|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
08-02-2007, 11:55 | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Medya ve iktidar veya siyaset ilişkisi kimi zamanlar ülkeler için sıkıntılı zamanlara neden olmuştur. Bazı sıkıntılar yaşanmasına rağmen medya ve iktidar genelde birbirini tamamlayıcı, birbiriyle uyumlu bir şekilde hareket etmişlerdir. Medya iktidarlar yaratabildiği gibi iktidarları da yıkabilmektedir. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. “Yine aynı şekilde, medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkilemeyebilecek bir güce sahiptir. Bu konuda önemli araştırmalara imza atmış bir araştırmacı olan Rivers (1982), Amerikan medyasını “ikinci hükümet” (second government) olarak nitelendirir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükümet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur. Rivers’ın da vurguladığı (1982, 213) gibi, hükümet politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynar. Ülkemizde 1980’li ve !990’lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal olaylar hatırlandığında bu konu çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.” Böyle güçlü bir aracı yönetime gelen iktidar sahipleri de elbette kontrol etmek isteyeceklerdir. Bu anlaşabildikleri oranda uyum içinde olacaktır. Fakat işler tersine dönünce iktidar sahipleri kimi yasalarla medyayı baskı altına alıp ve bunu çeşitli sebeplerle meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. Mesela; ”Türk aile yapısına, genel ahlaka, kamu düzenine aykırı ve zararlı içeriklerini gündeme getiriyorlar. Burada önemli olan nokta, bütün bu iddiaların, siyasal otoriteler tarafından yasaklamacı bir anlayışı meşrulaştırmak üzere kullanılması.” (İNAL, Ayşe(2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) Ekonomik nedenler, ulusal güvenlik, dış ilişkiler vs. gibi nedenlerde bunların içinde sayılabilir. Ve bunun inkar edilecek bir yanı yoktur.”Sözgelimi, siyasal iktidarların medya üzerinde doğrudan baskı kurarak etkilemeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.”( NALÇAOĞLU, Halil.(2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) “1990’ların başına damgasını vuran körfez savaşı’nda Amerikan federal hükümetinin ve Pentagon’un habercileri nasıl bir kısıtlama içine soktuklarını hatırlıyoruz.” ”( NALÇAOĞLU, Halil. (2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) | ||
|
08-02-2007, 11:56 | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yakarıda verilenler gösteriyor ki medya ve iktidar hep bir ilişki içinde bu ilişkiyi biraz daha açacak olursak şunları söyleye biliriz. Medya ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerin iki ana başlık altında ele alınabileceğini ortaya koymaktadır; 1. Ekonomik İlişkiler, 2. İdeolojik İlişkiler. Medya elitleri ile siyasi elitler arasındaki ilişki, karşılıklılık esasına dayanır. Grant (1995: 84-88) medya ile onun siyasi ve toplumsal çevresi arasındaki ilişkileri etkin bir şekilde ortaya koyar. Medya ile siyaset arasında kurulu olan bu “al gülüm, ver gülüm” ilişkisi, özellikle iktidardaki siyasi elitler ile medya arasındaki ilişkilerde daha bir kolaylıkla gözlemlenebilir. En basit olarak medya, bir siyasi partiye o partinin basın-yayın organı gibi hizmet edebilir. O partinin sesini kamuoyuna duyurarak, sıklıkla destek verdikleri siyasi grubun belirli konulardaki temel görüş ve fikirlerine, partinin ideolojisi ve politikalarına uygun doğrultuda yayınlar yaparak, o parti lehine kamuoyu yaratmak yolunda önemli hizmetler yerine getirebilirler. Yine aynı tür hedefler doğrultusunda medya, destekledikleri partinin rakibi siyasi partiye ya da partilere saldırarak, onların aleyhinde yayın yapıp karşıtı fikirleri destekleyerek de yine yandaşı oldukları partinin kamuoyundaki popülaritesini ve oy potansiyelini arttırma amacına yönelik hizmetler yerine getirebilir. | ||
08-02-2007, 11:57 | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir siyasi parti, medyanın da desteği ile iktidara geldiğinde, bedel ödeme sırası, o siyasi partiye gelecektir. Elde ettiği iktidar nimetlerinin hiç değilse bir kısmını, seçim döneminde kendileri için yapılmış olan paha biçilmez hizmetlerin karşılığı olarak, destekçileri ile paylaşmak, olağan bir görev olacaktır onlar için: Yeri geldiğinde çok cazip koşullarda kredi kanalları açılacak, kimi zaman destekçiler aleyhine sonuçlar doğurabilecek yasal düzenlemelerin parlamentodan geçmesini engellemek için canla başla çalışılacak, bazen de sadık dostlar lehine gelişmeler doğurabilecek yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi için elden gelen esirgenmeyecektir. Ya da, yine vefa borcunun bir gereği olarak, kamu sektörüne ait kuruluşların reklam ve tanıtım bütçelerinden ayrılacak cömert paylarla yapılan hizmetlerin karşılıkları fazlasıyla ödenecektir. Marksist yaklaşımdan hareket eden düşünürler medyayı, toplumların iktidar yapısının ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Onlara göre medya, toplumlardaki dominant kurumların perspektiflerini şekillendirici bir etkiye sahiptir. Yeri geldiğinde bunlara yeni bir görünüm verip, onları yeniden şekillendirir. | ||
08-02-2007, 11:57 | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kuşkusuz medya, toplumdaki etkin güçlerden yalnızca bir tanesidir. Bu toplumsal güçler birbirleriyle yakın etkileşim ve ilişki içindedir. Nasıl ki medya, hem toplum hem de öteki toplumsal güçler üzerinde bir etkileme gücüne sahipse, böylesi toplumsal güçler de medya üzerinde belli bir etkileme gücüne sahiptir. Özellikle “iktidar elitleri” olarak da tanımlayabileceğimiz politik gücü ellerinde bulunduran siyasi elitler, en azından potansiyel olarak, medya üzerinde büyük bir baskı oluşturabilme ve medyayı kontrol altında tutabilme gücüne sahiptirler. İktidarın, medya üzerindeki bu etkileme gücünü, zaman zaman farklı şekillerde kullandıklarına sıkça tanık olunur. Hatta, yasama gücünü elinde bulunduran bu siyasi elitler, “gizlilik” ya da “ulusal güvenlikle ilgili” gibi gerekçeleri de kullanarak, isterlerse medyanın haber alma ve bilgi toplama özgürlüklerine sınırlamalar da getirebilirler. İktidar elitlerinin medya, özellikle de televizyon kuruluşları üzerinde uyguladıkları bu türden baskılara az yada çok, gelişmiş ya da gelişmekte olan her toplumda rastlamak mümkün. Etzioni’nin de vurguladığı gibi (1993: 183-4), hükümetler tarafından, televizyon programlarına kimi zaman kısmi sansür uygulandığına, bazen de kimi programların yayından kaldırıldığına yada yayının tamamen yasaklandığına, İngiltere’den Amerika’ya bütün gelişmiş toplumlarda rastlanır. Aynı değerlendirmeler, hiç kuşku yok ki ülkemiz için de geçerlidir. Yayınları kısmen yasaklama veya programları tamamen yayından kaldırma türünden uygulamalara ülkemizde de, özellikle de 1980’li ve 1990’lı yıllarda sıklıkla tanık olunmuştur. | ||
08-02-2007, 11:57 | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İngiliz hükümetinin, İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA) liderlerinin yalnızca fikirlerinin değil görüntülerinin bile yayınlanmasına çok katı yasaklar koymuş olduğu herkesçe bilinir. Yine İngiltere’de, 1988 yılında Thatcher hükümeti döneminde, yirmiyi aşkın kişi, “Kamu Sırları Kanununu” (Official Secrets Act of 1911) ihlal suçunu işledikleri gerekçesiyle kovuşturma geçirmiştir. 1990 yılı başlarında da bu yasada yeniden bir düzenleme yapma yoluna gidilerek yeni bir “Kamu Sırları Kanunu” hazırlanmıştır. Etzioni’nin de vurguladığı gibi (1993: 184), yine İngiliz hükümetleri BBC’nin etkin yönetim birimlerine ve yönetim kurulu üyeliklerine, kendi hükümet politikalarına ve siyaset anlayışlarına sempatisi olan bireyleri atayarak, medyayı kontrolleri altında tutma yöntemini sıklıkla kullanmışlardır. Burada BBC’nin, John Rex’in de belirttiği gibi (Stanworth & Giddens, 1974: 218), çalışanlarının çoğunlukla Oxford, Cambridge gibi tanınmış elit üniversitelerinden yetişmiş kişiler olduğu, bir medya kuruluşu olarak kalitesinin yalnızca İngiltere’de değil, bütün dünyada kabul gördüğü gerçeği de unutulmamalıdır. Görülüyor ki, siyasi elitler yeri geldiğinde dünyanın en saygın medya kuruluşlarına bile müdahale edebilmekte, onların neyi-nasıl yayınlayacaklarına ya da yayınlamayacaklarına karar verebilmektedir. | ||
08-02-2007, 11:58 | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buradan da anlaşıldığı gibi egemen güçler bir şekilde medyaya müdahalede bulunup oluşabilecek kötü sonuçlara önceden önlem alma istediği duyuyorlar ve bu da bizim karşımıza sansür olarak çıkıyor. Bütün bu yakarıda verdiklerimizden sonra devletle karşılıklı işbirliği içinde olup daha sonra bir anılaşmazlık içine düşen medya patronları veya medya kuruluşları dışında bu türden bir ilişki içinde olmayıp sadece görevi olan halkı bilinçlendirme ve halkın haber alma özgürlüğünü kullanabilmesini amaç edinen medya kurumları da bu tür baskıara maruz kalmaktadırlar ve bu kuruluşların daha kötü sonuçlarla karşılaşması da muhtemel sonuçlardandır. Ama bir şekilde devlet kendi gücünü sürdürebilmek için her dönem bu tür engellemelere başvurmuştur. Son dönemde ülkemiz de hükümet ve medya arasıda ki gerilim sansür söylemlerinin gündeme gelmesine neden olmuştur. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz: “Demokrasiyi henüz özümleyememiş ülkelerin başında gelen Türkiye'de işler kötü gitmeye başlayınca, siyasal iktidarların ilk yaptığı iş medyaya saldırmaktır. Demokrasi kültüründen nasibini almamış (alamamış) siyasetçiler iktidara gelince, muhalefette iken baş tacı ettikleri medya ile zıtlaşmaya başlarlar. Çünkü her iktidar kaçınılmaz olarak küçük ya da büyük hatalar yapar. Medyanın görevi daha doğrusu varlık nedeni ise olup bitenleri ve tabii bu arada yapılan hataları kamuoyuna aktarmaktır: Olayları ve olguları kamuoyuna aktarmayan medya yaşayamaz. Tabii iktidara gelen parti hata yapmaya başlayınca, bu durum medya aracılığıyla kamuoyuna da yansır. Tam bu noktada, politikacıların demokrasi kültürsüzlüğü devreye girer ve iktidar, uygulamasındaki olumsuzlukları kamuoyuna yansıtan medyayı suçlamaya başlar. İşte medyanın suçlanmaya başlandığı bu nokta, iktidardaki partinin düşüşe geçtiği anı belirler.”( KONGAR, Emre (2004). “İktidar Medyaya Saldırmaya Başlayınca”, İst.) | ||
08-02-2007, 11:58 | #17 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buradan da anlaşılacağı gibi ülkemizde iktidarın işleri kötü gitmeye başlayınca ve medya da bu kötü gidişi kamuoyuna duyurmaya başladığı zaman iktidar’ın ilk aklına gelen çeşitli sebepler öne sürerek sansür mekanizmasını devreye sokmaya çalışmaktadırlar. İktidarla medya arasıdaki ilişkiyi vermeye çalıştıktan sonra “sansürü” daha ayrıntılı ele almaya çalışalım. SANSÜR Buradan hareketle konumuza yani medya ve iktidar ilişkisinden hareketle sansür konusunu açıklamaya çalışacağız ve bunun halkın haber alma özgürlüğüne etkisini ortaya koymaya çalışacağız.Genel olarak ele almaya çalıştığımız medya – iktidar – sansür ilişkisini ele almadan önce Türkiye’de ki sansürün tarihini kısaca vermek faydalı olacaktır. Sansürün Kanlı Tarihi Avrupa’da Gutenberg’in geliştirdiği baskı makinesi kullanılmaya başladıktan kısa süre sonra aynı teknik Yahudiler tarafından Osmanlı ülkesine de getirildi(1493-1504). Arap harfleriyle kitap basmaları ve kışkırtıcı yayın yapmamaları şartıyla, gayrı müslim azınlıklara basımevi açma izni verildi. Müslümanların basım işleriyle uğraşması üzerindeki devlet yasağı yaklaşık yirmi yıl sonra kaldırıldı(1727). Devlet çeşitli sebeplerle kitap, gazete ve dergi basımını geciktirdi. | ||
08-02-2007, 11:58 | #18 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Başlangıçta basım işlerinin yasa ve yönetmeliklerle düzenlenmesi yeterli görülüyordu. Ancak özel basımevlerinin çoğalması ve gazeteciliğin gelişmesiyle mirlikte, basın-yayın etkinliklerini denetim altında tutmak için baskı ve sansür yöntemleri uygulanmaya başladı. Bu amaçla çıkan yasalar gazetecinin tutuklanmasından sürgün edilmesine, gazetelerin toplatılmasından yayının yasaklanmasına kadar değişen ağırlıkta maddeleri içeriyordu. Aynı tutumun özü değişmeden günümüze kadar sürdüğünü söylemekte abartı yoktur. Cumhuriyet döneminin demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındığı çeşitli evrelerinde de basın özgürlüğü hemen hemen bütünüyle ortadan kaldırıldı. Öldürülen ilk gazeteci ,II. Meşrutiyet döneminde iktidarda ki İttihat ve Terakki Partisi’ne en sert muhalefeti sürdüren Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi’dir. Onu, Sadayı Millet gazetesi başyazarı Ahmet Samim’in öldürülmesi izledi ve günümüze kadar pek çok gazeteci siyasi nedenlerle öldürüldü. Gazeteci cinayetleri genellikle ülkede siyasi iktidara muhalefetin arttığı, istikrarsızlık belirtilerinin çoğaldığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Öldürülen gazetecilerin çoğunluğu iktidarla sert tartışmalar girmiştir. Bu cinayetlerde çoğunlukla muhalif gazetecilerin öldürülmesi, faillerin yakalanamaması, kamuoyunda ve basın çevresinde devlete karşı güvensizlik ve kuşkuların doğmasına yol açar. Bu değerlendirme tarih ve dünya genelinde doğrudur. Ne var ki yıllardan beri , Türkiye’de olduğu kadar hemen bütün dünya ülkelerinde de gazeteciler , siyasi iktidarlar marifetiyle değil,terör örgütlerince düzenlene suikastlar sonucu can vermektedir. Zira gazetecinin savunmayı meslek edindiği ilkeler, iktidarlar kadar hatta daha çok, sağcı-solcu,ileri- gerici terör örgütlerini rahatsız ediyor; gazetecileri hedef alan cinayetler de , onların sansür uygulamasıdır. Dönemlere ayırarak bakacak olursak şöyle bir tablo çıkar önümüze; | ||
08-02-2007, 11:59 | #19 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1864-1908 Batıda ki özgürlük ve eşitlik hareketlerinden etkilenen yenilikçi fikir gazetelerine susturmak amacıyla Sadrazam Ali Paşa’nın hazırladığı Ali Kararnamesi,(5 Mart 1867), basın özgürlüğünü ortadan kaldırmıştı. 1923-1939 Cumhuriyet hükümeti yeni rejimi kurmak ülkede birlik ve bütünlüğü sağlamak gibi gerekçelerle basına ağır kısıtlamalar getirmiş,güdümlü bir basın yaratmıştı. Dönemin ünlü gazetecileri Hüseyin Cahit , Velit Ebüzziya, Ahmet Cevdet ve Lütfi Fikri, hilafet konusundaki yayınları nedeniyle İstanbul istiklal Mahkemesi’nce yargılandılar 1923. Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra kabul edilen Takriri Sükun kanunu basın üzerindeki kısıtlamaları arttırdı. İktidarı desteklemeyen gazete ve dergiler kapatıldı yazırları yargılandı. 1939-1945 II. Dünya savaşı boyunca İstanbul’da devam eden sıkı yönetim sebebiyle basın özgürlüğü kısıtlı kaldı. | ||
08-02-2007, 11:59 | #20 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1950-1960 DP (14 Mayıs 1950), basın üzerindeki denetimi azaltan basın kanunu kabul etmişti, ama kısa süre sonra iktidarla basını ilişkileri gene bozuldu. Pek çok gazeteci ve yayın organı hakkında davalar açıldı, hapsedilenler oldu ; kağıt tahsisi ve resmi ilanlar yoluyla , bası denetim altında tutulmaya çalışıldı. 1970-1980 12 Mart döneminde çok sayıda dergi ve gazete kapatılır. 1980’den günümüze 1979 da ilan edile sıkı yönetimin pek çok yayının basım ve dağıtımını yasaklamasının ardından 12 Eylül askeri müdahalesi basın özgürlüğüne ağır bir darbe vurdu, darbenin ilk günü Demokrat , Aydınlık ve Hergün gibi köktenci solcu ve sağcı gazeteler kapatıldı. .(Thema Laruusse(1993-1994). Syf. 442. Milliyet Gazetecilik Aş. İst.) Görülüyor ki Türkiye çok sık sansür ve devlet müdahalesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu da insanların bilgilenme ve devletin yaptığı çalışmalardan “iyi veya kötü” haber almasına engel olmuş ve bu demokrasi adına Türkiye’de büyük yaralar açmıştır. Şimdi devletlerin neden sansüre ihtiyacı olduğuna deyinmeye çalışalım. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/b%E6sin-yayin/22070-medya-nedir/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
medya nedir | This thread | Refback | 23-10-2007 21:27 | |
medya kavrami nedir | This thread | Refback | 17-10-2007 18:26 | |
medya nedir | This thread | Refback | 06-10-2007 11:06 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |