![]() |
Bu genel açıklamalardan sonra Mustafa Kemal Paşa, Meclis'e, bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu belirtir. Yeni açılan Meclis'e yetki ve sorumluluklarını bildiren bir konuşma niteliği taşıyan söylevinin bu kısmında Mustafa Kemal Paşa, çeşitli duraksamaları ortadan kaldırmak için belli ilkeleri açıklamaktadır: 1) Hükümetin kurulması bir zorunluluktur. 2) Geçici olarak bir hükümet başkanı ya da bir Padişah kaymakamı belirlemek, kabul edilemez. 3) Mecliste odaklaşan Ulusal İradenin vatanın yazgısına egemen olduğunu kabul etmek esas ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur. 4) Türkiye Büyük Millet Meclisi hem yasama, hem de yürütme yetkilerine sahiptir. Atatürk, Nutuk'ta, daha sonra gizli bir oturumda, kendisinin başkan seçilmesinin sakıncalarını belirterek, dikkatleri çektiğini söylüyor. Bugün artık gizli oturumların tutanakları elimizdedir. Atatürk'ün Nutuk'ta söz ettiği gizli oturum, 24 Nisan 1920 tarihinde yapılan ikinci birleşimin dördüncü oturumudur. Bu oturumdaki konuşması, genellikle olduğu gibi, bir mantık ve taktik olayıdır. Turanizm ve İslamizme, yabancılar korktukları için sahip çıkmadığını anlatarak işe başlıyor Paşa. Böylece, hem Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın siyasal açıdan da başarıyla ulaştırılması için gerekli koşulları düşündüğünü belirtiyor, hem de (kendi deyimiyle) hudud-u milli'ye içerden karşı çıkılması olasılıklarına karşı önlem almış oluyor. |
Burada ilginç bir yaklaşımı var Mustafa Kemal'in: Bir Ehl-i Salip Muharebesi'ni önlemek için İslamizm yapmadıklarını belirtmekle birlikte, --Bittabi, selamet ve necat için yegane memba, kuvay-i alem-i İslamiyet olmuştur.-- diyor. Daha sonra, bütün sınırlardaki durumları çözümleyerek, bir anlamda ulusal sınırların gerekçesini anlatıyor. Bu çerçevede, Araplarla olan ilişkilerimizi uzun uzun irdeledikten sonra, Ermeniler ve Ruslarla olan gelişmelere de dikkati çekiyor. Özellikle bolşevikler hakkında söylediği şu sözler çok ilginç yaklaşımları belirtmektedir: --İşte bu itibarla alelıtlak bizimle Bolşeviklik arasındaki münasebat şayan-ı tetkik ve teemmül olur. Bir zamanlar oldu ki Bolşevikler nokta-i nazarlarını daha umumileştirdiler. Hiçbir kimsenin, hiçbir milletin adat, ahlak-ı hususiyetlerine ve milliyet esaslarına muarız değiliz. Yanlız istibdada karşı, emperyalistlere karşı düşmanız. Biz, Avrapalıların Bolşevizmden korktuklarını ve bizim Bolşeviklerle tevhid-i efkar ve hareket edeceğimizden daima kuşkulanmakta olduklarını nazar-ı dikkate alıyor ve daima düşünüyorduk ki, böyle bir şeye mecbur olmaksızın amali milliyemiz dahilinde muayyen bir hudutta bizim şeraiti hayatiyemiz, şeraiti istiklalimiz temin olunursa...-- (T.B.M.M. 1:4) . |
Bu satırlardan açıkça anlaşılan, gerek Ulusal Bağımsızlığa olan düşkünlük, gerekse bunu Batı dünyası içinde gerçekleştirmek arzusudur. Bu noktada Atatürk'ün Batı'ya karşı yürüttüğü, fakat Batı içinde gerçekleştirmek istediği Bağımsızlık Savaşı'nın bütün diyalektik ögelerini görmek olanaklıdır. Paşa, daha sonra İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerle olan ilişkiler üzerinde de durur. Padişah hükümetlerinin, onlarla olan işbirliğini sergiler. Yunanlıların da ancak büyük devletlerin desteğiyle varlıklarını sürdürdüğünü belirtir. Bu arada başta Anzavur olmak üzere, ihanetler üzerinde de durur. Padişah'ın durumuna da değinen Mustafa Kemal, Vahdettin'le doğrudan temas yanlılarına şöyle sesleniyor: --Farzedelim ki, resmi ve hususi her türlü temas mümkündür. Ne anlamak istiyoruz bu temastan? Millet, istiklalini, tamamiyet-i mülkiyesini makam-ı hilafet ve saltanatın müstakil ve masun olmasını vicdani bir emel telakki etmiştir. Bunun için burada çalışıyoruz ve çalışacağız. Halife-i Müsliminin bundan başka bir şey düşünmesine imkan tasavvur ediyor musunuz? Ben şahsen hiçbir şey düşünmem. Zat-i Şahanenin ağzından aksini işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik altında olduğuna hükmederim.-- (Borak, 1977:31). |
Vahdettin'i saf dışı bırakmak için çok güzel bir fırsatı da, Fevzi Paşa'nın (Mareşal Fevzi Çakmak) Anadolu eylemine katılmak istemesi üzerine yakalıyor ve bunu, hemen konuşmasında değerlendiriyor: Önce Padişah'ın kendilerine karşı ilan ettiği fetvayı --düzmece-- (sania) diye niteliyor, daha sonra şu örneği veriyor: --Bu kabineden evvel Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri namus ve haysiyet ve şerefi itibariyle kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın taht-ı tasdikında olduğu üzere şüphe ve tereddüt edilmeyecek evsaf-ı güzideye maliktir. Bir emrinde: --İngilizlere hürmet edeceksiniz, İngilizlerin emrini dinleyeceksiniz. Böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız. Bu tarz-ı hareketi hamiyet-i vataniyenizden rica ederim.-- diyor. Ve bazı zayıf muhakemeli insanlar: --İhtimal ki vaziyet başka türlüdür; bu kadar muhterem bir arkadaş böyle desin.-- Biz, böyle bir teenniye lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. --Kaçırdığı yaveri Salih Bey buraya geldi ve: --Aman-- dedi, --Harbiye Nazırı süngü altındadır. Zorla imla ve imza ettiriyorlar. Evamire ehemmiyet verilmemesi lüzumunu bildirmek için beni gönderdi.-- |
Ve bugün o zat-ı şerif tahlis-i giriban ediyor, Geyve'de bulunuyor. Bir saat evvel kendisiyle görüştüm.-- (TBMM, 1:9; Borak, 1977:32), Görüldüğü gibi, Fevzi Paşa, Mustafa Kemal'in açısından --tam zamanında-- Anadolu'ya geçmektedir. Tam Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır ve Meclis'in Padişah karşısındaki tutumu tartışılırken, İstanbul'da kalanların baskı altında olduğunu belirten canlı bir kanıt olarak; Padişah'ın etkisini yok edici bir görev yapmıştır Fevzi Paşa. Atatürk'ün kendisine olan saygısını buna bağlamak gerekir. Fevzi Paşa'nın önceleri yalnız Anadolu eylemine değil, Mustafa Kemal Paşa'nın kişiliğine de önemli itirazları vardı (Karabekir, 1960:391-392) . Bu nedenle Fevzi Paşa'nın Anadolu'ya katılmasının önemi çok büyüktür. Pek doğal olarak, İstanbul hükümetinin ve Halife-Sultan'ın bu durumu, Mustafa Kemal Paşa tarafından, Padişah ile doğrudan temas isteyenlere karşı da bir koz olarak kullanılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, bütün bu açıklamaların sonunda, kendisinin başkanlığı konusuna geliyor. Önce arkadaşlarının hepsinin (kullandığı terim --tekmil arkadaşlarım--dır) kendisinin başkanlığından yana olduğunu söylüyor. Daha sonra, ulusun iradesinin en önemli gerçek olduğunu ve bunun Meclisce temsil edildiğini belirtiyor. Sonra da konuşmasını şöyle sürdürüyor: |
--Daima bu vahdetleri, bu mevcudiyetleri şu veya bu şahsın üzerinde temerküz ettirmek, hatta İngilizlerin yeni günlerde, yani İstanbul'u işgal sırasında İngilizlerin hükümete verdikleri notada benim ismim zikredilmiştir. --Bu adamı reddediniz--, --Bu adamı tel'in ediniz-- denilmiştir. Bu adam red ve tel'in olunursa, mevcudiyet-i milliye esasen yoktur. İkincisi, dahil-i memlekette bütün millete karşı menfi propagandalarda bulunuluyormuş. Esası yoktur. Bu, hakikat olmamakla beraber düşmanların elinde bir silahtır. Binaenaleyh, bu mahzuru nazarı dikkat-i alinize arzediyorum. Millete yapılan menfi propagandalardan yine mesele şahsi olarak gösterilmektedir. Bu da bittabi fevkalade tesirat yapar. Bu itibarla maksadımızın istihsali için düşmanlarımıza silah verecek her türlü hususattan tevakkü etmeniz iktiza eder. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeye mecburuz: O da, memleketin halasıdır. Burada mevzubahis olacak şahıs meselesi, hatır meselesi değildir. (Alkışlar.) Binaenaleyh, bütün hakayıka vuzuhla vakıf olarak isabetli kararlarınızı vermenizi maruzat-ı selifemde işaret ettiğim gibi, memleketin menafii namına temenni ederim. |
Millete istiklal temin edileceği güne kadar bir fert olarak bütün mevcudiyetimle çalışmaya mukaddesatım namına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle kesb-i şeref eylerim (Alkışlar).-- (TBMM, 1:9-10; Borak, 1977:34) . Görüldüğü gibi, Paşa, bu etkileyici ve kapsamlı konuşmasında, aynı paragrafta, yabancıların isteğine uyularak kendisi reddedilirse ulusal varlığın da reddedilmiş olacağını söyledikten sonra; son derece belirsiz bir menfi propaganda kavramından söz etmekte ve bunu --seçilmesinin sakıncası-- olarak dikkate sunmaktadır. Bu konuşma aslında kendisinin Nutuk'ta ifade ettiği gibi Meclis'i --seçilmesinin sakıncaları hakkında uyarmaktan-- çok, seçilmesinin gerekçelerini ve seçilmemesinin sakıncalarını belirtmeye yönelikti. Nitekim, hemen konuşmasından sonra söz alan Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi (ünlü hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver), --Reisin intihabı ruznamemize dahil olan mevat arasındadır. Fakat, Paşa Hazretlerinin verdiği izahattan anlaşılıyor ki, yavaş yavaş büyüyen tehlikeye karşı emir verecek, zatı veya zevatı aramızdan terhis etmek ve ona selahiyet vermektir.-- diyerek, Meclis'in bu konuşmadan nasıl etkilendiğini açıkça belirtiyor (TBMM, 1:10). Başkan seçtikten sonra, Meclis'in yaptığı ilk işlerden biri, 29 Nisan tarihinde --Hıyanet-i Vataniye-- yasasını kabul etmek oldu. Böylece, yasama hakkı ile birlikte yargı hakkının da kullanılması için İstiklal Mahkemelerinin temeli atılıyordu (Aybars, 1975:46). Mustafa Kemal, Meclis'i göstermelik olarak değil, iş görmek için kurmuştu. |
Meclis İradesine Karşı Mustafa Kemal'in İradesi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni topladıktan sonra, onu, günün değişen ve her yöne çekilebilecek akımlarına karşı sürüklenmeye bırakmak niyetinde değildi. Tam tersine, Türkiye Büyük Millet Meclisi, onun için, kendi deyimiyle, --inkılapların birlikte gerçekleştirileceği-- bir araçtı. Yalnız eylem birliği açısından değil, aynı zamanda otoritesinin de hukuksal kaynağını oluşturan bir araç. Bu yüzden, belli durumlar ortaya çıktığı ve Meclis'in iradesi kendi iradesine ters düştüğü zaman, hiç duraksamadan, doğru bildiği biçimde kendi eylemini sürdürmüş ve Meclis'i de kendisini izlemek zorunda bırakmıştı. Bu konudaki en doğru yargılardan birini yine Falih Rıfkı dile getirmiştir: --Söyler, inandırır, zora getirir, susturur, fakat Meclissiz yapamaz.-- (Atay, 1969:289). Açılıştan hemen sonra, Kavaklı Fevzi Paşa'nın (Fevzi Çakmak) , İstanbul'dan gelmesi ve Meclis'te Padişah'ın aciz durumunu anlatarak, Mustafa Kemal'i destekleyici bir konuşma yapması, Atatürk'e çok yardımcı olmuştur (Gençosman, 1980:119-125) . Meclis'le Mustafa Kemal arasındaki ilk önemli çatışma, 4 Eylül 1920 tarihinde çıkar. Bu tarihte, Tokat Milletvekili Nazım Bey, 89'a karşı 98 oy ile İçişleri Bakanlığına seçilir (Bilindiği gibi, o dönemde, Bakanlar doğrudan doğruya ve tek tek Meclis tarafından seçilmektedir) . |
Seçim sonrasını Atatürk şöyle anlatmakta: --Nazım Bey, dakika fevtetmeksizin büyük istical ile Vekalet makamına gidip ifayı vazifeye başladı. Badehu, Heyeti İcraiye Reisi de bulunmam hasebiyle beni ziyarete geldi. Ben, Nazım Bey'i kabul etmedim. Meclisi Alinin, mazharı itimat ve intihabı olan bir vekili kabul etmemekle, ihtiyar ettiğim muamelenin mahiyet ve nezaketini elbette takdir ediyordum. Fakat, memleketin büyük menfaati, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu. Bittabi, hareketimin sebebini izah ve ispat edeceğimden ve izalı edeceğim noktanın Meclis-i Alice de mühim görüleceğinden emindim.-- (Atatürk, tarihsiz:500). Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, tıpkı Falih Rıfkı'nın dediği gibi davranmaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün kararları, ince taktik hesaplarıyla birlikte gerçekleştirilmiştir. Örneğin, dağınık Kuvayi Milliye'den örgütlü ordu sistemine gitme düşüncesini bile, Ali Fuat Paşa'yı Moskova Elçiliğine yollayarak gerçekleştirmeye başlamıştı (Atatürk, tarihsiz:504) . |
Mustafa Kemal Paşa'nın Çerkez Etem karşısındaki tutumu da aynı biçimdedir. Son ana dek, öğüt heyetleri göndermiş, karşılıklı konuşmalarda bulunmuş, sonunda, Tevfik ve Etem kardeşleri kendi kendilerinin hatalarıyla köşeye sıkıştırarak, sorunu çözmüştür. Örneğin, Birinci İnönü Savaşı'nda, Çerkez Etem, Yunanlılara katılıp, ihaneti kesinleştikten sonra, Mustafa Kemal'in söylediği, --Ben zaten biliyordum. İş çoktan bu vaziyetteydi. Fakat işleri vakitsiz nasıl bozabilirdim.-- sözü, onun bu zamanlamasının kesin kanıtlarından biridir (Nadi, 1955:10). Bir anlamda Çerkez Etem'e başka seçenek bırakmamış olması, dikkatle uygulanmış bir taktiğin zaman içindeki sonucu değil midir? Mustafa Kemal bir yandan Meclis içi taktiklerle uğraşırken, öte yandan dış ilişkiler de özel bir dikkat istiyordu, Padişah hükümetinin varlığını sürdürmesi, örneğin Londra Konferansı'nda sorunlar çıkarmıştı. Atatürk, içişlerde gösterdiği dikkati ve beceriyi, dış ilişkilerde de koruyordu. Esas olarak Sevr Andlaşması'nın küçük değişikliklerle kabul ettirilmesi amacına dönük bu konferansta İstanbul hükümetini temsil eden heyet, asıl söz sahibinin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına gelenler olduğunu bildirince, dış ülkeler açısından Mustafa Kemal eyleminin önemi ve yasallığı büyük ölçüde artmıştı. Buna karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey'in, Meclis'in onayı dışında yabancı ülkelerle ikili anlaşmalar yapmaya kalkması Atatürk tarafından uygun karşılanmamıştı (Özellikle Sovyetler'in bu durumdan çok rahatsız oldukları anlaşılıyor. Çiçerin ile o zamanki Moskova Büyükelçimiz Ali Fuat Paşa arasında ilginç yazışmalar olmuş (Yerasimos, 1979;301, 311-313). (Afetinan, 1977:82). Nitekim bu durumu, sonradan Atatürk, gerekçelerini de uzun uzun anlatarak, Nutuk'ta, açıkça kınamıştır (Atatürk, tarihsiz:537-593) . Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tam bağımsızlığa gölge düşürecek hiçbir anlaşmaya tahammülü yoktu. Mustafa Kemal, bütün bu noktaları büyük bir duyarlılıkla izliyordu. |
Türkiye`de Saat: 06:40 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2