:105). Böylece, kendi kurduğu Cumhuriyeti yüceltmek adına,
bir yandan da kendi karizmasını güçlendiriyordu.

imparator 10-02-2007 11:54

Bu konudaki bilinçli çabalarından birinin, haklı olduğunu hissettiği zaman,
özgün düşüncelerini sonuna dek savunmak olduğunu söylemiştim. Genellikle
savaş alanlarında ve savaş oyunları sırasında görülen bu niteliği, toplumsal
ve siyasal konularda da pek çok örnekle anlatılabilir. Tam bu noktada şu
sözlerine dikkati çekmek istiyorum. Acaba --dahi--yi tanımlarken, kendi
kişiliği aklında hiç mi yoktu? Kendisine sorulan: --Dahi kime derler?-- sorusuna
yanıt olarak: --Dahi odur ki, ilerde herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri
ile ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der.-- demiştir
(Banoğlu, 1955:25).
İşte bu çerçeve içinde Mustafa Kemal Atatürk, sürekli olarak, düşüncelerini
ve beklentilerini çevresindekilere not ettirmiş, sonradan da çıkartıp
okutturarak, ne denli doğru ve ileri görüşlü olduğunu tanıklar ve tarih
önünde kanıtlamıştır. Hiç kuşkusuz, yaşarken, kendi çevresi içindeki
--keramet--ini yaratan en önemli ögelerden biri budur.
Dostları Etkileyen Davranışlar
Bu öngörü ve planlı ileri görüşlülük niteliğini hem kısa vadeli, hem de
uzun vadeli işler için kanıtlamıştır. Kısa vadeli bir olay için Tevfik
Rüştü'yü (Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras) dinleyelim:
--1920 yılı ilkbaharının sonlarına doğru bir gün Mustafa Kemal, beni Ankara
istasyonunun bitişiğinde ikamet etmekte olduğu evciğe çağırdı. Bir yaverinin
kendisine haber verilmeksizin --Yeşil Ordu-- teşkilatına alındığından şikayet
etti. Birinci Büyük Millet Meclisi kurulalı sekiz, on hafta olmuştu.
Memleketimizin kurtarılması için başvurulan, yer yer ve türlü tedbirler
arasında bir de --Yeşil Ordu-- namı verilen gizli teşkilat yapılmıştı. Fakat
birinci Büyük Millet Meclisi her manasıyla ve bütün kuvvetiyle işlemeye
başladığı için, artık her türlü dağınık tedbirlerin kaldırılması ve her
faaliyetin Büyük Millet Meclisi selahiyeti içine alınması zamanı da gelmişti.
--Yeşil Ordu-- teşkilatına da lüzum kalmamıştı.

imparator 10-02-2007 11:54

Mustafa Kemal o gece bazı arkadaşların davet edilerek, nezdinde
toplanmaklığımızı istedi. Öylece de yapıldı. Hatırımda kaldığına göre, o gece
dokuz, on kişi kadar vardık. Bulunanlar arasında sayın Cumhurreisimizi
(Celal Bayar) , merhum Muhtar Bey'i, merhum Yunus Nadi Bey'i ve Kılıç Ali
Bey'i iyi hatırlıyorum. Ciddi işler konuşulduğu zaman, Atatürk'ün yanında
kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı. O geceki
müzakere uzunca sürdü. Bittiği zaman gece yarısını geçeli iki saat olmuştu.
Toplantıya mutad mucibince, kendisi riyaset ediyor ve müzakereyi o idare
ediyordu.
Memleketimizin haricinden ve dahilinden muhtelif yerlerden ve zatlardan
gelen raporlar okunmuş, kurtuluş etrafında muhtelif mevzular konuşulmuş ve
aramızda çetin müzakerelerden sonra üzerinde mutabık olduğumuz görüşler, hatta
bazı kararlar sırasıyla yazılmıştı. Müzakere tamamiyle nihayetlendikten sonra,
o gece için son kahve içilirken Mustafa Kemal, bana hitap ederek:
--Bugün öğleden sonra bu mevzular etrafında bir arkadaşla görüşmüş, bazı
notlar almıştım. Tevfik Rüştü, lütfen köşedeki saksının içinde duran o
notları alıp okur musunuz?-- dedi. Tabiatıyla, istediği kağıdı bulup okumaya
koyuldum.
Hepimiz hayretler içinde kalmıştık. Saatlerle üzerlerinde konuşularak
vardığımız ve kendimizin zannettiğimiz kararların hepsinin tamamiyle aynı
olmak üzere o not kağıdında yazılmış olduğunu gördük.--
(Sel Yayınları, 1955:32-33).

imparator 10-02-2007 11:54

Bu öyküde de açıkça görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa, umutsuz görülen bir
Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın liderliğini yüklenirken, çevresindekileri tam
anlamıyla kendine benzetmek zorunda olduğunun farkındaydı ve bu amaçla her
yöntemi kullanıyordu. Pek doğal olarak ilk akla gelen yöntem de,
izleyicilerin kendi yeteneklerine, öngörüşlülüğüne, yani
--karizma--(keramet)sına inandırmaktı. Bunu sağlamak için Mustafa Kemal
Paşa'nın hemen hemen hiçbir fırsatı kaçırmadığını görüyoruz. Örneğin,
muzaffer orduların komutanı olarak İzmir'e girdiğinde kendinden konuşma
isteyen Falih Rıfkı'ya da benzer bir --etkileyici-- davranışta bulunur. Falih
Rıfkı, İzmir'e girişin ilk günlerinde Latife Hanım'ın Göztepe'deki konağında
Atatürk'le ilk yakın temasını şöyle anlatıyor:
--Mustafa Kemal'in ilk sofrasında bulunacaktık. Holde toplandıktan biraz
sonra, arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli
gömlek, pek ahenkli bir endam ister. Mustafa Kemal, ince, zarif ve güzel bir
erkekti. Kahramanlık şanının o günlerde, bu güzelliği nasıl cazibelendirmiş
olduğu da kolay anlaşılabilir.
Şimdi onun şahsiyeti ile tanışmak fırsatıydı. Derin bir merakla bütün
sözlerini ve jestlerini izliyordum. İlk öğrendiğim şey, kuvvetli ve yanılmaz
hafızası oldu. Bir aralık, --Müsaade eder misiniz sizi ilk önce nerede görmüş
olduğumu anlatayım-- dedim. Hemen bakışı şehlaya kayarak:

imparator 10-02-2007 11:54

--Hacı Adil denen Vali Dimetoka'da biz, onu karşılamaya geldiğimiz vakit,
arabasına Fethi Bey'i almalıydı. Siz nihayet bir gazete muhabiriydiniz...--
dedi. Şaşakaldım.-- (Atay, 1969:326).
Aslında bu öyküde Atatürk'ün --yönlendirmesi-- oldukça düşüktür. Fakat yine
de kendisi ile ilk kez karşılaşan ve İstanbul'dan gelen bir gazeteciyi
etkileme fırsatını hemencecik ve çok etkili bir biçimde kullandığı açıkça
görülmektedir. Nitekim, Falih Rıfkı'nın bundan çok etkilendiği ve bu etkinin
yıllarca sürdüğü; kitabının birçok yerinde aynı öyküyü yinelemesinden
bellidir.
Kehanetlerin Not Ettirilmesi
Atatürk'ün uzun dönemli --kehanet--lerini özenle not ettirdiği iyi bilinen
gerçekler arasındadır. Bunun en güzel örneklerinden biri, Mazhar Müfit
Kansu'ya not ettirdiği düşünceleridir. Bunun kadar iyi bilinmeyen, Atatürk'ün
bunları nasıl değerlendirdiği ve kendi karizmasını üretmekte ne denli bilinçli
kullandığıdır. Mazhar Müfit'in ağzından önce öngörüsünün ve planlılığının
kanıtını dinleyelim. Kansu'nun aktardığı konuşma, Erzurum Kongresi'nin
bittiği gece geçer. Mustafa Kemal, Süreyya Bey (Yiğit) ile otururken,
çağırttığı Mazhar Müfit'le de dertleşmesini sürdürür ve bir süre sonra
aralarında şu konuşma geçer:
--Mazhar, not defterin yanında mı?..-- diye sordu.
--Hayır Paşam...-- dedim.
--Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel! -- dedi.

imparator 10-02-2007 11:55

Nerede ise sabah olacaktı. Fakat, onun yanındayken dünya, gecesi gündüzü
olmayan bir alemden ibaretti. Binaenaleyh, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen
aşağıya indim. Not defterimi alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hem memnun olur,
hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı.
--Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize
yarayacak.-- derdi. Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst
üste çektikten sonra:
--Ama, bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar
mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu... --
dedi.
Süreyya da, ben de: --Buna emin olabilirsiniz Paşam...-- dedik. Paşa bundan
sonra:
--Öyle ise önce tarih koy!-- dedi. Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce: --Pekala, yaz!..-- diyerek devam
etti: --Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce
bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.--

imparator 10-02-2007 11:55

--İki: Padişah ve hanedan hakkında zaman gelince icap eden muamele
yapılacaktır.--
--Üç: Tesettür kalkacaktır.--
--Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.--
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü: Yüzüne baktım. O da benim yüzüme
baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
--Neden durakladın?-- deyince, --Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest
taraflarınız var.-- dedim. Gülerek:
--Bunu zaman tayin eder. Sen yaz!..-- dedi. Yazmaya devam ettim:
--Beş: Latin hurufu kabul edilecek.--
--Paşam, kafi, kafi...-- dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir
insan edasıyla, --Cumhuriyet'in ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! --
diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir
adam tavrı ile:
--Paşam, sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın!-- diyerek
yanından ayrıldım (Kansu, 196G:131-132) .
Buraya dek anlatılanlar, Atatürk'ün planlılığını, öngörüsünü ve
kararlılığını yansıtır. Bu niteliklerini, etrafına nasıl kabul ettirdiğine
gelince; hiç kuşkusuz; bu, liderlik yeteneklerinin bir göstergesi olarak
düşünülebilir: Çevresine kendini kanıtlarıyla kabul ettiren bir liderlik.

imparator 10-02-2007 11:55

Atatürk, bu yazılı notları çeşitli defalar ortaya getirmiş ve haklılığını
herkese hatırlatmıştı. Mazhar Müfit bu süreci şöyle anlatıyor:
--Çankaya'da akşam yemeklerinde , birkaç defa, --Bu Mazhar Müfit yok mu,
kendisine; Erzurum'da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Latin hurufu kabul
edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini
koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti.-- demekle
kalmadı, bir gün mühim bir ders de verdi.
Şapka inkılabını ilan etmiş olarak Kastamonu'dan dönüyordu. Ankara'ya avdet
ettiği anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde
bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında
oturan Diyanet İşleri Reisi'nin başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne?
Fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Reisi'ne
de şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili
durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden:
--Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?--
deyiverdi. Bu bir latifeydi, fakat, mahçup eden bir latife.--
Atatürk, liderliğini zamanı aşarak, öngörüsünü kanıtlayarak, Mazhar Müfit'e
şu yorumu yaptırmıştı: --Ve hakikaten bu büyük adam, geceleri gündüzlere
katarak düşünmeyi, milli bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını
hesaplamış ve zamanı iradesine ram edebilmişti.-- (Kansu, 1966:132).
Atatürk'ün Çankaya sofralarında birçok kez, Mazhar Müfit'in not defterini
hatırlatarak, öngörüsünü onaylattığı pek çok başka kaynak tarafından da
belirtilmektedir. İşte liderin bilinçli bir biçimde liderliğini çevresine
onaylattıran davranışı budur. Atatürk, bütün konularda olduğu gibi liderliği
konusunda da olayları yalnız tarihin akışına bırakmamış, onu, bizzat kendi
hazırlıkları, yönlendirmeleri, kısacası kendi iradesiyle pekiştirmesini çok
iyi bilmiştir.
Kendi yaptığı ve yukarıda verdiği --dahi-- tanımı düşünüldüğünde bu
yaptıklarının ne denli bilinçli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

imparator 10-02-2007 11:55

Kişilik Gücü
Kendi karizmasını üretmekte kullandığı yöntemin 1923 yılındaki bir başka
görüntüsünü İsmail Habip Sevük anlatıyor:
--Muhtar Bey (şakacı bir adam olan İngiliz Muhtar) kadehini kaldırıyor:
--Yaşasın Başkomutan!--
--Niye Mustafa Kemal demiyorsun da, Başkomutan diyorsun?--
Muhtar Bey, üstü kapalı bir davranışla: --Hele,-- diyor, --ne olur ne olmaz,
daha uzun süre şu Başkomutanlık üzerinde kalsın!-- Şakalaşıp duran Gazi,
kartallaşıveriyor:
--Vay, sen beni Başkomutanlıktan mı kuvvet alır zannediyorsun? (Sesini
tabiileştirerek) Dinle bak öyleyse, sana bir hatıra anlatayım: Hani ben
Erzurum'da ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan atarak --ferdi millet--
kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen komutan (ismini söyleyecekti,
söylemedi) ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı? Makamına
gittim:
--Paşa, paşa,-- dedim, --size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor,
Mustafa Kemal veriyordu, o yine karşınızdadır, yazınız!--
Yazdı. Emir gideceği yere gitti. Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya
komutan düğmeye basıp da, --Posta, bunu dışarı çıkarınız!-- deseydi?..
Sesi yine heybetleşerek: --Fakat diyemezdi. Muhtar, karşısında Mustafa Kemal
vardı, diyemezdi.--
Muhtar Bey kadehini kaldırarak yürekten bağırıyor: --Yaşasın Mustafa Kemal!----
(Arıburnu, 1976:19).
Bu öyküden de açıkça görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği mesaj
açıkça şudur: Keramet Başkomutanlık yetkisinde, üniformada ya da omuzlardaki
yıldızlarda değil, kendi kişiliğindedir. Kişisel karizmasını yaratmakta ne
denli titiz olduğu bu ve benzeri anılarda çarpıcı bir biçimde ortaya
çıkmaktadır.

imparator 10-02-2007 11:55

Dikkat edilirse, karizmatik niteliklerini özellikle yazarlara, ya da not
tutanlara ve yabancı devlet adamlarına karşı özenle sunar. Hiç kuşkusuz bu
tutum, onun gününe ve toplumuna olduğu kadar, uluslararası ilişkilerde
ülkesine ve tarihe karşı olan sorumluluğunu belirtir.
:::::::::::::::::::
3) Karizmasını Ulusa Mal Etmesi
Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi karizması konusundaki tutumu çok ilginçtir.
İlk olarak, önceki bölümde gösterdiğim gibi, hiç kuşkusuz bu karizmayı yalnız
eylemleri ve başarılarıyla değil, kendi özenli çabalarıyla da üretmiş ve
canlı tutmuştur. Bu tutumu içindeki en önemli öge, her şeyden önce, kendine
olan güveninde yatar. Bu güvenin ardında da, kişisel yeteneklerini pekiştiren
ve bu yeteneklerin kullanılabileceği toplumsal ortamın ona sağladığı eylemini
gerçekleştirme olanağını işlevsel duruma getiren, uzun bir hazırlık dönemi
vardır.
Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu koşulları, kendi yetenekleri açısından
çok gerçekçi değerlendirdiğini görüyoruz. Koşullar uygun olduğu anda hiç
duraksamadan, liderliğini ortaya koyabilmekte, gerçek bir liderden beklenen
girişkenliği ele alabilmektedir. Kendisinin bizzat anlattığı şu olay,
liderliğinin en önemli özelliklerinden olan cesaretinin ve girişkenliğinin
tipik bir örneğidir:
--Arıburnu kumandanıydım. İngilizler, Anafartalar'a çıkmıştı. Vaziyet
buhranlı ve çok tehlikeliydi. Başkumandan Vekili Enver Paşa'ya kadar doğrudan
doğruya müracaat mecburiyetinde kaldım. Şafi cevap gelmedi. Karargahı
Yalova'da bulunan ordu kumandanı Leyman Fon Sanders Paşa telefonla beni aradı,
mükalememizde delalet eden, yine Erkanıharbiye Reisi Kazım Bey'di, sorduğu
sual şuydu:

imparator 10-02-2007 11:55

--Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, nasıl bir tedbir tasavvur ediyorsunuz?..--
Vaziyeti nasıl gördüğümü ve kademe kademe nasıl tedbirler almak lazım
geldiğini çoktan, bütün alakalılara bildirmiştim. Bütün bu müracaatlarımın
cevapsız kalmasından hasıl olan bir teessür içinde alelfevr şu cevabı verdim:
--Vaziyeti nasıl gördüğümü çoktan size iblağ etmiştim. Tedbire gelince: Bu
dakikaya kadar çok müsait tedbirler vardı, fakat bu dakikada tek bir tedbir
kalmıştır...--
--O tedbir nedir?--
--Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri tahtı emrime veriniz, tedbir budur.--
Müstehzi bir cevap aldım: --Çok gelmez mi?--
--Az gelir!-- dedim. Telefon kapandı. Bundan sonra da uzun hikayeler var, en
nihayet Anafartalar grubu kumandanlığının bana tevdii ve saire...--
(Altay, 1955:66-67).
Bu ünlü öyküde dikkati çeken ögelerin başında, Mustafa Kemal'in
girişkenliği ve sorumluluktan çekinmeyişi vardır. Onun ardından, zaten
hoşlanmadığı yabancı komutanlar sorununa bir olumsuz yaklaşım görüyoruz.
Bunlardan başka, Enver Paşa ile olan çekişmesinin izlerini de görmemek
olanaksız. Son olarak da öyküyü bizzat anlatmasına dikkati çekmek isterim:
Kendi karizmasını pekiştirmenin öğelerinden biridir bu olayı anlatması. Falih
Rıfkı'ya bu anlattıkları Nutuk dışında kendi ağzından, kendi yaşamına ilişkin
ikinci belgedir ve 1926 yılında, o yılların koşulları içinde
değerlendirilmelidir.

imparator 10-02-2007 11:56

Ulusla Bütünleşen Lider
Buraya dek, Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi liderliği konusunda, önce çok
dikkatle hazırlandığını, sonra, toplumsal ve çevresel koşulları çok iyi
değerlendirdiğini, bu arada kendi karizmasının yaratılmasına özenle katkıda
bulunduğunu gördük. Şimdi bu karizmayı nasıl kullandığını irdeleyelim.
Burada hemen iki noktayı vurgulamak gerekiyor: Birinci olarak, Mustafa
Kemal Atatürk'ün bütün yeteneklerine ve kendisinin bunları özenle çevresine
sunmasına karşın, sürekli olarak, doğaüstü, insanüstü gösterilmesine karşı
çıktığını belirtmeliyim. İkinci olarak da, hem kendisinin, hem de çevresinin
kanıtladığı ve tüm topluma sunduğu (doğaüstü ya da insanüstü olmamakla
birlikte) --olağanüstü-- kişiliğini ve özelliklerini Türk toplumuna mal etmek
istediğini kaydetmeliyim. Şimdi, Atatürk'ün kendi --keramet-- ine karşı
tutumunu belirleyen bu iki ögeye daha yakından bakalım.
Her şeyden önce, bu iki niteliğin, yani kendisinin de herkes gibi bir insan
olduğunu vurgulamasının ve özelliklerini tepluma (daha doğru bir deyişle,
Türk Ulusu'na) mal etmek istemesinin, aynı ilkenin iki ayrı yansıması olduğu
belirtilmelidir. Bu ilke, liderliği dahil olmak üzere, bütün eylemini yeni bir
toplum yaratmaya yöneltmiş olması ve bu yöneltme içinde Türk ulusçuluğunu
işlevsel bir araç olarak kullanmakta bulunmasıdır. Bir başka deyişle, Mustafa
Kemal Atatürk için, liderliği dahil tüm nitelikleri, ancak, yaratmak için
çaba harcadığı yeni toplumun üretilmesinde işlevsel olduğu oranda anlam
taşımaktadır. Çünkü, bir açıdan, kendisiyle yeni Türk toplumu tam bir
özdeşlik içindedir. Böylece, kendisinin yüceltici nitelikleriyle, toplumun
yüceltici nitelikleri tam bir bütünleşme gösterir. Lider ile toplum ve bu
toplumun tam bir simgesi olan Ulus, birbiri içinde erimişler, tarihe birlikte
geçmişlerdir. Atatürk, bu işi başaran kişi olarak, olayın tam bilincindedir.
Bu nedenle de, kişisel nitelikleriyle, ulusal nitelikleri bütünleştirmeye
özel bir özen göstermiştir. Bu özenin altında, yeniden güçlendirmeye çalıştığı
Türk Ulusçuluğu'nu pekiştirnıek arzusunun bulunduğu gözden kaçmamalıdır. Bir
yandan --olağanüstü-- niteliklerini vurgularken, öte yandan, en önemli
niteliğinin --Türk Ulusunun bir bireyi olmak-- biçiminde ortaya konulacağını
öne sürmesinin başka nedeni olabilir mi? .

imparator 10-02-2007 11:56

Son derece bilinçli ve yetenekli bir --toplum yaratıcısı-- olan Mustafa Kemal
Atatürk'ün kendi karizması karşısındaki; (1) gerçekçi ve (2) ulusuyla
bütünleşici tutumunu sergileyen pek çok olay vardır. Gerçekçiliğini ve
ulusuyla bütünleşme yönelimini aynı anda yansıtan bir öykü şöyledir:
--Yıllar sonra, bir akşam Çankaya sofrasında hayatının çocukluk günleri
konuşuluyordu. Bir misafiri Atatürk'e, --Paşam,-- dedi, --çocukluğunuzda
kimbilir ne müstesna bir insandınız. Ne güzel harikulade anılarınız vardır!--
Atatürk bu çeşit övünmelerden, kendisine insanüstülük veren abartmalardan
hiç hoşlanmazdı. Ama buna güldü: --Nuri anlatsın-- dedi.
Nuri, Atatürk'ün çocukluktan beri en yakın arkadaşı, mahallelisi, asker
olarak da çok yerde beraber bulunmuş meslekdaşı, sofranın devamlılarından
Nuri Conker'di.
Conker, Atatürk'e yakınlığına sığınarak, biraz da mizacı öyle olduğundan,
Mustafa Kemal'e ağır şakalar yapar, kimsenin söyleyemediğini o rahatça
söylerdi.
--Mustafa o zaman dayısının çiftliğinde bakla tarlasında karga çobanlığı
ederdi-- dedi.
Konuyu açan misafir, sorusunun böyle bir mecraya dökülmesinden çok üzülmüş,
hatta ürkmüş, Atatürk'ün şimdi kimbilir nasıl kızacağını düşünerek bin kere
pişman olmuştu. Bu hizmeti ona hiç yakıştırmayarak:
--Aman Efendimiz...-- diye durumu kurtarmaya çalışırken, Atatürk, son derece
sakin:

imparator 10-02-2007 11:56

--Doğrudur, öyle yapardık,-- dedi ve ilave etti: --Bana insanlar üstünde bir
doğuş atfetmeye kalkışmayımz. Benim doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak
dünyaya gelmiş olmamdır.-- -- (Gençosman, Banoğlu, 1971:32-33).
Görüldüğü gibi, bu öyküde karizmatik liderin kendi kerametini yadsıması ve
olumlu niteliklerini ulusuyla bütünleştirmesi, tam bilimsel terimlerle
yapılmaktadır. Hiç kuşkusuz, Atatürk, Weber'in --Karizmatik Liderlik-- kuramını
incelememişti, ama kendisi böyle bir lider olarak, karizmatik liderin
davranışlarını, Weber'in tanımladığından da iyi yerine getiriyordu.
Bu konuda daha renkli ve daha duygusal bir anı, üstelik de kendi
karizmasını pekiştirme ögesini de içine alarak, öteki iki öge (kendi
karizmasını kendisinin yadsıması ve olumlu niteliklerini ulusuna bağlaması)
ile birlikte Behçet Kemal Çağlar'ın Şiirsel diliyle şöyle anlatılmıştır:
--Ankara'ya ayak basışının yıldönümünü kutlamaya, Halkevinde ilk defa karar
vermiştik. Reşit Galip nutuklarının en güzelini söylemiş, ben de --Ergenekon--
ismindeki manzum bir perdelik piyesi bir arkadaşımla oynamıştım. Birinci
efsane Ergenekon'la ikinci gerçek Ankara Ergenekon'u birbirine birleştiren bu
piyeste dağlar, demircinin çekici ile parçalanınca Turan illeri yerine Ankara
görünüyor ve kaybolan Bozkurt'un yerine Ata'nın silueti ufukta güneş gibi
parlıyordu...
Ankara dekorunun önünde seymenler türkülerine ve rakslarına başlıyorlardı.
Ankaralıların gönülden kopan değerbilirliği ile gündüzden beri heyecan içinde
olan Atatürk, bu geceki gösteride duygulanmış, bizi sofrasına davet etmek
lütfunda bulunmuştu.

imparator 10-02-2007 11:56

Piyesten okuttuğu parçalarla memnun, perde sonunda oyuna koyulan
seymenlerin de çağrılmasını emretmişti. Biraz sonra kapıdan --Efeler geldiler--
haberi verildi. --Ne efeleri?-- diye bir an irkildi, deyimi beğenmediğini belli
etti. --Şimdi,-- dedi, --size soframdakileri tanıtayım...--; karşı baştan işaret
ederek tanıtmaya başladı.
--Bu, büyük bir bilgindir, tarih yazar ve okutur.--
--Bu, büyük yazardır, olanı ve olacağı dile getirir.--
Dikkat ediyorduk; sofrasındakilerin hepsi için özel iltifat ve abartma dolu
nitelikler buluyor, keskin, özlü övgüler sıralıyordu.
Sıra seymenlere geldi; onlara döndü ve onları bize tanıttı:
--Bunlar da,-- dedi, --dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanları.--
Birden durdu, o herkesin birden ta ruhunun içine bakıyor görünen gözleriyle
hepimizi birden süzdü ve biraz kısılan bir sesle şöyle devam etti:
--Bana gelince: Eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi
dertlerimizi dile getirmesem, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi
konuşmacı... Ve sizden daha çok yiğit olmasam bu milletin başı olamazdım...--
Hepimiz O'nunla dolu olduğumuzu, hepimiz O'ndan bir parça olduğumuzu,
güneşe kavuşmuş zerreler olduğumuzu duyuyor ve ürpererek susuyorduk...
Bir an başını önüne eğdi, bir an yüzünde koyu bir pembelik dolaştı; ilah
gururu, yerini insan alçakgönülülüğüne terkediyordu. Gülümseyerek seymenin
birine seslendi:
--Bırak şunu bunu... Ne Mustafa Kemal, ne Cumhurbaşkanı...İkimiz de Türk;
ikimiz de efe. Sen beni bilmiyorsun, ben seni...Dağda karşılaştık; benden
korkar mısın, korkmaz mısın?--

imparator 10-02-2007 11:57

Seymen karşılık verdi:
--Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım...--
Hepimiz karşılığı beğenmiştik; karşılık Atatürk'ün hoşuna gitmemişti.
--Düşmandan tabii korkmayacaksın. Düşman bir başka Türk değil ki, korkasın.
Gel bakalım, tam efe misin?--
Başını dizine doğru çekti: --Gel bana desteklik et bakalım-- dedi ve onun
boynuna namlusunu dayadığı tabancadan duvarın bir yerine nişan almaya başladı.
Kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu;
bizler korkudan bayıldı sanıyorduk; kurşunlar bitmişti; seymen doğruldu,
yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı; hiç titremeyen, belki biraz
gürleyen ve gülen bir sesle:
--Kurşunlar bitti mi Paşam?-- diye sordu.
Bu yüzdeki rahatlık ve hayranlığı bir anlık bakışla sezen Atatürk, seymenin
--Ata kurşunu insana zarar vermez-- imanıyla öyle dimdik ve sessiz kalabildiğini
anlamıştı; birden tabancayı yere attı; hıçkırıktan omuzları sarsılıyordu:
--Yanlış, büyük yanlış... Asılsız, yalan!-- diye haykırıyordu; biz şaşkın,
susuyorduk. O, aydınlattı:
--Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben
hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı...--
--Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma, canını vermeye
hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.--

imparator 10-02-2007 11:57

Hepimizin ve demin dimdik gülümseyen seymenin bile gözleri doluyordu.--
(Arıburnu, 1976:115-117) .
Gerek kendi karizmatik liderliğini vurgulaması, gerekse kerametin kendinde
değil, ulusunda ve ona inananlarda olduğunu belirtmesi bu öyküde çok açık bir
biçimde görülmektedir. Ayrıca, dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Behçet
Kemal'in olayı anlatış biçimi ve daha da önemlisi, olayın onun gibi yetenekli
bir şair-yazarın önünde geçmiş oluşudur.
Atatürk Bizden Biridir
Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa
öyküde belirlenir:
--Cumhuriyetin onikinci yıldönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı.
Bunlar içinde şöyleleri vardı: --Atatürk bizim en büyüğümüzdür--, --Atatürk bu
milletin en yücesidir--, --Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal
çıkardı--.
Listeyi dikkatle gözden geçirdi. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi.
Hepsinin yerine şunu yazdı: --Atatürk bizden biridir..-- -- (Banoğlu, 1954-b:11).
Mustafa Kemal Atatürk gerek liderlik niteliklerini, gerekse bu niteliklerle
ulusal özelliklerin bütünleşme gerekliliğini çok iyi biliyordu. Bandırma
vapuru Karadeniz'e çıkmadan önce son kez durdurulduğunda, Mustafa Kemal
sorar: --Bu herifler niçin gelmişler?-- Kaptan bu soruya işgal devleti
subaylarının silah ve cephane aradığını söyleyince şu yanıtı verir: --Sersem
herifler, cephane ve silah değil, biz kafa götürüyoruz! --
(Banoğlu, 1954-a:87). Bu yanıtta bütün bir plan, program, bütün beklentiler
ve ihtiraslar yatmaktadır.

imparator 10-02-2007 11:57

İhtiras, bir lider için en gerekli ögelerden biridir. Mustafa Kemal kendi
ihtiraslarının tümüyle bilincindedir. Bunları 1914 yılı Ocak'ında Sofya'dan
Madam Corinne'e yazdığı bir mektupta şöyle tanımlıyor:
--Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek
mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin
tatminine taalluk etmiyor.
Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma , büyük faydaları dokunacak,
bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek
büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur.
Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza
edeceğim.-- (Borak,1970:74).
Sofya'daki Mustafa Kemal, henüz Anafartalar Kahramanı bile olmamıştır.
Üstelik de İttihatçılar tarafından bir anlamda sürgüne yollanmıştır Sofya'ya.
Buna karşılık, --hazırlık-- bölümünde de anlattığım gibi, en azından ruhsal
olarak hazırdır tarihsel görevine. Bu açıdan da attığı her adımın hesaplı,
ölçülü, biçili olması çok doğaldır. Nitekim, bu hesaplılık, hemen hemen hiçbir
ögeyi şansa bırakmak istemeyişi, onu hem keramet sahibi bir lider yapabilmiş,
hem de ulusuyla bütünleşmesini sağlamıştır.
Aslında bu yargımın ne denli doğru olduğu yine kendi bilinçliliğine
bakılarak anlaşılabilir. Mustafa Kemal Atatürk, kişisel nitelikleriyle,
ulusal liderliğini farklı olarak kullanan ve ancak gerektiğinde ve yararlı
olduğunda bunları birleştiren bir davranış içindeydi. Kendisi bu
farklılaşmayı şöyle özetliyor:

imparator 10-02-2007 11:58

--İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben; fani Mustafa Kemal. Öteki; milletin
daima içinde yaşattığı Mustafa Kemal. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi
tehlike anında ben zuhur ettimse, beni de bir Türk anası doğurmadı mı? Türk
anaları daha Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Feyiz milletindir, benim
değil.-- (Binyazar, 19?3:129).
Bilinçli liderliğini, kendi elleriyle ürettiği liderliğini, yeni kurmakta
olduğu toplumun ulusal nitelikleriyle bütünleştirme çabasının bundan daha
kesin kanıtı olabilir mi?
:::::::::::::::::::
IV-) ATATÜRK'ÜN LİDERLİĞİNİN SOSYAL PSİKOLOJİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bilindiği gibi, insanların grup içindeki davranışları son yıllarda yeni bir
bilimin, sosyal-psikoloji biliminin konusunu oluşturur. Bireyin grup içindeki
davranışları, onun yalnız bireysel değil, aynı zamanda toplumsal niteliklerini
de sergiler. Ayrıca, her birey, grup içinde, öteki bireylerin varlıklarından
ve niteliklerinden de etkilenir. İşte küçük grupların incelenmesi, bireyin
gerek bireysel, gerekse toplumsal nitelikleri hakkında çağımızda yeni
bilgilerin elde edilmesine yol açan bir bilim dalını oluşturmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk'ün liderlik özellikleri toplumsal açıdan olduğu kadar,
sosyal-psikoloji açısından da son derece ilginç sonuçlar ortaya koymaktadır.
Bilindiği gibi gerek insan, gerekse toplum karmaşık varlıklardır. Bu
karmaşık varlıkların bir bütün oluşturan özellikleri, birbirlerine bağımlı ve
ancak öteki ögelerle birlikte bir anlam taşıyan niteliktedir. Bu nedenle,
soyutlama ve tek tek özellikleri ele alma, büyük ölçüde insanı yanılgılara
götürebilir. Yine de bilim, gerek insanı, gerekse toplumu, belli soyutlamalar
ve alt konular biçiminde parçalara ayırarak inceler. Çünkü, gerek toplum,
gerekse insan, tek başına tümüyle ele alındığında, kolay sonuca ulaşmayı
engelleyecek ölçüde karmaşık yapı sahibidirler.

imparator 10-02-2007 12:44

İşte bu gerçekleri akılda tutarak, önce liderlik konusundaki bilimsel
tanımlara, sınıflamalara ve özelliklere bakmak, Atatürk'ün liderliğini tam
anlamıyla değerlendirebilmek için son derece gereklidir.
:::::::::::::::::::
1) Liderliğin Kaynağına İlişkin Görüşler
Lider nereden gelir? Onu yaratan etkenler nelerdir? Bu kişinin liderliği
hangi ögeler sonucunda ortaya çıkar? Sosyal-psikoloji bilimi bu soruların
yanıtları üzerinde uzun uzun durmuştur. Araştırma ve incelemelerini grup içi
liderlik kavramı üzerinde odaklaştıran sosyal-psikolojinin bulguları hiç
kuşkusuz toplumsal çaptaki liderlik olayına da ışık tutucu niteliktedir.
Sosyal-psikoloji bilimi, liderlik konusunda bize önce iki kaynak gösteriyor.
Kağıtçıbaşı bunları kişisel liderlik ve ortamsal liderlik olarak ayırıyor
(Kağıtçıbaşı, 1976:229-232).
Kişisel Liderlik Modeli
Kişisel liderlik modeline göre, liderin nitelikleri, kendi kişiliğinden
gelmektedir. Bu niteliklerin bir kısmı doğuştandır. Bir kısmı ise sonradan
kazanılmış olabilir. Fakat, kesin olarak, kişisel liderlik modelinde, lider
olan bireyin belli nitelikleri öteki insanlardan farklıdır. Daha aşağıda
ayrıntılı olarak göreceğimiz bu nitelikleri kısaca --öteki insanları etkileme--
yeteneği diye adlandırabiliriz.

imparator 10-02-2007 12:44

İşte, kişisel liderlik modeline göre; ayrıntıları ne olursa olsun, bazı
kişisel --liderlik yeteneklerine-- sahiptirler. Bu kişiler, ister grup içinde
olsunlar, ister olmasınlar, hep --lider kişiler--dir. Çünkü, özellikleri
çevrelerinden değil, kendilerinden gelir.
Ortamsal Liderlik Modeli
Ortamsal liderlik modeli, kişisel liderlik modelinin karşıtıdır. Bu
yaklaşıma göre, lideri yaratan, ortaya çıkaran koşullar, ortamın koşullarıdır.
Bir grubun lidere gereksinme duyması, bir kişinin iletişim ve etkileşim
kanalları bakımından liderin bulunması gereken yerde olması, yani, bütün
kanalların merkezinde yer alması, bu anlayışa göre, lideri yaratan
özelliklerdir. Bir başka deyişle, bu modelde, bireyin kişilik nitelikleri
önemli değildir. Çevrenin gereksinmeleri ve bireylerin iletişim ve etkileşim
kanalları karşısındaki durumları, herhangi bir kişiyi lider yapabilir. Bu
görüşü kanıtlayıcı bazı deneyler de vardır. Örneğin, içine kapanık bir
kişinin, iletişim ve etkileşim kanallarının ortasına konduğunda dışadönük
davranışlar yaptığı saptanmıştır.
Görüldüğü gibi, ortamsal model, liderlik konusunda, bireyin niteliklerini
bir yana bırakarak, bütün ağırlığı ortama, çevrenin gereksinme ve koşullarına
vermektedir.

imparator 10-02-2007 12:45

Etkileşim Modeli
Sosyal-psikoloji bilimi, bize, bu iki modelin arasında yer alan ve gerçeğe
daha yakın bir başka model de veriyor: Etkileşim modeli.
Etkileşim modeline göre, lideri yaratan ögeler, hem ortamın gereksinme ve
koşulları, hem de bireyin özellikleridir. Örneğin, bir işin başarılması
gerektiği zaman, o işin başarılmasını sağlayıcı özelliklere sahip olan kişi
lider olur. Bu model, gerek ortamı, gerekse bireyi dikkate aldığı ve daha
önemlisi, ortam ile bireyin etkileşimine dayalı olduğu için, hiç kuşkusuz,
gerçeğe en yakın olan modeldir.
:::::::::::::::::::
2) Atatürk'ün Liderlik Kaynaklarına Göre Değerlendirilmesi
Atatürk'ü ve küçük Mustafa'yı Atatürk yapan koşulları yakından incelediğimiz
zaman, kişisel, ortamsal ve etkileşim liderlik modellerine göre son derece
ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz: Her üç model de Atatürk'ün liderliğinin
kaynağını açıklamakta işlevsel olmaktadır.
Daha önce, Mustafa Kemal'in gerek kişisel nitelikleri, gerekse, kendisini
hazırladığı sıralarda edindiği bilinçli özellikler açısından hemen hemen
tümüyle kişisel liderlik modeline tam oturduğunu görmekteyiz. Üstelik, gerek
Trablusgarp, gerekse Şam gibi yerlerde, yabancı ve düşman bir ortamda, henüz
çok daha gençken, aldığı tutumlar ve yaptığı davranışları tam bir liderin
resmini çizmektedir (Özellikle Şam olayları için bkz: Atay, 1955).

imparator 10-02-2007 12:45

Bu niteliklerine bir de kendi liderliğini (kendini bilinçli olarak
hazırlamasına ek olarak) bilinçli kullanma ve yaratma konusundaki çabaları
eklenirse --kişisel liderlik--, modelinin adeta Mustafa Kemal Atatürk için
kurulmuş olduğu izlenimi bile edinebilir insan. Ya da tam tersi, sanki
Mustafa Kemal Atatürk, kendi liderliğinin kişisel ögelerini adeta --bilimsel--
bir biçimde üretmiştir denilebilir. --Kişisel liderlik-- modeli ile Mustafa
Kemal Atatürk'ün öyküsü tam bir çakışma içindedir.
Öte yandan, --ortamsal liderlik-- açısından da Atatürk ile model arasında tam
bir uyum görülmektedir. Gerek içinde bulunduğu toplumsal ortam, gerekse kendi
grubu içindeki ilişkiler, tam bir lider arayışını simgeler.
İmparatorluğun çöküşü sırasında geleneksel liderliği temsil eden Padişah,
düşmana teslim olmuştur. Askeri güçle de desteklenen siyasal liderlik ise,
İttihat ve Terakki Partisi'nin liderlerinin kişiliklerinde yurt dışına
kaçmıştır. Böylece, Padişah'ın Halife kişiliğinin temsil ettiği dinsel
liderlik dışında, toplumdaki bütün kurumsal liderlik görevleri boşalmıştır.
Zaten Alman komutanların varlığıyla ulusal denetimden çıkmış olan askeri
liderlik, Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın yurt dışına kaçmasıyla, tümden
dağınık bir niteliğe bürünmüş, teslim olan İmparatorluk içinde, işlevsel bir
görevi bile kalmamıştı.

imparator 10-02-2007 12:45

Tarihsel açıdan olaya bakıldığında, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u
fethiyle başlayan Batılılaşma çabaları, Tanzimat ile, Batı denetimine
girdikten sonra bile sürmüş, fakat, savaşın yenilgiyle bitmesi sonunda, havada
kalmış bir süreç durumuna gelmişti. Böylece, İmparatorluğun ya da onu
oluşturan toplum katmanlarının kültürel kimliği de sonu getirilmeyen bir
serüven içinde belirsiz kalmıştı. Hiç kuşkusuz, düşmana boyun eğmiş bir
Padişah'ın simgelediği İslam bu kimliği sürdürecek güçte değildi.
Uluslararası ilişkiler ve dünyadaki güç dengesi bakımından da hem denizleri,
hem petrol bölgelerini denetleyen bir Anadolu. Ortadoğu'da sahipsiz ya da
yalnız İngiliz ya da Rus (Sovyet) nüfuz bölgesi olarak gelişemezdi. Böylece
yalnız Osmanlı'nın iç dinamiği açısından değil, dünyadaki güç dengesinin
belirlediği dış dinamik açısından da, çöken İmparatorluğun enkazı üzerinde
bir liderlik boşluğu, mutlaka doldurulması gereken bir boşluk ortaya
çıkmıştır.
Mustafa Kemal'in Grubu
Grup içi ilişkilere bakıldığında, bu grup Osmanlı generalleri olarak
algılanmak zorundadır. Osmanlı generalleri arasında ise, Enver Paşa'nın
otoriter tutumu ve İttihatçıların siyasal baskısı, ordudaki Alman varlığı,
çok çeşitli cephelerde savaşılması, bu savaşların genellikle yenilgiyle son
bulması, Enver Paşa'nın kaçışıyla simgelenen siyasal ve askeri liderlik
boşluğunu tam anlamıyla toplumsal gerçeğin bir parçası durumuna getirmiştir.

imparator 10-02-2007 12:45

Bir kısım generallerin işgal kuvvetlerince tutuklanması ve Malta'ya
sürülmesi de bu gerçeğe daha acıklı bir durum kazandırmıştı. Yenik Osmanlı
İmparatorluğu'nun generalleri arasında gerek hiyerarşik açıdan, gerekse doğal
açıdan işlevsel olarak --lider boşluğu-- vardı. İşte --Anafartalar
Kahramanlığı--nın doğal, --Üçüncü Ordu Müfettişliği--nin ise hiyerarşik açıdan,
bir ölçüde de olsa çözdüğü --liderlik-- sorunu, Osmanlı generalleri bir grup
olarak düşünüldüğünde, gruba bağlı ortamsal ögelerin gereksinme belirlediği
bir durumdaydı.
Bütün bu iç toplumsal, siyasal, askeri ve grupsal ögelere ek olarak, dış,
uluslararası denge ögeleri de --Anadolu'da bir lider-- arıyordu. Tarihin tüm
koşulları, böyle bir liderin yaratılması konusundaki gereksinmeyi en belirgin
ve vurucu bir biçimde Anadolu toprağı üzerinde odaklaştırmıştı. Bu ortamsal
ögeler o denli güçlüydü ki, Şevket Süreyya Aydemir: Mustafa Kemal olmasaydı,
Ali Fuat Paşa (Cebesoy) bir lider olabilirdi, der (Aydemir, 1966:43) .
Etkileşim modeli, ortamsal ve kişisel liderlik modellerine göre (niteliği
gereği) hem Mustafa Kemal Atatürk olayını en iyi çözümleyen, hem de gerçeği
en iyi yansıtan modeldir. Çünkü, hem Mustafa Kemal'in kişisel niteliklerini,
hem de onu yaratan toplumsal ve grupsal koşulları, kendi başlarına olduğu
kadar birbirleriyle olan etkileşimleri açısından da ele alır.
Gerçekten de Mustafa Kemal Atatürk ile çağının dünya ve toplum koşulları
mensubu bulunduğu grubun koşullarıyla tam bir çakışma ve uyum içinde
görünmektedir. Bu koşullar onun kişisel liderlik niteliklerini verimli bir
biçimde ortaya çıkaran ve işlevsel kılan ögelerdir.
Bu konudaki en güzel yargılardan biri yine Şevket Süreyya tarafından
verilmiştir:
--... Mustafa Kemal, hem toplumumuzun ve devrimizin bir eseri'dir, hem
kendini yaratan bu toplumun ve çağın hayat ve kaderine tesir ederek onlara
yön ve şekil vermiştir.-- (Aydemir, 1963:II).
Sonuç olarak, Atatürk gerçeğinin, liderlik konusunda, her üç modele de
bütünüyle uyduğunu söyleyebiliriz. Pek doğal olarak, bu modellerden,
toplumsal gerçeğe en uygun olan --etkileşim modeli-- Atatürk olayını da daha
kapsamlı ve eksiksiz açıklamaktadır.
:::::::::::::::::::

imparator 10-02-2007 12:46

3) Liderlik Türleri
Bir grubun içindeki liderlik çeşitli ölçütlere göre sınıflandırılmıştır.
Gerek karar alma mekanizmaları, gerekse grubun işlevleri, bu
sınıflandırmalarda kullanılan ölçütlerdir.
Bir grubun içinde kararların nasıl alındığı, grubun niteliklerine bağlı
olduğu kadar, liderin kişilik niteliklerini de yansıtan bir olgudur. Grubun
nitelikleri ile, liderin kişisel özellikleri birbirleriyle çakıştığı ve
uyuştuğu zaman karar alma mekanizması çok daha etkin çalışır. Liderlik de çok
daha güçlü olur. Grubun karar mekanizmalarına göre genel olarak üç tür
liderlik görülür (Kongar, 1978:90).
Otokratik Liderlik
Grubun yapısına göre, karar alma mekanizmalarınca belirlenen birinci
liderlik tipi --otokratik liderlik--tir. Bu yapı içinde, kararlar, liderin
kendisi tarafından alınır. Grubun öteki üyelerine danışma, liderin istek ve
hiyetlerine bağlıdır. Bu liderlik türünde, kararların belirleyicisi liderdir.
Öteki üyelerin rolü, bu kararlara uymak biçiminde ortaya çıkar.
Demokratik Liderlik
Kararların grubun kendisi tarafından alındığı yapı içindeki liderlik
--demokratik liderlik--tir. Bu tür liderlikte, kararlar, liderle birlikte,
grubun bütün öteki üyelerinin de katılmasıyla alınır. Her üyenin karar
mekanizmasına katılımı, liderinkine eşittir.
--Bırakınız Yapsın!-- Türü Lider
Karar mekanizmalarının belirlediği son liderlik türü, --Bırakınız yapsın--cı
(Laissez-Faire'ci) liderlik tipidir. Bu yapıda, kararlar, tek tek üyelere
bağlıdır. Bir başka deyişle, adeta, ortak bir karar yapısı yoktur bu tür
grupların içinde. Böylece liderlik de özellikle karar alma bakımından
önemini yitirmiş gözükmektedir.

imparator 10-02-2007 12:46

Toplumsal-Duygusal Liderlik ve Görev Liderliği
Karar mekanizmaları dışında bir başka liderlik türü ölçütü, grubun içindeki
rollere ilişkin olarak yapılmıştır. Buna göre, her grup içinde iki tür rol ve
dolayısıyla iki tür liderlik vardır: Bunlar, grubun bütünlüğünü ve grup olarak
varlığını sürdürmesine yönelik --toplumsal-duygusal-- roller ve grubun bir işi
gerçekleştirmesine yönelik olan --görev-- rolleridir. Böylece, her grup içinde
biri grubun varlığını korumaya, biri de grubun iş yapmasına yönelik iki ayrı
tür rol ve dolayısıyla iki ayrı tür liderlik ortaya çıkmaktadır (Bales,1958).
--Birlikte ne güzel çalışıyoruz--, ya da --Bizim gibi anlaşan insanların bir
arada bulunması insanı rahatlatıyor.-- gibi yargıların belirlediği
toplumsal-duygusal roller, bu rolleri üstlenen kişileri toplumsal-duygusal
lider yapar. Buna karşılık, --Hadi arkadaşlar, şu işi de bitiriverelim--, ya da
--Çoğu gitti, azı kaldı-- gibi ifadelerin ardındaki roller de, görev liderliğini
yaratır.
Burada gerek karar mekanizmalarıyla, gerekse roller ile ilgili liderlik
tiplerinin her zaman farklı kişilerde odaklaşmak zorunluluğunun bulunmadığını
da belirtmeliyim. Kimi zaman, aynı kişi hem toplumsal-duygusal liderliği, hem
de görev liderliğini yüklenebileceği gibi, aynı lider, zaman zaman otokratik,
zaman zaman da demokratik usullerle karar alabilir.
Bilimsel soyut modellerin, karmaşık toplumsal ve insani gerçeği algılamak
için soyutlamalara ve sınıflamalara gittiği hiçbir zaman akıldan
çıkarılmamalıdır. Bu nedenle de bilimsel modeller çoğu zaman gerçeğin ancak
bir bölümünü yansıtır. Bunun sonucu olarak, gerçeğin tümden algılanması kimi
zaman birkaç soyut modelin birlikte kullanılmasıyla da gerçekleştirilebilir.
Mustafa Kemal Atatürk, genel eyleminin süresi ve çeşitliliği dolayısıyla,
liderliğin hemen hemen tüm çeşitlemelerini başarıyla kullanmıştır. Biraz
aşağıda göreceğimiz bu durumdan önce, hangi durumlarda hangi tür liderliğin
geçerli olduğuna bakalım.

imparator 10-02-2007 12:46

Grup amacını gerçekleştirmeye yönelik görev rollerine, yani iş yapmaya,
grup üyelerinin katılımı yüksek olduğu zaman, toplumsal-duygusal liderliğin
büyük ölçüde önemini yitirdiği, yapılan gözlemler arasındadır. Buna karşılık,
grubun görevi üyelerce pek benimsenmediği zaman, toplumsal-duygusal roller ve
bu konudaki liderlik daha büyük bir önem kazanmaktadır (Burke, 1968). Örneğin,
görevlerin meşruluğu tartışmalı olduğunda ya da görev erişilmez, yerine
getirilemez bir biçimde algılandığında, grubun devamını sağlayıcı liderlik
birdenbire büyük önem kazanmaktadır. (Biraz aşağıda, Atatürk'ün sofrasının,
bu işlevi yerine getirmekten kaynaklandığını göreceğiz.) Yalnız burada,
toplumsal-duygusal liderlik ile, görev liderliğinin aynı kişide
birleşebileceği gerçeği unutulmamalıdır.
Atatürk'ün Liderlik Türlerine Göre Değerlendirilmesi
Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış dönemindeki ordu
komutanlıklarından, Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarındaki Kongre
başkanlıklarına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Başkomutanlıktan
yeni devletin Cumhurbaşkanlığına dek, çeşitli resmi liderlik görevlerinde
bulunmuştur. Bu görevlerinin çoğunda kendisine düşen işlevler farklı
farklıdır. Kimi zaman meşru otoriteye başkaldıran bir asi komutan
durumundadır. Bir başka deyişle, çevresiyle ilişkiler açısından Mustafa
Kemal'in durumu farklı zamanlarda farklı nitelikler taşır. Bu nedenle de
gerçekleştirmek istediği amaçların, toplumun siyasal ve kültürel yapısı
bakımından --meşruluğu-- ve gerçekleştirilebilirliği farklı aşamalarda değişik
görünümler kazanır.
Örneğin, Samsun'a gittiği sıralarda ve Erzurum Kongresi öncesindeki durumu
ile; Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak durumu farklıdır.
Birinci Büyük Millet Meclisi Başkanı ile, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurreisi
sıfatları arasında bile önemli farklar vardır. Anafartalar Grup
Komutanlığından; --Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyari--liğe, Üçüncü Ordu
Müfettişliğinden, Türkiye Büyük MilIet Meclisi Ordularının Başkomutanlığına
ve Cumhurbaşkanlığına kadar, çevresiyle olan ilişkileri, sürekli bir
niteliksel değişim içindedir.
Bütün bu ilişkiler içinde Mustafa Kemal Atatürk, grup içindeki otoritesini
kimi zaman ödül ve ceza verme gücüne, kimi zaman meşruiyetine, kimi zaman
cazibesine, kimi zaman da uzmanlığına dayamıştır. Bilindiği gibi bunlar,
sosyal-psikoloji biliminin dört güç kaynağı, yani bir grubun içindeki buyurma
erkinin temelleri olarak belirlediği ögelerdir (French ve Raven, 1960).
Böylece, değişen durumuna göre, karar alma biçimleri de farklılıklar gösterir.

imparator 10-02-2007 12:46

Mustafa Kemal'in Liderliği ve TBMM
Öyle durumlar vardır ki, karar alma biçimi son derece otokratik, hatta
diktatörcedir. Örneğin, Başkomutanlık yetki yasası Meclis'te uzatılmadığı
zaman bakın nasıl bir tutum takınıyor:
--Meclisi Alinin, Başkumandanlığın lüzumuna kani bulunduğuna şüphe olmamakla
beraber, muhalefetin hiçbir esasa müstenit olmayan tezahüratı, Meclis
kararını, şayanı arzu olmayan noktada tezahür ettirdi. Bunun neticesi ne oldu,
Efendiler, biliyor musunuz? Başkumandanlık iki gündür, muğlak ve muallak
bulunuyor. Bu dakikada ordu, kumandansızdır.. Eğer ben, orduya kumanda
etmekte devam ediyorsam, gayrıkanuni kumanda ediyorum. Mecliste tecelli eden
reye göre, derhal kumandadan keffiyedetmek isterim ve Başkumandanlığımın
hitam bulunduğunu hükütmete iblağ ettim. Fakat gayrikabili telafi bir fenalığa
meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan
ordumuz, başsız bırakılamazdı. Binaenaleyh, bırakmadım, bırakamam ve
bırakmayacağım.-- (Atatürk, tarihsiz:662).
Bu tutum karşısında Meclis, yeni bir oylamaya gider ve 11 red, 15 çekimsere
karşı, 177 oy ile, Mustafa Kemal Paşa'nın Meclis'in bütün yetkilerini
kendinde toplamasına olanak veren Başkumandanlık kanunu uzatılır.
Atatürk için amaç, ülkenin bağımsızlığı ve o aşamada, düşmana karşı
yürütülen savaşın kazanılmasıdır. Liderliğinin otoriter mi, demokratik mi
olduğu, bunalım anlarında onu hiç ilgilendirmez. İlgilendiği nokta, amacın
gerçekleşmesidir. Kendisini amaçtan saptıran biçim ve üslup çeşitlemeleri
kimi zaman onun içinde bulunduğu koşullarda bir lüks niteliği kazanmış, o da
duraksamadan, amacına en çabuk vardıracak yolu seçivermiştir. Aslında, henüz
safların sıkılaşmadığı, toplumda --meşru-- otoritenin kim olduğu tartışmalarının
sürdüğü zafer öncesi Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi sırasındaki Mustafa
Kemal Atatürk'ün genellikle --otokratik-- lider rolünü benimsediğini rahatça
söyleyebiliriz. Bu konudaki tutumunu en açık biçimde hep onun yanında
bulunmuş olan Falih Rıfkı şöyle anlatıyor:
--Kendine has bir reisliği vardı. O zamanlar takrirlerin oya konmadan önce
reis tarafından açıklama yapılması adetti. Mustafa Kemal'in açıklaması öyle
olurdu ki, takririn kabul mü, yoksa red mi edilmesini istediği anlaşılırdı.
Bir defa böyle takrirlerden birini oya koydu, beklediğinin aksi çıkınca:
--Lütfen ellerinizi indirir misiniz? Galiba iyi izah edemedim...-- dedi ve
yeniden red kararı istediğini hissettirerek izah etti. Büyük devrim
başlangıcında hiçbir şeyi oluruna ve tesadüfe bırakmak niyetinde olmadığı
belliydi.--(Atay, 1969:362-363).

imparator 10-02-2007 12:47

Bu satırlar, Mustafa Kemal Paşa'nın --amacı-- hiçbir zaman gözden
kaçırmadığını olduğu kadar, kişisel ve ortamsal liderliğinin keskin
özelliklerini de vurguluyor. Aslında Meclis'in oluşumuna baktığımız zaman,
Atatürk'ün bu davranışının nedenlerini de bütün açıklığıyla görüyoruz. Bu
Meclis, tutarlı ve eşcinsten düşünceleri temsil eden bir Meclis değildi. Bu
nitelik Atatürk döneminin --mütefekkir--lerinden Ahmet Ağaoğlu'nun sonradan
siyasete atılan oğlu Samet Ağaoğlu tarafından şöyle anlatılıyor:
--Bu Meclisi teşkil eden meb'usların ekserisi esaslı bir tahsilden mahrum,
görünüşü basit ve mütevazi, bir çocuk kadar saf insanlardı. Bu insanlardan
yine birçoğu fala, mucizeye, rüyaya inanıyordu. Bir kısmı temsil ettikleri
vilayetin bir polis komiseriyken seçilmişti. Bazısı ilk mektep muallimi, bir
kısmı henüz terhis edilmiş ihtiyat zabitleriydi. İçlerinde kabilelerinin ve
dağlarının başında mutlak bir şekilde hükümran olan aşiret ve yolları kesen
eski eşkiya reisleri vardı.-- (Ağaoğlu, 1945:39) .
Aslında bu görünümün ardında yatan --seçim-- süreci de bugünlerdeki
demokratik sistem içinde alıştığımız seçimden oldukça farklıydı. Bakın bu
seçim, Mustafa Kemal Paşa'nın kendi sunduğu --tamim--ine göre nasıl yapıldı:

imparator 10-02-2007 12:51

--Vilayetlere ve müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına, Merkezi
devletin dahi, Düveli İtilafiye tarafından resmen işgali, kuvvei teşriiye ve
adliye ve icraiyeden ibaret olan Kuvayi Milliye devleti muhtel etmiş ve bu
vaziyet karşısında ifayı vazifeye imkan göremediğini hükümete resmen tebliğ
ederek, Meclis-i Mebusan dağılmıştır. Şu halde, makarrı devletin masuniyetini,
milletin istiklalini ve devletin tahlisini temin edecek tedbiri teemmül ve
tatbik etmek üzere millet tarafından, selahiyeti fevkaladeyi haiz bir
Meclisin, Ankara'da içtimaa daveti ve dağılmış olan mebusandan Ankara'ya
gelebileceklerin dahi bu Meclise iştirak ettirilmesi zaruri görülmüştür.
Binaenaleyh, zirde dercedilen talimat mucibince, intihabatın icrası, hamiyet
ve reviyeti vatanperveranelerinden muntazırdır :
1- Ankara'da salahiyeti fevkaladeye malik bir meclis, umuru milleti tedvir
ve murakabe etmek üzere içtima edecektir.
2- Bu meclise aza olarak intihab olunacak zevat, mebusan hakkındaki
şeraiti kanuniyeye tabidir.
3- İntihabatta livalar esas ittihaz edilecektir.
4- Her livadan beş aza intihab olunacaktır.
5- Her liva, kazalarından celbedeceği müntehibi sanilerinden ve merkezi
liva müntehibi sanilerinden ve liva idare ve belediye meclisleriyle liva
Müdafaa-i Hukuk Heyeti İdarelerinin ve vilayetlerde merkezi vilayet heyeti
merkeziyelerinden ve vilayet idare meclisiyle merkezi vilayet belediye
meclisinden ve merkezi vilayet ile merkez kazası ve merkeze merbut kaza
müntehibi sanilerinden mürekkep bir meclis tarafından aynı günde ve aynı
celsede icra edilecektir.

imparator 10-02-2007 12:52

6- Bu meclis azalığına, her fırka, zümre ve cemiyet tarafından namzet
gösterilmesi caiz olduğu gibi, her ferdin de bu mücahedei mukaddeseye fiilen
iştiraki için müstakilen namzetliğini istediği mahalde ilana hakkı vardır.
7- İntihabata, her mahallin en büyük mülkiye memuru riyaset edecek ve
selameti intihaptan mesul olacaktır.
8- İntihap, reyi hafi ve ekseriyeti mutlaka ile icra ve tasnifi ara,
meclisin içlerinden intihap edeceği iki zat tarafından, fakat huzuru mecliste
ifa edilecektir.
9- İntihap neticesinde, bilumum azanın imza veya zat mühürlerini muhtevi
üç nüsha mazbata tanzim olunacak. Bir nüshası mahallinde alıkonularak diğer
iki nüshasının biri intihap olunan zata tevdi ve diğeri meclise irsal
olunacaktır.
10- Azaların alacakları tahsisat, bilahare Meclisce takarrür
ettirilecektir. Ancak azimet harcırahları intihap meclislerinin masarifi
zaruriye hesabiyle takdir edeceği miktar üzerinden, mahalleri hükümetlerince
temin olunacaktır.
11- İntihabat, nihayet onbeş gün zarfında ekseriyetle Ankara'da içtimaı
temin edebilmek üzere itmam olunarak azalar tahrik ve netice azanın
isimleriyle birlikte derhal işar edilecektir.
12- Telgrafın saati vusulü bildirilecektir.

imparator 10-02-2007 12:54

Haşiye: Kolordu kumandanlarına, vilayete, müstakil livalara tebliğ
olunmuştur.-- Mustafa Kemal bu tamimi, Heyet-i Temsiliye namına imzalamıştır
(Atatürk, tarihsiz:421-422).
Görüldüğü gibi, bir seçimden çok, güvenilir kişilerden oluşan yerel
liderlerin bir bir toplantıda atayacağı kişilerin belirlenmesini istiyor bu
tamim. Aslında, o günün koşulları altında başka olanak da yoktur. İIerde,
--örgüt-- bölümünde göreceğimiz gibi, bu tamim, gerçekten Atatürk'ün
--örgütçülüğü--nün tam bir kanıtıdır. Burada dikkate almamın nedeni, nasıl bir
meclisle çalışmak zorunda kaldığını ve böylece, bu dönemdeki otokratik
liderliğinin kaynaklarını belirlemektir.

İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi de birinciden pek farklı değildir. Her
ne kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın muhaliflerinden oluşan --İkinci Grup--
üyelerinin çoğu bu Meclis'te büyük ölçüde temizlenmişse de bakınız Falih
Rıfkı, İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni nasıl anlatıyor:
--1923 Ağustos'unda yan locaya çıkıp da salonda toplananlara bakanlar, yarı
Asyalı bir teokratik Devletten tam Avrupalı bir laik devlet çıkarmak için bir
sürü nizamlar koymağa hazırlanan devrimciler karşısında bulunduklarına
şüphesiz inanamazlardı. Bunlar, eski müesseseleri yıkmak ve yeni müesseseler
kurmak için açık programlı bir partiye söz vererek seçilmiş kimseler değildi.
Vatanseverce işler görmeye gelen, fakat 10 kişisi ikinci onuna uymayan,
yetişmece farklı, kafaca farklı, anlayışça, görüşçe, isteyişçe, çok defa
taban tabana denecek kadar farklı bir --kalabalık--tı.--
Falih Rıfkı bu yargıları verdikten sonra, bu --kalabalık-- içinde Mustafa
Kemal'in liderlik rolüne de çok isabetli bir biçimde işaret ediyor:

imparator 10-02-2007 12:54

--Mustafa Kemal'i liderlikten alınız. Yerine sağa doğru herhangi bir
Şahsiyet koyunuz. Bu --kalabalık-- arasında böyle bir liderin bilakis eski
müesseseleri ayakta tutmak ve kuvvetlendirmek için kolayca çoğunluk
bulacağına şüphe yoktu. Mustafa Kemal kendi çoğunluğunu, yavaş yavaş ve
yerine göre, ya sevilmesine ya sayılmasına ya korkulmasına, inanılmasına ve
arkasından gidilmekten başka çare olmayacağı kaderciliğine dayanarak
yaratacaktı. Bu çoğunluk yine de çok uzun yıllar suni ve eğreti olmaktan
çıkmayacaktı.-- (Atay, 1969:359-360) .
Atatürk'te Değişik Liderlik Rolleri
Aslında, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği yalnız zaman kesimlerine ve
sahip olduğu resmi sıfatlara göre değişiklik göstermekle de kalmaz. O, her
büyük taktisyen gibi, kimlerle birlikte olduğuna, çevrenin ve durumun
koşullarına göre tutum değiştirebilen, farklı karar mekanizmaları ve
biçimleri kullanabilen bir liderdir. Bazen saltanatın kaldırılmasının ortak
komisyondaki tartışması sırasında olduğu gibi kükrer ve --bazı kellelerin
düşeceğinden-- söz eder, bazen de, Ali Şükrü'nün karşısında olduğu gibi
(tuttuğu tarafı belli edip, hedefine ulaştıktan sonra) susar, yerine, oturur.
Liderlik tipleri açısından Atatürk'e yakından bakıldığı zaman, otokratik
liderlik ile demokratik liderlik mekanizmalarını değişik koşullarda
kullandığını görüyoruz. Onun hiçbir zaman başvurmadığı yöntem, --Bırakınız
yapsıncı-- liderlik tipidir. Zaten ciddi bir devrimcinin bu mekanizmaya
başvurması gerçekten düşünülemez.

imparator 10-02-2007 12:54

Büyük gruplarla çalıştığı zaman, görüntü olarak demokratik liderliğe önem
vermekle birlikte, yöntem olarak, bu görüntünün altında otokratik liderlik
modelini uyguladığı açıktır. Buna karşılık, inandığı ve güvendiği, yani
temelde --devrimcilik--lerine (devrimciliği kendi anladığı biçimde) inandığı ve
güvendiği arkadaşlarıyla birlikte iş yaparken, görüntüde olduğu kadar, esasta
da demokratik liderliğe kaydığı olmuştur . Özellikle büyük ikna gücünü
demokratik liderliğinin önemli bir aracı olarak kullanması, demokratik
usullerle alınan kararların bile onun çizgisine uygun olmasını sağlamıştır.
Zorunlu olmadıkça, yakın çevresinde demokratik liderliğin çok dışına çıkmak
istemediği, tarihsel bir gerçektir. Sanırım, Kılıç Ali'nin anlattığı şu olay
bunun tipik bir örneği olarak alınabilir:
--Dil ve güneş teorisi üzerinde çalıştıkları günlerdeydi. Dolmabahçe
Sarayı'nda bir gece özel dairelerindeki çalışma salonlarında Hikmet Bayur ile
başbaşa kalmışlardı. Bu dil ve güneş teorisi üzerinde Hükmet Bey'e birtakım
açıklamalar yapıyorlardı. Atatürk'ü Hikmet Bayur'la çalışmaya bırakarak,
bütün arkadaşlar; yanlarından ayrılmış, odalarımıza çekilmiş, yatmıştık.
Ertesi sabah uykudan kalktığımız vakit Atatürk'ün hala yatmadığını ve
Hikmet Bayur'la başbaşa akşamki gibi aynı durumda çalışmayı sürdürmekte
olduklarını öğrenince, arkadaşım Salih (Bozok) Bey'le beraber, derhal
yanlarına gittik. Yüzleri kıpkırmızı olmuş, hala Hikmet Bayur'u inandırmaya
çalışıyordu. Bir süre sonra çalışmaları bitti. Hikmet Bey de müsaadelerini
aldı, çekildi. Yalnız kaldığımız zaman, arkadaşım Salih Bozok: --Paşam, niçin
bu kadar yoruldunuz? Hikmet Bey yabancınız mı? Size bağlı bir arkadaşımız!
--Böyle olacaktır!-- demeniz yeterli değil mi? Sabahlara kadar onu inandırmak
için kendinizi niçin üzüyorsunuz?--

imparator 10-02-2007 12:55

--Ha... İşte bu çok yanlış bir düşünçe. Bilirsiniz ki, Hikmet Bayur
inatçıdır. Onu inandırmak lazımdır. O, bir kere inandı mı işi benimser!-- diye
karşılık vermişlerdi.-- (Arıburnu, 1976:67-68) .
Gerçekçi bir değerlendirme, Atatürk'ün liderlik mekanizmaları arasındaki
seçiminin iki ögeye bağlı olduğunu gösterir: Birinci öge, yakın hedefine ve
uzak amacına en uygun kararı aldıracak olan mekanizmanın seçimidir. İkinci
öge ise, kendisine karşı savaşını verdiği Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal
yapısına karşı meşru temellere dayalı bir güç oluşturabilecek ve bu meşruiyeti
yeni kuracağı yapının temeli yapabilecek mekanizmalardır. Birinci öge onu
esasta otokratik liderliğe, ikinci mekanizma ise, görünüşte demokratik
liderliğe itmiştir. Çünkü, çabuk ve kesin kararlar almak gerekliliğine karşı,
gerek Batı'nın gözünde, gerek kendi ideolojisi içinde, gerekse yeniden
biçimlendirmekte olduğu toplum içinde --kabul edilebilir--, yani --meşru-- bir
mekanizma oluşturmak zorundaydı. Onun için ta işin başından beri belli
ölçülerde temsil yetkisi olan --örgütler-- kurmuş ve onlarla çalışmıştı. Çünkü,
yalnız fiilen değil, kuramsal olarak da gücünü bu --örgütler--den alıyordu.
Büyük Millet Meclisi de bu örgütlerden biriydi (Bu konuda, --örgüt-- bölümünde
daha derinliğine çözümleme yapılmaya çalışılacaktır) .
Görev liderliği ile toplumsal-duygusal liderlik rolleri karşısındaki durumu
da, aynen karar mekanizmaları karşısındaki durumu gibidir: Zamana ve
koşullara göre bu işlevleri, bazen birini öne alarak, bazen ikisine de aynı
ağırlığı ve önemi vererek, kendi kişiliğinde bütünleştirmiştir.
Atatürk'ün Sofrasının İşlevi
Mustafa Kemal Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri, çevresiyle olan
insan ilişkilerini hep yumuşak, sıcak ve içten tutmuş olmasıdır. Harbiye
yıllarından beri, arkadaşlarıyla sürekli tartışmakta, onlarla birlikte gizli
örgütler kurmakta, eylemine sürekli ortak ve destek aramaktadır. Bütün bu
etkinlikleri sırasında yemek ve içki sofraları, bir eğlence ve rahatlama
değil, bir dertleşme ve planlama toplantıları niteliğindedir. Bu olguyu
Harbiye'den beri onunla temas etmiş olan arkadaşlarının sonradan yayımlanmış
olan anılarından kesinlikle anlıyoruz.

imparator 10-02-2007 12:55

İşte bu tür --sofra-- ilişkileri, onun toplumsal-duygusal liderlik işlevini
en belirgin bir biçimde yerine getirdiği ortamı simgeler.
Aslında Atatürk, hep bir --görev-- lideri olmuştur. Önce, İmparatorluğu ıslah
etmek, sonra düşmana karşı savaşmak, daha sonra işgalci düşmanı ülkeden
kovmak, Cumhuriyet'i ilan ederek, yeni bir devlet üretmek, en sonunda da yeni
bir toplum yaratmak hep onun belli bir sıra içinde ve gerçekçiliğine uygun
olarak yüklendiği --görev--lerdi. Bu açıdan bakıldığında, onun liderlik
işlevinin daha çok --görev liderliği-- modeline uygun olduğu sanılabilir. Fakat
bu izlenim doğru değildir. Çünkü, yaşamının her aşamasında gerek siyasal ve
toplumsal ittifakı açısından yaptığı --toplayıcılık-- işlevi, gerekse her
dönemde içinde bulunduğu farklı grupların moralini yüksek tutmaya çalışması,
--toplumsal-duygusal-- liderlik rolünü hiçbir zaman göz ardı etmediğinin
kanıtlarıdır.
Nesnel tarihsel verilere baktığımızda, Mustafa Kemal Atatürk'ün o zamanki
dağınık ve bütünleşmiş olmaktan uzak Osmanlı toplumsal ve siyasal yapısı
içinde her türlü dinsel ve etnik grubu, her türlü siyasal grubu, her sınıfı
--Ulusal Bağımsızlık-- temel düşüncesi ve savaşımı çevresinde
birleştirebildiğini görüyoruz.
Yüz Yüze Temas
Ayrıca, gerek kendi anılarından, gerekse yakınında bulunmuş kişilerin
anlattıklarından öğrendiğimize göre yakın çevresiyle --yüz yüze-- temasını her
zaman sürdürmüştür. Çağdaş sosyal-psikolojinin --küçük grup-- kuramında en
önemli öge olan --yüz yüze temas-- Mustafa Kemal Atatürk'ün sürekli bir biçimde
kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntem, hem iş başarmaya, yani --görev
liderliği--ne yönelik bir amaca, hem de kendi liderliğini, küçük grubu içinde
üretmeye ve pekiştirmeye, böylece de --toplumsal-duygusal-- liderliğe yönelik
bir hedefe hizmet ediyordu.
Toplumsal işlev açısından liderliğinin türüne baktığımızda da --görev--
liderliği ile --toplumsal-duygusal-- liderliğinin birlikte gittiğini görüyoruz.
Atatürk'ün görev liderliğini çok kabaca iki döneme ayırmak olanağı vardır:
Birinci dönem, 1919-1923 arasıdır. Bu dönemin görevi düşmanı kovmak, ülkeyi
bağımsızlığına kavuşturmak ve yeni devleti kurmaktır. İkinci dönem, 1923-1938
arasıdır. Bu dönemdeki görev de, yeni bir toplum yaratmaktır.

imparator 10-02-2007 12:55

Başarı Ögesi
Biri siyasal-askeri, öteki toplumsal-ideolojik olan bu iki dönemli görev
liderliğine baktığımızda, kişisel liderliğinin toparlayıcı ve birleştirici
işlevinin her iki dönemde de son derece geçerli olduğunu görüyoruz. Birinci
dönemde, Anafartalar Kahramanlığı'ndan aldığı güçle işe başlayarak, Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleri ve Meclisler aracılığıyla, Ulusal Bağımsızlık eyleminin
simgesi olmuştur. Bileğinin gücü, zekasının ve atılganlığının kararlılık ile
birleşmesi ve ileri görüşlülüğü, stratejik ve taktik alanda, onu eylemin
simgesi durumuna getirmiştir. Bir başka deyişle, birinci görev dönemindeki
--simge olarak lider-- niteliği, yani --toplumsal-duygusal-- liderlik işlevi, ne
karizmasına, ne geleneksel otoritesine, ne meşru ve yasal liderliğine
dayalıdır. Bu dönemdeki simgesel liderliği doğrudan doğruya --başarı-- ögesine
bağlıdır. Bir başka deyişle, --simgesel liderliği--ni belirleyen öge, Mustafa
Kemal Paşa'nın başarılarıdır. Başarısızlık durumunda, liderliğini de
yitirecek, eylemin simgesi olmaktan ve toplayıcı bir işlevi yerine
getirmekten yoksun kalacaktı. Bu açıdan, birinci dönem için --görev
liderliği--nin, --toplumsal-duygusal liderliği--ni beslediğini söylemek çok da
yanlış olmaz.
Oysa, ikinci dönem için artık durum değişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin
Reis-i Cumhur'u Mareşal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hem karizmasını; kendi
ürettiği karizmasını peşinden getirmektedir, hem de yeni devletin, yasal ve
meşru lideridir. Bu açıdan, artık, ismi, yalnızca, çıplak olarak ismi, bir
simge olmuştur. Bu aşamada, birinci aşamanın tersine, --toplumsal-duygusal
liderliği--, --görev liderliği--ni beslemektedir. Dedikleri, bir --keramet
sahibi--nin sözleri olarak değerlendirilmektedir. Başarı ölçütü, liderliğinin
bir mihenk taşı değildir artık. Çünkü, bu liderlik zaten --tarihsel başarı--
üzerine inşa edilmiştir.
Yalnız bu ayırım, okuyucuyu aldatmamalı: Değişik iki dönemde, ağırlıkları
biraz farklı olmakla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman her iki
liderlik işlevini de ihmal etmemiştir. Sürekli olarak, değişen durumların
değişen koşullarına göre, birinin işlevini (o sırada hangisi başat ise)
ötekisinin desteğine vermiştir.


Türkiye`de Saat: 15:37 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580