![]() |
MALUMAT İltifatınıza teşekkür ve eserlerinizle (Malumat) tezeyyin buyuracağınız hakındaki va’dinize karşı beyan ....................... eyler. KIT’A Yine cananı bu dem hüzn ile yad eyledi dil Yine hicriyle hakikat sizin ah eyledi dil Biraz evvel güzar eylerdi sükunetle zaman Yine feryat ediyor bilmiyorum neyledi dil K.Y. Pederim, maderim pinahimdir Beni onlar sevüp okşarlar Mihribanlar nik hevahımdır Gözlerinden ziyade saklarlar Besliyor şir-i hoşgüvarıyla Validem merhametli cananım Büyütüyor sa’y - ı bi şamarıyla Pederim mütlecayı zişanım Ağlasam güldürürler evvel anda Öperek gül gibi yanaklarımı Bune hisdir o mihribananda Seviyorlar küçük ayaklarımı Onların hakkı bende pek çoktur Kabil olmaz eda yı şükranı Çocuğa başka mülteca yoktur Ne büyüktür bu lütfu sübhanı MANZUME |
MUHAVERE (Hanımlara Mahsus Gazete) nin 30 numaralı nüshasının ikinci sütununda münderic “Bir kadının mesudiyeti acaba nasıl hasıl olabilir? Ünvanlı makaleye münatıftır. No.: 8 8. Nüsha Nedamet Sevda Bu hafta gelen Yunan gazetelerinden (Efimeris) nam ceridede okunduğuna göre Yunanistanın Karatidyu Kuryesi ahalisinden olup Pire Kasabasında oturan bahriyeli bir çavuşun zevcesi kocasına hıyanetle diğerini sevmekte ve onun derdiyle yanıp tutuşmaktaydı. Uzun müddeten beri devam eden bu muhabbet gittikçe efzaiyyetpezir olarak mezburenin damen sabr u kararı çak ve kalb i süzanı son derecelerde endişenan olduğundan zevci meşruiyyeti balettesmim bütün bütün maşukanın ölmeyi tasmim edip bir gün taam sofrasında ve kocasının önünde bulunan yemek tabağına miktar-ı kafi sim vazıg etmişti. Fakat yemeği havi olan tabak mütecasere-i merkumenin önüne tesadüf etmiş, aradan bir kaç dakika geçince kendisinde alaim-ı tasmim nümayan olmuştur. Zevcesinin uğradığı bu halden sonra adamcağız etibbayı müteaddide celb ederek güç bela karısının hayatını kurtar8mış. Kadın iyileşince itiraf-ı cürm ile talib-i afv eylemiş. Cinayetin her nev-i şan-ı ademiyyet için şayan olup alel husus refika-i hayat ve ayn-ı hayat ad ve itibar edilen zevcelerin kocalarına karşı olacak hıyanet ve cinayetleri şayan-ı lan ve nefrin-i azim ve mütecasirelereni hiç bir zaman ve mekanda tahallüs-ü giriban edemeyip giriftar azab-ı elem olacakları ve dünyada ondan daha büyük bir cürm ve günah tasavvur edilemeyeceği kocasını tasmiye kalkışan ferdin düçar olduğu hal ile vasıl mertebe ilmel yakin olmuştur. |
ANALIK (8. Nüsha) Bana bir şeyden bahsediyorlar, seni öldürelim diyorlardı. O zaman henüz cemiyet denilen Şukerdebad mesai için atılmış, mukavemet edemediğim bir hareket i devraniyeye tabi olarak fırıl fırıl dönüyorum. Bağçemdeki salıncak kopmuş, ben şimdi kendi kendime sallanıyorum. Havalanıyorum. İhtiyaç ı saika i maişet beni topaç gibi döndürüyor. Uçurtma gibi havalarda gezdiriyor. Ne oyunun lezzeti kaldı, ne evin gürültüsü. Sabavete veda etmiş, şebabın aguş-u mezahım aludine düşmüş bir avare idim. Ne yapayım? Çalışmak o zaman için için pek ağır geliyor, gezmek, yürümek eğlenmek istiyordum. Fakat bir terbiye-i mahsusa beni saat başına kitap denilen refik ruh-ı istinase yaklaştırıyor. Okuyorum. Lakin anlamamak, dinlemeye layık bir müphemiyet içindeyim. Gözlerim satırlar içinde gaib oluyor. Başka bir hevese meftunum. Onun için bana tekalif i izdivaç edildiği zaman derhal kabul ettim. Hiç düşünmedim. Şu cemiyete mülazim olan bir adamın mutlaka izdivaca mecbur olduğunu biliyordum. Hatta onun kavanin i medeniyeye temasından ziyade kavanin tabiye-i hilkate münasebeti dahi akıl etmiştim. O zaman daha saf daha mütevazi daha sathi nazar ettim. Ne görürsem ona inanır, ne duyarsam bila muhakeme kabul eder, fazla olarak bir de hayal alameni dalarak gördüklerime, duyduklarıma türlü türlü şekiller verirdim. Orbalar, çalgılar, mesretler, itibarlar nazarımda büyüdü. Ba husus bir hane teşkil ederek onda riyaset etmek bütün bütün alu cenabıma muvafık geldi. Herkes babasını, anasını sayıyor, zevcine elinden geldiği kadar hizmet ediyor. Bana da bu muameleler yapılacak değil mi? Bir de her türlü kederime, elemime, zevk ve neşatıma müşterek bir refika kazanacağım. Bu mükafat cümlesine faik değil mi? |
Meğer bunların bir kısmı sahih, bir kısmı yalancı imiş. Ben yine bu cemiyet ortasında bazılarını yalnız başıma istimal edecek, yine yalnız çalışacak, yalnız uğraşacak. Başkalarına hadim olacakmışım. Fakat bu hizmetin meşak ve mihnetini tadil edenler var. Başka bir muhabbeti başka bir sevdayı ateşin türlü türlü hevesat ile mali olan gönlümde yer etti. Ben o hevesleri biraz taharirin edecek olsam onların hücumuyla mesut oluyorum. Onlar beni yaşatıyor, onlar beni çalıştırıyor. Onlar beni uğraştırıyor. Fakat neden sonra anladığım için bedayeten hissettiğim havf çabuk çabuk zail olmadı. Her neyse! Bir gecede söylenilen söze ertesi hafta bir hakikat-i ciddiye tahavvül ederek hazırlanmaya başladık. Hane pürtelaş. Ben pür meserret. Artık bir şey düşünmüyorum. Meserret benim için adeta bir meşguliyet oldu. Aradan bir ay geçer geçmez ben bilcümle merasim i izdivacıyayı ifa edecek dereceye geldim. Bir gün hayatın ikinci devre -i içtimaiyyesine sevine sevine, güle güle girdim. O zaman felsefemin coşkunluğuna dalarak: Şimdi tamamen bir ferd-i medeni oldum. Diyerek kendi kendimi tebrik eyledim. Bu ayin i mukaddes benim hissiyat-ı kalbiyemi değiştirdi. Hayatımın anam gibi bir hami-i zaifi olduğu halde birde refiki müşfiki oldu. İki nazır-ı tahsisatına ayrı. Fakat bizim nokta-i maksudunda ..................... bir şefkat ile beni süzüyor, iki kalp hevesatından başka fakat merkez tesirinde müttefik bir muhabbet ile beni seviyor. İki vücut amalime hizmette yekdiğerinden seviyor. İki vücut amalime hizmette yekdiğerinden mütebaat fakat vicdanıma tealıkında hemen müşterek bir tesiri ile beni kamran ediyor. |
Ben hayat denilen bu saibul ömür yolunda ikinci merhale i iştifale takrib etmiştim. Aradığıma bakmaya vakit yok. Sabavet bir rüya ki zail olmuş. Hatıraları bile gülünç bir takım uza masumaneden ibaret görünüyor. Ric’at mümkün değil. Yatırmak mümkün değil mümkün mü? Mutlaka yürüyeceğim. Bir takım münazır hayat gedaz karşısında bulunacağım. Zamangah-ı sürur kah endişe ile geçti. Bir gün anlamadığım bir süre vakıf oldum. Iztırablı bir gecenin seherinde kızım Rasime dünyaya geldi. Cümlemiz sevindik. O hal, o ana kadar hissettiğim tesirat-ı cihet ve rudandan döndürdü. Tebdil i istikamet ettirdi. Garip bir hisse tebean o6dada yalnız oturuyorum. Henüz hayata gelecek bir vücut-ı natüvanın müjde-i tulu’una intizar ediyorum. Anasının adem-i abade gitmek muhatırası hatırıma bile gelmiyor. O nev zuhur mütehissi bekliyorum. Hane pür sükun herkes benim gibi intizarda buhranlı bir zaman geçiriyoruz. Herkesin benzi uçmuş, dudakları ri’şedar. Zihni perişan gözleri yaşlı, kalbi pür ıztırap. Bir gürültü cümlemizi bayıltacak. Korkudan terk i aşiyan ettirecek derecede masur kalacak. |
Ortalık ağarıyor. Sabahın açık mavi renkli ziya yı hazini sofalara yayılıyor. Pencerelere bulaşıyor. Iztırap cümlemizin uykusunu kaçırmış. Bir kişi doğacak. Beş on kişi kederinden ölecek gibi endişeli güya hayat ile memat birleşiyor. Aşağıda bir sada, koptu. Müjde müjde diyorlar. Ser a pa tüylerim ürperdi. Kalbim hücum-ı mesrenden taşacak bir hale geldi. Zihnimde yer eden hayalat ve tasavvurat-ı müthişenin cümlesi bir tarafa kaçtı. Beynim bir vücudun şekl-i oluşunu hifzetmeye hazırlanmış gibi tenhalaştı. Ne oluyorum? O zaman dışarıya fırladım. Zavallı ana! Bir yatağa yatmış. Baygın bir halde bulunuyor. Küçük, henüz ilk libasını giyiyor. O da tesirat-ı hariciyenin temasından, hayatın mihacime-i evlasından şaşırmış gibi pür sükun duruyor. Daha bir şey bilmiyor. Henüz ciğerleri bu havayı müte’iffenin beş on defa duhulünden acır acımaz bir feryad-ı garip kopardı. Hayatından nişan verdi. O vakit bir manzara-i müessire karşısında bulunuyordum. Bu feryad sofanın duvarlarına aksetmeden azarde ruh bir halde yanan validesinin güş-i himayetine çarpmış. Dünyada şiddet ve tesiri en müthiş acılar arasında ezilen o vücut nim zinde kızının feryadına karşı: “-Aman çocuğum!” diye bir istimdat-ı zebu namede bulundu. Odaya ağlaya ağlaya girerek bu hissi soracak bir hekim zü-fünün arıyormuşum gibi perişan hatıramı toplamaya başladım. Ahmed RASİM |
No.: 9 Sayfa 7 5 Aoüt 1895 - 24 Safer 1313 Hanımlara Ta’lim Kitabet Mukademe Ne demek! Usul-i kitabet kadınlara başka erkeklere başka yolda mı talim edilür? Kitabet kitabettir. Bunun gerek erkeğe, gerek kadına talimi birdir. Tefriki caiz olamaz denilmemelidir. Çünkü her lisanın özü ve esası kadınlardadır. Ana lisanı denildiği bunun içindir. Hangi lisana olur ise olsun o lisanın sahibi olan ............ kadınları, erkeklerinden daha güzel ve düzgün konuşuyorlar. Usan uleması kadınların bu babdaki dahil ve tesirlerini tetkik edip ehemmiyeti fevkalade olduğunu anladıklarından onları (ümmüllisan) telkiine şayan görmüşlerdir. Evet! Çocuk anasının mensup ve mütekellim olduğu lisanı öğrenmektedir, Hem de pek sade ve güteranazade bir halde ihza edebildiği cihetle lisan mader zadenden gayrısını o kadar güzel öğrenmemektedir. Bundan nasi değil midir ki ecnebi bir lisanı gayet mükemmel bir surette tekellüm edenleri tavsif için ona lisanı gibi bilir denir. Binaenaleyh, kadınların talim ve talim-i lisanda erkeklere takdim ve onlardan güzel tekellümleri şayittir. Haydi böyle de olsun, yani ehaz ve tekellümde ve kadın biraz ayrılsın. Ya.............. lisan nevaniye ne diyelim? Nizaket-i mahsusa ve letafet sutiyelerini nasıl inkar edelim? |
Bir kadın hiç bir vakitte erkek gibi dik dik ses çıkarıp konuşmaz; Söylediği söz her neye dair olursa olsun mutlaka kendisine mahsus dikkat ve nezaketi haizdir. Recası her kalbi mütehassis edecek bir şive-i masumanede ve iştikası aciz fatrbes ile mütenasib ve kendilerine amir olan erkeklerin merhametini celb olacak bir tarz hakperes olur. Anni hezeyandır. Nevazişi dilenişindir. Şeker anı latiftir, serzenişi müessir ve zarif hasılı her his ve hale göre tekellüm ve ifadesi erkeğin tekellüm ve ifadesinden başkadır. Şu hale göre kitabeti de başkadır. Fakat bu başkalık mufaf ve mufaf ile, müpteda ve haber gibi kavaid sarfine ait tahriyeye değildir. O gibi kavaid layüteffirdir. Ben kadınlara talim kitabı diye yazdığım bu kitapta o kaideleri de yazacağım. Fakat bir takım edebiyat kitapları gibi türce anlatılır meseleler ve dersler halinde yazamayacağım. Gayet sade bir tarzda yazacağım. Açık açık mütalalar içinde talime çalışacağım. Bu babda esas fikrim ise kitabetin ancak bir ifade-i tahririyeden başka bir şey olmadığını anlatmaktır. Şifahı ifademizin yani konuşmanın tahrire alınması demek olan bu kitabetin tahsilinde hiç bir güçlük yoktur. Şöyle ki sözleri bir kağıda yazacağız. Sonra onların tertip ve tanzimine ibtılar edeceğiz. Cümlelere ayıracağız ki kitabetin bu yolda talimi kolay ve muvaffakiyyet bir tarik olunamaz. |
Hazret Abdulhamid Han Gazi de yer yer açılan mektuplarında mukaddematı ulum ve fünunu tahsil etmiş olan hanımlar şayan-ı fahr olacak adde okuyup yazacağı öğrenmiş bulunduklarından ifşa ve kitabete daire vereceğimiz şu derslerin kendilerince müfit ve nafic bir eser olarak telakki edileceğinden eminiz. Baki devam ve muvaffakiyet. Nazif Serveri 24 Safer Edebiyat Hikaye Bir Validenin Meyusiyyeti Güneş henüz tulua başlamış. İlk ............. ile dağların tepeleri altun gibi yaldızlara müstağrak ettiği bir zamanda bir genç kadın babasının liman ağaçları altındaki tahta konepenin üstüne gelişi güzel uzanmıştı. Derin bir ................ lışdı. Babaları ................ anesini tekrar etmekte ve zan olan hafif bir bir rüzgar için ............................................... raihaları etrafına satmakta idi. Halbuki genç kadın bu nazar ve baştarelerin hiç birine dikkat etmiyor. Muttasil masum güzelleriyle bulutlara bakıyor. Hafif beyaz bulutların üstünde bir şeyi görmek istiyor idi. İki damla göz yaşı göz kapaklarından süzüldü. Ateş gibi har yanakları üzerine parlayacak gibi yuvarlanarak indi, gitti. Öte tarafından hafif bir “Anaben geldim” sada-yı ma’sumanesi işitti. Şedid bir hareket ile arkasına baktı. Henüz üç yaşlarında bulunan bu masum, iri kara gözlerini validesine dikmiş, dudaklarında da melekane bir tebesüm olduğu halde bunların üstünde ayakta duruyor. Validesinin tatlı bir tebessümünü bekliyor idi. Genç kadın bu masuma baktı. Seriyle nazarını başka bir tarafa ithaf etdi. Renkli günü soldu. Mücebba evradene gördü. |
Dört gün makdum bece dehşetin acele teslim işi olduğu cigerparesini sevgili yavrusunu dadısının kucağında tombul beyaz kollarını kendisine uzanmış olduğu halde gördü. Birden yerinden fırladı. Sedid bir hıçkırık boğazına tıkıldı. Kollarını uzattı. Beybeyaz olmuş dudaklarından bir ah ciğer sözü müteakip, kanepenin üstüne düştü. Başını arkaya temayül etti. Gözleri kapandı. Bir dakika sonra gözlerini açtı, doğruldu. Sevgili ciğer paresine bakmak istedi. Heyhat!... O bir haya idi ki zaman gibi geldi geçti. Hep o ağaçlar, o dağlar, o tepeler, o bağçeler, hatta o masumcağızda orada fakat ah öteki.... öteki yok idi... Hafifçe vezan olan nesim-i ruh perver tesiriyle ihtizaz iden limon ağacının bir dalına temas etmekle tefekkürden ikaz etti. Zihnini topladı. Hala validesinin bir tebessümü ile tatlı sözlerini bekleyen sevgili masumu kaptı, dizleri üzerine aldı, hıçkıra hıçkıra ağlayarak: |
- Sevgili Melek!!! Anacığının bir tebessümünü görmek, bir iltifatına nail olmak için ayakta bekleyen masum... Valideciğini sev, sev zira sevilmeye ihtiyacı var. Yine ne ümidi sensin senin bir tebessümün beni bahtiyar, senin ufak bir rahatsızlığında bedbaht eder evladım. Evine gül, gül ki gülecek zamanın şimdidir. Senin bir tebessümünü dünyaya değişmem meleğim. Masumane, şarkılarımla kimde açılan cerihaya iltiyam bahş ol ruhum. Bülbül gibi şakır da valideciğini teselli eyle. Çünkü teselliye mutaçtır. Sen benim yanane ümidimsin. Ben senin için yaşıyorum. Ey Allah’ın ihsanı! Ağuşuma gel, gel ki kucağımda olduğun halde gözyaşları akmakta olan validen ömr-ü mesudanesinin yadigar-ı kıymettarı hemşirenin ziya ebediyyesinden tahsil eden tesirat-ı derununu unuttur kalbini tebessümat-ı melekanen ile ebriz - i mesret eyle! Fahriye 31 Aoüt 1895 / 10 Rabiulevvel 1313 Tenbih Lakırtı ifade-i şifahiyedir. Bunun kağıt üzerine konulması ifade-i tahririyedir. İmlayı bilen asla sıkılmadan istediği sözleri yazmalıdır. Ancak ifade-i tahririyemiz, ifade-i şifahiyemiz gibi gelişi güzel olmayıp müpteda ve haber ve fa il ve meful ve sıfat ve mevsuf gibi bir takım kavaide tabi olduğundan onlara riayetle tanzim olunmak zaruridir. Binaenaleyh hisanımızın kavaidine tevfikan tahrir ve kitabet iktiza eder. Binaenaleyh hisanımızın kavaidine tevfikan tahrir ve kitabet iktiza eder. Kavaid-i mezkurenin cümlesini layıkıyla bilmek kabil olamadığı cihetle arabi ve Farisi bir çok tumturaklı elfaz ve lügat kullanılmamalıdır. Türlü türlü lügatları birbirine katarak ne olduğu anlaşılmayan cümleler ve terkipler yapmamalıdır. Aslı ve ne manada olduğu iyice bilinen kelimeler istimal olunmalıdır. Bazı edebiyat kitaplarında görülen secili becili ibarelerin taklidine özenilmemelidir. Mümkün olduğu kadar Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimeler ve kaideye muvafık cümleler tercih olunmalıdır. |
NUMUNE Malumatın ilk nüshasında başlangıç diye yazılan makalede kadınlara en ziyade lazım olan ulum ve fünundan bahs ile herkesin anlayacağı surette a’tayı malumat olunacağı va’di beyan kılınmıştı. Mevaidlerini hüsn-ü ifa ile mümtaz olan (Malumat) işte bu nüshasından itibaren (Hanımlara ta’lim-i kitabet) derslerini yazmaya başladı. TAHLİL (Başlangıç) Bu kelimede biraz tenafür vardır. (Tenafür 1) Söylerken lisana sakat veren yani söylenmesi güç olan kelimelerde olur. Çocuklukta bazı tekerlemeler ezberleyip arkadaşlarımıza söyletmeyi arzu ederdik. Dilleri dönmediğinden söyleyemezlerdi: Kırkdırtdırmak, keşksimisi, şerlgan kelimeleri gibi. İşte böyle telaffuzu zor olan kelimeleri mümkün olduğu kadar yazmağa gayret etmelidir. Çünkü ibarenin ziynet ve intizamın bozar. (Mevaidlerini) yanlıştır. Doğrusu (Mevaidini) yahut (Vaatlerini) dir. Çünkü (mevaid) kelimesi cem’i olduğundan ahirine bir de Türkçe edat cemi olan (lar) getirilemez. Bu gibi yanlışlara (Kıyasa Muhalefet) denir. Bende kiyyat, peşinat, havadisler, eşyalar ve emsali yanlışlar hep bu kabildendir. (Bende) Farisi olduğundan ahirine “y” ve “t” getireler7ek arabi kaidesi üzre mastar yapılamaz. Doğrusu (bendeni) dir. (Peşin) Farisi olduğundan o da arabi kardesi vechile cem olunamaz (Havadis ve Eşya) kelimeleri cem oldukları cihetle ahirlerine türkçe edat cem’i olan (lar) ilave edilemez. |
No.: 10 Sayfa 11 10 Rabiul Evvel 1313 Kava’id (İzafet) iki ismin birbirine rabt edilmesinden ibarettir. (Kitabın Kabı) gibi, bu misalde (Kitap) mmuzafun ileyh (Kab) muzaftır. Kitaba ilave olunan (n) edat-ı izafettir. (Kabdan) sonra gelen zamir-i izafidir. Lisanımızda arabi ve farisi kaidesi üzre izafetler de yapılır. Arabi kaidesiyle olan izafetlerde muzaf ve muzafun ileyh arabi kelimelerden olmalıdır. Türkçe bir kelime ile Arapça bir kelimenin izafeti caiz değildir. Misal (Kapu-ı mektep) denilemez Keza farısi kelimeler dahi Türkçe kelimelerle izafet olunarak (Oda-i) denilemez. Bunların doğrusu mektebin kapısı, hocanın ha’ce odası demek ve yazmaktır. İHTAR (Kıyasa Muhalefet) diye gösterdiğim yanlışlarla Arabi ve Farısi kelimelerin sonuna izafetleri hakında tafsilli malumat olmak arzusunda bulunanlar (Kavaid-i Lisan-ı Osmani) kitaplarına müracaatları iktifa eder. Nazif Serveri No.: 12 Sayfa 19 13 Sept 1895 / 23 Rebiülevvel 1313 Tenbih 2 İnsan dilediğini lisanıyla söyler ve söylenen sözleri de akl ve izanıyla anlar ki bunun birisi ifade diğeri istifadedir. Diliyle söylediğini yazıp anlatmak ve yazıyla söylenen sözleri okuyup anlamaksa ifade-i tahririye ve istifade-i ilmiyye demek olduğundan nutk ve idrak ile mümtaz olan evlad-ı beşerin şerefini arttırır. |
Lisanımızla söylediğimiz sözler umumu itibariyle düzgün olamayıp, kaideten önce söylenmesi iktiza eden kelimenin sonraya kalması yahut kelamı teşkil eden cümlelerin gayri muntazam yani kaide mucibince sırasına konulamamış bulunması gibi irtibatsızlıklar bir dereceye kadar reva görülebilir ise de ifade-i tahririyede o misüllü irtibatsızlıklara meydan verilmemek lazım geldiğinden kavaid-i lisaniyeye tevfikan tanzim olunarak okuyanların bila müşkilat anlaması temin olunmak iktiza eder. Zira ifade-i tahririyede (lakırtı edişimiz gibi) bir takım kara’in ve işarat-ı bedihiye bulunamayacağından yol ile anlatmak lazımdır. Mesela konuşurken (Canım hani şu şey yok mu?) dersem muhatabım olan zat benim ne demek istediğimi malumat-ı haliyesine binaen anlar. Lakin bu cümleyi aynen yazıp sözün ol.......... ahirini ve ne demek istediğini layıkıyla anlatmaz isem kimse bir şey anlayamaz. Keza konuşurken (Geldi Ha’ce Efendi) diyebilirm. Çünkü adi lakırtı olduğundan intizam aramaya mecbur değilim. Fakat yazı ile bunu ifade edecek olursam söylediğim gibi yazamam. Kaidesine tevfik ile (Hace efendi geldi.) demeye mecburum. Çünkü (Hoca efendi) müptedadır. (Geldi) haberdir. Müptedanın haberden evvel yazılması ise kaidedendir. İşte ifade-/i tahririyede bu misüllü intizamlar gözetiliyor. Binaenaleyh dikkat lazımdır. Bir de herkesin bilmediği ve kullanmadığı kelime velügatları kullanmamalıdır. Çünkü öyle bilinmedik lügatlerla yazılan mektupları anlamakta güçlük vardır. Bana çok lügat biliyor desinler diye kulak işitmedik kelimeler yazmak fesahate münafi olduğundan memnusaddir, ki buna (Garabet) derler. Benaberin zebanzad ve menus olmayan lügatler kullanılmamalıdır. |
Mesela (cefen) kelimeleri lisan-ı halkta gayrı müstamel olduğundan (sıcak) diyeceğimiz yerde (ısı) (kipik) demek istediği mizde (cefen) (ay aydınlığı ve mehtap) makamında (mehşit) demekde garabet vardır. Bir tezkere yahut mektupta -Hemşiremiz felan hanımın cefni döküldü- diye yazarsak okuyan adam bundan bir şey anlamayıp lügata müracaatla (cefen) kelimesinin (kirpik) demek olduğunu bulur. Keza bu gece (mehtap) latif idi diyecek iken bu gece (mehşit) latif idi yazar isen yine böyle olur ki bunlar garabetle muhatabının istifadesini eşkalden başka bir şeye yaramayacağından fesahaten memnudur. NUMUNE Hemşirem Hanım Efendi! Çoktan beridir sizi görememekteyiz. Mektebe devamda kusur etmediğinizi bildiğimiz cihetle merdak ettik. İnşallah keyifsiz falan değilsiniz. Sınıf arkadaşlarınız cümleten gözlerinizden öperler. Sıhhat ve afiyet üftanelerinin eşarını terci ederiz. TAHLİL İfade-i şifahiyemizle ifade-i tahririyemizin beyanlarından ne gibi fark olmak lazım geldiğini yukarıda söylemiştik. Numunede mastar olan (Çoktan beri sizi görememekteyiz) cümlesini lakırtı ifadesinde alet o set ederek (sizi görememekteyiz çoktan beri) tarzında ifade edersek adi lakırtı olduğundan kusura bakılmaz. Lakin o cümleyi yazmak lazım gelirse kaidesine uydurarak buruca mebsut yazmaya mahbulündeki buna intizam gelen yahut ahenk-i haresi (Terci) (temenni, reca, niyaz) dururken (Terci ederiz) demek de münasip olmaz. Nazif Serveri |
No.:12 Syf.21 AVDET-İ CANAN Görmeden habale-i izdivacına girmiş amma gördükten sonra da esir olmuş idi. Daha ilk gecesinde tavrından, endamından sözlerinden hissettiği asar-ı vefa anda sancılı ümitler, nihayetsiz düşünceler, yüzünde bahtiyar olduğunu, olacağını andırır tebessümler, nazarında görenleri mesrur edecek manidar şualar, kalbinde dinleyenleri daha iyisini dinleyecek olanları tesirat nafizeyiseyle sevine sevine ağlatacak hayaller hasıl etmiş, zaman geçtikçe o ümitler, düşünceler, tebessümler, şualar, hayaller teceddüt ederek hakikaten zevceyi zevce rabt eden bir şiraze-i muhabbet vücuda gelmiş idi. Bu aşk değil, sevda değil, heves değil. Bu bir inzicap kalbin, dimağın bir diğere tamamı irtibatlı. Kanat-ı amel kalbin, dimağın bir diğere tamamı irtibatlı. Kanat-ı amel ile mütehassis olan bahtiyarların bir kısmında görülen hal istiğrak. Ruhun vecd-hazini. Ne hicran-ı ne firkati, ne yeis var. Sonu ne ise ondan mütehassil, ondan mürekkep, ondan müteşekkil bir his sermedi nişan Afif bir kalbin bir vicdan-ı sahiha temayül, bir tebessüm, hissiyat-ı umumiyetin en galeyanlı, en tatlı bir derunda husule gelen nazar e gedaz bir tavır müdap neyi ifham ederse anında bu sevdayı hakikisi o mefhum latifeden ibaret. İnsanın safiyeti yalnız bu manazır cebeliyyede görmesini arzu edeceği gelir: Onu gördü mü fert serverinden bitab, bi huzur imiş gibi yoksunurcasına boynunu eğer. Ona yaranmak değil, hizmet etmek ister ihtiyacı olmadığı için tezyid muhabete vesile aramaz. Sevdaya istiğna gösterir. |
Fakat dem olur. Hakayık meriye hayale benzeyecek kadar faidesiz kalır. O zafiyet sürur-ı muhtel olur. Hicran, firkat gibi mühacimane uğramazsa da. Ona benzer onun kadar tesirli mahrumeyit-i didarede söz yok. Evce her zaman uğradığı tebessümlerle her vakit güzel görünmez. Vakit bir hayal hatır nevazade insanı güldürür. Eğlendirir, sevindirir, uğraştırı. Bahane cuyı tefekkür eder. Ah, sene imtidad eden bu maişet, dalgasız, sakin, yalnız handeleri aktıran bir şarıltı, en rakkas aver nağmeye ebenzeyen bir zemzeme ile afan bir cuyanbar gibi akıp geçti. Anasının tabiri vechile tıpkı babası! Bir tıfl-ı asude hal-i derdini bitirip beşine bastı. Babasının sesinden ince sesli, anasının neş’esinden füzun bir servernaze ile o aşiyşan sekti dolaşmaya başladı. Lakin ne onun muhabbetini ne de diğerinin incizabı düçar-ı inkısam oldu. Bilakis sevdi. Daha ziyade şiddetlendi. Daha ziyade tesirata uğradı. Mesela babası gözlerin anasınınkına, anası saçlarını babasının saçlarına benzeterek amal tarafının noktai içtimaını tayin edecekler imiş gibi makuyesete giriştiler. Her mukayesede rahennar tazesinin birer tarafına dudaklarını dokundurarak edalarını şu suretle netice pezir ettiler. Bu buseler kalpten kalbe intikal etmek için bir vasıtaya muhtaç olan huruşan-i arzuya benzerdi. Hergün yekdiğerinin nazar-ı dikkati o günde bulundukları için bir dakika unutmak gibi ihlal-i hatır diye badi olacak nakısa ve ku’a gelmedi. Yalnız birinci defa olmak üzere kadın birkaç aylak iftiraka ki yok yok mahrumiyet-i didara uğradı. O yar-ı con kendisinden ayrıldı. Bir iş için uzaklara Akdeniz sahiline gitti. |
Düşünün. Bu ayrılış nefettir müessirdir. Ne kadersiz avratmış. Saf bir mevce bulunuyor. Henüz endişeden ari bir mir’at-ı ruh üzerine keder denilen arızı bir leke konuyor. Gözleri yaşla doluyor. Ağlaya ağlaya hınçkırıyor. Eda-ı mazlumanesiyle ayrılamayacağını anlatıyor. Dünyada alışılmayacak, söylenmeyecek bir hal var ise onun buna benzer hicran - yarelenler olduğunu gizli gizli itiraf ediyor. Bin ihtimal-i müthişe imkan veriyor. Denizin dalgalarından, fırtınadan, rüzgardan korkuyor. Fert etametinden beraber gitmesini niyaz edemiyor. Neyus değil. Ondan daha vahim bir fetur-ı şedide uğruyor. Zihnine bir şeyler geliyor. Gözlerinde, bir hayale minnetdar duran kalpten bir vehm mufet var. Görmeyeceğim diye üzülüyor. Fikrindeki hasta ruhundaki asayiş tarumar olmaz, acı bir tebessüm ile geziniyor. Gidecek akşam kalkan posta ile gidecek. Genç herşeyini hazırladıktan sonra tali bıraktır. Çeğhresindeki intizam alaimi bozmuş, gözleri biraz yüzülmüş olduğu halde refikasına döndü. Ömründe taltif etmek istemediğini anlatır bir hazin eda ile: -Üç aya kadar yine buradayım. Fakat sen ağlarsan benim endişem ziyadeleşir. Daha ziyade kalırım. Beni rahat bırakmak için metin durmalısın. Diyerek yüzünden öptü. Verilecek cevabı dinlemeksizin elleriyle küçüğün yanaklarını sıkıştırdıktan sonra süratle kapıdan çıktı. Bu bir levha idi. Hayatında ilk defa mukadder olan bir vücudun gösterdiği asar izmihlali musavver idi. Merdiyyun başına yıkılmış. Kocasının metin durmalısın! Tarzında vaki bulan meramını yineleyemeyeceğini, ilk defa olarak böyle bir tavır serkeşanede bulunduğunu ara’e ediyor. Ağlamak mazhur teselli olmağa başlayanlarda görülür hallerdendir. Bu elem-i didenin gözleri görümiş: |
Saatlerce kalbini bu kederle özdü. Daha bir ümit kalmış idi. Yavaş yavaş hazırlandı. Şaşkın şaşkın nazarlarla bakınarak giyindi. Beraberinde kızı, hizmetçisi olduğu halde Moda’nın etrafında dolaşarak mühürdar yolunun en yüksek biryerinde durdu. Marmara saf, sakit, sakin düz bir satıhla cevrdi. Ufukları dumanlı, sahil-i ba’idesi sisli. Güneş samt’el reşebden hayli inmiş. Saat onbire geliyor. Orada durmuş, zuhur edecek postaya intizar ediyor. Bu his onu son def’a olmak üzere kuvvetlendirdi. Yeniden dirilmiş gibi taze hayat içinde bekliyor. Kiminin hareketinden, seyrinden tefa’il edecek. Ondan birşeyler anlayacak. Yanında duran kızının ellerinden tutmuş, enzar-ı dikkatini sağa atfetmiş. Yeldirmesi açılmış, başörtüsü şakaklarına temas etmekten kurtulmuş. Bu vazı muhib. Tali’a karşı karşı nefret h’an olan bir afifenin kıyafet-ı hicranı. Beyninde bin aramasuz var. Yalnız zevcenin hayalini görüyor. Fakat parça parça, dağılmış. Anda cem’iyyet-i hatır yok ki, hayalinde intizam bulunsun. Kah denize bakıp: -Oh! Fırtına yok. Diyor, kah akşamın halini terk ederek: -Gece denizde mi kalacak? Diye te’essüf ediyor. Keder amiz bir tesilli içinde. Tehlikeli, fakat sahili yakın bir deryayı mübtelatım içinde. Bir gemi geliyor, limana girecek, seyrindeki mihateden ka’ir deryaya pinhan dalgalardan korkmadığı anlaşılıyor. Dünyada yalnız o sahil neşini temin edecek bir vaziyet gösteriyor. Bir kotra ara sıra çıkan sağnaktan eğildikçe eğiliyor. Yalnız o temaşa gir hazini karkutuyor. Bizden iktibas füruh ederken diğerinden müte’ezzi oluyor. Bu ne’akap-ı elem. Bu tenazir-i saddin endişesini büyületiyor. Fakat muttasıl o tarafa bakıyor. Helecanlı bir ıztırab içinde. Göründü. Bütün ümidini, halbiyasını getiren yahut öyle zan ettiği gemi göründü. Bacasından siyah dumanlar çıkıyor. Bacasından siyah dumanlar çıkıyor. Her tarafı siyah bir gemi. Renk mateme bürünmüş. O dud-ı siyah şura’at-ı şemsden bile müessir olmuyor. Açılamıyor. Yalnız yayılıp mahv oluyor. Gemi sola meyl ediyor, Ah! Sahile yanaşsa olmaz mı? |
O bir şey göremiyor. Bütün mer’iyyet karma karışık. Nazariyenin şifatiyyet-i nüfuzu kaçmış. Birer katre sirişk ha’il oluyor. Silmekle biter mi?= Bir elinde mendil, bir elinde ma’sumanenin eli. Nazarı sabit, vücudu ona ma’il, uzakta bir şey’i görmek üzere terasta varanlar gibi eğilmiş. Her lahza uzaklaşan gemiye bakıyor. İçinde kimse yok mu? Kendini görmüyorlar mı? Kendini kalben teşyi’ ettiği o aram-ı candan bi-haber mi? Of! Bu melal, bütün asabını üzdü. Yüzünde birtakım hatut-u asabiye peyda oldu. Ellerini sıktı. İnce bir sese: -Aman anneciğim! Deyince kendine gelerek yavrucuğun elini bıraktı. Zavallı küçük. Güç hal ile parmaklarını ayırmaya muvaffak oldu. Onu da gözü yaşlı, mebhut mebhut anasının çehre-i giryanağına bakıyor. Güneş son şu’a’atiyle kıpkırmızı oldu. Gemi vira-yı afaka dalıncaya kadar orada kaldı. Bir hafta sonra aldığı mektup onu dünyalar kadar sevindirdi. Zaten keder ilk nücumunda ne yaparsa onunla kalır. Temdid-i te’sir ettiremez. Yare acımaz mı? Fakat ilk darbe kadar mü’ellim midir? O da yazdı. Elinden geldiği kadar çektiği acıları anlattı. Dili döndüğü kadar hissiyatın şerh etti. Gücü yettiği kadar yazdığına özendi. Aklı erdiği kadar sitemler, serzenişler buldu. Aldığı ikinci mektupta yaptıklarına peşiman oldu. Sitemlerinden, serzenişlerinden dolayı mahçup kaldı. Bu sefer firkate bigane bir zevcenin her kabahatini afvetmek zevcin mukteziyad-ı mürüvvetindendir ma’elinden bir isti’fa-yı kusurda bulundu. |
Mektuplar tevali ettikçe yüzü gülmeye başladı. Bunlardan pek çok hisseyab oluyordu. Her ne zaman olursa mütebessimane. -Beni sevmez değil, sever. Varsın nerede olursa olsun. Sağ olsun da onun gönlü bana yeter. Demeye alıştı. Rüyalarında hep onu göre göre oyalandı. Fakat dem harman uzadı. İki buçuk aya vardı. Bir mektubunda geliyorum dediği halde sonraki telgrafında daha ma’lum olmadığını bildiriyordu. Kalan validesiyle ettiği istişarede başka bir iş zuhur ettiğine karar verdiler. Yine beklemek icap ediyor. Bir sabah kalkmış, yine ona mektup yazıyor. Ne vakit avdet edeceğini soruyor. Rüyasında keyifsiz gördüğünden telgrafla haber-i sıhhatini vermesini niyaz ediyordu. Odanın kapısı birdenbire açıldı. Kerime: O nur-ı dide vecihen değişmiş, kızarmış, şaşırmış, sevince mi, felakete mi uğramış belli değil. Bir şey söyleyecek. Fakat tehalüğünden söyleyemiyor. Yüzü terlemiş, elleri birbiri içinde. Koşa koşa ta dizine kadar geldi. Güler bir yüzle azametin en şa’şalı bir nümayişi, ma’sumiyetin en mütezahir bir heyecanı ile: |
-Anne! Beg babam gelmiş... dedi. Bu söz, o muntazir arami inandırmadı. - Seni yalancı! Der iken sofada kalınca bir ses, gıcırtılı bir der iken bir ayak sadası aksetti kadın fert-i sürurundan yerinden kalkamadı. Leyla Feride No.: 13 Sayfa 23 30 Rabiü’l-evvel 1313 TENBİH - 3 Geçenki derslerimizde kelamı teşkil eden kelimelerin tenafür ve garabet ve kıyasa muhalefetten salim olmasını tenbil etmiştik. Bunlar yazılarımızı seve seve okutacak tezbinat-ı sureye kabilinden olup mektuplarımızı temiz ve muntazam giyinmiş bir masumanin resmi gibi gösterir şeyler olduğu cihetle dikkate şayandır. Ancak iş bununla yani kelimelerin düzgün ve muntazam olmasıyla bitmiyor onlardan teşkil eden kelamda dahi fesahat ve intizam aramak lazım geldiğinden ayrı ayrı bulundukları halde fasih olan iki kelimenin bir araya gelmesinden tenafür husuli me’mul ise terk ve tefrik olunmalarına ve mütenafir kelimelerin yanyana gelmemesine ve za’if - te’lif ve te’kid ve tetebbu’a izafet misüllü memnu’atın nazar-ı itibare alınmasına ihtiyaç vardır. Ba-husus bunlar ruh’ul kelam olan ma’naya teallük ettiğinden kavalib-i me’ani olan elfaz ve kelimatın intizamına olunacak dikkatten ziyade şayan-ı nazardır. |
Kelimede kıyasa muhalefetin ne demek olduğunu anlatmak idi. Za-if-i te’lif dahi bu demek olup ancak kelimede, hane-i cedide. Mesela (hane-i cedide) yerine (yeni veya cedid-i hane) ve (bağçe-i mezkure) yerine (mezkur bağçe) denilmelidir ki Türkçemizin kavaidine, hem de muharriratımızın yanlışlığa düçar olmasına hizmet edilmiş olsun. Fakat Arabi ve Farısi izafet ve tavsifat - iyice bilenler istedikleri halde- peder, çesm-i kebud, melahat-ı vechiyye, tabi’at-ı hasne vesaire tarzında kavaide muvafık izafet ve tavsifat yaparlar. Binaenaleyh kavaidi layıkıyla öğrenmeksizin Arabi ve Farısi terkibata özenilmeyip lisanımızın şivesine tevfik-i kelam ile (Mektebin Kapısı) (Ahmetin kalemi) (Validenin Tarağı) (Ma’i göz) (İyi huy) (Doğru yol) gibi Türkçe izafet ve sıfatlar iltizam edilmelidir. No.: 13 Sayfa 24 NUMUNE İsmetli valide-i mkuhterem hanım efendi hazretleri, Afiyet maderanelerini hari-i iltiatname-i şefkatinahiyeleri reside-i dest müfahhiras oldu. Zat-ı üftüneleri vesile-i hayat ve sa’detim bulunduğunuz cihetle ba kemal men ve mesar temadi-i sıhhat ve afiyet-i aliyyeleri du’ası tilavet ve tekrar kılındı. Le’alhamd acizelerinin dahi sıhhati berkemal olup evvel vahrahaz ve telakki olunan o emr-i şerife ve nesayih menifelerine tevfik-i hakaretle ruz u şeb tahsil-i ilm ve ma’rife sa’y ve gayret etmekteyim. İşte bu sene icra kılınan imtihanda sınıfın birinciliğini ihraz eyledim. Bu şerefli muvaffakiyetin ba’is-i müstakili ancak teveccühat-ı kalbiye ve da’vet-ı hayriye i maderiyeleri olduğunu biliyorum. Binaenaleyh fart-ı iştiyak ve ta’zim ile mübarek ellerinizden öpmek da’ima duayı müşfikanelerine muhtaç bulunduğumu arz eylerim ol babda. |
TAHLİL Bu mektup o kadar sadre yazılmış değildir. Oldukça tumturaklı elfaz ve tabiratı havidar. Binaenaleyh mukadesatımıza muvafık olmadığından: Ba’del-elkab Mektubunuzu sevinç ile aldım. Sıhhat ve afiyette olduğunuzu anlayıp memnun oldum. Siz benim sebeb-i hayatım olduğunuz cihetle da’ima sağ ve var olmanızı cenab-ı haktan temenni eylerim. Verdiğiniz emir ve nasihatları tutmak okuyup yazmağa çalışmaktayım. İşte bu seneki imtihanda sınıfın birincisi oldum. Bu feyzime sebeb sizin dua ve teveccühünüzdür. Onun için ellerinizden öperek daima duanızı isterim. Tarzında yazılsa daha a’la olur. Çünkü sadeliğindeki letafet sözün tabiıyyetini istilzam etmesiyle şayan-ı tercihtir. Ba husus kadınlara bu yolda yazı yaraşır. (Valide-i Muhteremim), (davet-i hayriye-i maderiyeleri), terkipleri yanlıştır. Bunların doğrusu (Valide-i Muhteremem), (Devat-ı hayriye-i maderileri) yahut (maderaneleri) dir. Zira valide mü’ennes-i Arabi olduğundan sıfatının dahi te’nisi lazımdandır. (Mader) kelimesi ise Farısi olduğundan Arabi ka’idesi üzere tasrif ve terkibi ca’iz olamayıp buruca tashih yazılmazı iktiza eder. No.: 13 Sayfa 24 Feva’id Numunede iltifatname demiştik. Emirname, lütfname nevazişname, keremname, ihsanname, müddetname, muhabbetname ilh... bunlar hep mektup demektir. Mektup bir memleketten bir memlekete yollanan ifade-i tahririye varakasının adıdır. Küçükler büyüklerine veya hürmet etmek istedikleri zevata ihsannamenizi aldık, lütfunamenizi okuduk derler. Arıza, ubudiyyetname, zeri’a, bunlarda mektup ismidir. .................. kadar ve hissiyetine göre (Hakipaylarına ‘ariza mıdır?) yahut (zeri’a-i çakeri), (Abudinname-i kemteri) dir tarzında yazarlar. Şaka, nemika, tahrirat dahi mektup demektir. |
Tezkere ikisi bir memlekette bulunanlar beyninde cereyan eden ifade-i tahririye varakasının namıdır. Bu da mürsel ve mürsel elihen hal ve hissiyatına göre samiye, aliye, behiye, sena veri, acizi, çekeri gibi tavsifat ile yad ve ıtlak olunur ki mektup demek olan şaka, nemika, tahrirat dahi böylece ünvanpezir olur. İnşallah-ı te’ala sırası geldikçe bunların tafsilatıyla enva’ını beyan ederim. Nazif Serveri No.: 14 Sayfa 27 7 Rabi-ül Ahir 1313 Tenbih 4 Tekrar: İbare arasında bir kelime yahut cümlenin bila lüzum tekrar istimalinden ibaret olup mektup ve muharriranemizin intizam ve letafetini bozduğu cihetle muhalif fesahat add olunmuştur. Mesela bir mektubun vusulini eş ar için bir kere (mektubunuzu aldım) demek kafi iken iki defa o cümleyi yazmak yahut dört beş satırdan ibaret bir tezkirede zaruret olmaksızın olan, olduğu, bulunduğu, olmağla, ettüğü, ile kelimelerini mükerreren tahrir etmek muhal fesahat olduğundan elden geldiği kadar bu gibi tekrarlardan hazr olunmalıdır. Mektubatımızın fesahatini bozan şeylerden birisi de tetabu-i izafettir, yani iki üç izafetin bir araya gelmesidir. Mesela (Mektebin odacısının kapısının anahtarı) yahut (Hane-i ha’ce-i ol Farısi-i mektep) |
İşte bu misüllü şeyler intizam-ı kelamı bozar ve adeta can sıkar mevattan olmağla şayan-ı dikkattir. Ta’kıd: Bu dahi ahenk-i ibare ve selamet-i kelamı ihlal eder. Ta’kidin kabaca ma’nası tutukluk demek olup bir mektuptan ne demek istenildiğinin kolayca anlaşılamaması maddesinden ibarettir ki lakırtının altı üstü layıkıyla gözetilmeyip intizam-ı kelama ri’ayet olunmamış bulunmasından ileri gelir. Mesela: Nezdinize gelmem. Zira sizi her vakit görebilmek isterim. Bu ibareden maksat-ı asli ne demek olduğu anlaşılamamaktadır. Çünkü nezdinize gelmem dedikten sonra sizi görebilmek isterim cümlesini irad etmek birbirine münakız lakırtı söylemek kabilinden olup halbuki katibin merami ‘sizi her vakit görmek arzusunda bulunduğumdan nezdinizden gitmem ki geleyim’ demek olacakmış. Heyhat! No.: 14 Sayfa 28 NUMUNE (Validesinden Kızına Mektup) Nurdidem Kızım! Afiyette olduğunuzu ve nesayihimiz mucibince çalışarak sınıf başı olduğunuzu havi mektubunuzu aldım. Dünyalar benim olmuşçasına memnun oldum. Herşeyde muvaffakiyet ikram ve gayretle olduğu cihetle tahsil-i ilim ve irfana devamınızı temenni eder ve sizin fevkinize vasıta olan hocanızın ellerinin takbilinin size ve bize borç olduğunu beyan eylerim. |
İnşallah bu seneki imtihanda ikinciye takdim ile valideni daha ziyade memnun etmeye muvaffak olursun kızım. TAHLİL İşte bu mektupta tekrar, tetabu’-ı izafet, ta’kıd vardır. Evvela: Birbiri ardınca olduğunuzu kelimesi tekrar edilmiştir. Saniyen: (Hacenizin ellerinin takbilinin) suretiyle tetabur-ı izafet vakı’adır. Solisen: İkinciye takdim ile ile (ahire cümlesinden ikinci sınıfa mı? Yoksa bulunduğu sınıfın ikincisine takdim ile birinci olması mı? Arzu edildiği münfehim olamayıp ifade de ta’kıd bulunmasıdır. Binaenaleyh böyle yazılmayıp iki kere olduğunuzu demektense (birini bulunduğunuzu) ve (Hacenizin ellerini takbil) ve ikinciye takdim ile cümlesine bedel (İkinci sınıfa geçmek) yahut sınıfınızın ikincisinden ziyade sa’y ile ona takdim ederek birinci olmak gibi tekrar ve tetabu’ı izafet i takıdi men’ edecek suretlerde telif ı kelam iktiza eder. Nazif Serveri |
No.: 14 Sayfa 28 İKİ REFİKA Son asr-ı terakkiyenin yetiştirdiği bu iki tehal-ima’rifet, bir meyelan-ı latif ile geniş kanepeye oturmuşlar, arkalarını kaba yastıklara dayamış oldukları halde ma’rifden bahs ediyorlardı. Manidar, neşve-efza bir tebessüm, ikisininde dudaklarını açmış, bunların arasında iki sıra inci keşfetmişti. Gözleri bir merkuziyyet tamme ile (Hanımlara Mahsus Malumat) ın ilk sahifesini süzüyordu. Biri öbürüne dedi ki; -Görüyor musunuz? Bunun Osmanlı kadınları içinde perverşiyab ma’rifet olan hanımlar elli sene evvelki ahval-i nisvaniyeyi tashih ediyorlar. Bu gün kadınlarımız içinde muallimeler, muharrireler, şaireler yetişiyor. O vakit yetişemezdi. Okuyor musunuz? Ruz firuz cülus-u hümayünları ............ pür meymenet -i islamiye ve devlet ebed müddet Osmaniye için fatiha-ı terakki olan şahenşah Faruk cah, tacdar-ı adalet penah veli’l ni’met Alim Efendimiz hazretlerinin saye-i ma’rif vayelerinde bugün kadınlarda hisseyab-ı ma’arif oluyor. Diğer bir nazar-ı şükran ile cevap veriyordu: -Bu şüphesiz, bu muhakkak. O ruz-ı mukaddes bir devr-i terakkinin sabah-ı ma’rifeti oldu. |
(Sabah-ı ma’rifet dünyayı tuttu) Kadınlara da’ir yazılan birçok asar-ı nadire ağuş-ı ma’rifetini açıyor. Ezcümle (Malumat) (Hanımlara mahsus malumat) ile bize bu devr-i terakkinin kadınlarda husule gelen maksat-ı ciddiyesini gösteriyor. Okuyalım, Allah aşkına! Bakalım, şu 13 numaralı nüshada ne var! İşte: Burada edebiyat kısmını (Hanımlara ta’lim kitabet) işgal ediyor. Bu bahsin ne kadar mühim olduğunu söylemek icap etmez sanırım. Mesela gurbette bulunan bir zevc ile İstanbul’da kalan bir zevce beyninde mektuplar te’ati olunacak. Kadının balzat o mektubu yazması elzem olduğu gibi üslub-ı ifadeye dikkat etmesi de lazım. Zevc ve zevce beynindeki o mukaddes serar-i kalbiyeyi bir yazıcının kalemine tevdi etmek ne yaman bir şeydir! Erkek ile kadın arasında öyle sera’ir-i mukaddese vardır ki onları kadının kalbi hisseder, kendi yazmak ister. Bigane bir kalem çok şeyi yazamaz. Bununla beraber yazı yazmakta tamamen hisse-i tabiyyet lazım geldiği kadar üslup-ı kitabete de kesb ü kavf etmek lazım gelir. No.: 14 Sayfa 28 Öbürü refikasının buselerini tasdik etmekle beraber parmaklarıyla sahifeyi çevirdi: Mülahazatına bunu terdif etti: -Fahru’n-nisa hanımın mektubunu okuyalım. Şimdi bu mektup, ikisinin de, nazar-ı takdir ve intibahını celb ediyordu. Bu mektupta ma’işet-ı frankanenin kadınlarımız için ne kadar mazar olduğu etraflı bir surette anlatılmıştı. Henüz dini, mezhebi hatta lisan-ı maderzadını öğrenmemiş etfali ecnebi mürebbiyelere teslim etmek gibi islamiyet ve insaniyet ile kabil-i tevfik olmayan bir mazarrat, bu varakada, alimane bir surette teşrih olunuyordu. Kendi para ve arzularıyla ciğerparelerini fesad-ı ahlaka sevkeden babaların halık nazarında ne kadar ma’yup olacakları gösterilmişti. |
Sonra (etfal-i sagire) ünvanlı makaleyi okudular. Bu makalede iki hanım için mühim idi. Bu arada çocukların terbiye-i maddiye ve maneviyelerinden, hıfzı’s-sıhhalarına aid mevattan bahsolunuyordu. Bir aileye dahil olmak o ailenin meş’ale-i istikbalini uyandırmak hasılı validenin hissiyle mütehassis bulunmak fikirleri şimdi iki refikayı tebessümler içinde meşgul ediyordu. Onların pişgah-ı nigahide iri ma’i gözlü, henüz beş yaşında top çehreli bir ma’sumun altun saçları uçuyordu. Mültehiz bir ses. Onların kalplerine (Anne!) diye aksediyor7, sonra ruhlarına dökülüyordu. Malumat muharriresi hanımefendiye Nadire Hanım tarafından yazılan varakayı okurlarken ikisi de bir hiss-i şükran içinde kaldılar. Tuvalet denilen, Genç kadınlarımızı birçok emraze düçar eden bu süs ve moda hastalığının ne kadar mazar olduğu isbat edildikten sonra şeri’at-ı garra-yı islamiyenin icrasını emrettiği taharet ve nezafet kadar mükemmel bir tuvalet olamayacağı pek edibane ve diyanet perverane bir suretde tasvir edilmişti. |
Terzilik dersiyle de biraz iştigal edildikten sonra muhavereye hıtam verdiler. Gelecek hafta yine görüşülmek üzere yekdiğerinden müfarakat ederlerken biri öbürüne dedi ki: - Gelecek hafta gelirseniz yine bu gibi istifadeli muihaverelerde bulunuruz. Bakalım bu sefer (Hanımlara Mahsus Malumat) kısmında ne gibi eserler göreceğiz. -Geleceğimi va’d ederim. İCLAL No.: 15 Sayfa 31 14 Rabi’ul Ahir 1313 Tenbih 5 Kitabımızın hüsn-i letafetini bozan tenafür-ü huruf ve tenafür-ü kelimat ve garabet ve kıyasa muhalefet ve za’if-i telif ve ta’kıd ve tekrar ve tetabu-ı izafet sırasıyla bast ve beyan olmuştu. Hatalı ve tashihli numunelerimizde görüldüğü üzere onlardan hali bulunan ibareler cidden hoşa gidecek ve sevilecek bir tarz ve şivede olup alel mezkur mevcut olan ibarat ise çirkin sıkıntılıdır. Bunlardan başka bir de harif-i atf olan vavın ibare arasında tekrarı muhal-i fesahat add olunmuştur. Çünkü kıra’etde lisana sıklet ve rekabet vermektedir. Mesela: “Muallime-i farısi ve muallime-i tarih ve hesap ve hüsn ü hat geldiler ve şakirden ve bevap-ı vesa’ire henüz gelmediler:” Cümlelerinde birbiri ardınca irad olunan (vav) lar ibarenin letafetini muhal olduğundan haric-i fesahattir. Binaenaleyh ilk dersimizden beri sebat ve ta’dad olunan nekayisden salim olarak tanzim-i kelama (dikkat olunmalıdır ki) ifademizin letafet maddiye ve maneviyesi hasıl olarak fasih ve baliğ ünvan-ı ehraz edebilsin. Zira tenafür-ü huruf ve kelimat ile tekrar ve tetabu-i izafetden selamet (ahenk-i ifadeyi) ve ta’kid-i ma’nevi ve lafzi ve zai’if-i telif ve garabet ve kıyasa muhalefetden tevki (vuzuh-u ifade)yi ve külfetli suretde tanzim-i kelama uzanılmayıp elfaz-ı mekalıka ve tabirat-ı münsec’a istimal olması (tabiyyet) ve sadeliği istihsal ile üslup-u ifadeyi tanzim ve ekmal eyler. KAVA’İD İki kelime-i Arabiyye sıfat, mevsuf edilmek istinyalince mevsufu müzekker ise sıfat dahi müzekker, mevsuf müennes ise sıfat dahi müennes olur. Kava’id-i Arabiyye, kelime-i fasiha kitab-ı kadim, gibi. Bu kaide lisanımızda o kadar şiddetli değildir. (Şive-i Osmani) kaide-i Farısi üzre dahi sıfat ve mevsuf kabul eder. |
Mesela: (Ni’met-i ilahiyye) denildiği gibi (Ni’met-i ilahi) dahi denir. Türkçe isimlere la-hak olan sıfatları te’niste letafet yoktur. İhtiyare kadın, müsta’de kız gibi. Mevsufun ahirinde Türkçe edatdan biri bulunduğu halde yine te’nis edilmemelidir. Mesela: Felan Hanım mektebe müdavemedir. Demek gibi ki bir güna-ı letafeti haiz olmadıktan başka adeta mühal fesahat addolunacak surette soğuktur. No.: 15 Sayfa 31 Mevsuf cem-i müzekker salim ise sıfatta cem-i müzekker salim yahut cem-i mükesser sigası üzre gelür. (Musannafin-i evvelin) muallimin-i kiram gibi. Mevsufu cem-i müennes salim ise sıfatta Cem-i müennes salim olur. (Salvat-ı Zakiyat) gibi. Arabide cemiler müennes itibar edildiklerinden sıfatlar ekseriya müfret müennes olarak yazılır. (Tahiyyat-ı şerife, derecat-ı refi’a, makamat-ı celile) gibi. Mevsuf zavi’l-ukulden olup cem-i mükeser ise sıfatı ya cem-i mükesser, yahut cem-i müennes salim, ya müfret müennes olur: Bilgay-ı kiram, irfa-yı feham, ilma-yı amilin, hutba-yı meşhure, gibi. Eğer mevsuf zavi’l ukulden değil ise sıfat ya cem-i mükesser olur, ya müfret müennes olur. Makalat-ı muhtelife, muharrirat-ı adliye, mesal-dahiliye mevat-ı şeti, mesail-i gamze gibi. Kitabımızda ekseriyette müsta’mel olan tavcsifatı kaideye muvafık surette tahrir ve tertip edip tezkir ve te’nis beyninde aranılan mutabakatı gözetmek lazım olmağla buruca sebat ve imla kılınan kavaidin tafsilatını görmeki arzu edenler (Muharrir şehir Rasim Beğin .......... ve nazari ta’lim-i lisan-ı Osmani) nam eserine müracaat edilebilir. |
TENBİH 6 Ahenk-i ifade Ahenk-i ifade iki kısım olup biri lafzi, diğeri ma’nevidir. Ahenk-i lafzi kelamı teşkil eden elfaz ve kelimatın lisana sıklet. Sem’a-ı kerahet olmamasıyladir. Okunuşu kolay ve lezzetli olduğu cihetle ahenk-i lafziye ha’iz olan ibareler-Hacim ve letafette müsavi tanelerden müteşekkil inci dizisine yahut yek renk ve nisk ise giyen saf beste-i intizam olmuş bir sınıf mekteb-i talibatına teşbiye olunur. İrili ufaklı, sarılı beyazlı tanelerden müteşekkil inci dizisi hoşa gitmediği gibi birbirini tutmayan renkli kumaşlardan yapılan elbise dahi zevk-i selime mülayim gelmez. Mesela bir fistanın üst tarafı al kumaştan alt tarafı mai kumaştan yaka ve kollarına da yeşil kurdeladan süs yapılıp telbis olunvsa elbette sakıl ve barid bir manzara teşkil ederki okurken lisana sıklet verecek ve sami’an kulağını zahımdar eyleyecek ve edban müptezal add edilecek kelimelerden ve birbirine uymayıp ibareye yakışmayan lafızlardan tertip ve teşkil olunan kelam dahi onun gibi olduğundan ahenk-i lafziden ari addedilir. Nazif Serveri No.: 15 Sayfa 32 MÜTEVERRİME -Hararet göğsümü yakıyor. Öyle zannediyorum ki hayatım bu ateş ile bitecek. Gözlerimde bir zaif var. Bir sahife okusam yoruluyor. Fakat Hemşire! Gözümü kapadığım zaman elimden tahtalar üzerine düşen kitap nakş-i me’anisini zihnimde bırakıyor. Geceleri üzülüyorum. Yalnız bu mezinat beni sevindirmiyor. Eğlendirmiyor. -Merak etme. Bunların cümlesi geçer. |
- Öyle mi zannediyorsunuz. Ben de öyleyim. Her gün iyileştiğimi hissediyorum. Lakin dermansızlık artıyor. -Kardeşim! O da geçer. -Elbette. Tabib ilk önce bahara kadar bir şeyim kalmayacağını söyledi. Geceleri terlediğimi anlattım. Güldü. Çokça örtündüğümü bahane etti. Fakat ben muttasıl terliyorum. Bak! Elimi tut. Ne kadar ateş var. İçime baygınlık gibi bir hal geliyor. -Acıkmışsın. Bir parça soda iç. Derhal geçer. -Ayağa kalktıkça başım dönüyor. Ah! Bir zaman ne kadar kuvvetli idim. Koşar, oynar, gezer, yorulmazdım. O zaman bana hayatı latif bir rüya gibi geçiren derd şimdi elim bir azap gibi tesir ediyor. İşittim. Gizli gizil konuşurlarken duydum. Bana uğradığım bir hastalığı isnat ediyorlar. Bana müteverrim diyorlar. -Yalandır kardeşim. -Ben de yalandır diyorum. İnsan kendini tanıyamaz mı? Bilmez mi? Her öksüren, her terleyen verem midir? Birkaç ay evveli soğuk aldım. Biraz kuvvetim yok. (Öksürür) İşte ufak bir öksürük. Ziyade üşümüşüm. Bana yan taraflarımdan kopuyor gibi geliyor. Yine ter basıyor. -Kendini çok dinliyorsun. Ferah şen dur. -Yalnız bu mümkün değil. Her yerde gam içindeyim. O geceden beri bu keder benden gitmedi. Öyle zannediyorum ki bendeki bu derd yalnız o kederin mahv olmasıyla bitecektir. Fatıma Edibe |
No.: 15 Sayfa 32 (Ma’lumat) -Hemşire! Malumat gazetesini iyice mütalağa ettiniz mi? -Bu haftanınkini henüz görmedim. -Görseniz pek ziyade mmenun olacaksınız. Çünkü....... -Çünkü.... ne olmuş? -Gazete sade erkeklerin istifadesini değil, kadınların da okuyup müstefid olabilmelerini temin maksadıyla ayrıca bir bahs açmış. (Hanımlara Meahsus Malumat) namıyla ayrıca bir kısım bulundurmaya karar vermiş. -Pek iyi! Nerede bulsak. -Bende var. Gelin şöyle oturalım beraber okuyalım. -Son moda elbise. Kabartmalı bir yazlık libas. -Dahası var. Hemşirelerimiz ile pek çoğunun mahsul kalemi olarak bendeler, manzumeler, şarkılar yazılı. Bakın Fahr’unnisa, Manzume, Fatıma Edibe, Leyla Feride hanım efendilerin, Nadire Hanımın, Makbule Hanımın, Müfide Hanım ın yazdıkları ne kadar güzel. -Evet. Evet. Terzilikten de bahsediyor. Mübahis-i sıhhiyeyi gayet güzel yazmışlar. Ya! Prenses Urusuva’nın (Genç kızlara rehname) namı tahtında terceme edilen kitabına diyecek yok. -Şu halde biz de yazalım. Madem ki (Malumat) cümlemizin himmet-i kalemiyyesine arz-ı ihtiyaç ediyor. Biz de müştereken bir şey kaleme alırız, fakat yazacağımız pek yeni olsun. Yahut .............. iyi bir bahs olsun da ne olursa olsun. ¨ Malumat idarehanesi mektup-u atiyi ahaz eylemiştir: Muharrir Bey! (Malumat) ınızda kadınlar için dahi kısım açarak istifademizi temine hasr-ı gayret edildiğinden dolayı evvel emrde arz-ı şükran eylleriz. Zamanımızda kadınlarımız dahi okuyup yazmak denilen lazımme-i insaniyyeti bi - hak takdire muvaffak olduklarından öğrendiklerinin hemen bir nev-i ameliyyatı demek olan tahrir sanatına dahi pek çok hahiş göstermektedirler. Nisvanın ilim ve marifetle tahliye-i zat ve sıfat eylemesi bilhassa vezaif-i mukaddesesini göre göre takdir ede ede ifaya kesb-i iktidar etmesine ba’is müstakil olduğundan pederimiz bu nokta-i nazardan ikimizi de terbiye etmiş hiç bir zaman nazar-ı şefkatini üzerimizden ayırmayarak bu ana kadar talim ve tedris namına ne türlü fedakarlık varsa cümlesini hityar eylemiştir. Filvaki tahsilimiz son derece mükemmel değil isek (Malumat) ınızı okuyacak ve içindeki mübahis-i ciddiyeyi takdir edecek mertebede olduğundan neşrine vuku bulan himmetlerinden dolayı bir daha arz-ı teşekkürat eyler ve yolladığımız şu eserciğimizi bir takdime-i şükran olmak üzere kabul buyurmanızı niyaz ederiz |
İki Hemşire Her akşam pederimin avdetini beklerim. Onun bar-ı hayat altında hemen hemen bükülmüş denilecek hale gelen kameti sokağın görünür görünmez gönlümde mahi-i estiber bir şevk-i ru’yet hasıl olur. Hanede yalnız o zamana mahsus bir velevle ile koşar. Tapınmak önünde kaddümüne muntazır bulunurum. İçeriye girdiği zaman ekseriya beni görür. Gözleri her vakit bir dikkat-i mahsusa ile birini arar. Derhal: -Ablan nerede? Diye sorar. Garib bir hiss-i mütava’at karane ile başımı eğerek: -Siz öte beri hazırlamakla meşguldür diye cevap veririm. Ahh! Son derece yorgun, merdivenleri güç hal ile çıkar. Koltuğuna gireyim de yardım edeyim derim. Kabul etmez. O bizim hiç bir zaman eziyet çekmemizi istemez. Hatta bu tabiattan dolayı kendisine şikayet bile ederiz bir gün yine böyle bir şikayetimiz vakı buldu. Sözlerimizi dinledikten sonra gayet müte’essir bir tavırla dedi ki: -Ben yaşadıkça hayatın üzerime tahammil ettiği bor karane tahammül etmeyi öğrendim. Onun için yanı hiss ile sevdiğim sizin gibi iki evlada daha şimdiden bar olmasını istedim. Pederim ikimizi de sever. Fakat muhabbet bir hiss ise onun ikiye taksimi kabil mi? Suali bir türlü zihnimden çıkmaz. Hemşiremi kıskanmam. Hatta benden büyük olduğu için muhabbetime birde hürmet mezc ederek hakkında o vecihle haraketimi tanzim ederim. Lakin evde nazar-ı dikkatimi celbeden bir made var. Bana öyle geliyor ki ikisi de benim için çalışıyorlar. Ben mutbaha ne de çamaşıra girerim. Zavallı kardeşim! Evin bütün işini uhdesine almış, çabalar. Uğraşır. Ben karışacak olsam darılır, yorulma der. Dikişime bile yardım eder. Bunu kendisinden sorayım dedim. Cesaret edemedim. Bir gece o fart müteabden yatağına çekilip yattığı zaman ben pederimde yalnız kalmıştım. Bu fırsattan istifade ederek meseleyi açtım. O güzel çehreli babam kedersiz bir tebessüm ile mukabele etti. Dedi ki: |
-O senin sade hemşiren değil. Ananızın vefatında sen pek küçük idrin. Kadınlık anasını himaye için bir hiss-i deha verdi ki o his ana şefkatine me’adildir. O da benim gibi evde kimseye bar olmasını istemez. Ben hertürlü muhabbetlare, hürmetlere, hizmetlere cilve kah olan vede koşup yürüdükçe yorulmaya başladım. Boş durdukça çanım sıkılır. Gönlümde bir arzu var. Bu arzuya galebe etmek mümkün değil. Pederimin lutf ve inayeti hemşiremin rahm ve mürüvvetine ne ile mukabele edeyim? Bu his bende peyda olduğu zamandan beri düşünüyorum. Fakat elimde bir şey yok. Fakat nice zamandan beridir alıştığımız bir tarik var. Ben herşeyi pederimden sormaya mecburum. Bunu da sordum. O benim suallerimden ziyade memnun oldu. Hatta bu sefer: -Kızım! İkimizin de senden istediğimiz ancak budur. Bundan böyle bütün ömrümü bahtiyarane geçirdiğime kail oluyorum. Hayat bana iki nihal-i ismet yetiştirdi. Diyerek gözleri sirişk-i mesar ile dolduğu halde beni yüzümden öptü. Okşadı. Bu nümayiş peder muhabbetinin evlat kalbinde hasıl edeceği tesiratın en vicdan füruz bir tecelli-i muhsusu idi. KBilmem ne oldu? İki kalp bir halisiyyet-i matiyane ile mütehassis olmalı ki ben de hemşirem de babamızın ayaklarına kapanmış. Onu mesutu lezzet-i hayat ile raşedar, giryenak bir halde bırakmış idik. No.: 17 Sayfa 35 28 Rabiu’l Ahir 1313 Tenbih 6 Ahenk-i İfade Ahenk-i ifade iki kısım olup biri lafzi diğeri manevidir. Ahenk-i Lafzi, kelamı teşkil eden elfaz ve kelimatın lisana siklet, sem’a-ı kerahet bahş olmasıyladır. Okunuşu kolay ve lezzetli olduğu cihetle ahenk-i lafziye haiz olan ibareler Hacim ve letafetde müsavi tanelerden müteşekkil inci dizisine yahut yek renk ve nuk elbise giyinip beste-i intizam olmuş bir sınıf mekteb-i talibatine teşbiye olur. İrili ufaklı, sarılı beyazlı tanelerden müteşekkil inci dizisi hoşa gidmetiği gibi birbirini tutmayan renkli kumaşlardan yapılan elbise dahi zevk-i selime mülayim gelmez. |
Mesela bir fistanın üst tarafı al kumaştan, alt tarafı mai kumaştan, yaka kollarına da yeşil kurdeladan süs yapılıp telbis olunsa elbette sakil ve barid bir manzara teşkil ederki okurken lisana siklet verecek ve samian kulağını zahmdar eyleyecek ve ebeden mübtezil addedilecek kelimelerden ve birbirine uymayıp ibareye yakışmayan lafızlardan tertip ve teşkil olunan kelam dahi onun gibi olduğundan ahenk-i lafziyyeden ari addedilir. Binaenaleyp yazdığımız yazıları seve seve okutmak ve nazarlara hoş ve latif göstermek üzere ahenge riayetle tenafürden ve tekrar ve tetabu-i izafetden hasıl sıklet ve kerahati mücib olan her nev-i illetten musavver olarak tanzim ve tertibine sa’y ve ihtimam olunmalıdır. Numune -“Bu Agustos ayının sayesinde mektebe girişimizin beşinci yılı bitip sonuncu imtihanımıza binaen ile muvaffakiyetimiz husul buldukda çıkılacağından sevincimiz füzunterdir.” Tahlil: İşte bu misalde mütenafir kelimatın bir araya gelmesinden ibarenin telafuz ve kıratı güçleşerek ahengi bozmuştur. Tashih: Agustos nihayetinde mektebe duhulumuzun beşinci senesi tekmil olup huruc-u imtihana başlanacaktır. Muvaffak olur isek şehadetname olarak çıkacağız. Bundan dolayı sevinmekteyiz. |
Ahenk-i lafziyeye mugayer olan numunenin bu vecihle tashih-i mücerred bir misal iradından ibaret olup yoksa tashih-i mezkurenin ahenge misal olacak derecede haiz liyakat ve letafet olmadığı aşikardır. Fakat buruca ati derc ve imla kılınan misaller letafeti, ahenk-i eşara kafidir. No.: 19 Sayfa 41 VARAKA Muharrir Bey Efendi! (Hanımlara Mahsus Gazete) nin onbeş numaralı nüshasını okudum. Bu nüshada zaptiye nazırı sabık, merhum Kemal Bey kerimesi Makbule hanım efendinin (Valide Muhabbeti) ünvanlı küçük bir hikayeleri nazar-ı dikkatime ilişti. Üslup-u ifade hakikaten güzel. Fikir de fena değil: “Fakir bir köylü ailesi tasvir ediliyor. Bu ailenin reisi, bir ****cudur. ****cu, bir soğuk almak neticesi ölerek vefat eder. Şimdi Ail ile Aliye namında iki masufmun maişeti validelerine münhasır kalır. Valide **** keser, çocuklarını besler. Bununla beraber **** kesmeye gittiği vakit, henüz dört yaşında bulunan Ali’yi de beraber götürür. Bir gün beraber **** kesmeye giderlerken oğlu Ali’ye bir yerde beklemesini tenbih eder, valide ormana dalar. Avdet ettiği zaman bir kurdun oğlunun üstüne yürüdüğünü görür. Bunun üzerine çocuk ile kurtun arasına atılır. Kadın canavarla pençe pençeye gelerek nihayet kurdu bir hendek içine düşürür. Derken iki yaralı haykırır. Köylüler yetişirler. Mecruhlar kurtarılır.” Esas bundan ibarettir. Vakıa, valide muhabbeti herşeyi galebe eder. Fakat tasavvur edilemez ki değil bir kadın, en kavi-l bünye bir erkek bile bir kurdu böyle hendek içine itiversin! Bundan dolayı Makbule Hanımefendi hemşireme, eski masalcıların daire-i tahayyülünde dönen bu gibi mubalaat-ı acemaneye enba etmek zamanın çoktan geçmiş olduğunu tavsiye ederim. |
Keçecizade İkbal Hanımefendinin “Tulu” pek parlak! Bu muvaffakiyet-i edebiyelerini bütün nisvan-ı islam namına tebrik ederim. Üsküdarlı Münire hanımın “Hasta Kızı” da fena değil: Bir müteverimeden bahsediyor. Fakat bir çok hikayeleri de yine “verem” den bahistir. Mümkün olsa da hikayelerimiz için başka bir mevzu bulsak!... Bir hikayeyi hasta tablasına döndürmekte münasebet yok!.. Yine bu nüsha da asar gazetesinden menkul olan “Hasta ve fakir bir kadının çocuklarına teslisi” ünvanlı manzume oldukça değerli. Bu manzume Sadi Efendiye mensup olduğu halde (Hanımlara Mahsus Gazete) nazmının imzasını yazmayı unutmuş!... Herkes bir eserin kime mensup olduğunu anlamak ister. Mahmut Bey Kerimesi Münever hanımın makalesi, hakikaten şefkat-ı maderaneyi tasvir ediyor. Hiss-i madarane, bu nadir ismette bütün tesiratıyla mütecelli görünüyor. İşte Muharrir Bey Efendi! Şimdi yazdıklarım bu kadar. Bu varakamı intikal-i edebiyye sütununda görürsem şevkimin .................. edeceğine itimat ediniz. Üsküdarlı Ayşe Har |
Türkiye`de Saat: 19:20 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2