![]() |
No.: 21 Sayfa 39 27 Cemaziye’l-evvel 1313 ARZU-YU MARİFET Pederimin mütala hanesinde duvarları tezyin eden elvahtan (rütbetü’l alim alir rütbe) levhası gözüme iliştikçe gönlüm yanar. Ağzımdan ateşli bir ah çıkar. Gönlüm rütbe-i ilmi arzu eder. Kalbim ne surette bir mahluk olmamı arzu ettiğini tarif edemem. Çünkü kalemim tercüman-ı kalbim olmak iktidarına haiz değil. Cüz i iktidara malik olsam yazacağım. Ma’mafih elimden geldiği kadar yazmaktan da geri durmayacağım. İlmim öyle ali mertebede olmalı ki kendimin ne olduğunu bilmeliyim diyorum. Fakat buna cevaben bir cahil çıkar da ne olacaksın Cenab-ı Rabbü’l-Aleminin halık buyurduğu bir insan derse ne diyeceğim heyhat öyle değil vakıa Cenab-ı Rabbü’r-Rahim’in yarattığı bir insan kadar insanlık nedir Cenab-ı kadir mutlak bizi ne iktidara malik etmiş sa’ir hayvanat misüllü yiyüp içmekten ma’da bir şey bilmemek için halık buyurmamış. Bize ihsan buyurdukları envai nimetlerin en başlıcası ve en büyüğü akıl denilen bir cevher-i keranbaha değil mi?... İşte şimdi fikrimin tasavvur ettiği noktaya geldim. Mülahazatım mütemadiyen bu nokta üzerindedir. Mesela bir kadın veyahut bir erkek bir meslek ittihaz edip te daima yalnız onunla meşgul olursa tabii hayatının son mederkati ona münhasır kalıp başka bir şey bilmez. Nitekim ekser esnaf böyledir. Faraza bir değirmenciyi zihninizde tasavvur ediniz ne bilir? Değirmeni düzüp koşmağı buğdayı öğütüp un yapmağı değil mi? Halbuki nev-i beşer kendilerinin ve dünyanın ve beni nevin ne olduğun ve Cenab-ı Hakkı ve Fahr-ı Kainat Efendimizi ve umuru diniyyeyi bilmek ile insan olurlar. İşte bunlar saye-i ilim ve marifetde vücuda gelir. Ama bir cahil bu sözlerime itiraz edip diye bilir ki bir değirmenci familyası bu gibi dünyayı fehme cehtetse sonra değirmencilik vazifesini kim icra eder acizinde ona karşı yine kendi diyerek cevap imza eylerim. Çünkü bir değirmenci sabahtan akşama kadar değirmen taşının devrini seyr ile heder-i vakt edeceğine okumak bilip hem vaktini icra ve hem de kendinde olan bir cevherden istifade etmiş olsa medeniyyete de ...................... olur. O kitap onun fikrini yontar. İhtimal ki vazifesi olan değirmene bakarak bir şey ihtira eder de umuma da faide mend olur. |
Madem ki bir cevher-i keranbaha olan nimet-i akla malikiz, onun ne gibi bir şey olduğunu bilmeden ahval-i umumiyeyi anlamadan veda çekmek yakışmaz. Bizim aklımız o derece dakik ve dakik şeyleri terk edebilir ki tarifi gayri kabildir. Lakin o aklın kıymetini takdir edip te fehme çalışmak lazımdır. Benim de şu sırada bulunmamı Cenab-ı Rabb’ül Aleminden ümit ile niyaz ederim. Biz etrafımıza bir kere atf u nazar etsek pişkahımızda akla velev hayret verici bin türlü şeyler müsadif -i enzarımız olur. Edebiyat derslerimizde bil münasebe bellediğimiz: Bu kar-gah-ı san’ aceb dershanedir Her hakş bir kitab-ı ledünden neşadır. Beytiyle: Berk-i dırahtan sebz-i dernazar haşyar Her varak defterist-i marifet kerdkar Beyti ve: Kitap alemin evrakıdır ebad-ı na-mahdud Satur hasdas dehrdir asar-ı na-mabud Basılmış destgah-ı levh-i mahfuz u tabiatde Mücessim lafz-/ı manidardır alemde her mevcut kıtası |
Hep bunları gösterir, ah bunları görmek için en birinci elzem olan şey de ilimdir. Ey mukaddes ilm-i şayan taksidin benim yegane arzum sensin. İşallah senden tekmil insaf edinceye kadar müfarakat etmem. Ganimet Binti Rif’at Tenbih 7 (Malumat) ımızın 17 numaralı nüshasında ahenk-i lafzinin tarifi zammında münderic olan numune mücerred hatalı ve tashihli bir temsilden ibaret olduğundan daha bazı emsal-i müntehaba irat olunacağı beyan kılınmıştı. Mevani-i Hususiyyeye binaen şimdiye kadar bu vadimizi infaz edememiş olduğumuzdan dolayı kariet-i kiramdan taleb-i afv ile Bemne Te’ala hem emsal-i mezkureyi irad ve eşare hem de talim kitabımızı takip ve ekmale mübaderet eyledik. NUMUNE Aile demek kadın demektir. Cemiyet-i beşeriye ailelerden ibarettir. Cemiyet-i beşeriyyenin saadeti aile saadeti ve ailelerin saadeti kadınların terbiyesine mütevakıf olduğundan (kadınların terbiyesi cemiyet-i beşeriyenin saadetini mucibdir ilaahire). Ş.Sami Bey |
NUMUNE Şu masuma bakın, ne güzel uyuyor! Bütün azası nasıl gelişi güzel istirahata varmış! Göğsünü hafif hafif kabartıp inivermekte olan latif nefesine ve yüzünde dalgalanır gibi görünen masumane tebessümüne ve henüz yere değmemiş mini mini tombul ayaklarına baktığınız vakit bir melek gökte uça uça yorularak inmiş de şu beşiğin içine yatıyormuş diyeceğiniz gelmez mi? Muallim Naci Merhum Anamın muhabbetini iyiden iyiye hissetmeye başladığım zamandan beri zihnimde bir sual-i mühim hasıl olmuştu. Kendi kendime: Bu kadın beni neden bu kadar seviyor? Der irem gözümde biriken bir katre yaş anın gözlerine bir baran kerd, yüzümde görülen bir ................ ye’is onun yüzünde bir istiraf-ı müftir bene tevlid ediyor. İla ahire. Rasim Bey Yukarıda dediğimiz vecihle muharriranımızı seve seve okutmak için ahenk-i lafziye riayet lazım olup ancak ahenk-i lafziye riayet edeceğim diyerek manaya halel vermemelidir. N. Serveri |
No.: 23 Sayfa 47 11 Cemaziye’l Ahir 1313 Tenbih 8 Ahenk ifadenin lafzi ve manevi iki kum olduğunu beyan ile kısm-ı lafzisini tarif ve izah etmiştik. İfadatımızı ihtiva eden elfaz ve kelimatın hüsn-ü imtizacıyla lisana sıklet ve sem’e kerahet verecek suretde tertip olunmamasından salif üt Zikr ahenk-i lafzi yani intizam-ı ibarede hasıl olduğu cihetle eğer çe şayan-ı itina ve dikkat ise de husus u mezkur esasen manaya talik etmeyip bir nev-i intizam-ı ibare kabilinden bulunmakla yukarıda dediğimiz cehle ve mücerred ahenk-i ibareyi tahsil için ruh’ul kelam olan manaya halel verecek teklifler de bulunmak lazım gelir. Zira elfazu kelimat kavalib mani olup onların telaffuz ve kıra etlerinde lisanen hasıl olacak zevkden ziyade manaları muteber olduğundan ahenk in en mühimini bu cihetde aramak iktiza eder. Benim buluşuma göre göre elfaz ve kelimat beden ve libas gibi olup ondan mündemic ve münderic olan mana ise zat ve ruh makamında bulunmakla bunların da suret ve siret ve zahir ve batın kadar fark vardır. Binaenaleyh ahenk-i lafziden ziyade ahenk-i maneviye riayet ve dikkat lazım olup lafzi ve maneviye haiz ahenk olan ifade ise numune-i letafet addolunacak kadar güzel ve cazibeli bir kızın endam-ı dil arama münasebet ki kisve-i rarife ile hıraman olmasına benzer. |
AHENK-İ MANEVİ Elfazı mukteza-yı zahire ve kelama icab-ı hal ve mevkiye tatbik ve tevfikden bahseden alem-i mani ahenk-i maneviye talim ve eşar etmekte olduğundan lisanımızın şive-i nezaketerini ile lisan-ı azab’ül beyan-ı Arabinin ol babdaki kavaid-i mahsusası buruca ati memrucen şerhu beyan olunur. (Kelam) havi olduğu kelimelerin nisbetleri tam olup muhataba sahih sükut - u ifade eden terkiptir. Bunun Türkçesi tam söz demek olup işitin acaba nedir? Ve ne demektir? Diye tereddüd ve intizarda kalmayarak maksudun ne olduğunu anlar. Mesela (Manzume Hanım Mektebe Geldi.) terkibi nispetleri tam bir kelam olup bunu işitin başka bir söze intizarda kalmayıp manzume hanımın mektebe geldiğini anlar. Fakat (Manzume ve mektep kelimeleri zikr olunur ise işinin bundan bir şey anlamayıp acaba manzume ve mektep kelimelerinden maksut nedir? Ve ne olmuştur? Diye tereddüdle sözün tamamlanmasına muntazır kalır. No.: 23 Sayfa 48 (Nispet) bir şeyin ya sebuti yahut selbi esasından ibaret olup sebut ve selp ise (Olmak ve olmamak) demekdir ki nisbet-i sebutiye ve nisbet-i selbiye namlarıyla yad olunur. Kelamı teşkil eden kelimelerden birisinin subuten veya selban diğerine nisbet olunmasına (isnad) denir. Bu kelimelerden nisbeti havi olan kelimeye (müsned) ve kendisi için nisbetin mefhumu sabit veya menfi olan kelimeye (müsned iley) tabiri olunur. İZAH ve TEMSİL Hafide hanım geldi. (Müsbet) Neşide hanım gelmedi (Menfi) Bu misallerin birincisinde (Nisbet-i sebutiye) ikincisinde (Nisbet-i selbiye) vardır. Çünkü biri geldiğini diğeri gelmediğini isbat ve eşar etmektedir. Kendisine gelmek fiili nisbet olunan Hafide hanım (müsnad ileyh) dir. Gelmek nisbetini havi olan (Geldi) kelimesi (müsned) dir. (nisbet-i selbiye) ye misal olan (Neşide hanım gelmedi) kelamında dahi böyledir. Yani Neşide Hanım (müsnet-i ileyh) gelmedi (müsnettir.) Şu kadar ki bu misallerin biri sebuti diğeri sülbidir. |
Müsnet ve müsnedü’l-ileyhiniyice anlaşılması için şu misallere dikkat olunsun: Arz yuvarlaktır: (Arz) müsnedü’l-ileyhdir. (Yuvarlaktır) (Müsnet) tir. Yaz sıcaktır: (Yaz) müsnedü’l-ileyh, (sıcaktır) müsnettir. Bahar Geldi: (Bahar) müsnedü’l-ileyh, (Geldi) müsnedtir. Çiçek Açtı: (Çiçek) müsnedü’l-ileyh, (Açtı) müsnettir. Müsned ve müsnedü’l-ileyhin bir ismi ve tabiri daha olup o da müpteda ve haberdir. Cümle-i ismiyelerde müptedalar müsnedül ileyh ve haberler müsned olur. Cümle-i fiiliyelerde fail veya naib failler müsnedül ileyh ve fiiller müsned olur. Arz yuvarlaktır. Yaz sıcaktır. Misallerinde müsnedül ileyh oldukları gösterilen (Arz ve yaz) kelimeleri müpteda ve yuvarlaktır, sıcaktır kelimeleri haberdir. Demek oluyor ki müsned ve müsnedülileyh ve müpteda ve haber başka başka şeyler olmayıp birer tesmiyeden ibarettir. Nazif Serveri |
No.: 24 Sayfa 51 12 Cemaziye’l Ahir 1313 Tenbih 9 Beyanlarını fark edenlere göze her kelam - cümledir. Fakat her cümle kelam değildir. Zira yukarıda dediğimiz vecihle kelam-ı nam söz demek olup mütekellim dediğini onunla ifade eder. Muhatap da ne denildiğini anlayıp başka bir söze muntazır olmaz yani söz yarım kalmaz. Mesela: (Neşide Hanım geldi) terkibi ifade-i temaya haiz olup hem kelam hem cümledir. (Neşide hanım gelir ise) terkibi cümle olduğu halde kelam değildir. Çünkü (gelir ise) kelimesinden sonra ne olacaktır. Ne yapacaktır, falan gibi tereddüd ve diğer bir sözle ekmal-i kelama intizar lazım geldiğinden nakıstır. Binaenaleyh kelam addedilemez. Kelamı teşkil eden cümleler ya (haberiyye) yahut (inşaiyye) olur. Haber-ı sadıka ve kezbe yani yalana ve gerçeğe ihtimali olan sözler. Mesela: (Neşide hanım gelmiştir.) yahut (gelmemiştir) terkipleri birer cümle-i haberiyye olup zira gerek gelmiş ve gerek gelmemiş densin: Bunun sıdk ve kezbe ihtimali vardır. Fakat (mektebe git). (Ders çalış) kelamları gelmemiştir, gelmiştir gibi haber nevinden olmayıp emr ve tenbih kabilinden bulunmakla yalan, gerçek addolunamayacağından cümle-i inşaiyye demek olur. İşte kelamımızı teşkil eden cümleler bu vecihle yani sıdk ve kezbe ihtimali olan haberle sıdk ve kezbine ihtimali olmayan inşaiyandan ibaret olmakla (isnad-ı haberi) ve inşa namlarıyla iki kısma ayrılmıştır. İsnad-ı haberi ve inşa ile bunlara talik eden kavaid ve sairenin sırasıyla tarif ve izahı mulkarrer olup ancak buraya kadar yazdığımız kavaidden serlevhamız olan (Ahenk-i manevinin) suret-i husulini istihrac edebileceğimiz cihetle mukaddemeten ve muntasaran beyanına lüzum görülmüştür. |
İlm-i mesai elfazın mukteza-yı zahire ve kelamın icab ve mevkia muvafık olmasından bahseder demiştik. Bu mutabakat söylenecek sözün makama ve muhatabın hal ve şanına ve işin icabına göre olmalıdır. Mesela viladet ve nikah-ı tebriknamelerinde tes’id ve tehnete dair sözler yazılıp mahzuniyyeti meşar olfazın kullanılmaması yani düğün evine matem elbisesiyle gider gibi hareket olunması suretiyle mutabakat aranır. Bir validenin kızına karşı (cariyeniz) damesi ve kendisinden büyüğüne kızım diye hitap eylemesi dahi bu kabilden olup binaenaleyh söylediğimiz ve yazdığımız sözlerde hal ve mevkie ve muhatabın şanına ve işin icabına mutabakat aramak (ahenktir) bununla beraber kelamı teşkil eden müsned ve müsnedlerin ve cümlelerin yekdiğerine takdim ve tehirinde dahi (Ahenk) mevcud olup mesela müsned’ül - ileyh takdimi lazım gelen yerde takdimi muvafık ahenk olmadığından bu cihetle de tertip - kelama dikkat olunmalıdır. Buruca ati derc olunan hassalı ve tashihli numunelerden kelamın muktezayı hale mutabakatı müsteban olup müsned ve müsned’ül-ileyhin takdim ve tehirleri, hakkındaki muamelat ise sırası gledikçe yazılacaktır. Nazif Serveri |
No.: 25 Sayfa 55 26 Cemaziyel-Ahir 1313 Tenbih 10 (Numunelerden) Kızından Validesine Mektup İltifatnamenizi kemal-i tazim ile aldım. Mealinden sıhhat ve afiyetinizi anlayıp dünya benim olmuşçasına memnun hal ve afiyetinizi anlayıp dünya benim olmuşçasına memnun oldum. Cenab-ı mevlaya şükürler olsun cariyeleriyle küçük hemşirem Nevbahare’nin dahi sıhat ve afiyetini ber- kemal olup gece gündüz davet-ı hayriyenizi tilavet etmekteyiz. Mektebe devamda kusurumuz yoktur. (Zira ki) ulum ve marifetten büyük nimet olmadığı hakındaki nesayih-i maderaneleri cariyelerini tenbellikten men ile tarik-i tahsile sevk etmiştir. Mektebe devam ettikçe tavsiye-i şefikanelerinin isabetini anlayıp bizi şehrah-ı ilm ve irfana sevk buyurmuş olduğunuzdan dolayı sizi takdis etmekteyiz. Baki 2 (Her ahvalde) emir ve nesayihinize muhtaç bulunduğumuzu arz ile çok ........... metanelerindeki hissiyat hissiyat-ı halisanemizi teyid ve ezhar eyleriz. Ol babda.............. Bu mektup oldukça muvafık matlup olup ancak (hissiyat-ı halisanemizin teyid ve ezharı) gibi ehibbaya söylenecek bir sözün kızı lisanından validesine karşı iradı münasip ve muktezayı hale mutabık olmadığından cümle-i mezkurenin (ta’zimat-ı gayr-i mahdude) yahut (tekrimat-ı masumanemizin kabulü) misullü muhatabın şanına şayan olacak tarzda tashih iktiza eder. Bu tashih (Ahenk-i maneviye) tevfik-i kelam demek olur. 1 ve 2 rakamlarıyla işaret olunan (rıza ki) ve (her ahvalde) kelimeleri üse ahenk-i lafziye taalluk eden mugayyeratlardan olup ki zira (zira ki) denemez (ki) fazladır. (ki) nin isti’mali muvafık şive değildir. (Her ahvalde) buradaki (her) edatı zaittir. (Zira) bu edat müfrede dahil olur, |
cem’e dahil olamaz. Mesela her etçrafta ve her mekteplerde denilemeyip her tarafta ve her mektepte denilir. Binaenaleyh mezkur mektuptaki (zira ki) yerine zira ve (her ahvalde) yerine her halde yazılarak ahenk-i lafzi gözetilmelidir. Derc ettiğimiz şu birkaç numune kelamın mukteza-yı hale mutabakatı hakkında bir fikir verebilir. İlm-i meaninin başlıca bahsettiği işbu (mutabakat) maddesi zannolunduğu kadar mühim ve güç bir şey olmayıp hergün konuştuğumuz sözlerin makam ve muhataba göre olması yani abık sabık lakırtı kabilinden bulunmaması için ettiğimiz dikkat ve gözettiğimiz münasebetten ibaretç olduğu aşikardır. Büyükten küçüğe söylenecek söz ile akran beyninde yahut küçükten büyüğe söylenecek sözlerin birbirinden lafız ve menaca farklı olması tabi olup bununla beraber erbab-ı şeref ve hissiyat ile ahadnase olunacak ifadatın güzelliği yine lafzen ve manen farklı olması lazım gelir. Milli darb misallerimizden olup sırası düştükçe irad olunan (her makamın bir makalı ve her makalın bir bir makamı vardır. Adamına göre söz söylenir. Damdan düşer gibi söylenmez. Her sözün bir sırası vardır.) Ve emsali cümleler bize mutabakatın ne demek olduğunu bildirmekte idüğünden meaninin bu bahsini anlamakta (güçlük çekemeyeceğimiz (Biraz tenafür hiss olunur) tabiidir. Binaenaleyh ifadat-ı tahririyemizde lakırtımızdan ziyade münasebet arayıp hitap olunan zatın kader ve hissiyatına ve anlayışına ve ifade etmek istediğimiz şeyin mahiyet ve ehemmiyetine göre tanzim-i kelam iktiza eyler. Kelamı muktezayı hale xtevfik etmeyecek olursak ifademiz noksan ve ahenk-i maneviden mahrum kalacağından bize hakkıyla katip ve münşi denilemez. Mamafih ahenk-i manevi yalnız mutabakatla bitmeyip müsned ve müsnedül ileyhin takdim ve tehir ve tarif ve tenkiri misulü daha bir takım kavaid ve erkana tabi olduğundan buruca ati ita olunacak malumata dikkat ve elden glediği kadar tatbikatına gayret olunmalıdır. Nazif Serveri |
No.: 27 Sayfa 59 10 Recep 1313 Tenbih 9 ‘dan Ma-bad Mutabakat ve ..................... mutabakat numuneleri Ba’de’l-elkab: Mah-ı hal-i Arabi’nin yirmi yedinci pencşembe güni kerimem (Mübariyelerinin bir mahdumu dünyaya gelip (İsmail Nevzat) tesmiye kılınmış ve ailelemize ait bu misüllü asar-ı mübtehceden memnun olacakları derkar bulunmuş ayruğundan nevzat-ı mümil-lihan-ı tebşir-i veladetiyle tasdi’a ibtidar ve bu tasdiğimden dolayı afır-u alilerini niyaz eylerim. Ol babda: Mutabakat Bu numunedeki (tasdia (e) ibtidar) ve (afu u alilermi niyaz) cümleleri mukteza-yı hale muvafık olmadığından o fıkralar (tebşir-i veladetine ibtidar) (Ve bu vesile-i cemiyle ile aile-i muhteremlerinin ezed yad-ı müsidat ve ikbali duasını tekrar ederim) yahut (teveccühat-ı kalbiyelerinin devam ve izdiyadı temenniyatını tekrar eylerim) tarzında tashih olunmak lazım gelir. Zira tebşir-i veladet sırasında tasdi ve afv gelmelerinin istimali icabı hale muvafık değildir. NUMUNE İzdivaca Dair Ba’del alkab: Falan ile izdivaç buyurulduğunun tebşirini havi mektubunuzu aldım. Zat-ı alilerinizi pek sevdiğim cihetle emr-i hayr-ı mezkurenin husulünden fevkalhar memnun olarak dahiye-i talak ve iftirakdan masmun ve mahfiz ve her cihetle mesut ve mahzuz olmaları duasını tekrar eylerim. Ol babda Mutabakat Bu misaldeki (dahiye-i talak ve iftirak) tabirleri dahi mukteza-yı hale muvafık olmayıp tebrik-i izdivaç sırasında istimalleri yakışık almadığından onun yerine (hüsn-ü imtizac ile mesut ve bahtiyar olmaları) yahut (evlat ve ihfada nailiyetleri) misüllü hale ve makama münasip sözler iradi iktiza eder. |
Tenbih 11 Kelamın muktezayı hale mutabakatını anlatmıştık. Şimdi muktezayı zahire mutabakatından bahsedeceğiz. İlm-i meaninin buna dair olan mesail-i zannedildiği kadar güç anlaşılmaz değildir. Çünkü hergün söyleyip yazdığımız sözlerde gerek mukteza-yı hal ve maslahata ve gerek muktezayı zahire muvafakat aramakta ve icabına göre bu muvaffakatı muhalikasa tebdil etmekte isek de tetkikatına girişmediğimizden anlayamamakta yahut farkına varmamaktayız. Mesela (Hace Efendiye) hitaben (söz söylediğiniz diyoruz. Halbuki H’ace Efendi bir şahıstır iki üç kimse değildir. Müfret yerine cem edeni kullanmak ise mukteza-yı zahire muhalif olduğundan müfret muhatap zamiri olan (sen) kelimesiyle hitap icat eder idi. Keza: Esna-yı ifadede (bendeniz, cariyeniz) diyoruz. Hal bu ki o zatın hakikaten bendesi ve cariyesi değiliz. Eğer kendimizi kast ve ifade edecek isek mütekellim sigasıyla ben demeliyiz. Bendeniz, cariyeniz deyişimiz mukteza-yı zahire muhaliftir. Keza: (Hace Efendi mektepte bir güzel oda yaptı) denilir ki hace efendi mimar olmadığı cihetle odayı bizzat yapmamıştır. Elbette mimar ve ameleye yaptırmıştır. Şu halde sözümüz mukteza-yı zahire muhaliftir. Şu birkaç misalden mukteza-yı zahire mukatabaktın ne demek olduğu anlaşılıyor. İlm-i meani bunları tafsilen beyan etmiştir. Fakat bize o kadarının lüzumu yoktur. Ancak anlamalıyız ki (sen) diyecek yerde (siz) ben diyecek yerde (cariyeniz) demekte ne nükte vardır? Kelamın mukteza-yı hal ve zahire mutabakatı lazım geldiği halde bu muhalefetlere sebeb nedir. (Ben) diyecek yerde (bendeniz), (sen) diyecek yerde (siz) demek tazim ve tevazu içindir. İşte kelamın mukteza-yı zahire muhalif irat ve icracında böyleler nükteler vardıry. Sözün gelişine ve salikasına göre mutabık ve muhalefet irad olunabileceği gibi iktizasına göre kasr ve tatvi olunabilir yani uzun kısa olabilir. |
Gelelim kelamın tanzim ve tertibatına yukarıda dediğimiz vecihle müsned ve müsned ün ileyh kelamın iki rüknüdür.y Eczayı asliyesindendir. Bunların bir takım müteallekatı dahi vardır. Sırası geldikçe beyan olunur. Müsnedün ileyh: Lisan-ı Osmaninin şivesi icabınca daima takdim olunur yani (müsned) den evvel yazılır. Şiirde tehiri caizdir. Nesirde tehiri caiz değildir denecek reddede enderdir. Binaenaleyh yazdığımız mektuplarda müsnedün ileyhi evvel müsnedi sonra yazarak tertip-i kelama dikkat etmek gerekir. Mesela: (Manzume Hanım geldi), (Hoca Efendi ders takrir etti) terkiplerini (Geldi Manzume Hanım), (Ders takrir etti Hoca Efendi) suretine nakledemeyiz. Eder isek nasc-i kelam bozulur. Fistanın eteğini bele getirip giymek gibi olur. Çünkü (Manzume Hanım) müsnedün ileyhdir hakkı takdimdir. (Geldi) müsneddir. Hakkı tehirdir. Keza: Hoca Efendi müsnedün ileyhdir. Ders takrir etti müsneddir. Bu müsned ve müsnedün ileyhin sıfatları, falanları sonradan ayrılacaktır. Suhuletle anlaşılsın diye tafsil etmemekteyiz. Nazif Serveri Nağme-han-ı Muhabbet Anlıyor musun mütefekkir kadın? Senin için ne düşündüğümü biliyor musun? Mazideki bir tebessümü düşünerek, kendini böyle el işleriyle müteselli etmek istiyorsun. Öyle değil mi? Ben hissediyorum: Sen çok düşünüyorsun! Biraz bunları bırak! Sular kararır, nesim bile teneffüs etmez, işte o zaman: Ben nağme han olayım, sen dinle! ¨ |
Tatlı, sevdaperver, mezhep ah.... pek hissi bir rüyadan letafeti gayri kabil- bir titreme ile uyanıyorsun. Ben hepsini bilorum: Parmakların mahmur gözlerinin puşidesi olan uzun, kumral kirpiklerinin üstünden geçerken, ne kah-ı hazinin ufukta sönük sönük parıldayan necm-i seheriye, bulutlara dalar gibi görünen hilal subha münatıf olur. İşte o zaman: Ben nağme han olayım sen dinle! ¨ Son baharın parlak, mühtez bir jalesi sana dokunuyor, değil mi? Sabahları, omuzlarına atkı atarak, ıslak çimenlerin üstünden sakitane geçersin. Pejmürde bir yaprak nazar-ı dikkatini celb eder. O jale onun üstünde sallanıyor. O vakit mai gözlerinin kızardığını hissediyorum: Kirpiklerinin arasından bir tesir yağmuru geçer. Seni müteselli edecek bir hemdem, bir hemderd ararsın, işte o zaman: Ben nağme - han olayım, sen dinle! ¨ İhtiran ziyadar ile müzeyyen sevdalı afakların genç gönüllere bilmem nasıl şiyler vad ettiği bir şeb-i mehtabda, hafif bir nesime tabiyyeten rıhtıma çarpan mevceler üstünde bir sandal sallanıyor. Küçük bir sevda zedenin sera’ir-i aşıkanesini okşamaya şayan ellerinle kürekleri taherriğe başlarsın. Sandal hafif, simin bir iz bırakarak açılır. Bir aralık kürekleri bırakırsın. Dirseğini sandalın kenarına, elini bmaşına dayarsın. Parmakların saçlarının arasında kaybolurken nikah-ı hüzn averin feza-yı bi-intihanın mechul afaklarına dalar. İşte o zaman: Ben nağme-han olayım, sen dinle! ¨ |
Senin için bir subhu ümidin füruzan olması muhakkaktır. Bir dil yakanlının dudaklarında görülen tebmessüm, gözlerinde parlayan nur-ı şebab bütün tesirlerini yavaş yavaş bitirecek sana keşane-i muhabbetin ebvan-ı bezhebini açacak. O vakit ben göreceğim: Dudakların tebesümler için neşve feza olurken, yanaklarından humret mesret uçacak. Genç kızların en ziyade arzu ettiği gelinlik esvabı giyeceksin. Bir iki sene sonra, mahsul-i muhabbet olan yavrular, sana lezzet-i maderaneyi ihsas edecekler. Onlar kuşlarıyla beraber kalkarak, senin etrafından bir saadet-i kamile uyandırırlar iken işte o zaman: Ben nağme-han olayım, sen dinle! Çubuklulu: İCLAL Dildar Ağabeyisi Ebhar Beyin Odasına Girerek: -Ağabeyciğim! O elinizdeki kitap ne kitabı! -Seyre dair bir kitap -İsmini beyan buyurur musun? -Mahmut’ün Seyr -Oh, ne ala kitap, onu ben de bir kere okumuştum. |
-Nedir o elinizdeki? -Hanımlar gazetesi -Kaçıncı nüshası? -Otuzuncu... -Dildar! Doğru söyle! Bu gazeteyi muntazaman aldığına göre bari baştan nihayetine kadar okuyor musun? -Okuyorum. Hiç okumasam para verir alır mıyım? -Demek şayan-ı istifade bir gazete!” -Hay hay! Fakat bazı dini makale sahipleri yazdıkları şeyleri özene özene yazmıyorlar. Yanlış yanlış fikirler beyan ediyorlar. Bir takım hakayık-ı şeriyye mestur kalır. -O.... Dildar! Sen odeta dini yazılmış bir makale sahibinin noksanlarını ekmal-i zevaidini imha etmek fikrinde bulunduğunu bana anlatmak istiyorsak söyle bakalım hangi makale hatadır. -Hangi makale olacak “Hanımlara Mahsus” gazetenin otuzuncu nüshasının ikinci sütunundaki (Bir kadının mesudiyeti acaba nasıl hasıl olabilir) ünvanlı makaleyi arae ederek” işte bu makale -İyi oku bakalım muarız hanım (Dildar makaleyi serapa okuduktan sonra bi - perva dedi ki) Aðabey! Bir kere bu makaleye F.K. haným tarafýndan serlevha ittihaz edilen ibaredeki (müsaadet) kelimesi na - bemhal istimal olunmuþ onun yerine (mesudiyet) demek icab ederdi. Bu bir. Bir de þeriat-ý garra-yý Muhammediyenin arae eylediði þehra-i nurani saliklerinin azalmaya teessüf etiðinden sonra adet-i kadime-i islamiyeyi bazý hanýmlarýmýzýn alafranga adete tercih ettiklerini tayib etmek istiyor. Bu babda bendeniz de hanýmefendi ile müttefikim. Lakin “Alafranga adetin þayan-ý kabul bazý cihetleri” fýkrasýna gelince bu kabulden istinkaf etmekle beraber hanýmefendiyi müehhezeye kadar cesaretlenebilirim. Fikrimce (Alafranga) namýyla tamim eden adetlerin ekseri bizim ahlakýmýza, adatýmýza asla tevafuk etmez. |
Ezcümle mübarek ekmeði þarab denilen ve þeran müteaddid ayet-i kerime ile memnu olan mayie batýrýp yemek, musahhare libasýna benzer libas giymek, baþlara þapkaya, meþabe katasý koymak, bel ince görünsün diye korse kullanmak daha bilmem neler yapmak hiç bir vakitte müstahsen olamadýðý gibi. Sahib-i makale hanýmefendi alafranga adretin oldukça aleyhinde bulunduðu halde ta’dil alam. Ýktisab-ý inþirah için pijana çalmayý tavsiye ediyor. Haydi bunu da kabul edelim: Alakadam falakdam kaidesi dururken esas þeriate kesb vuku etmeden süslenmek, piyano çalmak, iktisab-ý inþirah için piyano çalmak kendi çocuðu dururken baþkasýnýn bir çocuðunu terbiyeye kalkýþmak gibi abes olmaz mý? Acaba erkeklerin, kadýnlarýn çalýþmaðý ile, hey hey ile dem güzar olmalarý tahsil-i irfan için istifadeli bir kitaptan iki sahifecik olsun okumaya tercih ediliyor? Hasýlý bu makale sahibi haným makaleyi yazarken itina etmemiþ. -Dildar! Bu gece haylice söylendik ama söylediðin sözler bence makul, eðer senin bu muaheze-i muhakkaneni iþitenler sana parlak parlak aferinler verirlerse ben de sana mükafat olarak bir güzel, yaldýzlý kitap veririm. A.R. |
VARAKA-Ý MAHSUSA Muharrir Beyefendi! (Malumat) ýnýzýn ilk intiþarý gününden beri þimdiye kadar kesbetmiþ ve etmekte olduðu terakki hakikaten sezavar takdir ve teþekkürdür. Ve hele hanýmlara mahsus olan kýsmýnýn bizler gibi henüz tarik-i ilim ve maarifete ilk adýmýný atanlar için ne derecelerde faide bahþ olduðunu tarifde aczim ber-kemaldir. Fahrün-nisa Naciye ve Ýkbal hanýmefendilerin tahririne inayet buyurduklarý makalat-ý nefise ve müfidelerini okudukça sevincimden ne yapacaðýmý þaþýrýyorum. Her nüshasýnda münderic muktedire mücerrelerimizin asarýyla müstefit oluyor. Terbiye-i etfal, aile muhabbeti hasýl kadýnlýðýn ne demek olduðunu hakikaten yeniden tahsil ediyoruz. Madem ki kadýnlarýn da erkekler gibi tahsile mecburiyeti vardýr. O halde yalnýz bir iki satýr düzgün yazý yazmakla kalmayýp ulum ve fünunun cümlesinden umumiyet tarzýnda birer nebze þey öðrenmeliler la-beddir. |
No.: 28 Sayfa 63 17 Recep 1313 Müsned ve müsnedün ileyhin takdim ve tehiri ilm-i maaninin buna dair bir çok beyanatý olup onlar okuya okuya ve yaza yaza yani iktisab-ý rusuh ve meleke ile bilinebilir. Ancak nesirde müsnedün ileyhin takdimi la-bed olup þiirde olduðu gibi zaruret görülmeksizin müsnedin müsnedün ileyhe takdimi caiz olmadýðýndan bu cihetle nesc-i kelama dikkat lazýmdýr. Müsned ve müsnedün ileyhin (terk ve zikri) müsnedün ileyhin terkini mucib bir sebeb ve lüzum kati olmaksýzýn terki caiz deðildir. Þu kadar ki (Saat kaçtýr ve hasta nasýldýr) suallerine karþý (Saat birdir ve hasta iyidir) demek münasebet olamayacaðý sýrada yalnýz (bir) ve (iyi) kelimeleriyle bala iktifa müsnedün ileyhin terki ve negah-ý resmi icra olunduðu sýrada alel usul (Falan ile akd ve izdivaca muvafakat ettiniz mi?) Yollu vaký olan suale cevaben (ettim) demek kafi gibi göründüðü halde icab-ý þeriyesine binaen (evet falan ile akt ve izdivaca muvafakat ettim.) denilerek müsnedün ileyh zikri mukteziyat-ý ebedden olup yazdýðýmýz sözlerde bu misüllü nikat ve dekayýka dikkat muktezidir. KAÝDE Meþarun ileyh mumilileyh, merkum, mezburex, mezkur bunlar kitabetimizde çok kullanýlýyor. Çünkü bir adamýn veya þey’in bir mektupta dört beþ kere falan falan diye ismini zikrü tekrar ahenge muvafýk olmadýðýndan (Hoca Efendi geldi Hoca Efendi biraz rahatsýz ettiðinden çok duramayýp gitti) denilemeyip (Hoca Efendi geldi, mumi ileyh biraz rahatsýz ettiðinden çok duramayýp gitti) yazýlýr. |
(Meþarun ileyh) vüzera ve meþireler ile ve kazasker ve Ýstanbul payelilerine ve bala vavlý ve ferik rütbelerini haeiz olanlara (mümi ileyh) onlarýn derununda bulunanlara (merkum) ehada yazýlýr. Kadýnlardan sahibe-i þeref ve itibar olan Hanýmefendilere (meþarun ileyha) ve onlarýn derununda bulunanlara (mumi’l-liha) ve ehada (mezbure) yazýlýr. Mezkur, merkum, mezbur, bunlara yalnýz zat hakkýnda müstamel olmayýp eþya için dahi müstameldir. Meþkur -hane- meblað-ý mezbur- Eþya-yý merkume gibi. Bunlarýn mezkur ve müennesinde ve müfred tesniye ve ceminde mutabakat aranýr. No.: 28 Sayfa 63 Mektup ve tezkire numunelerinden 1- Devamından kalben emin ve mutmain olduğum tevcihat-ı üftanelerinin asar-ı aleniyesinden olarak ara sıra almakda olduğum keremname-i ruhnüvazanelerine bir müddetten beri nail olmamaktayım beynimizde .............. olan rabıta-i kuvviye-i muhabbetin avarız-ı adiye ile halledar olmayacağını bildiğim cihetle iltifatnamelerine arm nailiyetimin sebebi inhiraf-ı mizacları olmak tevehhümü ile miktar ve mahzun bulunduğumdan sıhhat ve afiyet-i ismetanelerinin sürat-i tebşir ve aşarını temenni ederim. Çocuklar eteklerinizden öperler baki emr ve irade Muhal İmza Bugün bendehaneyi teşrif buyurulmuş olduğunu sokaktan aratmada haber alarak bulunamadığımdan dolayı müteessif olmuş isem de kerime-i muhteremeleri hanımın iade-i afiyetle beraber gelmiş olmasından memnun olduğu elbise numunelerinden dört kıtası emr-i üftadelerine imtisalen takdim kılındı. Tab-ı nazikanelerine muvafık geldiği halde bizim ............ emr buyurulr. Mumül-lihanın zat-ı ismetpenahilerini memnun edeceği ma’mul-i kuvvidir efendim. Muhal İmza |
Ariza takdiminde vaki olan kusur naçiziden bahisle afiyet-i vücudiyyetimizin serat-i eşarına dair dest-i izaze vasıl olan keremname-i üftaneleri beynimizdeki hukuk-u uhuvvet ve muhabbetin asar-ı bahresinden bulunmakla mucib-i memnuniyet-i mahsusa olmuştur. Takdim-i arifanedeki tehirat esbab-ı sıhhiyeye mebni olmayıp le’el hamd ailece afiyet-i acizanemiz ber kemal bulunmuştur. Hak acizanemizde öteden beri bi - dirig bsuyurıyla kalan lütuf ve iltifat garpemanelerinin hamume-i nevbeti olan işbu nevaziş u istifsar-ı acizelerini cidden minnetdar eylemiş ettiğinden arz-ı teşekkürat ibtida eylerim. Dua-yı sıhhat ve afiyet - i aliyeleri daima tilavet ve tekrar kılınmaktadır. Ol babda. Muhal İmza Nazif Serveri BÜLBÜL Hikayemin ismine bakıpta bülbül denilen latif sadalı kuştan bahsedeceğimi zannetmeyiniz. Bu bir nam-ı müsteardır. Gerçekten kuş değil fakat o güzel sesli hayvancağız gibi nağme tıraz olmak arzusunda bulunduğundan bülbül ünvanıyla yad olunan bir adamdır. |
1840 tarihinde Fransa’nın (Rişo) kasabasında tevellüd etmiş olan bu adam anfuvan-ı şebabını kırlarda bayırlarda geçirip maarif-i medeniye fikrinden mahrum bulunuyordu. Sahranurd olduğu demlerde en birinci işi o kendince en güzel eğlencesi bülbülleri taklit etmekti. Malum olduğu üzere hangi bir şey ve sanat olursa olsun birdenbire iktisab olunamaz. Yavaş yavaş öğrenilebilir. Mamafih ihtiyar olunan şey ve sanat neyse onun için istidad lazımdır istidad olmayınca ne kadar çalışılsa ele getirilemez. Bizim bülbül mukallidi musiyunun zannınca kendinde bu istidad mevcut idi. Kırlarda, ağaçlarda cevelanide bundan naşi idi. Her işin başlangıcı güç olur. Musiyu bülbül nezü envar-ı şefik elvah-ı tıbbiye üzerine aks endaz-ı letafet olmaksızın kulübesinden çıkar. Kasabanın yegane mesiresi olan (Bağçeler) mevkını ziyaretle avaze-i endaz-ı andelibe atf-ı güç heves bi - harf ve savt-ı taklide say eylerdi. Bir çok zamanlar bu vecihle çalıştıktan sonra kendinde hissettiği eser-i terakkiye yani ahenk-i derunu sayesinde hasıl eylediği kabiliyete binaen negehanı ötmeye başladı. Aman yarabbi! Ne güç ve ne gülünç şey! Evet! İnsanın elinden hiçbir şey kurtulmadığı halde insanlığı tahatti ile bir kuşun nağme-i bi manasını tahsile çalışması hem güç hem gülünçtür. Zira insanın nutuk ve lisanı ile hayvanın nehk ve sütü arasındaki fark cidden mühimdir galiba ben bunu yapamayacağım musiyu bülbül bu sözleri mırıldandı fakat meyus olmayıp, ertesi günü yine bir ağacın sayesine iltica ile bülbüli dinlemeye koyuldu. Güller üzerinde birer latif inci gibi duran şebnemler zavallının başını kaşını ve sakalını da ziyaret ettiğinden müteessir idi. |
Bülbül mahir bir musiki şinasın elhan saba hissini tanzir edercesine latif ve hazin nağmeler yapıyor. Aşk ile aşinalığı olan kalblere nükteli manalar ve muessir hayaller ihsas ediyorlardı. Güneşin henüz tesirsiz olan şuası ağaçların narin dalları ve demizdin yaprakları arasında ye ve yerdeki ezhar ve nebatata münakis olup bahar sabahlarına mahsus rüzgar ise hafif ve gayet latif bir surette vezan idi. En hissiz gönülleri bile taht-ı tesiriyle olabilen şu bedayi tabiata karşı ancak bülbülün sesini taklit arzusuyla haraket eden musiye (Rosinyol) bir müddet hayvancasına dalıp durduktan sonra terennüme ibtidar eyledi. Nerede bülbül! Nerde o! Zavallı bülbülün bir sıfrini ve bir demeti bile çekemedi. Adi bir ciycaktan başka elinden ve dilinden gelen olmadı. Acemi bülbül bu kadar mı öter demenin sırası gelmişse de kendisi insan sıfatında olduğundan bu itizarede muhal yok idi. Bir yarım saat kadar ötmeye yeltenip kuru bir ses ve bayağı bir ıslıktan başka bir şey yapamadığı ve soğuk nağmeleriyle sütazını bizar edip zavallı kuşcağızı mecburu samt ve sükut eylediği cihetle müteessif idi. |
Haklı fakat alacaklı değil. Bülbül gibi ötmekten ne çıkacak. Alem gibi o da dinleyip zek alsa daha hoş olur ama kime anlatırsın. Ertesi günü yine orada bulunarak vazife-i taklidi ifaya şuru eyledi. Bu sefer hiç beceremiyordu. Bülbülün mağmat-ı müselselesini değil. Ahenk-i ibtidarını ilan için ilk çıkardığı teraneciği bile taklide muvaffak olamamakta idi. Canı sıkılıyordu. Ne demek olsun epeyce zamandır müdavim olduğum halde yapamıyorum diyordu. |
SONUÇ Biz de Yeni Türk Edebiyatı ile ilgili yapacağımız tez çalışmaında II. Abdulhamid zamanında çıkmaş olan “MALUMAT” dergisini (1894 - 1905) seçtik. Bu dergi 1894 yılında matbaacı Artin Asadoryan tarafından haftalık olarak kırk sekiz sayı yayınlanıp (23 Şubat 1894 - 3 Mayıs 1895) kapandı. Daha sonra 23 Mayıs 1895 te Mehmed Tahir (Baba Tahir) tarafından gene haftalık olarak yeniden çıkarıldı. Dergi padişaha karşı olanlarla mücadele ederken bir yandan da Servet-i Fünun dergisiyle rekabete girişti. Eski edebiyatı sürdürmek isteyenlerin organı oldu. Biz tüm bunları göz önüne alarak “Malumat” dergisini incelemeye başladık. Buna yönelme sebebimiz şimdiye kadar “Malumat” a araştırmalarda pek az yer verilmesi ve Servet-i Fünun dergisinin gölgesinde kalmış olduğu için onu da okurların, incelemecilerin hizmetine sunmaktır. |
“Malumat” Servet-i Fünun gibi gazete hüviyetinde bir dergidir. Haftalık olarak yayınlanmıştır. Osmanlı topraklarında hanımlara hitap eden bir dergidir. Adı bile “Hanımlara Mahsus Malumat” tır. Muhtevası da hanımlara yöneliktir. O zamandaki moda’dan Avrupa’dan gelen esintilerdten bahsediyor. Terzilik başlığı altında hanımlara biçki dikiş dersleri veriyor ki hazır elbiselere koşup boşuan masraf etmeyin diyor. Hanımlara ve genç kızlara çocuk büyütme, çocuk terbiyesiyle ilgili tembihlerde bulunuyor. Avrupa gazetelerini de takip ediyor ve onlardan çeviri yapıp okurların hizmetine veriyor. Sağlık konusunu da unutmamışlar, ev eczahanesi diye bölüm açmışlar orada evde yapılabilecek ilaç tariflerini vermiş. Dergide sadece kendi yazarlarının yazısını yazmamış, dergiye gelen mektup, şiir, makale gibi yazılara da yer vermişler ve devamlı suretle halktan yazı ve tenkid bekliyorlar. Hanımlara Talim-i Kitabet kısmında yazı yazmanın kuralları anlatılıyor. Halkın kullandığı yanlış kelimelerin doğru şekilleri verilmiş. Edebi yazılarda eski edebiyat tarzında şiirler yazılmış. Bu şiirlerin çoğu halk tarafından gönderilen şiirler. |
“Malumat” dergisi Osmanlı Türkçesi ile yani o dönemin dili ile yazılmış. Dili biraz ağır okumada biraz zorluk çektim. Okunmayan kelimeleri lugatlar yardımı ile çözdüm. Diğre bir sorun da hiçbir ansiklopedide malumatla ilgili tam bir bilgiye rastlayamadım. Konu hakkında bmilgi derlerken zorluk çektim. Çalışmamda herkese faydalı olabilecek bir şekilde genel olarak gazetecilik konusunda bilgi ve özel olarak ilk gazeteler ve gazetecilik hakkında bilgi vererek, gazetecilik tarihini ilk gazetelerden günümüze kadar getirdim. Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan dergiyi günümüz Türkiye Türkçesine çevirdik. Daha sonra araştırma yapacak olanlara gerçek manada bir kaynak olacağına inandığım çalışma uzun bir araştırma ve sıkı bir çalışma sonucu ortaya çıkmıştır. |
teşekkürler.. |
teşekkürler arkadaşım saolasın bilgiler için :) |
Türkiye`de Saat: 21:28 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2