![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #161 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu durumun sonunda, değişik toplumsal gruplar arasındaki farklılıklar daha da vurgulanmaya başlamıştı. Bir yandan siyasal ayrılık hesapları yapılıyor, öte yandan, Müslüman-Türk halk ile öteki kesimler arasında düşmanlık tohumları yeşertiliyordu. İlerde siyasal nedenler bölümünde görüleceği gibi, bu ayrılıkçı eğilimler hem Avrupa'daki ulusçuluk akımları ile destekleniyor, hem de İmparatorluk üzerinde belli hesapları olan büyük devletlerce körükleniyordu. Böylece, İmparatorluğun yapısından gelen farklı toplumların birarada yaşaması olayı, son dönemlerde artık bütünlüğü bozucu ve siyasal birliği zedeleyici bir özellik kazanmıştı. i) Toplumun bireyleri, gerek sade tebalar, gerekse liderler olarak, İmparatorluğun batışını tüm boyutları ile algılıyorlardı. Bu yüzden de herkes bir anlamda --başının çaresine bakmaya-- çalışırken, lider kadro da İmparatorluğu kurtarmak için kendi görüşleri doğrultusunda hazırlık yapıyordu. Örneğin, Mustafa Kemal Paşa da, ülkeyi kurtarmak için kendi kendini hazırlayan liderlerden biriydi. | ||
![]() |
|
![]() | #162 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 3) Siyasal Koşullar Türk Devrimi'ne yol açan koşullar arasında siyasal koşulların, hiç kuşkusuz, çok özel bir yeri vardır. Tüm ekonomik çıkmazlara ve iflasa, toplumsal olarak bütünüyle dağınık görünüme sahip olmasına karşın, İmparatorluğun asıl çöküşünü noktalayan ve dolayısıyla Türk Devrimi'ni doğuran nesnel koşullar, siyasal koşullardır denilebilir. a) İmparatorluğun son zamanlarında siyasal iktidarın oluşumu tam bir kargaşa içindeydi. Bir kez hemen belirtmek gerekir ki, toplumun güç dengesi tümüyle bozulduğu için, böyle bir dengenin siyasal iktidara da sağlıklı olarak yansıması son derece zorlaşmıştı. Ayrıca, toplumdaki en güçlü varlığı iktidara getirecek bir düzenden, ya da tümüyle sağlıklı bir düzenden söz etme olanağı yoktu. Osmanlı İmparatorluğu'nun, Sultan-Halife, yeniçeriler de dahil olmak üzere merkezi bürokrasi ve sipahi üzerine kurulu üçlü düzeninden ve bu düzenin dengesinden geriye pek bir şey kalmamıştı. | ||
![]() |
![]() | #163 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sivil ve asker bürokratlar bir ölçüde güçlenmiş ve padişahın gücünü dengeler duruma gelmişti. Yeniçeriler ortadan kaldırıldıktan sonra, merkezi otorite artık bürokratlar ile Sultan-Halife arasındaki güç dengesinin saray entrikaları çerçevesinde belirlenmesi ile varlığını sürdürüyordu. Birinci ve İkinci Meşrutiyetler, İttihat ve Terakki Partisi içinde bir sivil-asker-aydın koalisyonu doğurmuştu. Fakat bu parti de kendi içinde tutarlı ve homojen bir bütünlüğe sahip değildi. Ayrıca tek başına toplumun güç dengesini ne denli temsil ettiği de ayrı bir sorundu. Böylece, hem toplumdaki güç dengesi belirsiz olduğundan, hem herhangi bir gücü sağlıklı biçimde iktidara yansıtacak mekanizmalar bulunmadığından, hem de fiili iktidar, küçük darbeler, suikastler yoluyla ele geçirildiğinden, toplumdaki güç dağılımı ile siyasal iktidar arasında ciddi bir kopukluk vardı. Bu durum ise ortamı iç siyaset bakımından tümüyle bir devrim için her an açık tutuyordu. b) Siyasal iktidarın nasıl değişeceği sorunu da hem geleneksel Osmanlı yönteminden sapmış, hem de çağdaş kurallara henüz bağlanamamıştı. Osmanlı hanedanının artık gücü kalmadığından aile içi hesaplaşmada kimin padişah olacağı konusu önemini yitirmişti. Çünkü, padişah artık, saray içi entrikalar ve darbeler sonunda belirleniyordu. | ||
![]() |
![]() | #164 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Öte yandan, Meşrutiyet ilan edilmiş olmakla birlikte, gerek seçimlerin oldukça baskı altında yapılması, gerekse İttihatçıların uyguladıkları darbesel yöntemler, siyasal iktidarın ne biçimde el değiştireceği konusunda meşru ve geleneksel kurallar oluşturamamıştı. Gerek İkinci Meşrutiyet'in ilan ediliş biçimi, gerekse İttihatçıların hükümete el koydukları --Bab-ı Ali Baskını-- ve daha sonra Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülüşü, iktidarın el değiştirme biçimini adeta darbelere bağlı bir duruma getirmişti. Bunun ise, darbeye bağlı bir devrim açısından ortamı son derece hazırladığı açıktı. c) Osmanlı siyasal sistemi oldukça kapalı bir sistemdi. Her ne kadar devşirme sistemi ile, Ortodoks Hıristiyan tebanın çocukları eğitilerek İmparatorluğun en yüksek bürokratik kademelerine dek getiriliyorlardıysa da, bu düzen, --reaya--nın yönetime katılma şansı bakımından fazla bir anlam taşımıyordu. Üstelik, İmparatorluğun son zamanlarında artık herhangi bir --sistem--den söz etme olanağı da kalmamıştı. | ||
![]() |
![]() | #165 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buna karşılık, çağdaş eğitim kurumlarının kurulmuş olması, birtakım --halk çocuklarının-- da özellikle askeri eğitim kurumları yoluyla iktidar içinde yer almasına olanak sağlamıştı. Fakat yine de padişah ailesinin daha çocukluktan önemli mevkilere atanmaları, yönetimi bir yandan yozlaştırıyor, öte yandan da halka kapalı bir görünüm kazandırıyordu. Yine de Osmanlının son zamanları, --halk çocuklarının-- eğitim yoluyla yükselmelerine en çok olanak tanıyan bir niteliğe kavuşmuştu denilebilir. Ne var ki bu nitelik, ancak tarihsel açıdan ve yalnızca karşılaştırmalı olarak bir anlam taşıyordu. Yoksa güncel gerekler açısından, yine de Osmanlı bürokrasisi, belli sınıf ve gruplar dışındaki --teba--ya kapalı özelliğini en azından görüntüsel olarak sürdürüyordu. Bir başka deyişle, --halkın-- yönetime katılma duygusu ya da şansı yok gibi gözüküyordu. Bu durum, üyeleri bakımından en --halkçı-- görünüme sahip İttihat ve Terakki yönetimi döneminde de varlığını aynıyla sürdürmüştü. Bunun en önemli nedenlerinden biri, pek çok --halk çocuğunu-- bağrında barındırmasına karşın, İttihatçıların --tepeden inmeci-- ve seçkinci yaklaşımlarıydı. Bu açıdan, geniş kitleler, iktidarı kendilerinden gerek ilgi, gerekse ilişki bakımından, oldukça uzak görüyorlardı. | ||
![]() |
![]() | #166 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| d) Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında yönetime gelenlerin kimleri temsil ettikleri pek belli değildi. Bu açıdan yöneticilerin temsil ettikleri kişi, grup ve sınıflarla bağlarının kopması çok önemli bir devrim nedeni oluşturur gibi gözükmemektedir. Bu gerçeğin temelinde, Osmanlı yönetim geleneğinin, genellikle --toplumdan kopuk-- olması, bir başka deyişle, yönetimin Padişah'tan başka kimseyi temsil etmemesi ilkesi yatmaktadır. Yine de özellikle İttihat ve Terakki döneminde, Parti'nin, anlamı son derece muğlak olan bir --aydın-- ve --bürokrat-- kesimi temsil ettiği ve Meşrutiyetçi düşünceleri yansıttığı düşünülebilir. Bu açıdan İttihatçı yönetimin yaptıkları kendisini destekleyenler açısından hiç de umut verici değildir. Örneğin, Meşrutiyet adına yönetime el koyan İttihatçılar, siyasal suikastler dönemini başlatmışlardır. Ayrıca, Meşrutiyetçiliğin bir ön koşulu olan meşruiyetçilik konusunda da titiz oldukları söylenemez. Bu açıdan, ülkede artık varlığını duyurmaya başlayan --Batıcı--, --İlerici--, --Meşrutiyetçi-- ve --Meşrutiyetçi-- diye nitelenebilecek düşünceler açısından İttihatçıların temsil güçlerini yitirdiklerini söylemek çok yanlış olmaz. | ||
![]() |
![]() | #167 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ayrıca, bir süre sonra İttihatçıların kendi içinde de önemli bölünmeler olmuştur. Bu nedenle de, iktidardaki grubun, daha geniş bir tabana dayalı olan partinin tüm üyelerini ve destekçilerini temsil yeteneklerini yitirdikleri söylenebilir. Hiç kuşkusuz, devrimci ve hatta darbeci nitelik taşıyan bir partideki bu bölünmeler çok önemlidir. Nitekim partinin vurucu gücünü oluşturan gruptan Yakup Cemil'in idam edilmesi bu bölünmelerden yalnız bir tanesinin göstergesidir. e) Yönetim mekanizmasının yetersizliği, Osmanh'nın çökmesinde en önde gelen ögelerden biridir. İktidardaki kişi, grup ve sınıflardan bağımsız olarak, Osmanlı Devleti'nin yönetim mekanizması tüm etkinliğini yitirmiş gözükmektedir. Bürokrasi hemen hemen hiçbir alanda duruma egemen olamamaktadır. Siyasal iktidar ile bürokrasi arasındaki bağların gevşekliği bir yana, bürokrasi kendi içinde de güçsüz ve yetersizdir. Yönetim mekanizmasının yetersizliği Osmanlı'nın çöküşünün ve Türk Devrimi'nin en önemli hazırlayıcılarından biridir. Askeri yönetim başta olmak üzere mali yönetim ve sivil yönetimin öteki alanları tam bir kargaşa içindedir. Yabancıların denetiminde olan --Düyunu Umumiye--, --devlet içinde devlet-- özelliği kazanmıştır. Rüşvet her alanda ve her düzeyde bürokrasinin önemli bir ögesi durumuna gelmiştir. Memurların etkin olmaları bir yana, maaşları bile ödenememektedir. | ||
![]() |
![]() | #168 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Devleti yönetenler de bu durumun farkındadırlar. Örneğin Enver Paşa, sırf bürokrasinin etkinliğini arttırmak için Arap alfabesinin yazılış biçiminde, okuma ve yazmayı kolaylaştırıcı bir reform bile düşünmüştür. Yönetim mekanizmasının bu yetersizliği, hangi iktidar olursa olsun, onun güçsüzleşmesine ve merkezi otoritenin tüm gücünü yitirmesine yol açıcı bir ögeydi. Bu bakımdan herhangi amaçlı bir devrimi son derece kolay ve hatta zorunlu kılıyordu. f) Siyasal çatışmaların barışçı yollara kanalize edilebilmesi de hiç olanaklı gözükmüyordu. Meclis gerçek işlevlerini yapmaktan çok uzaktı. İttihatçıların iktidara gelişlerinden kısa bir süre sonra işçi eylemlerini tümüyle yasaklamış olmaları ve iş yaşamını düzenleyen yasaların eksikliği bu alanda da (cılız da olsa hak arama çabaları açısından) sorun çözücü değil, sorun yaratıcı bir nitelik taşıyordu. Ayrıca, bu konudaki en önemli gelişme, daha önce belirtildiği gibi, siyasal çatışmaların barışçı yollar yerine, tam tersine darbeler ve suikastlerle çözülme geleneğinin gittikçe yerleşmekte oluşuydu. Bu açıdan, toplumdaki çeşitli çatışma ve çelişkilerin barışçı yollara kanalize edilmesi yerine, devrim yoluyla çözülmesinin güncel beklentilere daha uygun olduğu rahatlıkla söylenebilir. | ||
![]() |
![]() | #169 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| g) Bir devrime yol açan nesnel siyasal koşullar arasında, sistemin karşıtlarına meşru yollar tanımaması olayı, sanki Osmanlı'nın son dönemi için söylenmiş gibidir. Bir yanda mutlakiyetçi bir yönetimin meşrutiyet adına sınırlandırılması ile başa geçen İttihatçıların varlığı, öte yanda, bizzat İttihatçıların her türlü muhalefeti susturucu ve bastırıcı önlemleri, ortamı siyasal devrim açısından iyice hazır duruma getirmiştir. h) İmparatorluk içinde kimse artık mevcut siyasal yönetimin, uzun dönemli sorunlara çözüm getireceğine inanmıyordu. Bu yüzden de çözümler mevcut siyasal yapının dışında aranmaya başlanmıştı. Hemen herkes, mevcut siyasal yapıyı değiştirerek vatanı kurtarma reçeteleri hazırlıyordu. Birbirlerinden oldukça farklı ilkelere göre hazırlanmış olan bu reçetelerin tek ortak yanı, hepsinin, mevcut siyasal rejimden umut kesmiş olmalarıydı. ı) Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış nedenleri arasında hem siyasal, hem de ideolojik nitelikli olanı milliyetçilik akımlarıdır. Batı Avrupa'da sanayi devrimi sonrası geliştirilmiş ve Osmanlı'ya bütünüyle yabancı olan milliyetçilik ideolojisi önce Balkanlarda etkisini gösterdi. Daha sonra Arap yarımadasına da atlayan milliyetçilik akımları, en sonunda, İmparatorluğun sahibi olan Türkleri tek başına bıraktı. | ||
![]() |
![]() | #170 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aslında, milliyetçilik ideolojisi, Osmanlı'yı yıkmak, ya da zayıflatmak için en etkili araçtı. Farklı dinsel ve etnik gruplardan oluşan İmparatorluk, bu gruplara milliyetçilik ruhunun aşılanması ile kaçınılmaz olarak çözülecekti. İşin ilginç yanı, Osmanlı'yı zayıflatan ve sonunda yıkılışa dek götüren milliyetçilik eylemlerinin hemen tümünün altında ya da arkasında İngiliz ya da Rus desteği gibi emperyalist ülkelerin oyunları yatıyordu. Fakat burada hemen belirtilmeli ki, emperyalist ülkelerin oyunları, tek başlarına, milliyetçilik akımlarını başlatıp, etkili duruma getiremez. Hiç kuşkusuz, asıl neden, sanayi devrimi sonrası Avrupa'daki toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeler ve milliyetçiliğin bir ideoloji olarak bunların sonucunda biçimlenmiş olmasıdır. i) Siyasal düzenin savaş nedeniyle zayıflamış olması, Osmanlı Devleti'nin çöküş nedenlerinden biridir. Aslında tümüyle zayıflamış İmparatorluk, 1912'de başlayan Balkan Savaşı ile artık tam bir çöküş dönemini yaşıyordu. Balkan Savaşı'nda kısmi zaferlerle biraz morali düzelen İmparatorluk, Birinci Dünya Savaşı ile siyasal tarih sahnesinden çekilmeye hazırlandı. --Bizi ancak Mısır'ın pamuğu ile Baku'nun petrolü kurtarır-- sloganı ve hayali ile Almanların yanında savaşa giren İmparatorluk (Beyatlı, 1973:132) bu savaşı da kaybedince, tarih sahnesinden silinmeye mahkum oldu. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |