![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #111 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Her şeyden önce, Türk Kurtuluş Savaşı'nın tüm Batı dünyasına karşı verilmiş bir karşı-emperyalist savaş olduğunu vurgulamalıyız (Örneğin, Sovyet araştırıcısı Şnurov, --Kemalist devrim adı ile tanınan devrim, İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı yapılmıştır-- diyor (Şnurov, Rozaliyev, 1970:18).). Her ne kadar, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Batı uygarlığına olan inançlarından dolayı, bu savaşı, basit bir Türk-Yunan savaşı gibi gören yorumlar varsa da, bunların gerçeğe uymadığı açıktır. En azından, Yunanlıların, İngilizler tarafından desteklendiği belgelerle sabittir. Örneğin, Türk Kurtuluş Savaşı üzerine çalışan değerli tarihçi Jeaschke, Atatürk'ün kurduğu Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan kitabında --Ermeni ve Yunan Amaçları. İngilizler Onları Ne Dereceye Kadar Desteklemişlerdir?-- sorusuna yine İngiliz belgelerine dayanarak şu yanıtları getiriyor: --Başkan Woodrow Wilson'un 18 Aralık 1916 tarihli sulh notasına Müttefikler; başlıca harp hedeflerinden birinin, --Türklerin kanlı zulümleri altında tutulan milletlerin kurtarılması-- olduğunu 10 Ocak 1917 tarihinde cevaben bildirmişlerdi (Cd. 8439: British Foreign State Papers CXI 603 vd.). Gerçi Lloyd George 5 Ocak 1918'de, --Türkiye'yi payitahtından veya Küçük Asya ve Trakya'daki Türk ırkının hakim bulunduğu zengin ve şöhretli topraklarından mahrum kılmak-- niyetinde olmadıklarını söylemişse de Lord Curzon bu beyanatın --Türkleri harpten geri çekmek için yapıldığını--, ancak harbin devam etmekte olması dolayısıyla bunun hükmü kalmadığını beyan etmişti (US V 693; Br. IV No. 646: 4.1.1920) tarihli Memorandum). Lord Robert Cecil, 5 Kasım 1918 tarihinde Amerikan basını için verilen bir yemekte şunları söylemişti: | ||
![]() |
|
![]() | #112 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Boyun eğen milletler üzerindeki Türk kontrolü mutlak ve kesin bir sonuca ulaşmalıdır.-- (Alkışlar) (6.11.1918 tarihli Londra basını) . Buna uygun olarak Bolfour'un 9 Kasım tarihiyle Amiral Calthorpe'a gönderdiği talimatın izahnamesinde Britanya hükümetinin gayesinin --Milyonlarca zavallı insanın gelecekteki mutluluğu--nu barış sözleşmesinde garanti etmek olduğunu bildiriyordu (Br. IV No.471 n. 3; BelIeten XXX 118). (Jaeschke, 1971:36). Görüldüğü gibi, yukarıdaki satırlar, çok açık bir biçimde, Anadolu üzerindeki emperyalist oyunları sergilemektedir. Ayrıca, Sevr Antlaşması'nın Anadolu'yu bölüştürme biçimi ve ülkenin İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerlerince fiilen işgal edilmesi de, Kurtuluş Savaşı'nın bir Türk-Yunan Savaşı'nın çok ötesinde; dünyanın ilk karşı-emperyalist savaşı olduğunun açık kanıtlarıdır. Bütün bu kanıtlara karşın, yine de Bağımsızlık Savaşı'mızın, bir Türk-Yunan Savaşı olduğu savı öne sürülmektedir. Örneğin, Kemal Tahir Yol Ayrımı adlı kitabında Doktor Münir'in ağzından bu tezi şöyle belirtir: --Çünkü, Anadolu-Yunan Savaşı belletilmek istendiği gibi, bin yıllık tarihimizden ayrı bir Milli Kurtuluş Savaşı değildir. Bin yıldır süren Doğu-Batı boğuşmasının yüzlerce savaşlarından biri, hem de küçüklerinden biridir.-- (Tahir, 1971:437). | ||
![]() |
![]() | #113 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türk yazını tümüyle düşünüldüğünde, Kemal Tahir, bu görüşü bakımından azınlıkta kalmaktadır. Örneğin, --Türk Romanında Kurtuluş Savaşı-- adlı bir incelemesi de olan değerli araştırıcı Mehmet H. Doğan da Kurtuluş Savaşı'nı, --Çağdaş anlamda emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının ilki-- sayar (Doğan, 1976:7). Aynı konuda Yunanlıların nasıl davrandıkları hakkında Halide Edip bir köylü kadının söylediği son derece ilginç olan şu sözleri aktarıyor: --Nasıl Yunanlılara yalvardım bilsen. Biraz yaşayanların başında bir dam bırakın, dedim. Köylülere bizi Avrope yolladı, dediler. Bana bak kızım, o Avrope denilen adama söyleyin, biz ona fenalık etmedik, biz zavallı köylüleri rahat bıraksın--. Bu satırlardan sonra, Halide Edip kendi gözlemini aktarıyor: --Tuhafı şu ki Yunanlılar, Sakarya bölgesinde en ilkel köylüye kadar, bu işin arkasında İngilizlerin olduğunu anlatmışlardı.-- (Değerli araştırıcı Konur Ertop, Halide Edib'in genel tutumunu haklı olarak çelişkili görmektedir: --Ancak Halide Edib'in --Hükümetler düşmanımız, uluslar dostumuzdur-- gibi gerçekçi ve ileri bir tutum içinde olmasına karşı, saldırganın hareketine yol açan gerçek nedenleri nesnel bir temele oturtamadığı bu yüzden çelişkileri olduğu görülmektedir... İngiliz emperyalizmine karşı korunma tedbiri olarak da Amerikan mandasını isteyebilir. --Vurun Kahpeye--de o kadar güçlü biçimde işbirlikçi niteliğine dikkati çekeceği çevreleri hesaba katmadan din adamının ve sarayın yardımına bel bağlayabilir.-- (Ertop, tarihsiz:32).) (Adıvar, 1919:201-202). Price da, Yunanlıların doğrudan doğruya Lloyd George tarafından kışkırtıldığını belirtiyor (Price, 1961:119). | ||
![]() |
![]() | #114 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir başka ilginç öykü Çukurova bölgesindeki bir anıda görülür: Bölgede görevli Fransız işgal kuvvetlerinin Üsteğmeni Subi, Ali Saip Ursavaş'a, --Fransa'ya on bin lira ile dönmek istiyorum-- diye açık bir öneride bulunur. Bunun üzerine kendisine eşraftan Cezmi Bey'e beş yüz lira verirse, ayda üç beş yüz lira faiz alacağı söylenir ve böylece gerçekleştirilen ilişki sonunda Subi'nin Ermenilere karşı desteği sağlanır (Dalkır, 1961:46-49). Mustafa Kemal Atatürk'ün Olayı Görüşü Şimdi madalyonun öteki tarafına, Mustafa Kemal Paşa'ya bakalım: Konuyu o nasıl görüyor? 24 Nisan 1920 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bir gizli oturumunda Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor: --Gerek İtalyanlar, gerek Fransızlar memleketimizde azami menafii iktisadiye (iktisadi menfaatler) temin etmek için devletimizin müstakil kalmasını, diğer bir devleti ecnebiyenin tahtı esaretinde bulunmamasını temin etmek cihetini kendi menfaatleri muktaziyatından telakki etmekte ve her ikisi de bunu bize birçok münasebetlerle söylediler ve elyevm söylemektedirler.-- Görüldüğü gibi, Kurtuluş Savaşımızın belli bir zamanından sonra, Anadolu hükümeti ile adeta bir ittifak içinde gözüken Fransız ve İtalyanlar hakkında bile Mustafa Kemal Paşa hiçbir hayale kapılmıyor. Emperyalizm olgusunu bir an bile akıldan çıkarmadan, bizim ulusal bağımsızlığımızdan yana olan yabancı devletlerin bu isteklerini bile, ekonomik çıkar anlayışlarına dayadıklarının farkında. Üstelik bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne de öğretici bir biçimde açıklıyor. | ||
![]() |
![]() | #115 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bundan sonra, aynı konuşmada, Mustafa Kemal Paşa şöyle devam ediyor: --Yunanlılar doğrudan doğruya İngilizler tarafından himaye edilmek sureti ile muhafazai mevki ediyorlar (durumlarını koruyorlar) ve çıkmak niyetinde olmadıkları anlaşılıyor.-- Bu satırların yazıldığı gizli oturum tutanakları açıkça gösteriyor ki, Yunanlılarla çarpışan Anadolu hükümeti, Yunan ordularının ardında emperyalist güçlerin varlığının tüm bilincindeydi. Nitekim Atatürk konuşmasını şöyle sürdürüyor: --Efendiler, muhafazai mevcudiyet için atimizi (geleceğimizi) , istiklalimizi temin için mevcut olan düşmanları görüyoruz ve bu düşmanların emellerini yakından biliyoruz ve düşmanların bu emellerini istihsal için tatbik edecekleri kuvvetleri de vakıfız.-- (TBMM, I:6-7). Mustafa Kemal Paşa, karşısındaki düşmanı bu nitelikleriyle görürken, acaba kendi yaptığı eylemi nasıl değerlendiriyordu? Bu eylemin ardında nasıl bir birlik ve ittifak düzeni arıyordu? Bu soruların yanıtlarını şu satırlarda bulmak olanaklıdır: | ||
![]() |
![]() | #116 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Türkiye'nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye'ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de, bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü, müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şark'ın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.-- (Karal, 1969:17). Bu satırlar, gerek merkez-çevre kuramının, gerekse karşı-emperyalist devrim modelinin uygulayıcısı olan bir liderin, bilincini, eylem sırasındaki düşüncelerini göstermektedir. Temmuz 1922'de söylenen bu sözler, sıcak eylemin heyecanı içinde, geçici bir anlayışla söylenmiş bile kabul edilse, 1933 yılı gibi, artık, gerek Kurtuluş Savaşı'nın kazanıldığı, gerekse dünya koşullarının çok değiştiği bir dönemde, aynı esastaki şu sözlerin daha geniş kapsamlı bir biçimde yinelenmiş olması Atatürk'ün bu konudaki bilincini ve yaklaşımını kesin olarak saptamaktadır: | ||
![]() |
![]() | #117 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Şark'tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vukuu bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.-- (Karal, 1969:17). Bu sözlerden de açıkça görüldüğü gibi, 1933 gibi, artık Türk Kurtuluş Savaşı'nın çoktan kazanılmış olduğu bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk, emperyalizmin yok olacağını söyleyerek, günümüzü (yani, 1980'leri) bile aşacak bir öngörüde bulunuyor. Bu sözler, Türk Devrimi'nin liderinin hem sınıfsal devrim kuramının geleceğin dünyasına ilişkin beklentilerini, hem de merkez-çevre kuramının devrim modelinin uygulaması sonundaki durumu paylaştığını gösteriyor. Gerçekten de Atatürk, Batı emperyalizmine karşı ilk başarılı sıcak savaşı vermiş bir lider olarak, yukarıdaki sözlerine candan inanıyordu (Nitekim, daha Anadolu direnişi bir İstiklal Savaşı'na bile dönüşmeden önce, yalnızca Sevr Antlaşması bile önemli etkiler yapmıştı. Örneğin, Hindistan'da Müslüman halkın İngilizlere güveni sarsılmış ve bu nüfus Gandi hareketinin destekçisi durumuna gelmişti (Kamal-ud-din, 1922:83).). | ||
![]() |
![]() | #118 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Koloğlu'nun çok iyi belirttiği gibi, dış ülkelerde olup bitenleri de --mazlum milletler-- çerçevesinde algıladığına ilişkin çeşitli zamanlarda yapılmış konuşmaları, bu inancın kanıtlarından yalnızca biridir (Koloğlu, tarihsiz: 33-36, 39-41). Atatürk'ün bu anlayışına pek çok yabancı da katılmaktaydı. Nitekim, Afgan Kralı'nın amcası Veli Han, --Atatürk yalnız Türkiye'nin değil, bütün Doğu'nun Ata'sıydı.-- demiştir (Yüzbaşıoğlu, 1971:450). Merkez-Çevre Kuramının İlk Sahipleri: Kadro Hareketi 1930'larda yayımlanan Kadro dergisindeki yazılara ve savunulan düşüncelere bakıldığında, günümüzdeki --merkez-çevre-- kuramının ve bu kurama dayalı, --ulusal kurtuluş devrimleri--nin adeta kelime kelime Kadro'dan aktarıldığını görüyoruz. Şimdi Şevket Süreyya'nın şu satırlarına bakalım ve --dünya kapitalist sistemi-- anlayışını belirleyen Wallerstein'in 1974'te çizdiği manzarayı ondan kırk yıl önce nasıl çizmiş olduğunu görelim: | ||
![]() |
![]() | #119 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Halbuki, bu nizam (kapitalist dünya nizamı) bugün gibi o zaman da, kendi bünyesinden doğan ve herbiri kendi istikametinde inkişaf edip, kendi istikametinde kuvvetlenen iki büyük tezat elinde mustaripti: 1- Bir tarafta bir buçuk milyarlık bir müstemleke (çevre) ve yarı müstemleke (yarı-çevre) halkının yarattığı fazla kıymetlerle (artı değerlerle) yaşayan, dört yüz milyon başlı bir Avrupa ehramı vardı ki bu ehramı teşkil eden içtimai tabakalar arasında, günden güne keskinleşen bir sınıflar kavgası bizzat Avrupa cemiyetinin kendi nizamı aleyhine inkişaf edip duruyordu. 2- Diğer taraftan, bütün teknik vasıtaları kendi emrinde tutan ve cihanı kendi fikir ve iktisat diktatörlüğü altında, kendi istediği gibi kullanan bütün sanayi Avrupasına karşı, bir buçuk milyarlık müstemleke ve yarı müstemleke halkının için için kaynayan Milli Kurtuluş Mücadeleleri vardı.-- (Aydemir, 1932-a). Yukarıdaki satırlardan da açıkça görüldüğü gibi, Şevket Süreyya Aydemir, daha 1930'larda, bugün yeni ve özgün bir kuram olarak dünya bilim çevrelerinde ilgi toplayan --merkez-çevre-- kuramının ilkelerini ortaya koymuştu. Bunun nedeni açıktı: Çünkü Türk Devrimi, bu kurama dayalı --karşı-emperyalist devrim-- modelinin ilk başarılı uygulayıcısıydı. Bu olayın kuramcılarının da, olayı yaratan ülkeden çıkması son derece doğaldı. | ||
![]() |
![]() | #120 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ekonomik alanlarda, Yalçın Küçük'ün deyişiyle, --emperyalist merkezlere bağlı yabancı uzmanların önerileri hiçbir zaman değişmediği gibin mazlum ülke düşünürlerinin buna karşı çıkışlarında da fazla bir farklılık izlenmiyor (Küçük, 1980:161). Nitekim, Şevket Süreyya, yukarıdaki satırları, dünya üzerinde Türkiye'nin yerini saptayarak sürdürüyor: --Şimdi bu tezatlar (sınıflararası ve ülkelerarası çelişkiler) artık halledilici safhasına girmiştir. Sınıflar ve milletler herbiri kendi saflarında, kendi yerlerini buluyorlar. Büyük sanayi kesafetlerini toplayan ve bütün ıstırabı bu sanayi kesafetinden doğan Avrupa'da, cemiyetin mukadderatı kendi şartlarına göre istediği şekilde hallolunabilir. Fakat, Türkiye'nin yeri Milli Kurtuluş Hareketleri cephesindedir. Yeni Türkiye, geçen asrın müstemleke (çevre) ve metropol (merkez) münasebetlerine karşı, yeni cemiyetler muvazenesinin kaydüşartsız müstakil milletini ve geçen asrın tabi ve metbu milletler nizamı yerinde, siyaseten masun ve iktisaden kendine yeten milleti temsil ediyor.-- (Aydemir, 1932-a). | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |