Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > Gündem Dışı

Gündem Dışı Genel internet Geyik vs muhabbetleri.

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 13-06-2006, 14:21   #61
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Hülasa, Çanakkale Savaşları'na katılan Mehmetçiklerin taarruzdan önce abdest alıp temiz çamaşır giymeleri ve birbirleri ile helalleşmeleri ve süngüsüyle menkıbeler yazmalarının altında hep bu duygu vardır. "Allah'ına kavuşmak" Mustafa Kemal: "Ellerinde Kur'an-ı Kerim, Cennet gitmeye hazırlanıyorlardı" Hep aynı duygu: Kanlan ile Rablerine Kavuşabilmek...

KALBİ ÜZERİNE KOYDUĞU ELİNDE NE SAKLIYORDU?

18 Haziran günü 7. Tümen cephesinden 83 rakımlı tepe üzerindeki savaşlar yedi saat sürdü. Taarruz dört defa tekrarlandı ve sonuncu taarruzla tepe sahibini buldu. İki tarafın kaybı da ağır olmuştu. Yaralıların feryatları yürek parçalıyordu. Toprağın üzeri kırmızılaşmış ve yassılaşmıştı.
Görevliler ise "Bu topraklar uğrunda toprağa girmeye" hazırlananlara son hizmetlerini yapıyorlardı. Ay da onları selamlıyordu, ölümü gülerek karşılamışlardı. Erlerden biri, şehidin yanına çöktü, yüzünü barut yakmış, şarapnel misketleri delik deşik etmişti.
"- Bir piyade eri" dedi. Künye levhası, göğsüyle birlikte uçmuş, sağ elini kalbi üzerine sıkmış, öyle duruyordu. Elini gevşettiler. Avucunun içindeki tüfeğinin mekanizması idi.
Demek ki kahramanın en son saklamak istediği tüfeğinin mekanizmasıydı. Onu kalbinin üstünde tutarak, cennete gitmek istiyordu ve Huzura onunla varmak arzusundaydı. Böylece o isimsiz kahraman da Çanakkale Şehitleri kervanına katılmıştı. En son düşmana saldırdığı ve namusum dediği tüfeğinin bir parçası ile... Mehmet Çavuş da öyle yapmıştı.

EMİR SUBAYI TEĞMEN İSMAİL

126. Piyade Alayının 2. Tabur Emir Subayı Selânikli İsmail, yiğit bir subaydı. "Nerede bir taarruz veya baskın, İsmail orada bulunurdu. Tam bir savaşçıydı. Eski savaşlardaki serdengeçtiler gibi. Babasını da bilmiyordu. Anasından onun 93 Harbinde şehit olduğunu öğrenmişti.
l Mayısta gece taarruzu yapan Tabur onu önünde gördü. 17 Mayıs taarruzunda da İsmail'in büyük kahramanlıkları olmuştu. 10 Temmuz Zığındere Savaşlarında askerin önünde bir bayrak gibi dalgalanan gene İsmail idi.
Ama İsmail, 15 Ağustosta bir kurşunla allara boyandı. Yarası ağırdı. Sanki aradığını bulmuş gibi yüzü melekvari olmuştu. Sedyeye koymuşlardı. O etrafına gülücük dağıtıyor ve arkadaşlara selam götüreyim mi der gibi bir hali vardı. "Bir yudum su" diye fısıldadı, şahadet kelimesini getiriken. Ali Çavuş'un matarasındaki ılık su dudaklarına sanki abı zemzem gelmişti.
Güney Cephesi şehitler zincirine Teğmen İsmail de katılmıştı. Yiğit İsmail şunu unutma: "Bıraktığın emanete, düşman ayağı bastırmayız." "Rabbim yüzümü kara çıkarma...''

ALAYIN II. BÖLÜK ERLERİNDEN İSMAİL ONBAŞI

10 Ağustosta 8. Tümenin Conkbayırı'ndaki süngü hücumunda yüzlerce, binlerce kahramanlık arasında Bedel İsmail'in menkıbesi dillere destan olmuştu. O, 24. Alayın 11. Bölüğünde onbaşıydı. Uşak'ın Kamer Mahallesinden Ömer oğlu İsmail.
10 Ağustos 1915'te, o unutulmayacak zafer gününde, dünyanın en büyük ordularının dize geldiği o günde 8. Tümen düşmana saldırırken, İsmail de mangasıyla katıldı. Bu saldırışta erleri onunla, o da erleriyle yarışıyordu. Hain
bir kurşun İsmail'i buldu ve bacağını yaraladı. Aldırmadı. Şöylece bir sarıp, yarasından habersizmiş gibi savaşa koyuldu. Kanı kesilmemişti. Bunun için yere yuvarlandı. Dişini sıktıysa da kalkamadı.
Arkadaşları nihayet haber vermek zorunda kaldılar. Komutanı onu geriye gönderdi. Yolda fikrini değiştirdi. Ayağını, yine kendisi sardı. Doktorun da yapacağı bu değil miydi? Rastladığı birkaç eri de önüne kattı. Tekrar bölüğüne gelip savaşa katıldı. Ancak akşam savaş duraklayınca, onu geriye gönderdiler. Bu kez sedyedeydi. Ne var ki sedyenin üzerinde doğrularak, arkadaşlarına ilerisini gösteriyordu. "Düşman bu tepelerde bir daha görülmemeli". Hakkınızı helal ediniz. Helal olsun, İsmail.

NASUH ONBAŞI

Seddülbahir bölgesinde, 2. Kirte Savaşlarından sonraydı. Kerevizdere'de 12. Tümen Cephesinde savaşıyorlardı. 20-25 m. ötede çıkıntı bir yerde Fransızların bir siperi çok zararlı oluyordu. Bu bakımdan burasını tahrip etmek lâzımdı. Bu işe de 7. Bölükten Nasuh Onbaşı seçildi.
Eskişehir'in Ilıca Köyünden Ömer oğlu Nasuh, mangasından 3 arkadaş daha ayırdı. Kendi köyünden Abdurrahman, Kalecik Dalbasan Köyünden İbrahim oğlu Hüseyin, İnegöl Metrah Köyü Mehmet oğlu Mustafa. Nasuh, gündüzden keşfini de tamamladı. Bölük arkadaşları ile helalleştiler. Bölük komutanı, kahramanların arkalarını sıvazladı. "Allah, yardımcınız olsun" dedi. Arkadaşları ise gözyaşlarını tutamayarak "Nasuh, inşallah başarır ve bize geri dönersiniz" diyorlardı. "Şüpheniz olmasın".
Nasuh, "haydi arkadaşlar" deyip siperden süzüldü. Yıllar gibi uzun gelen çeyrek saat geçti. Arka arkaya üç patlama oldu. Bunu yüzlerce ve binlerce makineli tüfek mermileri takip etti. işte bu ateş arasından çıkıp gelen Nasuh Onbaşı, haberini verdi. Düşmanın ateş yuvası havaya uçurulmuştu. Ama Nasuh yalnız gelmişti. Kimsenin de dili varmıyordu, arkadaşlarını sorsun. Neticede Nasuh; "Arkadaşlar düşman siperlerinde kaldı" diyebildi. Nasuh'un yüzünde başarısının sevinci görülemiyordu. O, arkadaşlarını kaybetmiş olmanın acısına dayanamadı. Birden Abdurrahman'm annesinin arkalarından akıttığı yaşlı gözleri ile karşı karşıya geldi. "Düşmandan intikamlarını almalıyım" dedi. Dört gün sonra da giriştiği taarruzda arkadaşlarına kavuşmuş ve cenneti âlâya uçup gitmişti.
Bu yüce bir duygudur. Tarifi yapılmaz. İzah ve felsefesi için sözler yetmez. Onu yaşayanlar bilir. O zevki onlar tadabilir.
Koca Nasuh ruhun şad olsun ve ebedî hatıranın önünde minnet ve şükranla eğiliriz. Siz bu aziz milletin kalbindesiniz. Sizler orada ölmeseydiniz, kanlatınız akmasaydı ve kemikleriniz Çanakkale'de kalmasaydı; bugün biz olur muyduk? Bunu bize unutturmaya çalışsalar da başarılı olamazlar, olamadılar ve olamayacaklar. "Çanakkale Geçilmez, Geçemezler, Geçemeyecekler..."

ŞUMNULU YÜZBAŞI EMİN EFENDİ

Düşman, Arıburnu bölgesindeki Süngüsırtı'na süngü hücumuna hazırlanmıştı. Bunu 28 Haziranda yaptı ve 17. Alay Cephemize rastlamıştı.
Taarruz için iyi hazırlanılmış ve her şeyin keşfini yapmışlardı, hem karadan hem de havadan. Savaşacakları Türk tarafı, yedekleri vs. Her şeyi öğrenmişlerdi yalnız bir şeyi öğrenememişlerdi. O da Süngüsırtının, doğuştan iman cevheri ile yazılmış göğüslere emanet edildiğini...
Süngüsırtındaki insanlar, tek süngüydüler. Herbiri içinden and içmişti. Düşman buradan ileri geçemez.
28 Haziran günü, sayısız silah desteğinde taarruz başladı. Düşman 8. Bölüğün yan ve gerisine ateşten bir duvar oturtmuştu. Artık o taraftan bir yardım gelemezdi. Taaruz dalgaları kırılıyor ve siperlerin içinde savaş vahşice devam ediyordu. Bu arada Tabur Komutanı sordu: "Emin Bey kuvvet ister misiniz?" Buna karşılık vermek ve "Evet" demek arkadaşlarının ölümü demekti. Çünkü gelinecek yol, düşman ateş çemberinin içindeydi. Oradan yürümek intihar olurdu. Arkadaşlarını göz göre göre kırdıramazdı. Yüzbaşı Emin:
"- Hayır. İstemem" Tabur Komutanı yine sordu: "Savunabilecek misin?" Tek ve kesin cevap: "Evet Efendim". Neticede taarruzu durdurdu. Düşman 8. Bölük kahramanlarını aşamamıştı. Oğlander'in tabiri ile "28 Haziranda 8. Bölük tam bir destan yazmış"tı. Arkadaşları arasında da dillere destan olmuşlardı.
Koca Kahramanlar. Bu millet sizi unutmaz.
KELİME-İ ŞAHADET GETİRİRKEN
"Oluk gibi akan kanın sıcaklığını bacaklarımda hissediyordum. Biraz koştuktan sonra yere düştüm. Nefesim kesilmişti. Boğulur gibi oluyordum. Ölüyorum sanmıştım. Kelime-i Şahadet getirirken kendimi kaybetmişim.
Birkaç dakika sonra kendime geldiğim zaman İbrahim'le diğer iki kahramanı başımda bekler buldum.
İbrahim can evinden vurulmuş bir arslan heybeliyle beni sırtladı ve iki kahramanla birlikte yaralı ve ölüler arasından geçirerek kıtalarımızın bulunduğu bir sipere götürdü. O tarihte cephe lâyıkıyla teessüs etmemiş bulunduğundan çoğu yerlerde siperler diz boyunu geçmiyordu. Devam eden kan kaybını durdurmak için İbrahim, çantamdan çıkardığı sargı bezi ile kopmuş gibi sallanan kolumu bir yandan sararken bir yandan da mahfuz bir yer arıyordu. Fazla kan kaybı kulaklarıma bir uğultu, gözlerime bir sis perdesi getirmişti. Yakınımda bir ses "onu geri götürün" diye bağırıyordu. Bu tabur kumandamın İsmail Hakkı Bey'di, Bu emir üzerine İbrahim'le diğer iki er evvelâ yaya, sonra at sırtında Soğanlıdere'deki ilk sıhhî yardım merkezine, sonra da araba ile Kilitbahir'deki çadırlı hastaneye getirildiğim vakit tahammülüm son haddini bulmuş, kendimi kaybetmiştim.
İki direkli büyük bir çadırdaki karyola üzerinde gözümü açtığım vakit ağrımın dinmiş olmasından ameliyat geçirdiğimi anladım, sol kolum yerinde yoktu. Vatan uğrunda seve seve feda ettiğim kolumdan ziyade karşımda duran İbrahim'e acımıştım. Benden ziyade o teselliye muhtaçtı. "İntikamını alacağım komutanım" diyor başka bir şey söylemiyordu.
Üç gün sonra vapurla İstanbul'a getirilip Zeynep Kâmil hastanesine yatırıldım. Kanımla elbisesi muşambalaşmış olan İbrahim temizlenmiş, ben de ıstıraptan biraz kurtulmuştum. Hastaneye yatırıldığımın ikinci günü idi. İbrahim'i karşımda buldum, " ben gideceğim komutanım, bana müsaade ederseniz" diyordu. "Nereye?" İbrahim, dedim. "Çanakkale'ye sizin intikamınızı almaya gideceğim" cevabını verdi ve;
"- Komutanım, siz hastaneye yerleştikten sonra artık kalamam. Cephedeki arkadaşlarıma "İbrahim komutam bahane etti, harpten kaçtı, dedirtmem. Gitmeliyim, mutlaka!..."
"- Öyle ise Allah yardımcın olsun İbrahim" dedim.
Elimi hürmetle öptü ve gitti. Bir müddet sonra haber aldım, İbrahim arslanlar gibi dövüşerek şehit olmuş.
İbrahim-Nasuh-İsmail Ali yada Veli, belki okur-yazar bile değillerdi. Ama o duyguları üniversite okusanız kazanamazsınız. O ilâhî bir vergidir. Kimde olur, nasıl kazanılır bilemem. Mustafa Kemal'in ifadesiyle bilinen şu: "Çanakkale'yi kazandıran işte o ruhtur".

TEĞMEN ALİ KÂZIM

Anafartalar Bölgesi'nin kuzey ucunda, Kireçtepe'ye ilerleyen düşman karşısında, Gelibolu Jandarma Taburu büyük bir kahramanlık gösterdi. Tabur erimiş, komutanı da şehit olmuştu. Düşman, ancak taburun ölüleri üzerinden geçebildi. Arslantepe'ye sonra Kanhtepe'ye vardı. Bölgedeki 3 tabur karşı taarruzla Arslantepe'yi geceleyin aldıysa da düşman savaşa 12 tabur sokarak yine yüklendi ve Kanhtepe'ye kadar ilerledi.
Grup Komutanı Mustafa Kemal öğleye doğru 127. Alayın 1. Taburunu yetiştirdi. "Kanlıtepe ile Arslantepe geri alınacak". Bombalar dağıtıldı, saflar dizildi. "Allah, Allah!" sesleriyle asker, kanlıtepe'ye çıktı. Tabur bu tepedeki düşmanı ezdi. Kalanını da önüne katarak Arslantepe'ye yöneldi.
Bölükler birer ok gibi gidiyordu. Teğmen Ali Kâzım, düşman cesetlerini çiğneyerek ilerleyen bölüğün başında, Arslantepe'nin önüne gelmişti. Ama şimdi, sıkı duran bir düşman ateşiyle, çakılıp kalmıştı. Erlerinden vurulanlar oluyordu. Burada kalmak, ölmek demekti. Geriye de dönemezlerdi. Teğmen çareyi, hep birden düşmana atılmakta buldu. Durup ölmektense, tepeye varıp can vereceklerdi. Tam atılıma kalkılacağı anda bir kurşun sağ gözünü yaraladı. Ama gözüyle uğraşıp hücumu durdurmadı. Mendili gözüne tutarak atıldı. Bölüğü ile birlikteydi. Kısa bir boğuşma sonunda Arslantepe ele geçti. Ali Kâzım ise ikinci bir kurşunla, bir yara da omzundan almıştı.
Hastaneye kaldırılırken sevinç içindeydi. "Bir göz insana yeter. Vatanımız var ya! Omzumdaki yara da herhalde zararsız gibi geliyor bana".
Ali Çavuş: "Komutanım şu yaralı kolumu kesiver. Arkadaşlar taarruzda, onlara yetişemiyorum". Yahya Çavuş ise kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile boynuna asıp, tek bacak ile düşmana saldırıyordu. Bursalı Hüseyin ise "sakat, savaşamaz" evraklarını yakarak, tek bacak ile askerlik şubesinin kapısına dayanıp "cepheye gideceğim ve arkadaşlarımın intikamını alacağım" diye şube başkanına yalvarıyordu.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:21   #62
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ELÂZİZLİ ASKERİ ÖĞRENCİ HULUSİ BEY

Rüştiye-yi Askeriye'yi Elâziz'de, İdadiyi Erzincan'da, l sene Çengelköy Kuleli Askerî İdadisinde ikmal ile Harbiye'ye geçmiş iken Harb-i Umumî'nin patlaması üzerine bir müddet ihtiyarî tâlim ve terbiye görerek 1330'da Çanakkale 3. Kolordu, 9. Tümen, 25. Piyade Alayına verildim. Muhtelif bölüklerinde çalıştım, l Temmuz 1331'de Zabit Vekili oldum. 26 Temmuz 1331'de Anafartalar, Conkbayırı muharebelerinde 25. Alay, 10. Piyade Bölüğünde iken yüzümden, göğsümden ve sol kolumdan yaralandım. Biga ve İstanbul Harbiye Hastanesi'nde tedavi edildim. Kanunu evvel 1331'de Anafartalardaki kıt'ama avdet ettik. 3 gün sonra düşman çekildi, l Kanun sâni 1331'de Kırklareli bölgesine intikal için Çanakkale mıntıkasından ayrıldık.

MAKİNELİ TÜFEK AVI

Arıburnunda düşman, hem kendisini yamacın böğrüne vermiş, hem iyi gizlenmiş bir makineli tüfeği siperimizin çoğu yerini ateşiyle dövüyordu. Bu ateşler, günün belirli, belirsiz zamanında ya bir yaralımıza, ya da bir şehidimize maloluyordu.
Bir akşamdı. Bölük komutanı bir sığınakta oturuyordu. Takım komutanları yanında halka olmuştu. Birkaç çavuşla er de vardı. Konu, düşmanın o ağır makinelisiydi. Bunu ortadan nasıl kaldıralım, diye konuşuyorlardı.
Bölük Komutanı, Mustafa Çavuş, sen ne dersin Can sıkmaya başlamadı mı bu makineli? Yüzbaşının Mustafa Çavuş dediği Akşehir'in Karapınar Nahiyesinden Mehmet oğlu Mustafa'ydı. Olduğu yerden doğrulur gibi oldu. Sonunda Mustafa Çavuş'un ayağa kalktığı görüldü:
"- Ben gider onu getürürüm!" dedi. Şimdi gözü yere değil, karşıya bakıyordu. Mustafa Çavuş'un yiğitliğini bilen 2. Takım Komutanı araya bir şaka sokmak istedi.
"- Mustafa Çavuş! O makineliyi satmıyorlarmış" dedi.
Kötülüğüne söylememişti ama, Mustafa Çavuş7un içine çökmüştü bu söz. Karşılık vermedi. Sığınaktan dışarı uğradı. Makineli tüfeği alıp getirmeye
gidiyordu. Düşünün bir, tek başına. Onu seven iki hemşehrisi yalnız bırakmadılar onu.
Çok geçmedi. Gecenin sessizliğini bir ateş yağmuru sarstı. Belki bir çeyrek saat böyle geçti. Herkesin keyfi kaçmıştı. Bölük komutanı düşünüyordu: "Belki bu çocuklar düşman elinde kalacaklar. Bölükçe bir hücum yapıp kurtaralım mı?" diye. Derken inanılmaz bir şey oldu. Mustafa Çavuş, makineliyi kapıp getirmişti, yiğit oğlan. Arkasında da bir arkadaşı dikiliyordu. Mustafa'nın yüzünde ne sevinçten ne de çalımdan eser vardı. Yere bıraktığı silâha dönerek:
"- Alın şu uğursuzu! Bana pahalıya oturdu." Bir arkadaşı şehit olmuştu.
Çanakkale Savaşlarında siper arkadaşlığının dengi yok. Emsali olamazdı. Siperlerden şehirlere yani İstanbul, Biga, Gelibolu gibi kasabalara yaralı getiren kahramanlar; yatılı tedavi olunca da geri siperlere döneyim diye can atarlardı. Memleketime gideyim, köyüme uğrayayım kimsenin aklından bile geçmezdi.
Nasıl bir vatan aşkı, yüce insan sevgisi. Tarifini bu zamana kadar yazacak bir müellif çıkmadı. Beşer gücü buna yetmezdi. Yani Yahya Çavuş'un, Mehmet Çavuş'un, Ali Çavuş'un 27. ve 57. Alayın kitabı daha yazılamadı.

GANİMET BÖLÜĞÜ

26.alay Komutanı makineli tüfekçe eksikliğimizin farkına varan ilk komutanlardandı. Bu silâhtan düşmanda çok vardı. Bunun için makineli tüfek avlamaya karar verdi. Gönüllü bir bölük kuruldu. Bu bölük ansızın düşman siperlerine atıldı. 9 Makineli tüfek toplayarak siperlerimize döndü. Bu tüfeklerle birlikte hayli cephane de getirildi. Sonraki savaşlarda bu silahlar çok işe yaradı. Bunlardan Alaya, ikinci bir ağır makineli tüfek bölüğü kuruldu. Adına da "Ganimet Bölüğü" denildi. Türk erlerinin usta ellerinde bu silahlar, kaptıranlara çok zarar verdi.

ORTAKLARIMIZIN KATILIM PAYLARI

Biz yardım etmeyi, yapılan yardımın da altında kalmamayı seven bir milletiz. Ama bu harpte gördüğümüz ortak yardımı bizim yaptıklarımızla kıyaslanacak kertede değildi. Biz ortaklarımızın yardımına Galiçya'ya, Romanya'ya ve Makedonya'ya birer Kolordu kuvvetle koşmuştuk. Çanakkale'de gördüğümüz yardım ise 2 Avusturya Bataryası ile l Alman İstihkâm Bölüğü idi. Ordu komutanlarıyla birkaç tümen ve alay komutanı ve subay Alman'dı. Bunlar bizim hesabımıza çalıştılar. Bunlardan 28. Alay Komutanlığı'nda bulunan Yarbay Hunger, 5 yerinden yaralandığı halde görevine devam etti. Uçak pilotu Üsteğmen Buddeke'nin hizmeti de değerli oldu. Bununla birlikte Çanakkale'de en çok
işimize yarayan kuvvet Alman denizaltı gemileri oldu. Yardımların azlığına bir de ortaklarımızla kesiksiz bir demiryolu bulunmaması ve düşmanın denizlerde üstün olması etki yapmıştır.

TOP ONARIMINDAKI MAHARETİMİZ

Silâh onarımında güçlük çekiyorduk. İstanbul'dan Tophane'den getirilen sivil, asker ustalarımızla Çanakkale'de Çim-enlik'te bir onarım atölyesi kurduk. İşten anlayan herkes geceli gündüzlü çalıştılar. 6 ay içinde 70 top, 80.000 tüfek onardılar. Başka onarımlar bunun dışındaydı.
Türk kafası başka bir çare daha buldu. Düşmanla baskınla kaptığımız ya da elimize geçen makineli tüfekleri kullanabilmek çaresi. Bu silahlar bizimkilerden küçük çapta olduğundan bizim mermileri atamıyordu. Bir tüfekçi ustamız olan Ahmet, bu makineli tüfekleri bizim cephaneyi atar bir vaziyete soktu. Gayretimizle gelecekte bilim ve sanatta gelişeceğimizin örnekleri oldu.

KIZLI ALAY

Elinde silâh, şehitlerin üzerinden uçarcasına sıçrayarak siperden sipere koşan 12 yaşında bir kız çocuğu... Mevzilere dalıyor ve düşmana kurşun yağdırıyordu. Tıpkı Doğu cephesinde savaşan 7 yaşındaki Kerim gibi.
Bu kızımız 12 yaşında 70. Alayın Onbaşılarından biridir. İsmi Nezahat. Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlılar bu Alaya Kızlı Alay adını vermişlerdi. Önceki ismi "Bardanyol Alayı". Yani Balkanlarda Bardanyol mevkiinde kendinden üç misli fazla düşmanı tepelemişti. Onun için bu isimle anılırdı. Çanakkale'de de büyük kahramanlıklar göstermiş ve daha sonra İzmit'e gönderilmişti. Alayın Tabur Komutanlarından Hafız Halit Bey Alayı Kuvayı Milliye bölgesine kaçıp, Mustafa Kemal'in emrine iltihak etmiştir.
İşte çok iyi silah kullanan ve at üzerinde uçarcasına dağlar, tepeler aşan 12 yaşındaki Nezahat Hanım: Bu kahraman Alayın, kahraman Kumandanı Hafız Halit Bey'in kızından başkası değildi.
"Küçük ve Kahraman Nezahat, Çanakkale Muharebeleri sırasında 8 yaşındadır ve annesini kaybetmiştir. Halit Bey'in hemen hemen bütün yakınları savaşlarda
tükendiği için kızını emanet edecek bir yakınını bulamayınca Çanakkale Cephesi'ne birlikte gelirler. İşte bu küçük mücahide, Çanakkale Savaşları'nın barut, şarapnel, kan ve ölüm cehenneminde yetişmiştir. Alay, İzmit'e geldiği zaman Nezahat 12 yaşındadır. Demek 4 yılı savaş meydanlarında geçmiştir. Bütün savaş ve talimlere babası ile birlikte katıldı. Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi biliyordu. Yani öyle yetişmişti. Hocası da babası Hafız Halit Bey'di. Savaş meydanlarında babasına söyledikleri ise "Babacığım müteessir olma, ben sana yardımcı olurum. Gerçi annem öldü ve seni de vururlarsa, ben yine yetim kalmam, millet bana bakar" diye babasını teselli etmeye çalışırdı. 30 Ocak 1921 Pazar günü Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde. Bursa Millet Vekili Operatör Emin Bey'in bir önergesi okunuyor:
"Büyük Millet Meclisi Riyasetine: Muhtelif cephelerde, bilhassa son Gördes ve İnönü Meydan Muharebelerinde bilfiil çarpışmalara katılan ve her an askerlere ve zabitlere moral veren 70. Alay Kumandanı Hafız Halit BeyVin kerimesi 12 yaşındaki Nezahat Hanım'a ilk İstiklâl Madalyası'nın verilmesini teklif ve bu teklifi Heyet-i Umumiye'nin tasdikine arz edilmesini rica ederim,"
Zabıt Cerideleri:
Bu önergeden sonra Meclis Başkanı, Emin Bey'in izahat vermesini istiyor. Emin Bey de şu tamamlayıcı bilgileri arz ediyor. "Efendim bu "Nezahat Hanım denilen küçük hanım, mini mini hanım 8 yaşında öksüz kalmış, başka kimsesi olmadığı için babasının kucağına düşmüş ve Harb-i Umumi'de, muhtelif cephelerde harp içinde büyümüştür. Hafız Halit Bey denilen zat da, gayet kahraman bir kumandammızdır. O kahramana lâyık bir çocuktur. O çocuk, kendi eliyle 100'den fazla düşman öldürmüştür. Ne zaman bir neferin, bir zabitin sarsıldığım görse, hemen yanına koşar: "haydi beraber çarpışalım" der, onunla birlikte vuruşurdu. Bu itibarla ilk İstiklâl Madalyasını bu çocuğa verirsek, büyük bir kadirşinaslık gösteririz.
Hülâsa ikinci bir önergeyle yaşının küçük olması sebebiyle madalyanın ertelenmesi ve büyüdüğü zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çeyizini temin edecek bir hediye verilmesi teklifi ile birinci önerge ertelenmiştir. Fakat sonradan büsbütün unutularak hiçbir şekilde ödüllendirilmemiştir. Kendisi de hiçbir hatırlatmada bulunmamıştır.

BULUT İÇİNDE KAYBOLAN İNGİLİZ BİRLİĞİ

Konu: 12 Ağustos 1915 günü Anafartalar Bölgesinde Bir Bulut İçinde Kaybolan İngiliz Kraliyet Ailesi Muhafız Alayından 4. Tabur Hakkında / Norfolk /
Olayın Şahitleri: Yeni Zelandalı Frederick Rerchardt ve iki arkadaşı. Ayrıca Yeni Zelandalı Araştırmacı I.C. McGibbon konuyu inceleyip araştırmıştır.
Olay Mahalli ve Savaşa Katılan Birlikler: Türk kaynaklarında 163. İngiliz Tugayı, 35. ve 36.Türk Alaylarının 1. ve 3. Tabur Cephelerine yaklaşarak taarruza geçti, sonuçta 680 kayıp verdi. Türkler ise 282 şehit verdiler. Ayrıca 37 tutsak alınırken, 250 de tüfek ele geçirdiler. Bulut içine girip kaybolan asker sayısı da 250 idi. Elhasıl savaş mahalli Küçükanafartalar Ovası ve Kükürtlü Pınar mevkii.
Olayın Tarihî Seyri: Bilindiği üzer İngilizlerin başını çektiği bağlaşık devletlerin deniz filosu 18 Mart günü dayanılmaz bir yenilgiye uğratıldı. Bunun üzerine 25 Nisan 1915 günü kara harekâtına giriştilerse de Temmuz sonu geldiği halde istenilen başarıyı hâlâ elde edemediler. Bunun için 4 Ağustos ile 10 Ağustos arası 50.000 - 60.000 kişilik takviye birlikleri ile Anafartalar Körfezi'ne yaptıkları çıkarma ile şanslarını bir daha denemek istediler. Ama yapılan 3. çıkarmada büyük bir fiyasko ile sonuçlandı. Mustafa Kemal ve askerlerini aşamadılar. Bu savaşlar onların son çıkışları olacağı için güçlerinin tamamını kullanmak istiyorlardı. Bu itibarla her bakımdan savaş gücü yüksek olan Kraliyet Muhafız Alayı NORFOLK Birliğine de 4 Ağustos günü ÇANAKKALE'ye Hareket Emri verildi. Sözkonusu birlik 5 Ağustos 1915 günü Limni'nin Mondros Limanı'na ulaştı oradan İmroz Adası'na vardı. 10 Ağustos 1915 günü de Anafartalar Limanfndan savaş bölgesine ayak basılmıştır. Gerekli hazırlıklar da yapıldıktan sonra 12 Ağustos 1915 günü Anafartalar Bölgesi Kükürtlü Pınar Mevkiinde savaşa katılmışlardır. 22 Ağustos kaydında mevcut ise de; esas olayın meydana geldiği savaş tarihi 12 Ağustos 1915 günüdür. İşte 12 Ağustos 1915 günü ve öğleden sonra piyade ateşinin şiddetlendiği saat 16.30'da Yeni Zelandalı askerlerin ifadelerine göre: Albay Berkham'ın emrindeki NORFOLK Alayı'nın 4. Taburu diğer bataryalardan ayrılarak sağa doğru kaymaya başlıyor. Yani komşu taburlarla temaslarını kaybetmiş oluyorlar. İşte o anda NORFOLK Alayının 4. Taburu subaylarıyla birlikte, gizemli bir şekilde ve görenlerin şaşkın bakışları arasında, katı görünümlü bir bulutun içine girip gözden kayboluyorlar.
Burada hadiseyi ispatlayan ve bir o kadar da ilginç olan bir nokta da; internet kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, 1918'de İngiliz Hükümeti bir yazı ile kayıp birliğin Türkiye'den iadesini talep ediyor. Türkiye ise verdiği kati cevabında; Sözkonusu birliğin esir alınmadığı ve herhangi bir temasın bulunmadığı şeklinde oluyor. Yalnız yazının sayıları ve ekleri hakkında malûmat sahibi değiliz.
Sonuç: Hadise înternet kayıtlarında şöyle yorumlanıp özetleniyor. Yani olayı ünlü ve gizemli yapan üç faktör üzerinde duruluyor.
l. NORFOLK / Norfok / Alayındaki İngiliz birlikleri bizzat İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından seçilerek işe alınan seçkin askerlerden oluşuyor. Bizim Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı gibi. Bu da olayı büyütüyor ve ünlü yapıyor.
2.İki Gelibolu gazisi tarafından açıklandığı şekilde hadise; NORFOLK, çok ilginç ve gizemli olarak bir bulutun içine girmesi ve 4. Taburun bulutun arkasında hiçbir kimseyi bırakmayacak şekilde yükselip başka bir istikâmete sürüklenip gözden kaybolmasıdır.
3. Esas en ilginç gerçek ise kaybolan bu 250 kişilik birliğin en azından vücutlarının bir daha bulunamamış olmasıdır. Yalnız 1919'da İngiltere'den bir heyet sözkonusu
4. Taburdan 180 kişinin ölülerini Gelibolu Yarımadasında bir çiftlik tarlasında buldukları rivayeti mevcuttur. Buradaki iki askerin üzerlerindeki özel işaretlerden Norfolk oldukları tespit edilmiş rivayetidir.Bu işaretlerden ve buradaki ölülerin 4. tabura ait olduğu tahmin edilmektedir.
Hülasa olay ilmî ve aklî olarak ispatlanması zor da olsa, Norfolk Alayı'nın tarihinde meydana gelmiş bir vakıa olarak kalacaktır.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:22   #63
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ÇANAKKALE SAVAŞLARTNIN SİMGESİ NUSRAT YA DA NUSRET'İN ÇİLESİ

İsim / Bordo Numarası / İnşa Tarihi / Yeri
Hizmete Giriş ve Hizmetten Çıkış Tarihi
Temel Özellikler; Boyutlar
Deplasman Tonaj
Ana Tahrik
Sürati
Silahlar Nusrat - Nusret, 1911, Almanya
1913-1955
40x7.5x3.4 m.
365 Ton.
2 x Üçlü Ekspenşın sum Mk. 2 Pervane
15 mil.
2 x 4.7 cm.Hk top, 40 x mayın taşıma.

Düşünceler:

1-Geminin "Nusrat" olan ilk ismi 1937'de "Nusret" olmuş ve 1939'da ise tekrar "Nusrat" olmuştur. Mamafı "Nusrat" tekrar "Nusret" olarak değiştirilerek günümüze kadar söylene gelmiştir.
2-18 Mart 1915'te Çanakkale'de tesis ettiği mayın hatları ile savaşın kaderini değiştiren gemi, "NUSRAT" mayın gemisidir. Düşman armadasının Çanakkale Boğazı'ndan içeri girmesi neticesi Çanakkale'de döşenmiş bulunan mayın hatlarına ilâveten yeni bir mayın hattının tesis edilmesine gerek duyulduğundan bu görev Yzb. Hakkı Bey komutasındaki "NUSRET" mayın gemisine verildi. Bu görevi alan gemi komutanı düşman gemilerine
görünmeden seyrederek 7 Mart 1915 akşamı Erenköy Koyuna paralel olarak 26 mayın dökerek yeni bir mayın hattı meydana getirdi. 18 Mart 1915 günü düşman gemilerinin bombardımanına karşılık veren Türk bataryalarından açılan topçu ateşi sonucu manevra yapma ihtiyacını hisseden İngiliz ve Fransız donanmasına ait gemiler NUSRET mayın gemisinin döktüğü mayınlara çarpmış ve İngiliz donanmasına ait İRRESISTIBLE ve OCEAN ile Fransız donanmasından BOUVET Zırhlıları aldıkları mayın yarası nedeniyle batmıştır.
3-NUSRET mayın gemisi, 1955 yılında hizmet dışına çıkarılmış ve 1962'de de özel kişiye satılmıştır. 1983 yılında tekrar başka bir firma tarafından satın alınan gemi Omurga ve Postalar hariç herşeyi değiştirildikten sonra "KAPTAN NUSRET" adıyla kuruyük gemisi olarak MERSİN-MAGOSA arasında kullanılırken Mersin açıklarında Nisan 1990'da alabora olarak batmıştır. Daha sonra gemi, 1999 yılında gönüllü bir grup tarafından Mersin'de satha çıkarılmıştır. Yeniden inşa çalışmaları sürmektedir.
4-Bire bir saç modeli Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nca 1982 yılında Çanakkale'de "Çimenlik Kalesi'nde inşa edilmiş ve müze olarak kullanılmaktadır.

BASINDA NUSRET MAYIN GEMİSİ
Nusret Mayın Gemisi Müze Oluyor /10 Ocak 2002 ZAMAN Gazetesi
Çanakkale Savaşı'nın kazanılmasında büyük rol oynayan "Nusret mayın gemisi" restore edilecek. Yıllardır Mersin Limanı'nda terk edilmiş halde bulunan tarihî gemi, Tarsus Belediye Encümeni'nin kararı ile müze yapılmak üzere İçel Valiliği'nden talep edildi. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, geminin Kültür Bakanlığı'na ait olduğunu; ancak İçel Valiliği tasarrufunda bulunduğunu hatırlattı. İçel Valisi Akif Tığ'in gemiyi vermeyi kabul ettiğini vurgulayan Kocamaz, "Biz de encümen kararı aldık. Yazışmaların yapılmasının ardından gemi teslim edilecek. Gemiyi parçalara ayırarak ya da bütün olarak Tarsus'a getireceğiz. Gemiyi, Tarsus girişinde düzenlemesini yaptığımız alana yerleştirmeyi düşünüyoruz." dedi. Tarsus Belediyesi Yazı İşleri Müdürü Niyazi Yıldız da, 20 gün sonra geminin maliyet tespitini yapıp bir buçuk yıllık süre içinde restorasyonunun tamamlanacağını söyledi. İçel Valisi Akif Tığ, talebin Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın İçel'i ziyareti sırasında belediye başkanı tarafından dile getirildiğini k
aydetti.

Zaferin Simgesi Müze Olacak / 14.08.2002 SABAH Gazetesi
Mersin'in Tarsus İlçe Belediyesi tarafından müzeye dönüştürülecek olan, Çanakkale Zaferi'nin simgesi tarihi Nusret Mayın Gemisi'nin restorasyonu için çalışmalara başlandı.
Restorasyonu gerçekleştirecek Çağlar Mühendislik Firması'nın yetkilisi Aydın Çalım, 90 günde çalışmaları tamamlayacaklarını söyledi.
Geminin mevcut durumunun denizde restorasyon edilmesine olanak tanımadığını kaydeden Çalım, karadan nakil işinin de zorluklarına dikkati çekti. Şu anda bulunduğu Mersin Limanı'ndan, ek donanımlarla Karaduvar Limam'na kadar yüzdürülmesi plânlanan Nusret mayın gemisi, buradaki onarım çalışmalarının ardından, Tarsus Çardak Kavşağı'nda yapılacak Çanakkale Parkına ulaştırılmak için 25 km. de karadan yürütülecek.
Çalım, karadan yürütme işleminin 'sürüngen' ya da 'kırkayak' tabir edilen yöntemle gerçekleştirileceğini belirterek, şunları kaydetti: "Geminin yüksekliği karayollarından geçirilmesi için uygun değil. Bu yüzden mümkün olduğu kadar yekpare bir biçimde kalmasını sağlayarak, ancak özellikle yüksekliğini karayollarındaki köprü ve üst geçitlere uygun hale getirerek karadan yürüteceğiz."
Hülâsa, mağrur düşman 18 Mart günü hiç düşünemediği bir akıbetle karşılaşmıştır. Teknolojik üstünlüğüne rağmen Çanakkale'yi geçememiştir. O günleri dünya basını "18 Mart Destanı-Başdöndürücü Bir Zafer" olarak yazmışlardır. Başka bir deyişle İstanbul'a ulaşmak için Londra'dan başlayan yolculuk 17 Mart Gecesi Karanlık Liman'a Nusrat'imin diktiği gül bahçesi içinde noktalanıp kaybolduğu gündür.

ZAVALLI ANZAK

Bir Anzak askeri, Conkbayırı'nın kuzey ve batı yamaçlarında aylarca zirveye ulaşmak için uğraşır durur. Ama nafile. Conkbayırı'nın üzerini göremeden savaş sona erer. O da ülkesine döner.
Ama velâkin uğruna bunca insanın harcandığı o zirvede ne vardı? Sanki orada Nuh'un gemisi mi vardı? Her ne ise, Türkler için orası neden bu kadar önemli idi. Başkomutan Hamilton neden, hep Conktepe-Kocaçimen Tepe dedi durdu? Mutlaka bunda bir iş olmalı idi. O tepenin üstünü görmek için bir çare bulmalıyım ve buldumda. Şimdi savaş yok.
Üstelik düşmanımız Türkiye dostumuz oldu. O halde gidip hem siperlerimi ve hem de Conktepe'yi göreyim Mariya-Coni: "Yürüyün Çanakkale'ye gidiyoruz". "Ne oluyor büyükbaba?". "Canım lâfı şimdi fazla uzatmayın. Haaydi çabucak biletleri alıp gelin. 2 gün sonra Türkiye'ye uçuyoruz." "Peki anlaştık."
Nihayet 1915'te Conkbayırı'nda savaşan bir Anzak gazisinin 4 kişilik ailesi bir 25 Nisan sabahı Arıburnu Anzak Koyu'ndadır. Balıkçıdamları üzerinden zirveye ulaşmak için yolculuk başlar. Birkaç saat süren yorucu bir tırmanıştan sonra Conktepe'nin batı yamacının düzleştiği bir eşiğine varılır.
"İşte şu siperleri atlayıp da oracığa varamadık. Binbaşı Alanson, 8 Ağustos günü ben çıktım diyor ama belli değil. Conktepe mi, Besim tepe mi, yoksa bir tepe daha varmış orası mı? Yoksa şuracıklardan herhangi bir tepecik mi? Baksanıza burada her yer tepe. Onu Alanson kendisi de bilemiyor. İşte şu zirve! Oraya, bir türlü çıkamadık. Biz çıkmak istedik, Türkler kovaladı. Biz çıkmak istedik onlar yine kovaladı. Hele Ağustos ayında burada ne dövüş ve çarpışmalar oldu, ne canlar gitti. Aha şu derelerden sel gibi kan aktı. Ben de şu hendeğin arkasına saklanarak canımı kurtarabildim. Tanrı hiçbir ulusa böyle bir savaş yaşatmasın. Amin deyin çocuklar, amin

Hülâsa Anzak gazisi "Yürüyün çocuklar, hep birlikte tepeye çıkıyoruz" dedi. Çocuklar yürüdü, Türk siperlerinin içinden geçip zirvenin kenarına basmışlardı bile; baktılar ki büyükbabaları yanlarında yok. Başlarını geri çevirdiklerinde onu yerde yatarken gördüler ve hemen kolundan tutup kaldırmak istedilerse de olmadı. Büyükbabaları çoktan ölmüştü. Görmek için 7.000 km. yol katettiği manzaraya o kadar çok yaklaşmıştı ki ama yine olmadı. Savaş sırasında Mehmetçiğin süngüsünden kurtulmuştu ama şimdi ecelin pençesinden kurtulamadı. Yakınları; "Ne olurdu 10 saniye daha yaşasaydı, özlemini çektiği tepeyi görecekti. Kader bu ne yapabiliriz ki?"
"Nasipse gelir, Hintden; Yemenden. Nasip değilse ne gelir elden." Bu söz bunun için, misal olmuştur.


BEDELİ ÇANAKKALE'DE ÖDENDİ

Bizim oturduğumuz yerin her taşı için cevheri can verdik. Her avuç toprağımız nazarımızda, o yola feda olmuş bir kahraman vücudundan yadigardır. Vatan bizim kılıcımızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize hasredilmiş biliriz. Daima onu nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz. Namık Kemal

948 Mehmet Muzaffer ve en son Filistin Cephesinden Gönderdiği ve Üzerinde İntikamımı Alın Yazısı olan Kanlı Zarf
Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul Mekteb-i Sultanisi Cumhuriyetle birlikte "Galatasaray Lisesi" oldu. Bu okulun öğrenci ve mezunları 1911 Trablusgarp-İtalya Savaşı ile 1921 İstiklâl Savaşı arasında 10 yıl savaşlarda ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında toplam 45 şehit verdi. 150 kadarı da gazi oldu. Çanakkale Şehitler Abidesi'nin inşasında da emekleri vardır.
Galatasaraylıların özelliği 1909 ve 1914 askeri yasalarına göre hiçbirisinin savaşa ve askeri gitme mecburiyeti yoktur. Bu şehit ve gazilerin yaşları 17-22 arası idi. Hepsi Avrupa ve Darülfünun Üniversitelerinin öğrencileridir. Hatta Irak Cephesinde şehit düşün 646 numaralı Celâl İbrahim, seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve l numaralı gönüllü yazılmak şerefini elde etmişti. Bunlardan bir tanesi de Mehmet Muzaffer idi. Bu kahramanın dünyada eşi yoktur.
Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer Çanakkale'ye gönderildi. Savaş bitmişti. Çanakkale'deki birlikler Kafkas, Irak, Filistin, Galiçya cephelerine sevk ediliyordu. İşte Mehmet Muzaffer bu sevkıyatı yapılan ve yapılacak olan birliklerin işlerine bakmak üzere Alay Karargâhında görevlendirildi. Ama birden kendini yoksulluğun içinde buldu. Sevkıyat işlerinde en çok araba lâzım oluyordu. Ama onların da lâstikleri ya hiç yok veya patlak oluyordu. Yani Muzaffer'in işi zordu. Bir kere lâstik ancak İstanbul7dan temin edilebiliyordu. Mehmet de İstanbullu idi. O halde bu işi ona verirlerdi ve verdiler bile. Alay Komutanı İstanbul Erkan-ı Harbiye Katma resmi bir yazı yazıp Mehmet Muzaffer'i lâstik alması için İstanbul'a gönderdi. Ancak İstanbul'da her şey karaborsa idi. Muzaffer İstanbul'un altından girdi üstünden çıktı. Nihayet Karaköy'de bir Yahudi tüccarında aradığı lâstikleri buldu. Fiyatta da anlaştılar. Şimdi rahat bir nefes almıştı.
Yahudinin işyerinden ayrıldı ve doğruca para almak için Harbiye Bakanlığı'na çıktı. Onu yaşlı bir Yarbayın huzuruna çıkardılar. Yarbay uzatılan teskereyi okudu. Sonra hazırolda bekleyen zabite baktı ve "bu para ile ne alacaksınız?" dedi. O da "oto kamyon lâstiği" deyince Yarbay birden Muzaffer'in yüzüne sert sert bakarak:
"- Bana bak oğlum. Sen deli misin? Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput parası bulamıyorum. Siz oto lâstiği diyorsunuz! Olmaz böyle şey, beni günaha sokmadan yürü git karşımdan" diyerek adeta Muzaffer'i kovalamıştı. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Mehmet Muzaffer binayı terk etti ve bahçeye indi. Şimdiki İstanbul Üniversitesi ve oradan Beyazıt Meydanına doğru giderken düşünüyordu: Ne yapmalı idi. Eli boş Çanakkale'ye dönemezdi. Arabaları zaten Almanlar vermişti. Biz şimdi lâstik bulamıyoruz. Bulsak, alacak paramız yok.
Bunları düşünerek Beyazıt Meydanı'na gelmişti ki, birden durdu ve gülmeye başladı. Çare bulmuştu, bunun için sırıtıyordu. Hemen Yahudi tüccarının yanına koştu. Muzaffer Yahudiye:
"- Paranın resmi işleri akşamüstü. Gece de iş olmaz. Yarın sabah Çanakkale'ye gidecek vapur da erken kalkıyor. Bunun için para işini hemen halletmeliyim ve erkenden de gelip götürülecek malları alıp gitmem gerekiyor. Bu itibarla mallarım çabuk hazır olsun. Hatta akşamdan hazırlanırsa daha iyi olur." Tüccar:
"- Peki olur."
Muzaffer tam ayrılırken:
"- Altın para vermiyorlar. Kağıt para verecekler."
Tüccar, buna da peki olur deyince Muzaffer âlâ dedi ve hızla Yahudi'nin yanından çıkıp gitti. Bakalım altından ne çıkacaktı?
Ertesi günün sabahında tan yeri ağarırken Mehmet, Yahudi'nin kapısını çaldı. Tüccar malları hazırlamıştı. Merkez Komutanlığından getirilen arabaya alelacele kondu ve atlar dörtnala Sirkeci'nin yolunu tutmuşlardı. Neticede gemiye yüklendi ve gemi de Çanakkale'nin yolunu tuttu bile. Muzaffer'in keyfi yerinde idi. Sonunda birliğine ulaştı ve görev de yapılmıştı. Alay Komutanı tarafından taltif edildi. Çünkü Alay Komutanı lastiklerin bulunabileceğinden ve en azından Mehmet'in bunları Çanakkale'ye getirebileceğine inanmıyordu. Beri taraftan Yahudi tüccar ise elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na vardı. Ancak parayı bozduramadı. Çünkü para sahte idi. Yahudi şaşırdı. Olay şöyle gelişmişti: Muzaffer, Beyazıt Meydanında sırıttığında bir hile düşünmüştü. Çini mürekkebi ile sahte bir Osmanlı Parası yapacaktı ve yaptı. Bu para öyle iyi yapılmıştı ki gerçeğinden ayırmak mümkün değildi. Bir de o devir kağıt paralarının üzerinde şöyle bir yazı vardı. "Bedeli Dersaadette Altın Olarak Tesviye Olunacaktır" Muzaffer ise yaptığı taklit paranın üzerine şu harika ibareyi yazmıştı: "Bedeli Çanakkale'de Altın Olarak Tesviye Olunacaktır". Onun altın dediği, Mehmetçiğin akıttığı kanı idi.
Yahudi tüccarı, olayı iyice anlayınca bunu mesele yapmadı. Ancak, bir anda bütün İstanbul duydu. Şehzade Halim Efendi de duymuştu. Lalasını gönderip bedelini ödedi ve makbuzunu aldı. Çünkü böyle bir olayın dünyada benzeri bulunamazdı. Onu çok zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirdi ve İstanbul Polis Okulu'ndaki Emniyet Müzesi'ne hediye etti. Uzun yıllar orada kaldı. Son durumu bilmiyorum ancak 1983'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde görüldüğüne dair bir kayıt vardır.
Hülâsa Mehmet Muzaffer, Çanakkale'den birliği ile Sina Cephesine gitti. Birinci ve İkinci Gazze Savaşlarına katıldı. İkinci Gazze Savaşlarından sonra mektep arkadaşı Faik Soydan Bey'e mektup yazmıştı. Yaralandığını ve şimdi hastahanede olduğunu iyileşince yine cepheye döneceğini anlatıyordu. Haziran 1917.
Bu arada İngilizler 6 Aralık 1917'de Gazze'ye tekrar saldırdılar ve 7 Aralıkta da Gazze'ye girdiler. Gazze şehrinin sokaklarında çok şiddetli çatışmalar oldu. Mehmet Muzaffer de bu çatışmaların içindeydi. Bu sokak çatışmalarında akşam karanlığı basarken Mehmet Muzaffer de o karanlıklar içinden nurlu aydınlığa açılan kapıdan uçup gidiyordu.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:23   #64
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ÇANAKKALE SAVAŞLARTNIN SİMGESİ NUSRAT YA DA NUSRET'İN ÇİLESİ

İsim / Bordo Numarası / İnşa Tarihi / Yeri
Hizmete Giriş ve Hizmetten Çıkış Tarihi
Temel Özellikler; Boyutlar
Deplasman Tonaj
Ana Tahrik
Sürati
Silahlar Nusrat - Nusret, 1911, Almanya
1913-1955
40x7.5x3.4 m.
365 Ton.
2 x Üçlü Ekspenşın sum Mk. 2 Pervane
15 mil.
2 x 4.7 cm.Hk top, 40 x mayın taşıma.

Düşünceler:

1-Geminin "Nusrat" olan ilk ismi 1937'de "Nusret" olmuş ve 1939'da ise tekrar "Nusrat" olmuştur. Mamafı "Nusrat" tekrar "Nusret" olarak değiştirilerek günümüze kadar söylene gelmiştir.
2-18 Mart 1915'te Çanakkale'de tesis ettiği mayın hatları ile savaşın kaderini değiştiren gemi, "NUSRAT" mayın gemisidir. Düşman armadasının Çanakkale Boğazı'ndan içeri girmesi neticesi Çanakkale'de döşenmiş bulunan mayın hatlarına ilâveten yeni bir mayın hattının tesis edilmesine gerek duyulduğundan bu görev Yzb. Hakkı Bey komutasındaki "NUSRET" mayın gemisine verildi. Bu görevi alan gemi komutanı düşman gemilerine
görünmeden seyrederek 7 Mart 1915 akşamı Erenköy Koyuna paralel olarak 26 mayın dökerek yeni bir mayın hattı meydana getirdi. 18 Mart 1915 günü düşman gemilerinin bombardımanına karşılık veren Türk bataryalarından açılan topçu ateşi sonucu manevra yapma ihtiyacını hisseden İngiliz ve Fransız donanmasına ait gemiler NUSRET mayın gemisinin döktüğü mayınlara çarpmış ve İngiliz donanmasına ait İRRESISTIBLE ve OCEAN ile Fransız donanmasından BOUVET Zırhlıları aldıkları mayın yarası nedeniyle batmıştır.
3-NUSRET mayın gemisi, 1955 yılında hizmet dışına çıkarılmış ve 1962'de de özel kişiye satılmıştır. 1983 yılında tekrar başka bir firma tarafından satın alınan gemi Omurga ve Postalar hariç herşeyi değiştirildikten sonra "KAPTAN NUSRET" adıyla kuruyük gemisi olarak MERSİN-MAGOSA arasında kullanılırken Mersin açıklarında Nisan 1990'da alabora olarak batmıştır. Daha sonra gemi, 1999 yılında gönüllü bir grup tarafından Mersin'de satha çıkarılmıştır. Yeniden inşa çalışmaları sürmektedir.
4-Bire bir saç modeli Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nca 1982 yılında Çanakkale'de "Çimenlik Kalesi'nde inşa edilmiş ve müze olarak kullanılmaktadır.

BASINDA NUSRET MAYIN GEMİSİ
Nusret Mayın Gemisi Müze Oluyor /10 Ocak 2002 ZAMAN Gazetesi
Çanakkale Savaşı'nın kazanılmasında büyük rol oynayan "Nusret mayın gemisi" restore edilecek. Yıllardır Mersin Limanı'nda terk edilmiş halde bulunan tarihî gemi, Tarsus Belediye Encümeni'nin kararı ile müze yapılmak üzere İçel Valiliği'nden talep edildi. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, geminin Kültür Bakanlığı'na ait olduğunu; ancak İçel Valiliği tasarrufunda bulunduğunu hatırlattı. İçel Valisi Akif Tığ'in gemiyi vermeyi kabul ettiğini vurgulayan Kocamaz, "Biz de encümen kararı aldık. Yazışmaların yapılmasının ardından gemi teslim edilecek. Gemiyi parçalara ayırarak ya da bütün olarak Tarsus'a getireceğiz. Gemiyi, Tarsus girişinde düzenlemesini yaptığımız alana yerleştirmeyi düşünüyoruz." dedi. Tarsus Belediyesi Yazı İşleri Müdürü Niyazi Yıldız da, 20 gün sonra geminin maliyet tespitini yapıp bir buçuk yıllık süre içinde restorasyonunun tamamlanacağını söyledi. İçel Valisi Akif Tığ, talebin Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın İçel'i ziyareti sırasında belediye başkanı tarafından dile getirildiğini k
aydetti.

Zaferin Simgesi Müze Olacak / 14.08.2002 SABAH Gazetesi
Mersin'in Tarsus İlçe Belediyesi tarafından müzeye dönüştürülecek olan, Çanakkale Zaferi'nin simgesi tarihi Nusret Mayın Gemisi'nin restorasyonu için çalışmalara başlandı.
Restorasyonu gerçekleştirecek Çağlar Mühendislik Firması'nın yetkilisi Aydın Çalım, 90 günde çalışmaları tamamlayacaklarını söyledi.
Geminin mevcut durumunun denizde restorasyon edilmesine olanak tanımadığını kaydeden Çalım, karadan nakil işinin de zorluklarına dikkati çekti. Şu anda bulunduğu Mersin Limanı'ndan, ek donanımlarla Karaduvar Limam'na kadar yüzdürülmesi plânlanan Nusret mayın gemisi, buradaki onarım çalışmalarının ardından, Tarsus Çardak Kavşağı'nda yapılacak Çanakkale Parkına ulaştırılmak için 25 km. de karadan yürütülecek.
Çalım, karadan yürütme işleminin 'sürüngen' ya da 'kırkayak' tabir edilen yöntemle gerçekleştirileceğini belirterek, şunları kaydetti: "Geminin yüksekliği karayollarından geçirilmesi için uygun değil. Bu yüzden mümkün olduğu kadar yekpare bir biçimde kalmasını sağlayarak, ancak özellikle yüksekliğini karayollarındaki köprü ve üst geçitlere uygun hale getirerek karadan yürüteceğiz."
Hülâsa, mağrur düşman 18 Mart günü hiç düşünemediği bir akıbetle karşılaşmıştır. Teknolojik üstünlüğüne rağmen Çanakkale'yi geçememiştir. O günleri dünya basını "18 Mart Destanı-Başdöndürücü Bir Zafer" olarak yazmışlardır. Başka bir deyişle İstanbul'a ulaşmak için Londra'dan başlayan yolculuk 17 Mart Gecesi Karanlık Liman'a Nusrat'imin diktiği gül bahçesi içinde noktalanıp kaybolduğu gündür.

ZAVALLI ANZAK

Bir Anzak askeri, Conkbayırı'nın kuzey ve batı yamaçlarında aylarca zirveye ulaşmak için uğraşır durur. Ama nafile. Conkbayırı'nın üzerini göremeden savaş sona erer. O da ülkesine döner.
Ama velâkin uğruna bunca insanın harcandığı o zirvede ne vardı? Sanki orada Nuh'un gemisi mi vardı? Her ne ise, Türkler için orası neden bu kadar önemli idi. Başkomutan Hamilton neden, hep Conktepe-Kocaçimen Tepe dedi durdu? Mutlaka bunda bir iş olmalı idi. O tepenin üstünü görmek için bir çare bulmalıyım ve buldumda. Şimdi savaş yok.
Üstelik düşmanımız Türkiye dostumuz oldu. O halde gidip hem siperlerimi ve hem de Conktepe'yi göreyim Mariya-Coni: "Yürüyün Çanakkale'ye gidiyoruz". "Ne oluyor büyükbaba?". "Canım lâfı şimdi fazla uzatmayın. Haaydi çabucak biletleri alıp gelin. 2 gün sonra Türkiye'ye uçuyoruz." "Peki anlaştık."
Nihayet 1915'te Conkbayırı'nda savaşan bir Anzak gazisinin 4 kişilik ailesi bir 25 Nisan sabahı Arıburnu Anzak Koyu'ndadır. Balıkçıdamları üzerinden zirveye ulaşmak için yolculuk başlar. Birkaç saat süren yorucu bir tırmanıştan sonra Conktepe'nin batı yamacının düzleştiği bir eşiğine varılır.
"İşte şu siperleri atlayıp da oracığa varamadık. Binbaşı Alanson, 8 Ağustos günü ben çıktım diyor ama belli değil. Conktepe mi, Besim tepe mi, yoksa bir tepe daha varmış orası mı? Yoksa şuracıklardan herhangi bir tepecik mi? Baksanıza burada her yer tepe. Onu Alanson kendisi de bilemiyor. İşte şu zirve! Oraya, bir türlü çıkamadık. Biz çıkmak istedik, Türkler kovaladı. Biz çıkmak istedik onlar yine kovaladı. Hele Ağustos ayında burada ne dövüş ve çarpışmalar oldu, ne canlar gitti. Aha şu derelerden sel gibi kan aktı. Ben de şu hendeğin arkasına saklanarak canımı kurtarabildim. Tanrı hiçbir ulusa böyle bir savaş yaşatmasın. Amin deyin çocuklar, amin

Hülâsa Anzak gazisi "Yürüyün çocuklar, hep birlikte tepeye çıkıyoruz" dedi. Çocuklar yürüdü, Türk siperlerinin içinden geçip zirvenin kenarına basmışlardı bile; baktılar ki büyükbabaları yanlarında yok. Başlarını geri çevirdiklerinde onu yerde yatarken gördüler ve hemen kolundan tutup kaldırmak istedilerse de olmadı. Büyükbabaları çoktan ölmüştü. Görmek için 7.000 km. yol katettiği manzaraya o kadar çok yaklaşmıştı ki ama yine olmadı. Savaş sırasında Mehmetçiğin süngüsünden kurtulmuştu ama şimdi ecelin pençesinden kurtulamadı. Yakınları; "Ne olurdu 10 saniye daha yaşasaydı, özlemini çektiği tepeyi görecekti. Kader bu ne yapabiliriz ki?"
"Nasipse gelir, Hintden; Yemenden. Nasip değilse ne gelir elden." Bu söz bunun için, misal olmuştur.


BEDELİ ÇANAKKALE'DE ÖDENDİ

Bizim oturduğumuz yerin her taşı için cevheri can verdik. Her avuç toprağımız nazarımızda, o yola feda olmuş bir kahraman vücudundan yadigardır. Vatan bizim kılıcımızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize hasredilmiş biliriz. Daima onu nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz. Namık Kemal

948 Mehmet Muzaffer ve en son Filistin Cephesinden Gönderdiği ve Üzerinde İntikamımı Alın Yazısı olan Kanlı Zarf
Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul Mekteb-i Sultanisi Cumhuriyetle birlikte "Galatasaray Lisesi" oldu. Bu okulun öğrenci ve mezunları 1911 Trablusgarp-İtalya Savaşı ile 1921 İstiklâl Savaşı arasında 10 yıl savaşlarda ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında toplam 45 şehit verdi. 150 kadarı da gazi oldu. Çanakkale Şehitler Abidesi'nin inşasında da emekleri vardır.
Galatasaraylıların özelliği 1909 ve 1914 askeri yasalarına göre hiçbirisinin savaşa ve askeri gitme mecburiyeti yoktur. Bu şehit ve gazilerin yaşları 17-22 arası idi. Hepsi Avrupa ve Darülfünun Üniversitelerinin öğrencileridir. Hatta Irak Cephesinde şehit düşün 646 numaralı Celâl İbrahim, seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve l numaralı gönüllü yazılmak şerefini elde etmişti. Bunlardan bir tanesi de Mehmet Muzaffer idi. Bu kahramanın dünyada eşi yoktur.
Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer Çanakkale'ye gönderildi. Savaş bitmişti. Çanakkale'deki birlikler Kafkas, Irak, Filistin, Galiçya cephelerine sevk ediliyordu. İşte Mehmet Muzaffer bu sevkıyatı yapılan ve yapılacak olan birliklerin işlerine bakmak üzere Alay Karargâhında görevlendirildi. Ama birden kendini yoksulluğun içinde buldu. Sevkıyat işlerinde en çok araba lâzım oluyordu. Ama onların da lâstikleri ya hiç yok veya patlak oluyordu. Yani Muzaffer'in işi zordu. Bir kere lâstik ancak İstanbul7dan temin edilebiliyordu. Mehmet de İstanbullu idi. O halde bu işi ona verirlerdi ve verdiler bile. Alay Komutanı İstanbul Erkan-ı Harbiye Katma resmi bir yazı yazıp Mehmet Muzaffer'i lâstik alması için İstanbul'a gönderdi. Ancak İstanbul'da her şey karaborsa idi. Muzaffer İstanbul'un altından girdi üstünden çıktı. Nihayet Karaköy'de bir Yahudi tüccarında aradığı lâstikleri buldu. Fiyatta da anlaştılar. Şimdi rahat bir nefes almıştı.
Yahudinin işyerinden ayrıldı ve doğruca para almak için Harbiye Bakanlığı'na çıktı. Onu yaşlı bir Yarbayın huzuruna çıkardılar. Yarbay uzatılan teskereyi okudu. Sonra hazırolda bekleyen zabite baktı ve "bu para ile ne alacaksınız?" dedi. O da "oto kamyon lâstiği" deyince Yarbay birden Muzaffer'in yüzüne sert sert bakarak:
"- Bana bak oğlum. Sen deli misin? Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput parası bulamıyorum. Siz oto lâstiği diyorsunuz! Olmaz böyle şey, beni günaha sokmadan yürü git karşımdan" diyerek adeta Muzaffer'i kovalamıştı. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Mehmet
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:24   #65
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Muzaffer binayı terk etti ve bahçeye indi. Şimdiki İstanbul Üniversitesi ve oradan Beyazıt Meydanına doğru giderken düşünüyordu: Ne yapmalı idi. Eli boş Çanakkale'ye dönemezdi. Arabaları zaten Almanlar vermişti. Biz şimdi lâstik bulamıyoruz. Bulsak, alacak paramız yok.
Bunları düşünerek Beyazıt Meydanı'na gelmişti ki, birden durdu ve gülmeye başladı. Çare bulmuştu, bunun için sırıtıyordu. Hemen Yahudi tüccarının yanına koştu. Muzaffer Yahudiye:
"- Paranın resmi işleri akşamüstü. Gece de iş olmaz. Yarın sabah Çanakkale'ye gidecek vapur da erken kalkıyor. Bunun için para işini hemen halletmeliyim ve erkenden de gelip götürülecek malları alıp gitmem gerekiyor. Bu itibarla mallarım çabuk hazır olsun. Hatta akşamdan hazırlanırsa daha iyi olur." Tüccar:
"- Peki olur."
Muzaffer tam ayrılırken:
"- Altın para vermiyorlar. Kağıt para verecekler."
Tüccar, buna da peki olur deyince Muzaffer âlâ dedi ve hızla Yahudi'nin yanından çıkıp gitti. Bakalım altından ne çıkacaktı?
Ertesi günün sabahında tan yeri ağarırken Mehmet, Yahudi'nin kapısını çaldı. Tüccar malları hazırlamıştı. Merkez Komutanlığından getirilen arabaya alelacele kondu ve atlar dörtnala Sirkeci'nin yolunu tutmuşlardı. Neticede gemiye yüklendi ve gemi de Çanakkale'nin yolunu tuttu bile. Muzaffer'in keyfi yerinde idi. Sonunda birliğine ulaştı ve görev de yapılmıştı. Alay Komutanı tarafından taltif edildi. Çünkü Alay Komutanı lastiklerin bulunabileceğinden ve en azından Mehmet'in bunları Çanakkale'ye getirebileceğine inanmıyordu. Beri taraftan Yahudi tüccar ise elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na vardı. Ancak parayı bozduramadı. Çünkü para sahte idi. Yahudi şaşırdı. Olay şöyle gelişmişti: Muzaffer, Beyazıt Meydanında sırıttığında bir hile düşünmüştü. Çini mürekkebi ile sahte bir Osmanlı Parası yapacaktı ve yaptı. Bu para öyle iyi yapılmıştı ki gerçeğinden ayırmak mümkün değildi. Bir de o devir kağıt paralarının üzerinde şöyle bir yazı vardı. "Bedeli Dersaadette Altın Olarak Tesviye Olunacaktır" Muzaffer ise yaptığı taklit paranın üzerine şu harika ibareyi yazmıştı: "Bedeli Çanakkale'de Altın Olarak Tesviye Olunacaktır". Onun altın dediği, Mehmetçiğin akıttığı kanı idi.
Yahudi tüccarı, olayı iyice anlayınca bunu mesele yapmadı. Ancak, bir anda bütün İstanbul duydu. Şehzade Halim Efendi de duymuştu. Lalasını gönderip bedelini ödedi ve makbuzunu aldı. Çünkü böyle bir olayın dünyada benzeri bulunamazdı. Onu çok zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirdi ve İstanbul Polis Okulu'ndaki Emniyet Müzesi'ne hediye etti. Uzun yıllar orada kaldı. Son durumu bilmiyorum ancak 1983'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde görüldüğüne dair bir kayıt vardır.
Hülâsa Mehmet Muzaffer, Çanakkale'den birliği ile Sina Cephesine gitti. Birinci ve İkinci Gazze Savaşlarına katıldı. İkinci Gazze Savaşlarından sonra mektep arkadaşı Faik Soydan Bey'e mektup yazmıştı. Yaralandığını ve şimdi hastahanede olduğunu iyileşince yine cepheye döneceğini anlatıyordu. Haziran 1917.
Bu arada İngilizler 6 Aralık 1917'de Gazze'ye tekrar saldırdılar ve 7 Aralıkta da Gazze'ye girdiler. Gazze şehrinin sokaklarında çok şiddetli çatışmalar oldu. Mehmet Muzaffer de bu çatışmaların içindeydi. Bu sokak çatışmalarında akşam karanlığı basarken Mehmet Muzaffer de o karanlıklar içinden nurlu aydınlığa açılan kapıdan uçup gidiyordu.

SÜNGÜSÜ ÎLE DOKUZ FRANSIZI DEVİREN DÜZCELİ HASAN

Hasan 3. Tümen 31. Alayın 2. Tabur ve 6 Bölük erlerinden ufak tefek bir Mehmetçik. Kumkale siper savaşlarında ani olarak bir Fransız askeri ile kucak kucağa gelen Hasan, yıldırım hızı ile süngüsünü Fransız askerlerine sapladı. Fakat daha süngüsünü çıkarmaya fırsat bulamadan iki Fransız askeri ile daha karşılaştı. Bu defa kendi süngüsünü bıraktı ve Fransız askerinin süngü takılı tüfeğini kaptığı gibi, iki Fransız askerini daha devirdi. Sonuçta o gün Kumkale Fransızlardan temizlendi ama Hasan da tek başına 9 Fransız askerini tepelemişti. Onun bu kahramanlığına o gün bütün bölük şahit olmuştu.34 Kısacası 25 ve 26 .5 ve Nisan 1915 günleri 3. Tabur ile 27. ve 57. Alayların kahramanları da bire 25'le dövüşerek destanlar yasmışlardı.

BİR KOL VERİP DOKUZ DEFA YARALANAN ÜSTEĞMEN ŞEVKET

Şevket Bey, Kumkale'yi işgal eden düşman birliklerine karşı 26 Nisan 1915 günü 31. Alay'm 10. Bölük komutanı olarak taarruz edecektir. Fakat ateşin yoğun bir şekilde yaladığı bir yerden önce kendisi ve sonra erlerinin geçmesini istiyordu. Bunun için dedi ki: "Arkadaşlar ben şimdi karşıya sıçrama yapacağım ve arkamdan siz geleceksiniz. Şayet ben burada şehit olursam naşımı siper yapıp savaşa devam edeniz." Sonuçta bu tehlikeli bölgeden geçildi ve Orhaniye mevzilerindeki düşman müthiş bir taarruzla püskürtüldü. Ne var ki Üsteğmen Şevket belinden ağır şekilde yaralandı ve İstanbul'a hastaneye kaldırıldı. O orada tedavi olurken Çanakkale'de düşmanın defteri duruldu ve 31 Alay da Sina Cephesine sevk edildi. Şevket Bey onları Haydarpaşa Garında bekledi ve böylece sevgili bölüğüne kavuştu. Netice itibarıyla İstanbul'dan hareket eden birlik Gazze bölgesine geldi. Burada giriştikleri çok çetin savaşlarda inanılmaz başarılar elde
ettiler. Üsteğmen Şevket defalarca yaralandı, kolunu şehit verirken ve kendisi de dokuz yara alıp Gazi oldu. Hatta İngilizlerin geri alınamaz dediği bir tepeyi zapteden 10. Bölüğün hatırasına "Şevket Tepesi" adı verilmiştir. Bu tepe halen Gazze bölgesinde Şevket Tepesi olarak bilinir ve anılır. 5 Hülâsa böyle bir milletin savunduğu yurt parçasını hangi düşman alıp da esir edebilir?

İSMİNİ DİDAR KOYSUNLAR GÖZBEBEĞİM

18 Marta 1915 Deniz Harekâtından önce batarya komutanı Yüzbaşı Hasan Bey'in bir kızı dünyaya gelir. Durum Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na telgrafla bildirilir. Bunun üzerine Cevat Paşa atma atlayıp bataryaya gelir.
"- Evladım Hasan, kızın dünyaya geldi. Allah ömrünü uzun etsin. İzinlisin." Hasan;
"- Komutanım vatan görevi daha mukaddestir. Her an saldırabilirler. Gidemem. Kızımın ismini Didar koysunlar.
Velhasıl 18 Mart günü Hasan Bey özlediği mertebeyi bulmuştur. Kızı Didar hanımla görüşmesi darul şühedaya kalmıştır. Yahya Çavuşlar, Avni Beyler, Mehmet Çavuşlar, Hasan-Hüseyinler ve Münirler gibi o da Mevlâ'sına kavuşmuştur.

BİR DE KÜÇÜK ABDULLAH'IMI KORU

Hücum başladığı saatten itibaren kuduran zırhlılar her karış toprağın savunmaya yeminli Mehmetçiğin sinesine ateşler yağdırıyordu. Başlarında şahin bakışlı bir yüzbaşının dudağından çıkacak kelimeleri tek nefes halinde bekleyen, Mehmetçikler bilendikçe bileniyorlardı. Geriye doğru bir adım dahi atmamaya yeminli: 80 yiğidin 15 katıydı düşman. Artık ikindiye doğru burun burna gelmişlerdi. Bölüğün başında abide duruşlu ve şahin bakışlı yüzbaşı ne yapacağını düşünüyor ve çavuşlarını topluyordu. Yarım saat sonra düşmana süngü taarruzu yapılacaktı. Bu arada Yüzbaşı ellerini açtı ve; Rabbim. Bu azgın düşmanın üzerine yürümekle sana kavuşmak yoluna giriyoruz. Vatan anamız artık sana emanet. Onu düşmana çiğnetme. Bir de küçük Abdullah'ımı koru. Onu ismine lâyık insan eyle."
Yarım saat sonra yüzbaşı ve askerleri kükremiş aslanlar gibi idiler. Allah Allah nidaları yeri göğü inletiyordu. Sanki 80 kişi değil de binlerce Mehmetçik haykırıyordu. Bu doğru idi. Zira doğu ufkundan birilerinin bulutları yara yara
geldiğini gördüler. Düşmanın üzerine yıldırımlar yağdırmaya başladılar. Olayı canlı müşahede eden Yüzbaşının gözlerinden seller gibi yaşlar akıyordu. Tabii ki bu sevinç gözyaşları idi.
Düşman ise tepelerinde şimşekten atlara binmiş Allah'ın sevgili kullarının onlar üzerine yağdırdığı yıldırımları görünce var güçleriyle denize doğru kaçıyorlar değil, paralanırcasına adeta yuvarlanıyorlardı. Ne var ki o şahin bakışlı yüzbaşı bunları dünya gözüyle doya doya göremeden şehit olmuştu. Ama şehit düştüğü yerde ılık ılık gülümsemesi ruhlar aleminden seyrediyordu sanki. O anda deniz ise "Ey Şehit Oğlu Şehit! Gül Gül Açılan Yaralarla Bezenmiş Bedenin Bu Topraklarda Bulundukça Daha Hiçbir Düşman Yan Gözle Bakamayacak" diye seslendiğini bütün şehitler duyuyordu. Siz de duyuyor musunuz?


SEDDÜLBAHİR KAHRAMANLARININ YAZDIĞI DESTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

25 Nisan 1915 günü Çanakkale Kara Savaşları'nda savaşacak 6 Tümenden; 19. Tümen Maydos'ta yedekte, 3. ve 11. Tümenler Asya yakasında ve 5. ile 7. Tümenler de Bolayır'da bulunuyorlardı. Geriye kalan 9. Tümen ise esas çıkarmaların yapılacağı Azmak Dere'den Morto Koyu'na kadar yaklaşık 40 km. uzunluğundaki bir kıyı şeridini savunacaktı. Bunun 27. Alayı Arıburnu'nu savunacak ve 25. Alayı Sarafm Çiftliği'nde ihtiyatta bulunacak ve 26. Alayı da Seddülbahir Cephesinde çarpışacaktı.
25. Alayın Karargâhı Sarafm Çiftliği'nde bulunuyordu. 22 Nisan sabahı Kirte Tepesi'ne karargâhını kurdu. Birlikleri, Tekkeburnu, Yeldeğirmenler bölgesi, Ertuğrul ve Harapkale, Aytepe, Morto Limanı ile Sarıtepe ile Zığındere ağzına yerleştirdi. 7km'lik bir kıyı şeridi idi. Bu kıyı bölgesinin, taburun savunma gücünü çok fazlasıyla aştığı dikkat çekiyordu. Bunun için Mehmetçik, içindeki iman cevherine dayanarak savaşacaktı.
Bunun farkında olan Hamilton, önceden yaptığı plân çerçevesinde ve birinci derecede ele geçirmek için 25 Nisan günü kilit nokta oluşturan Seddülbahir ve yakın çevresini seçmişti. Bu itibarla bölgeye bir Fransız Tümeni ile 29. ve 1. İngiliz Tümenlerini ve l. Hint Tugayını ayırmıştı. İlk hamlede Alçıtepe ele geçirilecek ve sonra Kilit-ül Bahr'e uzanılacak ve kuzeydeki Anzak Kolordusu da Maltepe üzerinden yürüteceği taarruzla Eceabat dolaylarında birleşmeleri hususu Hamilton'un genel hareket plânının önemli bir parçasını oluşturuyordu.
İlk kanlı ve çok yoğun savaşlar 25-27 Nisan arası cereyan etmiştir. İlk saldırıda Türklerin kaybı %40, İngilizlerin ise %70 idi.
25 Nisan 1915 Günü Ertuğrul Koyu Çıkarması; Birinci kademede 3 bölük, ikinci kademede l bölük, üçüncü kademede 7 bölük. Toplam 11 bölük. Bu kuvvetlere karşı koyacak Türk tarafı ise yalnız l bölüktü. 4 gemi ile de destekleneceklerdi. Aslında ilk kademede 13 bölüklü bir tugay çıkarılması plânlanıyordu. Bir Alay da yedekte bekletilecekti. Buna göre birinci kademede 13 kat üstünlük ve ikinci kademede 25 kat fazlalıkla savaşılacaktı. İngiliz general ve tarihçi Oğlander demektedir ki: Seddülbahir Köyü içindeki çarpışmalarda şehit olan Takım Komutanlarına rağmen 25 nisan sabahından beri dövüşen iki Türk Takımı, 26 Nisanda bir İngiliz taburuyla göğüs göğse yaptıkları korkunç savaşın anlatılması ve ifade edilmesi hiç mümkün değildir. Şu kadar ki, savaş ve mücadele, sözcüğün tam anlamıyla bir destandır/ Oğlander, C:l, s. 307-308//.
Burada korkunç olan, öğleden sonraki saatlerde hemen hemen elinde ihtiyat kuvveti kalmamış olan 3. Tabur Komutanı Binbaşı Sabri Bey, dokuz kişiden ibaret olan mandayı; "Dayanın evlâtlarım, selâmet için gayret zamanıdır" gibi canhıraş sözlerle ayakta durdurmaya çalışmasıdır. Binbaşı Sabri Bey raporunda; " Saat 06.00'dan sonra düşman avcı hendeklerine tekrar açtığı ateş desteği altında ikinci kademedeki taburlarını çıkarmaya teşebbüs etti. Fakat mevzilerini muhafaza eden kahramanlarımızın ateşleri karşısında ikinci kademenin çıkarması da başarılı olamadı. Düşman askerleri çekildi. Deniz suyunun kırmızılaşmış olması ve sahile yığılmış cesetler düşman askerlerinin maneviyatını sıfıra indirmişti. Üçüncü çıkarma
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:25   #66
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

teşebbüsüne geçildiği zaman nakliye gemilerindeki düşman askerleri merdivenlerden inerken subaylarının kılıç zoru ile indiriliyorlardı. Tabur müdafaa ettiği cephesinde düşmana adım artırmazken düşman Teke burnunun 2 kilometre ilerisine bir tabur çıkarmıştı. Bu durum üzerine ihtiyatta bulunan 9. bölük iki t kımı ile Teke burnu kuzey doğusuna açılıp yayılarak burada beliren düşmanın kuşatma hareketini durdurmaya mecbur etti. Düşman korkunç bir ateş altında bulunduruyordu erlerimizi. 9. Bölük Kumandanı bu ateş sırasında yaralandı. Teke burnundaki müdafaa zayıflamıştı. Düşman buraya bir kısım kuvvet daha çıkardı ve ağır makineli tüfek ateşi altında kalan 12. Bölüğümüz iş yapamaz durumdan kurtulmak için çekildi. O zaman düşman Tekke Koyuna rahatça çıkarma yaptı.
Saat 07:00'yi geçtiği sıralarda Seddülbahir ve civarı adeta cehenneme dönmüştü... Düşman Ertuğrul Koyu'nda da üçüncü ve dördüncü çıkarmayı yapıyordu. Böylece Tabur 2 cephede muharebe yapmak zorunda kalmıştı. Kuvvetlerin ikiye ayrılması tabii ki aleyhimize oldu. Seddülbahir ve civarı kuvvet bakımından takviye edilmesini istiyordu. Fakat elde burayı takviye edecek kuvvet kalmamıştı. Mevcut kuvvet 25 Nisan akşamına kadar dayandı ve çıkarma kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etti. Ertuğrul Koyu'ndaki tel örgüleri imha için düşman ateşe başladı ve tel örgülerin büyük bir kısmı imha edildi. Tekke koyuna çıkan düşman kuvvetleri bitmeyen sayıda ölüler vererek saat 15.00'de Aytepe'yi işgal edebilmişti. Ezineli Yahya Çavuş'un mevzileri düşmanın arkadan ateşi altında kalmıştı. Böylece düşman Ertuğrul Koyu'na çıkabildi ama, cesetlerine basa basa... Ezineli Yahya Çavuş, 12 saatlik şerefli bir müdafaasından sonra Harapkale'deki bölüğüne iltihak etmekten başka çare kalmadığını anladı ve düşündüğünü yaptı. Taburundan da 4 0 kişi muharebe dışı olmuştu. Düşmanın ise 2 taburunun tamamı 2000 kişi imha edilmişti. "Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuştular, Üç Alayla da burada gönülden vuruştular. Düşman Tümen sanırdı, bu şahane erleri, Allah' ı arzu ettiler, akşama kavuştular." "Çanakkale Valisi Namık Bey" Hülâsa bu destan anlatılamaz. Bu destan insanın gözü önünde kaynayan bir cehennemin içinde yazıldı. Burada şehit olanlar son nefesini verirken bile vatanımın selâmeti diyordu. Böyle bir manzarayı kim unutabilir ve kim nasıl izah edebilir?
Tekke Koyu Çıkarması: Bu bölgeyi 12. Bölük savunuyordu. Karşısında 3 savaş gemisi destekli 6 bölük, çıkarmayı plânlıyordu. Öyle de yaptılar ama gene de perişan olmaktan kurtulamadılar.
İkiz Koyu Çıkarması: Tekke Koyu'nun hemen sağ ilerisinde daracık bir kum şerididir, l tabur çıkarmayı plânlıyordu. 4 yedek kafile ve 2 savaş gemisi ile desteklenecekti. İkiz Koy'a çıkan düşman kuvvetlerine 12 kişilik Türk gözcü birliği karşı koyacaktı. Karşı koydular ve İngilizleri de şeytan çarpmış gibi sersemleştirdiler.
25 Nisan 1915 Günü Santepealtı Çıkarması: Buraya çıkan 2.000 kişilik İngiliz birliği çok büyük tehlike arz etmiştir. Sabah 04.3 O'da karaya ayak basan bu 2.000 kişilik Tugay, Türk savunmasının tam arkasında idi. Her an Kirte'ye ulaşabilirlerdi. Karşılarında hiçbir Türk birliği yoktu. Buna rağmen hiçbir varlık gösteremediler. Sonuçta 25 Nisan akşamı, 25 Alaydan gelen yedeklerle giriştikleri savaşta 700 kişi savaş dışı oldu. Kalanların da cepheyi boşaltıp kaçıp gitmeleri ile bu çok tehlikeli çıkarma bölgesi bertaraf edilmiş oldu. Kısacası bu kadar az bir Türk askeri ile savunulan savaş bölgesine çok iyi şartlarda çıkan İngiliz kuvvetlerinin Kirte'ye ulaşma hayalleri rüzgar gibi uçup gitmiştir.
Morto Koyu Çıkarma Noktası, Müttefikler için çok önemli, kritik bir yerdi. Türk savunmasının buraya ayırdığı kuvvet ağır silahlardan yoksun 150 kişilik bir takımdı. Karşı taraf ilk kademede 3 bölük çıkaracak ve sonra l muharebe ve 4 balıkçı gemisi ve 4 yedek kafile ile desteklenecekti. 25 Nisan sabahı 04.30'da Nelson ve Vengens Savaş Gemileri ile refakat gemilerinin topları Morto Koyu sırtını dövmeye başladı. İki saat kadar süren top ateşinden sonra filikaların içi asker dolu olduğu halde kıyıya yaklaştıkları bir sırada, Türk takımı öldürücü bir ateşe başladı. Düşmanı en kritik anında yakalamış ve derinliklerde ilerlemelerine şans tanımamıştı. Ancak Abide cihetinde 3 kişinin gözetlediği bölgeden düşman askeri çıkıp, kahramanları arkadan kuşatmaya başlamıştır. Takım Komutanı durumun farkına varıp yavaş yavaş geri çekilip tedbirini alsa da akşama kadar takviye alamaması sebebiyle 80 kişilik takımının hemen tamamına yakını savaş dışı olmuştur. Ta ki akşama doğru 25. Alay'ın 8. Bölüğünün bölgeye yetişmesi sonunda tehlike atlatılmış ve 25 nisan Morto Koyu çıkarması Türk savunması lehine sona ermiş oluyordu.
28 Nisan 1915 Birinci Kirte Savaşları: 28 Nisan 1915 günü sabahı saat 08.00'de başladı. Akşama kadar sürdü. Ancak başarılı olamadılar ve 3.000"i bulan kayıplarla geri çekildiler. 1-2 ve 3-4 Mayıs günleri tekrarladılar. Ancak yine başarılı olamadılar. Yalnız bizim 15. tümen de erimişti. Tümen Komutanı Yarbay Zoderstren görevden alındı. Bu savaşlarda düşman istediği neticeyi elde edemedi. Ancak güneyde Cephe kuruldu ve bölgeye ayak bastı. İstanbul'a ulaşamadılar ama Alçıtepe'ye kesin ulaşmak istiyorlardı. Heyhat! Mehmetçiğiaşmak ne mümkün...
6-9 Mayıs 1915 İkinci Kirte Savaşları: General Hamilton, Türkler mevzilerini tahkim edip takviye almadan Kirte bölgesini kesin ele geçirmek istiyordu. Bunun için Arıburnu bölgesinden 2 Tugay Anzak Askeri Seddülbahir'e getirildi. 6 Mayıs günü 11.30'da taarruza başladı ve 7-8 ve 9 Mayıs günlerinde taarruzlar yenilendi. Bu saldırılar İngilizlere 6.500 insana mal oldu. 7.000 kaydı da vardır. Türk tarafının kaybı da ağırdır. Biz vatan toprağını savunuyorduk da; onların neye ve niçin öldükleri bilinmiyordu. Ancak büyük bir hainlik içinde artniyet taşıdıkları biliniyordu.
4-6 Haziran 1915 Üçüncü Kirte Savaşları: General Hamilton, 2. Kirte Muharebelerinin yarattığı ezikliği ve moral çöküntüsünü atmak için başlattığı III. Kirte Muharebeleri başarılı görünse de Kirte önlerinde Türk karşı taarruzları ile geri atıldılar. Yani İtilâf Devletlerinin, Seddülbahir bölgesine 5. taarruzu da neticesiz kaldı ve hayallerindeki Kirte'ye / Alçıtepe Köyü / ulaşamadılar. Halbuki 100 yıldır bunun hesabım yapıyorlardı. Mehmetçiğin kahredici azmi, asırlık hayali Çanakkale Siperlerine bir daha hortlaınamak üzere gömüp bitirmiştir. Ill.Kirte Savaşlan'nda Fransız Kolordusunun insan gücü 30.000 kişi idi. İngilizlerin ise 31.000. Oğlander, 20.000 gösterir. Türk tarafında ise çeşitli Tümenlerden toplanmış 3 Alayın 8 piyade taburunda 7.000 er bulunuyordu. 6.000 kişi de ihtiyatta destek için vardı. Toplan 13.000 kişi. Bunun 9.000 kadarım kayıp verdik. Yani 9. kişilik 9. Tümen hemen tamamıyla erimişti. Cephe tamamıyla yarılmıştı. Yalnız muharebe sahası olan Sığınsırt'ta 12'lik muhasara bataryası ile 5. Alayın 2. Bataryası ve 150 Mehmetçik cepheyi savunmaya çalışıyorlardı. Sonuçta 150 yiğit birbiri ile helalleşip 3 gruba ayrıldılar, l .Grup, Teğmen Ahmet'in emrihde Kirte Deresinden, 2. grup, Teğmen Mehmet'in komutasında Kanlıdere'den, 3. Grup da Batarya Komutam Arif Tanyeri'nin emrinde merkezden derhal taarruza geçtiler. Karşılarında gördükleri manzara ise şu idi: Yaralı ve şehitlerle dolu olan Türk siperlerine düşman topluca saldırıyor ve ölmek üzere olan bir şehidimizin üzerine sekiz on süngü birden saplanıyordu. İşte bu manzara karşısında s ldırıya geçen erlerimizin Allah Allah seslerine, Batarya Komutanının genç ve gür sesi karışıyordu; "- Yetiş, vur. Vur ha vur." Hülâsa Üçüncü Kirte Savaşlarının son taarruzunu yapan 150 kişilik Türk Grubu 5-6 dakika içinde düşmanı Türk siperlerinden temizledi ve kendileri yerleştiler. Aradaki mesafe 150 m. kadardı. 5 Haziran günü artık düşmanın da savaşacak hali kalmamıştı ama gene de 150 kişinin 10 katı idi. İşte o, on misli kuvvete karşı koyan ruh, subaylarına güvenen ve vatanı için ölümü hiçe sayan Türk askerinin Çanakkale'de şahlanan karakteri ve inancının tezahürleri idi. Sonunda 15. Tümen birlikleri yetişip cepheyi 12'lik batarya birliklerinden teslim almıştır. Kısacası, 3. Kirte Zaferini 150 kişilik bu kahramanlar sonuçlandırmıştır. Bugünkü Son Ok Şehitliği, o kahramanların anısını taşır. Savaş bugünkü Son Ok Şehitliği'nin 600 m. kadar güney batısında yaşanmıştır. Kahramanların ruhları şad olsun.
21-22 Haziran 1915 Kerevizdere Savaşları: Bu Savaşların Hedefi, Fransız Kolordusu Kerevizdere sırtlarındaki 83 rakımlı tepeyi ele geçirmekti. 21 Haziran günü, Türk mevzilerine 32.450 top mermisi kullandılar. Cepheyi 2. Türk Tümeni savunuyordu. 12. Tümen de yedekte bulunuyordu. Fransızlar üçer taburlu 3 Alayla hücuma geçti. Türk savunması 6.000 kayıp verdi. Yani 2. Tümen üç Alayından ikisini zayiat vermişti. Fransız kaybı isi 2.500 idi. Ordu Komutanı Sanders, bu savaşları kastederek 22 Haziran 1915 günü çok gizli ve kişiye özel olarak Enver Paşa'ya gönderdiği raporunun özeti: "Düşman, öteden beri ve özellikle son zamanlarda yaptığı taarruzlarda anlatılamayacak kadar çok cephane ve az sayıda insan harcıyor. Biz ise pek çok insan ve az cephane feda ediyoruz." Bu sual asıl Enver Paşa kadar Sanders'in kendisine de biri tarafından sorulmalı ve bu da Enver paşa olmalı idi. Elhasıl, iki gün süren bu kanlı boğuşmalarda göze
çarpan en büyük özellik; " Türk Komuta kademelerindeki soğukkanlılık, alınan karalardaki ustalık, karşılıklı işbirliği zihniyeti, uygulamaların noksansız yapılışı ile uygulayıcıların yarattıkları yiğitlik ve vatan toprağının savunulmasında sarsılmaz inanç ve içtenliğin dillere destan, dost ve düşmana parmak ısırtması olmuştur."
28 Haziran-5 Temmuz Arası Zığındere Muharebeleri: Çanakkale Savaşları'nın en kanlı sahnelerinden biri Zığındere'de yaşanmıştır. Saldırının ilk ateşi 28 Haziran 1915 saat 09.00'da başladı. 29 ve 30 Haziranda devam etti. Zığındere, Sargıyeri'nde bulunan Sahra Hastanemiz yerle bir oldu. Binlerce
yaralı parçalanarak şehit oldu. Savaşa katılan 7. ve 12. Tümen birliklerimizdi. Yaralı ve şehitlerle dolu Zığındere batısındaki siperlerimizi işgal eden düşmanın hesabı görülemedi. Anadolu yakasından 3. Tümen, Arıburnu'ndan 5. Tümenler yardıma geldi. Bu yedeklerle 5 Temmuz günü yapılan savaşlarla da sonuç alınamayınca, Grup Komutanı Alman Weber Paşa görevden alındı. Yerine Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa'nın kardeşi Vehip Paşa getirildi. Bu savaşlara katılan!., 7., 12., 6., 4., 3., 5. ve 11. Türk Tümenleri 28 Haziran-5 Temmuz arası 16.000 kayıp vermişlerdir.
12-13 Temmuz Muharebeleri: İngiliz ve Fransız birlikleri saat 04.30'da Güney Grubu ceephesinin sol kanadındaki 4. ve 7. Tümen cephelerine karadan, denizden ve 14 kadar uçakla da havadan bombardıman etmeye başladı. Bombardıman üç saat sürmüştü. Bu zaman zarfında 4., 6. ve 7. Türk Tümenlerinin ilk iki günlük çarpışmalarda verdiği kayıplar, 113 subay ve 9.462 erdi. Kanlı Zığındere Muharebelerinden kısa bir süre sonra başlayıp iki gün süren Kerevizdere Muharebeleri, Seddülbahir Cephesinde hatta Çanakkale'nin diğer muharebe bölgelerindeki bütün komuta kademelerinde bir rahatlık yaratmıştır. Karşı tarafta ise bir bezginlik seziliyordu. Hele enerjik bir kişiliğe sahip olan 2. Ordu Komutanı Miralay Vehip Paşa'nın Grup Komutanlığına gelmesi Türk savaş gücünü ve güvenini iyice pekiştirmiştir. Ancak 13 Temmuz 1915 savaşlarından sonra İngiliz 157. Tugayının sağ kanadında başlayan bazı küçük geri gidişler, birden tüm cephedeki erlere kadar yayılarak sel gibi geriye doğru bir akış başlamıştır. Ne yazık ki, bizim ileri birliklerimiz bu durumdan faydalanamadılar. Bu panikten kayıpsız kurtulmaları bu defa İngilizler için büyük bir şans olmuştur. Hülâsa, İstanbul'a ulaşamadık bari Alçıtepe'ye ulaşalım özlemiyle girişilen bu taarruzları boşa çıkarmanın verdiği rahatlık ve kendine güveniyle Türk direnme ve moral gücünü kat kat arttırmıştır. İngiliz ve Fransızlara da iyice hazırlanmadan yer yer yaptıkları taarruzlardan vazgeçerek daha tedbirli ve ihtiyatlı hareket etmenin bilincini de öğretmiştir. Ayrıca 6-13 Ağustos 1915 günleri arasında yapılan muharebelerde de toplam 7.519 kaybımız vardır. Kısaca belirtmek gerekirse, Seddülbahir Bölgesinde yapılan muharebelerde binler şehit ve ölü verilmesine rağmen her iki taraf için de istenilen netice elde edilememiştir. En son olarak da düşmanın 9 Ocak 1916'da kaçıp gittiği bölge, Seddülbahir Savaş Cephesi olmuştur.
16. Seddülbahir'de Emre İtaat Etmiyen Yüzbaşı Hüseyin Hüsnü'nün Hatıraları: Aylarca devam eden çok kanlı muharebelere rağmen düşmanın bir türlü zaptedemediği "Alçıtepe"nin ismini kendisine soyadı olarak alan Önyüzbaşı Hüseyin Hüsnü Alçıtepe Çanakkale'de Seddülbahir'e çıkan 20.000 kişilik düşmana karşı koyan 26. Alay, 3. Tabur, 9. Bölük komutanı idi. Hüseyin Hüsnü Alçıtepe'ye neden bunu soyadı olarak aldığı sorulunca, şöyle cevap verdi: "- Düşmanın bütün emeli Alçıtepe'yi almaktı. Alçıtepe'ye giden yol üzerinde dövüştük, dövüştük. Birçok subay arkadaşlarım ve Mehmetçikler şehit oldular, ben de ayaklarımdan yaralandım, sakat kaldım. Alaydan gelen geri çekilme emrini dinlemeyerek dövüştüm. Eğer düşman Alçıtepe'yi alsaydı, şehit düşmesem bile, idam edilmekliğim muhakkaktı. Türk Ordusunun şan ve şerefini arttıran bir muharebeden, sakatlığımla beraber bu isim de hatıra kalsın, dedim. Alçıtepe, üçüncü taburun dövüşmesini şöyle anlattı: 25 Nisan 1915... Öğleden evvel iki zırhlı ile bir denizaltının süratle Boğaza gi diğini Morta limanındaki 9. Bölükten gözetleme postamız haber verdi. Efrat silahbaşı edildi. Bu esnada Arıburnu istikametinden de top sesleri geliyordu. Biraz sonra düşman gemileri Morto Limanını, Ertuğrul Koyunu ve tabyasını, Harapkale'yi, tabur karargâhını şiddetle bombardımana başladı. Kesif gemi ateşlerinden, siperler üzerinde parçalanan mermiler ve şarapnellerden çıkan gaz ve dumanların tesiriyle hiçbir şey görülemiyordu. Ağaçlar yerlerinden fırlıyor, taşlan havalarda uçuyor, toz duman birbirine karışıyordu. Sanki kıyametten bir sahne idi. Bu kadar ufak bir bölgeye yapılan ateş altında nakliye gemileri Tekke ve Ertuğrul Koylarına yaklaşmıştı. Tayyareler de pek alçaktan, tepemizde uçuyordu. Bölükler bu cehennemi ateş altında hiçbir şeye ehemmiyet vermeden vatan ve namus vazifelerini yapıyorlardı. Gösterilen bölgelere, telefata bakmayarak, siperler içinde kalan arkadaşlarına yetişmek için koşuyorlardı. Dokuzuncu Bölük, Tekke Burnuna yaklaştığı zaman bîr tabur kadar düşmanın Zığınderesine doğru süngü takmış olarak ilerlediğini, Tekkeburnu'na çıkarmış olduğu iki bölük kadar, makineli tüfekli bir kuvvetin de Tekkeburnu'nu işgal etmekte olduğunu gördük. Yedi yüz metre kadar bir mesafeden düşmana ilk ateşi açtık. Düşman makineli tüfek kullanmaya fırsat bulamadan kaçmaya başladı. 12. Bölük kumandanı yaralanınca, kumandasız kalan efrat, 9. Bölük emrine girdi. Zığındere' sindeki bölüğe taarruz eden düşman da hücuma uğrayınca kaçmaya başlardı. Yaralılarını almadan gidiyorlardı. Sahile vardıkları zaman onları alacak vasıtalar açılmıştı. Bunun üzerine düşman mukabil hücuma kalktı.
Muharebe ileri geri şeklinde devam etti. Dört defa denize kadar sürmüştük düşmanı! Tekke Koyu siperleri şiddetli bombardıman neticesinde berhava edilmişse de sağ kalan efradımız ihraç hareketine müthiş surette karşı koyuyordu. Buraya çıkmaya muvaffak olmuş düşman ise eriyordu.
Ertuğrul tabyasının cephanelik civarındaki Ertuğrul Koyu'nü yandan ateş altına alan Yahya Çavuş ismindeki kahraman, arkadaşlarıyla düşmana pek ziyade telefat verdiriyordu. Seddülbahir Kalesi içine çıkmaya çalışan düşman öyle bir mukavemete maruz kalmıştı ki, kayıkları sahile sağlam gelmiyor, vapurlardan kayıklara efrat kamçı ile indiriliyor ve biz bunu görüyorduk.
Öğleden sonra Tekke Koyu'na ihraca muvaffak olan düşman, Ay Tabya'yı ve Ertuğrul Tabyası'nı işgal etti. Böylelikle Tekke Burnu'ndaki bölüklerimiz yandan ateş altına girdi. Harapkale'yi aşan mermiler de geriden bölükleri taciz ediyordu. Bu durum üzerine, tabur kumandanı telefatı azaltmak için biraz geriye çekilme emrini verdi. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Bey, gece bütün cephede hücuma geçerek karaya çıkan düşmanı denize dökmemizi, şehit ve yaralıların intikamının alınacağını söyledi. Buna hazırlandık. Gece olmuştu. Düşman bütün bölgeyi karadan ve denizden kurşun yağmuru altına aldı. Fasılalı olarak dumdum kurşunu da gönderiyordu. Bölgemiz fişeklerle aydınlatılıyor, bu arada top ateşi de yapılıyordu. Bu hal şafak sökünceye kadar sürdü.
26 Nisanda her taraftan yine ateş başladı. Zığındere'ye taarruz eden düşman burasını ve Hisarlık Burnu'na çıkan düşman da Hisarlığı aldı. Seddülbahir Kalesi içinde pek kanlı muharebeler oluyordu. 40 saat fasılasız devam eden muharebe neticesinde taburun mevcudu yarıya inmişti. Kalanlar yarı beline kadar su içinde Kanlıdere'den Kirte civarındaki siperlere çekilmeye başladı.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:25   #67
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Zabitler şehit düşüyor, kıt'alar kumandansız kalıyordu. 25. Alay çavuşlarından Ayvacık'lı Rifat Çavuş yaralı olarak geldi, başsız kalan efradın durumundan haberdar olan düşmanın her tarafta mukabil taarruza geçtiğini söyledi. Bölüğüm bu sırada ihtiyatta bulunuyordu. Alay Kumandanı zabitsiz kalan diğer bölüğü de alarak ileri atılmamızı emretti. Dere içindeki bine yakın er teşçî ve teşvik ederek kumandama aldım. Bölüğümle beraber taarruza geçtik. Biraz sonra düşman kaçıyordu. Bunu gören diğer kıt'a efradımız da fasılasız ilerliyordu. Muharebe böyle muzafferhane şekilde devam ederken, kıt'aların Soğanlıdere'ye doğru çekilmesine dair Alay emri geldi.
26. Alay Kumandanı karargâhı ile birlikte Alçıtepesi'ne doğru gidiyordu. Düşmanın bütün cephede ricat etmesinin manevî kuvvetimizi arttırdığı bir sırada bölüğüme gelen bu Alay emrini dinlememeye karar verdim. Bu topraklarda çarpışmış, birçok şehit ve yaralı vermiş, Seddülbahir'e "Zafer Sütunu" dikmeye namus sözünde bulunmuştuk. Böyle yeminli bir kıt'anın savaşı yarı bırakarak geri gitmesi yarımadanın mukadderatını tayin edecek
mühim bir mevkii bırakması çok şerefsiz bir iş olurdu. Nitekim askerlerimle birlikte çekilmedim ve taarruza devam ettim. Bu topraklarda ölecektik. Bu anlayışla düşmanı ta Morto Limanına kadar sürdük. Düşman askerleri gemilere binerek kaçmak istiyordu fakat kendi askerleri tarafından üzerlerine ateş açılıyor, savaşa mecbur bırakılıyorlardı.
Bir müddet sonra Alçıtepe eteklerinden Domuzderesi'ne doğru, telefata bakmayarak bir kıt'a geliyordu. Bu 19. Alaydı. Alay Kumandanı Sabri Bey, Alçıtepe'sine geldiği zaman, 26. Alay Kumandanını ve bazı müfrezeleri geride görünce, cephe hattına bakmış, çarpıştığımızı görünce Alayını ateşe sürmüştü. 19. ve daha sonra 20. Alayın imdadımıza yetişmesi üzerine düşman bir daha sürüldüğü yerden ileriye bir adım atamadı.
Askerlikte emir dinlememenin cezası idamdır. Eğer mukavemetimiz başarı ile neticelenmeseydi, bu cezaya çarptırılacağım muhakkaktı. Kader böyle tecelli etti.Alçıtepe'yi düşman eline geçmekten kahraman erlerimle birlikte kurtardım. Geri çekilme emrinin, Alay Kumandanına bazı müfreze kumandanları tarafından verilen yanlış bilgi neticesi olduğunu sonradan öğrendim.
Liman Von SardersMn bu muharebe hakkında Başkumandanlığa çektiği iki telgraftan birinde öğleden evvelkinde şöyle denilmişti: Düşmanın zayiatı 10.000 kadardır.
27-28 Nisan tarihleri mevzii muharebelerle geçti. 29-30 Nisan gecesi umumî hücuma, 19. Alayla birlikte katıldım. Sabaha karşı idi, siperde iken tepemizde bir şarapnel patladı, yanımda bulunan zabit vekili Galip Efendi ile birlikte beş yerimden yaralandım. Bir şarapnel parçası sol diz kapağımı parçalamış, bir diğeri sağ bacağıma girmişti ki, bu hâlâ bacağımın içindedir. Yaralanınca bayılmışım. Gözlerimi açtığım zaman, şiddetle devam eden muharebe gürültüleri arasında, yanıma uzanmış bulunan onbaşıya şunu dediğimi hatırlıyorum:
"- Beni alınız!"
Bir sedyeye koydular, sargı yerine götürdüler. Zabit vekili Galip Efendiyi daha evvel götürmüşler. Orada akşama kadar kaldık. Çünkü geriye hastaneye götürmek üzere geceyi beklemek lâzım geliyordu. Sargı yerinde iken tepemizde tayyareler uçuyordu. Nihayet bahriye hastanesine getirildim. Burada ayağımı kesmek istediler. Razı olmadım. Yedi ay tedavi sürdü. İyileştim fakat sakat kaldım
Güzeller güzeli Hüseyin Hüsnü; kabrin ismin gibi cennetül fırdevs'inmürgızarlarından biri olsun. Vatan sağolsun
GENELKURMAY YAYINLARI

Genelkurmay Ataşe Başkanlığı Stratejik Kurul üyelerinden Em. Kur. Albay Talat ÖZDOĞAN, Genelkurmay Başkanhğı'nın yayınladığı Çanakkale Muharebeleri 75.Yıl Armağanı adlı hacimli eserde "Çanakkale'de Türk Kahramanlığı" başlıklı yazısında Çanakkale Savaşlarına Türk Ordusu 700.000 kişi ile katıldığını yazıyor.50 Tarihçi Yılmaz ÖZTUNA'nın tespiti de 700.000 askerdir. "Gene adı geçen yayında tarih uzmanı Em. Top. Albay Rauf AT AKAN ise 1915 "Nisan sonunda asker alma bölgesinden Gelibolu'ya 20.000 er gönderilmiş51 ve Mayıs ayında ise 24.300 er daha ilave edilmiş; 10.000 er de hazır bulunduruluyormuştu.52 Temmuz ayında kayıp sayısı 124.000'i bulunca bu defa söz konusu kayıpları karşılamak üzere 101.000 er daha ikmal edilmiş ve 20.000 de gönderilmek üzere araç beklemekteymişti. "53" Böylece Çanakkale savaşlarına toplam gelen yedek asker sayısı 175.300 ü bulmuştur. Savaşan 17 Tümenin mevcudu ise 350.009 kişi. Toplam mevcut 525.309 "54" Yalnız 700.000 sayısını göz önüne alırsak : O zaman Çanakkale Savaşlarına katılan asker sayımız 600.000'nin üzerinde olur. İngilizler 5000.000'le katıldı ve yarısını kayıp verdi. Buna göre Türk şehit sayısı da 250.000 den aşağı olamaz. Zira karşı taraf çok üstün ateş gücü ile saldırıyor ve sizde onun üzerine gidiyorsunuz. Ve onlar 500.000 askerlerinin yarısını kaybediyor ve siz 50 ve 100.000'lerde kalıyorsunuz. Bu hem savaş mantığına ve hem de tarihi kayıtlara uygun geldiği söylenemez.
Hülasa bunlarla birlikte George H. Cassar'ın Çanakkale ve Fransızlar adlı eserinde demektedir ki: "Osmanlı İmparatorluğunda resmi kayıtlar titizlikle tutulmuyordu. Onun için bazı otoriteler kayıpların 350.000 kişiye yaklaştığını açıklamaktan çekinmemişlerdir." Sanders'in kayıpları titizlikle tespit edip Harbiye Nezaretine ulaştırdığı da şüphelidir. Kendi hatıratında da konuyla ilgili kesin bir açıklık yoktur.

JAMES'IN TESPİTLERİ
Gelibolu Seferi, sekiz buçuk ay sürdü. İki tarafın da kayıplarını, sıhhatli bir şekilde tahmin etmek son derece güçtür.
Bir ker Türk kayıpları pek gelişigüzel tutulmuş olup, resmî rakamları olan 86.692 ölü ile 164.617 yaralı ve hastaların, hakiki kayıplarından adamakıllı eksik olduğu
muhakkaktır. James, hatta yer ve isim vermeden bir Türk kaynağı kayıplarını 470.000 gibi büyük bir rakamla ifade eder, Fakat bunu: 200 - 250.000 değil; 300.000 civarında tahmin etmek daha makûldür. İngiliz ve dominyon kayıpları da 198.340 ile 215.000 arasında hatırı sayılı değişiklikler arzeder. Fransız zayiatı ile boğularak kaza sonucu ölümler dahil olmak üzere; toplam müttefik kayıpları muhtemelen 256.000 idi. Bunlardan 46.000'i harekât esnasında ölmüş veya hayatlarını aldıkları yaralar yüzünden kaybetmişlerdir. Elhasıl Türklerin savaşa katılan asker sayısı: 500.000. Ölü: 55.177, yaralı: 100.177, kayıp: 10.067., hastalıktan ölen: 21.498, hastalık nedeniyle askerliği terk: 64.440, Toplam zayiat: 251.309. Fransızların savaşa katılan asker sayısı: 79.000. Kayıpları: 47.000. İngilizlerin savaşa katılan asker sayısı: 410.000. Kayıpları: 205.000 olarak gösterilmektedir. Mamafih, bu ve benzeri sayıların gerçeği yansıttığı söylenemez.

ALAN MOOREHEAD'IN TESPİTLERİ:
İtilâf Devletleri toplam 489.000 askerle katıldılar ve toplam : 252.000 kayıp verdiler. Türkler ise yaklaşık 500.000 askerle katıldılar ve toplam 251.000 kayıp verdiler. Burada İngiliz ve Fransızların kayıpları hakkında hemen yerli ve yabancı kaynaklar: Sayılar itibariyle pek farklılık arzetmez. Yalnız Türk zayiatı hakkında aralarında epeyce farklılıklar olan sayılar verilmesi kafaları hep karıştıra gelmiştir. Hele yabancılar Türkler 500.000 / BEŞYÜZBİN / askerle katıldı derken: Türk kaynakları bu sayının 310.000 / ÜÇYÜZONBİN / olduğunu söylemesi akıl almaz bir sayı farkı olarak görülür. Şehit ve kayıpları ise; 250 - 251 - 252.000'lerden birden 57 ve 180 veya 211.000 gösterilmesi yanlışları belgeler. Bir kere 250 - 300.000'den aşağı olamaz. Çünkü karşı taraf en modern silahlarla üzerine geliyor ve 5.000 - 10.000 kişi ölüyor ve sizde 500 - 1.000 kişi zayiat olacak. Olmaz. Elhasıl kayıplar genelde eşit sayıda olmuştur. Çünkü Türkler iptidai silahlarla olsa bile, mevziide ve geleni görüyor. Çoğu kere. Karşı tarafın silahları modern ve deniz bombardımanı desteği var ama: O da çoğu kere körü körüne ve düzensiz ve disiplinsiz savaşıyor. Burada eldeki imkanlar değerlendirilince; kayıpların eşit miktarda olduğu söylenebilir.

ÇANAKKALE SAVAŞLARININ KESİN KAYIP LİSTESİ HAZIRLANAMAZ

Çanakkale Savaşlarında verilen kayıpların tespitini yapabilmek için bizzat savaşın cereyanı sırasında teferruatlı malûmatın kroki, istatistik, cetvel ve sairelerin elde bulunması şarttır. Burada kanaatim o ki, I. Cihan Savaşında, savaş durumunu gösteren cetvellerin bize tam olarak ulaştığı söylenemez. Yani bazı uzmanlara göre savaşın ilk günlerine mahsus bilgileri kapsayan cetvellerden ötesi, berisi hırpalanmış belgeler ve cetveller bizim elimize geçmemiştir. Özellikle I. Cihan Harbinden önceki Harp Tarihinin esasını teşkil eden Harp Ceridelerinin kıymeti I. Cihan Savaşından önce pek bilinmemiş ve bu sebeple Balkan Savaşında, savaşan birliklerin durumu günü gününe yazılıp ciddi bir şekilde ceridelerde-zabıtlarda saklanmamış ve en nihayet verilen ve alınan emirler lalettayin tertipsiz ve sırasız olarak bir defterden başka bir şey kalmamıştır. Ne acı ki, bunlardan ders alınmadan ve hazırlanmaya imkân bulunamadan I. Cihan ve Çanakkale Savaşlarına girmişiz. Sonra bu işlere bakacak şube de lâvedilmiş ve tekrarı ise 1332 de kurulmuştur. Bir de savaş içinde küçük kıt'aların kayıpları belki hiç ciddiye alınmamış ve ilâve cidden çok müşkül bir iş olan bu husus bilhassa heyecanlı ve buhranlı anacan, babacan günleri savaşlarında ziyâdece mühemmel kalmıştı. Yani ihmal edilmişti. Buraya şunu da eklemek lâzımdır: Gelibolu Yarımadası Savaşlarında özellikle Tümen ve Alaylardan aşağı kıtaat savaşlarında subay kayıpları çok fazla olduğundan ve bu defa sarp arazi içinde kayıp ceridelerini tutacak okur yazarın kalmamış olması ve Çanakkale Savaşları sonrası sağ kalan subaylar ise hemen diğer cephelere şevki ile savaşların uzun yıllar sürmesi ve oralarda şehit olmaları sebebiyle Gelibolu Yarımadasında cereyan eden o müthiş savaşın kayıpları hakkında bize bilgi verecek kaynaklar iyice azalmış oluyordu. Bu itibarla kayıplar hakkında söz konusu bilgilerin bize tam olarak ulaştıkları söylenemez.
Bu savaşlar o kadar şiddetli geçti ki, müdafaanın ruhu neferin ve yanlarındaki küçük zabitan ve çavuş rütbesindeki kişilerin iman kuvvetinde idi. Yani kimsenin sağ ve solundaki ahvalden haberdâr olması mümkün olamayan bu muharebelerde, düşman eline düşen esirlerden hiçbir neferin özellikle'25 Nisan - 6 Mayıs Savaşlarında geriye döndüğüne pek rastlanmamıştır".
Hülâsa, zayiat müthişti. 29/30 Haziran Muharebeleri hariç olarak Seddülbahir Cephesinde toplam 99.855 şehit, yaralı ve kayıp vardı. Subay kaybı pek büyüktü. Özellikle 7. Tümenin Taburlarından savaş boyunca 72-75 Subay kaybı olmuştur. Önce 4 km. sonra 6 km. ye çıkan bu cephede 70 günde verilen bu kayıp korkunçtu. Bunun sebebi ise tarafeynin şiddet ve asabiyet ve sonra gayet dar ve her tarafı ateşe maruz bir noktaya külliyetli kalabalığın toplan-masıdır. Binaenaleyh, en sakin günlerde dahi 150/400 asker kaybımız oluyordu

ŞEHİT KELİMESİNİN ANLAMI:

Şehitlik ifadesi ve şehitlik mefhumu İslâmî bir değerdir. Hizmet karşılığında insanlara verilen bir payedir. İslâmda hizmet ise niyete bağlıdır. Niyet halis ve lekesiz olmazsa hizmetin bir değeri olmaz. İşte Çanakkale Savaşlarına gelebilmek için gece 02.00'de Askerlik Şubesinin önünde sıra beklerken heyecandan ölenler Çanakkale Şehidi'dir. İşte, o savaştan sonra her türlü zayiat ilk kaynaklarda şehit olarak değerlendirilmiş ve toplam kaybın 250.000'in üzerinde olması sebebiyle 250.000 şehit sayısı ile ifade edilmiştir ki yerinde ve güzel bir tarihe mal olmuştur. Gerçekten de mezkûr sayının üzerinde kaybımızın olduğu, görüldüğü üzere bütün kaynaklar ittifak halindedir.
Elhasıl, Allah yolunda ölen veya öldürülen kimseler şehittir. Kelimenin çoğulu Şühedâ, Türkçede yardımcı fiilde "şehid" olmak veya "şehid düşmek" şeklinde söylenir.
Şehid veya şehâdet kelimeleri hukukî anlamda şehid veya şahidlik anlamında kullanılır. Bu itibarla "Allah yolunda: Yani Allah ve milleti için hiç karşılıksız maddî ve manevî çalışmaları sırasında ölerek veya öldürülerek "çok yüksek manevî mertebelere ve ilâhî lütûflara nail olan bahtiyarlara" Şehid denilmesi onların gasil ve nakillerinde meleklerin hazır bulunup, onları görmesinden dolayı veya bizzat şehidlerin Allah katında diri olarak birçok ilâhî nimetleri görebilmeleridir. İşte bu bahtiyar insanlara şehid denmesi bu sebeptendir. Yani her şeye ayan ve beyan şahittirler, görürler. "Siz şehidlere ölü demeyiniz. Onlar diridir. Ama siz bilip anlayamazsınız."
Hülâsa, Türk Milleti 1000 yıldır: içten ve dıştan gelen son derece ağır tehdit ve terör olaylarına karşı samimiyetle hürriyet-barış ve Tevhid inancı için seve seve kanını sebil etmiş ve sayısız şehid vermiştir. Yani Tevhid-Hürriyet ve İstiklâl uğruna en çok şehid veren Millet: TÜRK Ulusu olmuştur. Onun için İstiklâl marşı şairimizin Türk vatanı için; "Toprağı sıksan şühedâ fışkıracak" şehidlerimiz için de "Bastığın yerleri toprak diyerek basma, Tanı. Düşün altında binlerce Çanakkale'de yüzbinlerce / kefensiz yatanı" ifadeleri, bu tarihî gerçeğin mübalağasız bir tespitinden ibarettir
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:28   #68
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

susalımmı artık FEHMI KARDESIM daha belge bılgı lazımsa cekınme ısteyebılrsın. Bunlar Googleden de dııl Benım arsıvımden arama bulamazsın ama burdan kopyalayabılırsın.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:31   #69
Banned
 
fehmibjk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Click the image to open in full size.
19 Mayıs 1915 günü Arıburnu Savaşlarında 6.5 saat gibi kısa bir zamanda 10 Bin kayıp verdik.

işte 10,000 bin kişinin şehit olduğu ve orman yangınında her yer yanmasına rağmen yanmayan ağaçlık bölge...bir mucize...
__________________

FOREVER
&
BEŞİKTAŞ
fehmibjk Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-06-2006, 14:35   #70
Banned
 
fehmibjk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ya seni psikoloğa götürcem yada ben burada tedavi edicem..

bunları ben zaten kitap okumasını çok seven biri olarak biliyorum...daha da dun geldim çanakkale'den.. hayatım kitap benim...
ama yapman gereken şeyin bu olduğu anlatmaya çalıştım sana.
sende nihayet anlayıp birşeyler yaptın...

Şimdi teşekkürü hak ediyosun... teşekkür ederim. old_eagle
__________________

FOREVER
&
BEŞİKTAŞ
fehmibjk Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 01:43 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580