![]() |
ÖRGÜT Bağlantısız bir düzende ordan oraya Koştukça artıyordu yalnızlığım Bir dinothorium'un gözünden baktım Kendime-Ne çılgınlık!- yabancı ve uzak MELİH CEVDET ANDAY, --Kolları Bağlı Odyseus--dan. Örgüt; devrimci için, vazgeçilmez bir araçtır. Düşünceler, onunla yaygınlaştırılır. Eylem, onunla gerçekleştirilir. Gerek düşünce, gerekse eylem planında insanlar onunla kazanılır. Hatta lider, onunla lider olur. Düşünce etkinliği düzeyinde örgüt, --stratejik-- bir anlam ve önem kazanır. Eylem planında ise, örgütün önemi --taktik-- açıdan ortaya çıkar. Aslında gerek insan yapısı, gerekse bir devrimin uygulanışında --strateji ve taktik-- makro planda ne ölçüde birbirinden soyutlanamaz ve ayrılamazsa, mikro açıdan da ayrı düşünülmeleri o denli gereklidir. Bir başka deyişle, devrim de aynen insan ve toplum gibi karmaşık bir bütündür. Bu nedenle, --strateji ve taktik-- devrimin bütün öteki ögeleri gibi birbirinden ayrılamaz. Öte yandan her uygulama gibi devrim de bir süreçtir. Bütün süreçler gibi, ard arda belli bir mantıkla ve belli bir zamanlamayla sıralanmış olan eylemlerden oluşur. Süreci oluşturan bu eylemler açısından insan ögesi de, strateji ve taktik olarak uygulama ögeleri de tek tek, birbirine karşılıklı bağımlı olmakla birlikte, zamanlama ve uygulama mantığı içinde ayrı ayrı düşünülmek zorundadır. İnsan vardır, düşünce üretir, kaba kuvvetten nefret eder. İnsan vardır, kaba kuvvetten başka bir şey bilmez. Eylem vardır, parlamenter taktiklerin en ince hesaplarına dayanır. Eylem vardır, kaba kuvvete dayalıdır. Kimi zaman, yaşamın karmaşıklığı içinde, bu ayrı ayrı ele alınan ögeler birleşirler de. Ama yine de, mantık ve eylem düzeyinde soyut biçimde ele alınmaları, ince zamanlamaya dayalı çözümlemelere konu olmaları bakımından zorunludur. |
Strateji ve Taktik Örneğin, ünlü yazar Malaparte, kesinlikle strateji ve taktik ayırımı yapar: --Bu belki tehlikeli bir görüştür ama, yalnız ihtilal konusunda stratejinin önemini mübalağa edenler tarafından keyfi sayılacaktır. Asıl önemli olan, ihtilal taktiği, hükümet darbesi tekniğidir. Komünist ihtilalinde Lenin'in stratejisi, ihtilal taktiğinin uygulanması için elzem bir hazırlık teşkil etmez. Kendi başına devletin ele geçirilmesi sonucuna götürülemez. İtalya'da 1919 ve 1920 yılları zarfında Lenin stratejisi tam olarak uygulanmıştı ve İtalya bu devirde gerçekten Avrupa'nın komünist ihtilali için en olgun ülkesiydi. Hükümet darbesi için her şey hazırdı. Fakat İtalyan komünistleri, ülkenin ihtilale elverişli durumunun, proleter kitlelerindeki ayaklanma ateşinin, genel grev salgınının, ekonomik ve politik hayatın felce uğramış olmasının, fabrikaların işçiler ve toprakların köylüler tarafından işgal edilmiş bulunmasının, ordunun ve polis teşkilatının düzensizliğinin, kırtasiyeciliğin, adliyenin gevşekliğinin, burjuvazinin gösterdiği tevekkülün ve hükümetin içinde bulunduğu çaresizliğin, iktidarı işçilerin eline geçirmeye yeteceğini sanıyorlardı. Parlamento solcu partilerin elindeydi. Faaliyeti, sendika teşekküllerinin ihtilalci faaliyetini destekliyordu. Eksik olan iktidarı ele geçirme iradesi değil, ihtilal taktiği bilgisiydi. İhtilal strateji içinde yıpranıyordu. Bu strateji nihai saldırının hazırlanmasıydı; fakat hiç kimse saldırının nasıl başlayacağını, nasıl yürütüleceğini bilmiyordu. Neticede monarşi (o devirde sosyalist monarşi adı verilmişti) ihtilalci saldırı için ciddi bir engel olarak görüldü. Parlamentodaki solcu çoğunluk parlamento dışında ve hatta parlamentoya karşı bir iktidar gasbı tehlikesi yaratan sendika faaliyetinden endişe duyuyordu. Sendika teşekkülleri, proleter ihtilalini küçük burjuvazi lehine bir kabine değişikliği haline getirmek eğilimini gösteren parlamenter faaliyetten çekinmekteydi. Hükümet darbesini nasıl düzenlemeli? 1919 ve 1920 yılları zarfında mesele buydu; ve yalnız İtalya'da değil, hemen hemen bütün Batı Avrupa ülkelerinde, komünistler diyordu Troçki, Ekim 1917 dersinden faydalanmasını bilmiyorlar ki, bu, bir ihtilal stratejisi dersi değil, bir ayaklanma taktiği dersidir.-- (Malaparte, 1966:29-30). |
Hem Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa'nın Kurtuluş Savaşı'nı örgütlediği yıllarda İtalya'da neler olup bittiğini anlatması, hem de 1970'li yıllarda Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarla 1920 İtalya'sının karşılaştırılmasına ve İtalya'nın bugün vardığı sonuçla, Türkiye'nin nereye varacağının bir açıdan irdelenmesine olanak sağlaması bakımından çok ilginç satırlar bunlar. Öyle sanıyorum ki, arada bir faşist kazaya uğramasına karşın, İtalya'nın bugün hala çözümlerini demokrasi içinde oluşturmaya çalışması -ki betimlenen durumdan altmış yıl geçmiştir- Türkiye açısından önemli dersleri içermektedir. Üstelik, tarihsel birikimin doğal evrimi sonunda 1920'lerde bu noktaya gelen İtalya'ya karşılık, Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk'ün elinde önemli tarihsel sıçramalar da yapmıştır. Konumuz, Türkiye ile İtalya'nın karşılaştırılması olmayıp, örgüt ögesinin strateji ve taktik içindeki yerinin saptanmasıdır. Bu nedenle bu çok verimli ve aydınlatıcı olabilecek tartışmayı burada kesiyorum. Malaparte, bütün modelini, strateji ile taktiğin ayırımı üzerine kurmuştur. Bu nedenle de Rusya'daki komünist devrimin uygulamasını Lenin ile Troçki arasındaki görev ve işlev farklılığı açısından inceler. Malaparte'a göre, --Lenin ihtilalin stratejisti, ideoloğu, kışkırtıcısı, --gökten inmiş tanrısı--dır, fakat bolşevik hükümet darbesi tekniğinin yaratıcısı, Troçki'dir.-- (1966:27). Bir Strateji ve Taktik Ustası Olarak Mustafa Kemal Şimdi bu açıdan, Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemini ve örgüt ögesini nasıl kullandığına bakarsak, ortaya çok ilginç bir görünüm çıkmaktadır: Mustafa Kemal Atatürk, kendi devriminin hem --strateji-- yani stratejiyi saptayan ve uygulayan lideri, hem de --taktisyen--i, yani devlet aygıtına el koyma --harekat--ını planlayan ve uygulayan kişisidir. Bu anlamda onun Türk Devrimi içindeki yerini ve rolünü, Rus Devrimi içinde Lenin ve Troçki tarafından ayrı ayrı paylaşılan işlev ve rollerin bütünü ve toplamı olarak tanımlayabiliriz. |
Mustafa Kemal'in örgütleri kullanması da, bu ikili rolüne ve işlevine uygun olmuştur. Her ne kadar, taktik sorunlar ön planda ise de, açıkça göreceğimiz gibi, Atatürk, birlikte çalıştığı örgütleri, genel stratejisi içinde de başarıyla kullanmıştır. Aslında, strateji ve taktik, Malaparte'ın yaptığı gibi, kolaylıkla birbirinden ayrılabilecek ögeler değildir. Özellikle bir devrim süreci içinde hangi olayın taktik, hangi olayın strateji gereği olduğu çok kolay saptanamaz. Bu yüzden, yapılan çözümlemelerin sağlığı açısından kullanılan terimlerin iyi belirlenmeleri gerekmektedir. Duverger, konuya ilginç bir biçimde yaklaşıyor : --Bütün karmaşık savaşlarda olduğu gibi, politika savaşında da her bir taraf az-çok önceden tasarlayıp tertiplediği bir plana göre hareket eder. Bunda da yalnız kendi hücumlarını değil, hasmın karşılıklarını ve bunların nasıl önleneceklerini de öngörür. Bu savaş planı bir strateji teşkil eder: Bunu meydana getiren (hasmın üzerindeki hareket ve faaliyetlerle onun tepkilerine karşılıklar gibi) çeşitli unsurlar, taktiklerdir.-- (Duverger, 1971:167). Aynı konuda, Atatürk'ün bir soruya yanıt olarak söylediği şu sözlerle Duverger'nin tanımı arasındaki benzerlik çok şaşırtıcıdır: --Ben bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. O işe neler mani olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.-- (Banoğlu, 1954:43). |
Bu açıdan Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşamına baktığımızda, örgüt açısından beş dönem görürüz: Birinci dönem --Vatan ve Hürriyet--, ikinci dönem --İttihat ve Terakki-- dönemidir. Üçüncü dönem --Müdafaa-i Hukuk-- dönemidir. Dördüncü dönem --Türkiye Büyük Millet Meclisi-- dönemi, beşinci dönem ise --Cumhuriyet Halk Partisi (Halk Fırkası) -- dönemidir. ::::::::::::::::::: I-) BİRİNCİ DÖNEM: --VATAN VE HÜRRİYET-- Atatürk'ün ilk dönem örgütçülüğü tam bir arayışı simgeler: İmparatorluk batmakta, kendisinin de içinde bulunduğu bir gruba, asker bürokratlara, bu batışı durdurma görevi düşmektedir. Bu görev nasıl yerine getirilecektir? Hem lider niteliklerinden, hem de Harbiye'de ve Erkanıharbiye'de gördüğü eğitimden dolayı yapılacak ilk işin bir örgüt kurmak olduğunu bilmektedir Mustafa Kemal. Bu örgütün amaçlarını ise, Suriye'de attığı temeli, Makedonya'da geliştirmek için yakın arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda şöyle özetlediğini, üzerine yemin edilen tabancanın sahibi Hüsrev Sami Kızıldoğan aşağıdaki satırlarla anlatıyor: |
--Arkadaşlar! Bu gece sizleri burada toplamaktan amacım şudur: Memleketin yaşadığı korkunç anları size söylemeye gerek görmüyorum. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Bu mutsuz memlekete karşı önemli görevlerimiz vardır. Onu kurtarmak tek amacımızdır. Makedonya'yı ve bütün Rumeli yöresini vatan topluluğundan ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancının söz geçirme egemenliği kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah, zevk ve saltanatına düşkün, her aşağılığa katlanabilecek iğrenç bir kişidir. Millet, kıyıcılık ve zorbalık altında yok oluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çökme vardır. Her ilerlemenin ve kuruluşun anası hürriyettir. Tarih bugün biz evlatlarına bazı büyük görevler yüklüyor. Ben Suriye'de bir dernek kurdum. Zorbalıkla savaşmaya başladık. Buraya da bu derneğin temelini atmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve örgütü genişletmek zorunludur. Sizden fedakarlık bekliyorum. Ezici bir zorbalığa karşı ancak ihtilal ile karşılık vermek ve köhneleşmiş olan çürük yönetimi yıkmak, milleti egemen kılmak, özet olarak vatanı kurtarmak için sizi göreve davet ediyorum.-- (Arıburnu, 1976:287) . Hüsrev Sami Kızıldoğan tarafından ve olaydan yıllar sonra aktarılan bu sözlerin tam bir kesinlikten çok, ancak konuşmanın havasını ve genel anlamını yansıttığı kuşkusuzdur. Bu sözlere baktığımızda --hürriyet için devrimci-- örgüt kurulduğu ve bunun düşmanla birlikte, Padişah'a karşı savaşacağı anlaşılmaktadır. Böylece, Mustafa Kemal daha kendini savaş alanlarında bile kanıtlamadan, profesyonel devrimciliğe başlamış oluyor. Bu arada, okulda, çıkardıkları gazete ve bunun için bir yönetim kurulu oluşturmuş oldukları da hatırlanırsa, devrimciliğin birinci koşulunun --örgüt-- kurmak olduğu konusundaki inancı ortaya çıkar. |
İlk Devrimci Örgütün Kuruluşu Örgütün kuruluşu da çok ilginçtir. Kendi yazdırdığına göre öykü şöyle gelişir: --Bir gece Mustafa Kemal, Müfit ve Lütfi, Tüccar Mustafa'nın evine gidiyorlar. Şam'ın çıkmaz karanlık bir sokağında, bir evin kapısını çalıyorlar. Tüccar Mustafa, elinde bir lamba ile kapıyı açıyor, --Buyurunuz-- diyor. Şam'da dünya karanlıktır; bu ev de karanlıktır. O gece yalnız Doktor veya Tüccar Mustafa'nın elindeki lamba ışık vermektedir. Toplantı, Doktor veya Tüccar Mustafa'nın evinin bir odasında oluyor. --İhtilal yapmalı, inkılap yapmalı.-- Bunu söyleyen Doktor veya Tüccar Mustafa'dır; devam ediyor: --Ben Tıbbiye'nin son sınıfındayken bu emeli takip ettiğim için, evvela Mehterhane'de yattım, sonra sürüldüm. Çok kıymetli arkadaşlarımız vardır, inkılabı yapmalıyız.-- Müfit ayağa kalkarak bağırıyor: --Behemehal yapmalıyız!-- Bu kadar ciddiyet ve kat'iyet karşısında Lütfi Bey: --Ben,-- diyor, --çoluk çocuk sahibiyim, size tabi olurum, fakat benden bir şey beklemeyiniz.-- O dakikaya kadar, arkadaşlarını sadece dinleyen Mustafa Kemal: --O halde-- diyor, --siz buradan derhal gidiniz; bizim bundan sonra konuşacağımız şeyleri sizin dinlemeniz caiz değildir.-- (Afetinan, 1968:51). Böylece --örgüt!-- kuruluyor ve adı da konuvor: Vatan ve Hürriyet. Aslında, Mustafa Kemal'den başka iki dostu ve bir yabancı ile kurulan ve dostlardan birinin de daha işin başında toplantıyı bırakıp gittiği bu üç kişilik örgüt ne denli etkin ve önemlidir, ciddi bir biçimde düşünülmek gerekir. Fakat önemli olan, sonunda başarıya ulaşmış bir devrimcinin attığı ilk adımlardır. Nitekim, bu öyküyü, devrimci eyleminin çekirdeği olarak, bizzat Mustafa Kemal yazdırmıştır. Hiç kuşkusuz, başarılı bir devrimci olmasaydı, bu olay, tarihteki binlerce sonuçsuz devrim girişimi gibi, üç kişinin rüya aleminde yitip gidecekti. |
İşin ilginç yanı, Mustafa Kemal'in işi o zamandan da çok ciddiye almış olmasıdır. Sonradan Afetinan'a bunları yazdırırken, --Vatan ve Hürriyet-- terimlerini de açıklamak gereğini duymuş ve şunları söylemiştir: --Ancak hür fikirlere sahip olan insanlar vatanlarına faydalı olabilirler ve onlardır ki vatanlarını kurtarıp muhafaza etme kudretine malik olurlar.-- (Afetinan, 1968:51 ) . Kurucular az da olsa, Mustafa Kemal açısından önemli olanın işe başlamak ve bunu kendi liderliğinde gerçekleştirmek olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Şam'daki çok cılız ve pek de cesaret verici olmayan başlangıçtan sonra, Mustafa Kemal, örgütü genişletme ve geliştirme çabalarına başlar. Örneğin, gizlice Selanik'e geçer ve oradaki arkadaşlarıyla ilişki kurarak (gizli örgütün bir şubesini orada oluşturmaya çalışır. Yukarıda anlattığım konuşmayı yaptığı toplantıda kurar da. Mustafa Kemal'in bu --gizli devrimci örgüt-- işini çok ciddiye aldığını gösteren bir başka olay, Selanik'e gelmek için kaçak ve gizli bir biçimde yola çıkmış olması, Selanik'te kalabilmek için gerekli izni ise, çok zor alabilmesine karşın, --örgüt--ü uğruna bütün bunlara katlanmasıdır. |
Devrimde Örgütün Önemi Selanik'te yapılan toplantıda da çok kalabalık yoktur . Ev sahibi Hakkı Baha, eski sınıf arkadaşı hatip Ömer Naci, Mustafa Necip ve Hüsrev Sami Kızıldoğan. Bu kişiler belki küçük, fakat nitelikli bir çekirdek oluşturmaktadırlar. Örneğin, Ömer Naci, o büyük hitabet gücü ile kalkar ve Mustafa Kemal'e güzel bir yanıt verir. İşte Mustafa Kemal'in --örgüt-- anlayışı ve devrim stratejisi içinde --örgüt--e verdiği önem, Ömer Naci'nin konuşması üzerine yeniden söz aldığı zaman iyice belirlenir: --... Gerçi bundan evvel birçok girişimler yapılmıştır. Fakat onlar başarılı olamadılar. Çünkü, örgütsüz işe başladılar. Kuracağımız örgüt ile bir gün kesin olarak ve ne olursa olsun başaracağız. Vatanı, milleti kurtaracağız! -- (Arıburnu, 1976:288) . İşin ilginç yanı, bir süre sonra, --gizli örgüt--ün kurucularından olan, hatta kurucular arasında en ateşli görünen Tüccar ya da Doktor Mustafa da örgütten ayrılmak istiyor. --Ben bu işe devam edemeyeceğim. Namusum üzerine söz veririm ki, sırrınızı kimseye söylemem-- diyor. Mustafa Kemal'in buna yanıtı oldukça ilginçtir: --Söz para etmez. Bir kağıda senin de bu partinin kurucularından olduğunu yaz, imzala, bize ver, seni serbest bırakalım.-- (Gençosman,Banoğlu, 1971:150) . Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal için, iş başka, dostluk başkadır. Hele hele, --devrim için gizli örgüt-- konusu başlı başına ciddi bir konudur. Bu yüzden, örgütü bırakıp gidenlere güvenilmez. Ancak sağlam güvencelerle ayrılmaya izin verilir. |
--Vatan ve Hürriyet-- serüveni, örgütün öneminden ve tarih içinde oynadığı rolden çok, Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimciliğine ve örgütçülüğüne ışık tutması bakımından ilginçtir. Yoksa bu örgüt, örneğin Hüsrev Sami Kızıldoğan'ın öne sürdüğü gibi, Ahmet Rıza'nın Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti'ne gerçek bir rakip olmamıştır (Mustafa Kemal'in --Vatan ve Hürriyet--i Selanik'te birlikte genişlettiği ve tabancası üzerine yemin edilen, Hüsrev Sami Kızıldoğan. Belleten'de çıkan ve Afetinan'ın aynı konulu bir yazısına ek olarak yolladığı anılarda. 1907 yılında, Talat'ın (Paşa) kendilerini Paris'e Ahmet Rıza ile ilişki kurmak için yolladığını anlatıyor ve Talat için --örgüt arkadaşlarından-- diyerek, sanki bu temasın --Vatan ve Hürriyet-- adına yapılmasını istediği izlenimini veriyor. Oysa, o sırada sözü edilen örgüt İsmail Canpolat, Midhat Şükrü, Talat, Ömer Naci gibi kişiler tarafından 1906'da Selanik'te kurulmuş olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti olmalı. Nitekim bu Cemiyet, sonra, Ahmet Rıza'nın cemiyeti ile de birleşerek, İttihat ve Terakki adını alıyor.). Aslında, Osmanlı İmparatorluğu içinde devrimci örgütler ve özgürlükçü savaşım, Mustafa Kemal'den çok önce başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, hiç kuşkusuz, bu oluşumların varlığını bilmektedir. Fakat, lider kişiliği ve o güne dek sonuç alınmamış olması, onun da kendi örgütünü kurmasına yol açar. Bu girişimde, Harbiye'de ve Erkanıharbiye'de aldığı eğitimin ve bu okulların geleneklerinin etkilerini de kolaylıkla görebiliriz. |
Türkiye`de Saat: 15:51 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2