![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #311 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Vatan ve Hürriyet-- dönemini, bir devrimcinin çıraklık yılları olarak nitelemek çok da yanlış olmaz. Henüz Harp Akademisi'nden mezun, üstelik, mezun olurken, --devrimci etkinlikleri--nden dolayı tevkif edilmiş bir genç subaydır Mustafa Kemal. Heyecanı ön plandadır. Genel stratejisini de, taktiklerini de tam saptamamıştır. Zaten o yaşta, o deneyim birikiminde saptaması da beklenemez. İmparatorluğun koşulları da, dünya da çok hızlı bir değişim içindedir. Bu değişmelerin kime ne getireceği çok da iyi bilinemez. Bu çerçevede yapılan iş ancak, geleneksel değerlere uygun --kurtarıcılık-- görevidir. Böyle bir görev için --örgüt-- gereklidir. İşte Mustafa Kemal'in yaptığı da budur. ::::::::::::::::::: | ||
![]() |
|
![]() | #312 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| II-) İKİNCİ DÖNEM: --İTTİHAT VE TERAKKİ-- Mustafa Kemal, kendi --Vatan ve Hürriyet-- derneğini genişletme çabasındayken, gerek zaman, gerekse taban olarak ondan çok ilerde olan, düşünce ve eylem kökleri ta Genç Osmanlılar'a dayanan --İttihatçılar-- çeşitli çekirdekler çevresinde oluşumlarını tamamlamaktaydılar. Mustafa Kemal, Kolağası olduktan sonra Selanik'e atanmış, burada, örgüt etkinliklerini rahatça sürdürmeye başlamıştır. Fakat, Selanik'teki manzara, --Vatan ve Hürriyet-- bakımından hiç de iç açıcı değildir. Gerek Makedonya'nın geleneksel devrimci niteliği, gerek coğrafi olarak uygunluğu, gerekse oradaki kişilerin nitelikleri, Selanik'te kurulmuş olan gizli derneklerin çok gelişmiş olması sonucunu getiriyordu (Selanik bu dönemlerde sosyalist eylemlerde bile bir merkez durumundadır (Haupt ve Dumont, 1977).). Mustafa Kemal, Selanik'e gelince, pek çok yakın arkadaşının böyle cemiyetlerde üye olduğunu görmüştü. Bu arkadaşları arasında, Ömer Naci, Ali Fuat Cebesoy gibi çok eskiden ve yakından tanıdığı kişiler de vardı. Bunun üzerine çaresiz kalan Mustafa Kemal de, liderliği kaptırmak bahasına, 29 Ekim 1907'de bu örgüte girdi. Çünkü, bu arada örgüt, dışardaki kollarla da birleşerek oldukça güçlü bir nitelik kazanmıştı. | ||
![]() |
![]() | #313 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mustafa Kemal, Ordunun Siyasete Karışmasına Karşıydı Mustafa Kemal'in İttihatçılar'a katılmasıyla, lider kadro ile arasındaki çekişme de başlamıştı. Mustafa Kemal, iki açıdan İttihatçı liderlere ters düşüyordu. Birinci olarak, İmparatorluğu Türklerin bulunduğu sınırlara çekmek, bu sınırları savunmak düşüncesindeydi. İkinci olarak da, ordunun siyasete karışmasını istemiyordu. Çünkü, bu yolla, siyasetin bağımsızlığına gölge düşeceğini, ordunun ise siyasal bölünmeler karşısında bu bölünmelerden etkilenerek güçsüzleşeceğini düşünüyordu. Bütün bunlara ek olarak da, örgütün yönetimi kendi elinde değildi. Her şey bir yana, Mustafa Kemal'in denetimini elinde tutmadığı bir örgütte, uyum sağlaması çok zordu. Ayrıca, bir de gerek strateji, gerekse taktik olarak önemli ayrılıklar vardı İttihatçılarla kendisi arasında. İttihatçıların bir bölümünün dağa çekilmesi, Saray adına yollanan komutanların öldürülmesi sonunda, İkinci Meşrutiyet ilan edildikten sonra İttihatçılarla Mustafa Kemal arasındaki liderlik sürtüşmesi ve görüş ayrılıkları daha büyüdü. Çünkü artık, --örgüt-- yönetimi ele geçirmişti! Bunun gerekleri yerine getirilmeli, devrimin gerekleri yapılmalıydı. Oysa yapılacak işler konusunda da, bunları kimlerin yapacağı hakkında da görüş ayrılıkları büyüktü. Mustafa Kemal, --örgüt--ün asker denetiminden arındırılmasından yanaydı. Çünkü, asker denetimi sürdüğü sürece, --örgüt--ün yeterince özgür bir karar mekanizmasını çalıştıramayacağını biliyordu. Üstelik, kendisi asker olarak henüz çok küçük bir rütbedeydi. Bir ordu denetimi olayında, kendisinin sözünün geçmesi olanaksızdı. | ||
![]() |
![]() | #314 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Öte yandan, gerek kişilik gereği, gerekse kafasında biçimlenmekte olan düşüncelerin sonucu, birtakım giderici önlemlerden çok, temel yeniliklerin yapılmasından yanaydı. Oysa, İttihatçılar, henüz hükümeti bile denetim altına alamamışlardı. İşte Mustafa Kemal'in İttihatçılarla illşkileri, bu çerçevede oldukça bozuktu. Üstelik, Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki içinde de yeterince etkin bir duruma getirilmiyordu. Örneğin, Hüseyin Hilmi Paşa'nın önerisiyle, Sadrazam Sait Paşa'ya İttihatçıların düşüncelerini anlatmak için kurulan heyete, Mustafa Kemal dahil edilmemişti. Gerek yapılan işleri beğenmeyişi, gerek cemiyet ve genel durum hakkındaki sert tutumu aslında, çok emek verdiği bu --örgüt-- içinde yeterli bir etki alanına sahip olamamasına da bağlıydı. Örneğin, 31 Mart karşı devrimci eylemini bastırmak için kurulan ordunun kurmay heyetinde olan ve isim babası bulunan Mustafa Kemal, Almanya'dan gelen Enver'in kurmay başkanı olmasıyla, geri plana itilivermişti. | ||
![]() |
![]() | #315 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Enver Paşa ile birlikte ordunun komutanlığına atanan Mahmut Şevket Paşa'dan önce komutayı yürüten Hüseyin Hüsnü Paşa adına yayımladığı bildirilerde, ordunun bağımsız bir biçimde davrandığını vurguluyordu. Sonradan bu tutumu Mahmut Şevket Paşa da benimseyerek, daha açık bir biçimde, ordunun, İttihat ve Terakki'nin bir uzantısı olmadığını söylemişti. Mustafa Kemal, özellikle bir savaş durumunda kullanılması gerekli olan ordunun, siyasete karışmasını, ordu gücünü zayıflatıcı ve siyaseti saptırıcı bir öge olarak gördüğü gibi, Enver ve arkadaşlarını ordu içinde bir hizip olarak algıladığı için de sivil politikacı ve asker görevli ayırımından yanaydı. İttihatçılarla Çatışma Meşrutiyetin ilanından sonra 1908'de, İttihat ve Terakki'nin birinci kongresi Selanik'te toplanır. Siyasal bir parti örgütlenmesi açısından fazla bir aşamanın kaydedilmediği bu kongreden sonra, 1909'da, yine Selanik'te ikinci kongre yapılır. Bu kongrede Mustafa Kemal aşağıdaki önerileri öne sürer: 1 ) Cemiyetin bir siyasal partiye dönüştürülmesi. 2) Ordunun siyaset dışı bırakılması. 3) Cemiyetin Masonlukla olan ilişkilerinin kesilmesi. 4) Cemiyetin üyeleri arasında eşitlik ilkesine dikkat etmesi. 5) Hükümet işleriyle din işlerinin birbirinden ayırdedilmesi (Aydemir, 1963:147-148) . | ||
![]() |
![]() | #316 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İttihatçıların bu kongresine Trablusgarp murahhası olarak katılan Mustafa Kemal'in hemen hemen bütün istekleri sürüncemede bırakılmış, önerdiği konularda hiçbir ciddi önlem alınmamıştı. Bu noktada Mustafa Kemal'in önemli iç çatışmalar geçirdiği tahmin edilebilir. Kendisinin adeta --amatörce-- kurduğu Vatan ve Hürriyet'i kapatarak, --profesyoneller--in kurduğu İttihat ve Terakki'ye katılması, ne yazık ki, --örgüt-- hiyerarşisinde çok geride kalmasına yol açmıştı. Oysa, o, hem --örgüt--ün devrim için zorunlu olduğunu biliyor, hem de --örgüt--ü lider olarak, kendisi denetlemek istiyordu. Üstelik pek çok temel konuda da --örgüt-- yöneticileriyle aynı düşüncede değildi. Bu çerçeve içinde İttihatçı liderlerle ve örgüt yöneticileriyle arası pek iyi gelişmedi. Buna karşın yine de Bağımsızlık Savaşı sırasında pek çok eski --İttihatçı-- arkadaşıyla çok yakından çalıştı. Örneğin, bunlardan Mazhar Müfit Kansu, Bağımsızlık Savaşı'na katılan İttihatçıların ettiği, İttihatçılığı yeniden canlandırmayacaklarına ilişkin yemini bile etmeyecek denli, dürüst bir --örgüt-- üyesiydi. | ||
![]() |
![]() | #317 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Trablusgarp'a Gidiş Ülkenin içinde bulunduğu koşulIar, tam bir dağılmayı simgeliyordu. Bu arada Trablusgarp da işgal edilmişti. İmparatorluk'ta gerek İttihatçıların çekirdeği, gerek ordunun etken subayları, hep aynı kişilerden oluşuyordu. Bu nedenle, İtalyanlara karşı savaşmak için göreve koşan subaylarla, İttihatçılar aynı kişilerdi. Mustafa Kemal'in Trablus'a gönderilmesi üzerinde çeşitli yorumlar vardır. Örneğin, bir gün, İttihat ve Terakki'nin merkez toplantısına gittiği ve eklenmedik bir biçimde karatahtada gündemin birinci maddesi olarak, kendisinin Trablus'a gönderileceği ile karşılaştığı bunlar arasında en yaygın olarak anlatılanıdır. Öyle sanıyorum ki, gerek İttihatçılarla sürekli çatışmaları, gerekse sonradan İttihat ve Terakki'nin acıklı sonu. Bağımsızlık Savaşı'nı kazanan ve yeni devleti kuran Mustafa Kemal Paşa'nın İttihatçılarla olan ilişkilerini sonradan hafifçe, değişik yorumlara bağlamıştır. Bu Trablusgarp'a yollama sorunu da öyledir. Kaynaklara göre, izlenim, bunun istenmeyen üye Mustafa Kemal'den kurtulmak için tertip edilmiş bir oyun olduğudur (Bütün bu kaynaklar aslında Atatürk'ün Afetinan'a yazdırdığı anılara dayanmaktadır. Büyük bir olasılıkla. Atatürk, Trablusgarp işini biraz da mevcut çekişmeler çerçevesinde aşırı bir duyarlılıkla irdelemiş. Ayrıntılı öykü için Afetinan, 1968:57-59'a bakılabilir. Öykünün genel görünümü ve Enver Paşa'nın (o zaman binbaşı) anıları için Koloğlu'nun kitabına bakılabilir. Ayrıca, Atatürk Falih Rıfkı'ya --Enver ve arkadaşları gideceklerdi. Halk gitmeyenleri vatanseverlik görevini yapmamış sayacaktı-- diye Trablusgarp'a gidiş gerekçesini açıklarken gerçek durumun benim yorumuma uygun olduğunu vurgulamıştır sanırım (Atay, 1969:66-67).). Oysa, işin gerek ele alınış biçimi, gerek olayların gelişimi, gerekse başta Enver olmak üzere daha pek çok önemli İttihatçının Trablus'a gitmiş olması, durumun hiç de böyle olmadığını göstermektedir (Koloğlu, 1979) . Yine de Trablusgarp olayının, bir süre için bile olsa, Mustafa Kemal'in ülkesinden ayrılmasına ve --örgüt-- içi eylemlerine son vermesine yol açtığı açıktır. | ||
![]() |
![]() | #318 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mustafa Kemal, Trablus'a giderken, Balkanların da elden çıkacağından kaygılıydı. Nitekim, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine, önemini yitirdi ve İttihatçı subaylar ülkeye döndüler (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'nı okuyanlar, Balkan Savaşı'nın yitirilmesine değil, Bağımsızlık Savaşı'nın kazanılmasına şaşacaklardır. Ordu öylesine yokluk, insanlar öylesine cehalet içindeydi ki... (Selçuk,1973).). Balkan Savaşı sırasında, Mustafa Kemal ile Enver arasındaki sürtüşme iyice büyüdü. Her iki taraf da savaş içinde birbirlerini beceriksizlikle suçladılar. Savaş sonrası, birlikte savaşan Fethi Bey'i ve Mustafa Kemal'i daha yakın bir dostluk içinde buldu. Bu arada Fethi Bey belki de, Mustafa Kemal'in de etkisiyle, askerlikten ayrılmış, Bab-ı Ali baskınından sonra gittikçe güçlenen İttihat ve Terakki içinde sivil olarak üst düzey yöneticiliğine başlamıştı. İttihatçılar artık Enver'in denetimine girmiş görünüyorlardı. Özellikle Bab-ı Ali baskını, ülkede gerek İttihat ve Terakki'nin gerekse İttihatçıların arasında Enver'in nüfuzunu arttırmıştı. | ||
![]() |
![]() | #319 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sofya'da Görev İşte bu hava içinde, --örgüt-- bu muhalif üyesini şu ya da bu biçimde tasfiye edecektir. Çünkü artık, fırtına durulmuş, gerek örgüt yönetimi, gerekse ülke içinde örgütün izleyeceği program belli kişilerin eline geçmiştir. Bu belli kişiler ise Mustafa Kemal ile eylem ve düşünce birliği içinde olmayan kimselerdir. Mustafa Kemal ile hesaplaşılmayacağını düşünmek, en azından --örgüt--ü hafife almak demektir. Nitekim, katib-i umumi olduktan sonra, fedailerin maaşlarını keserek örgütü kızdırmış olan Fethi Bey ile birlikte Sofya'ya yollanarak sorun çözülür. Bulgaristan yolculuğu, onun paşam döneminde --İttihatçılık--ının kapanışını da simgeler. Artık kendisi yurt dışında bir anlamda sürgündeyken, ülkede ipler başkalarının elindedir. İttihat ve Terakki örgütünün ona verdiği sonuç olarak bir yarbay rütbesi ve Sofya'da ateşemiliterliktir. Oysa onunla aynı yaşta olan Enver, hem general, hem damattır. Üstelik Mustafa Kemal'i rakip görmekte, onun yükselmesini de engellemektedir. Mustafa Kemal, Sofya'ya atandıktan sonra artık kendisine --örgüt--ten bir hayır gelmeyeceğini anlamıştır. Birinci Dünya Savaşı başlayıp, yurda dönünce kendini tümüyle askerliğe verir. Savaşın yitirilmesine doğru, birtakım doğrudan siyasete karışma girişimleri dışında, --örgüt-- ten uzak durur. Birinci Dünya Savaşı boyunca da İttihatçılarla arasındaki soğukluk artarak sürer. Örneğin, kendisini sevmeyen İttihatçılar, Anafartalar'dan sonra, hemen generalliğe yükseltilmemesini şu yakıştırma öykü ile karikatürize etmektedirler: | ||
![]() |
![]() | #320 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Doktor Nazım ve bir nüfuzlu İttihatçı, aralarında konuşmakta imişler. Enver Paşa birden içeri girince susmuşlar. Başkumandan (Enver) merakla: --Herhalde bana dair bir şeyden bahsediyordunuz. Söyleyin bana!-- demiş. --Mustafa Kemal'in niçin terfi ettirilmediğini konuşuyorduk-- cevabını vermişler. Enver: --İşte-- demiş ve cebinden Çanakkale kahramanını generallik rütbesine çıkaran tezkeresini göstermiş, sonra şunu ilave etnıiş: --Ama biliniz ki, onu paşa yapsanız padişah, padişah yapsanız Allah olmak ister.-- (İşin ilginç yönü, bu yakıştırma öykünün sonradan Mustafa Kemalciler tarafından, onun lehine yorumlanarak kullanılmasıdır. Örneğin, Şevket Süreyya, Enver'in --O hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik ister. Müşir yapsanız bununla da yetinmez padişahlık ister-- dediğini anlattıktan sonra, şöyle devam eder: --Mustafa Kemal'e Enver Paşa'nın bu sözlerini naklettikleri zaman cevabı şu olmuştur: --Ben, Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim-- -- (Aydemir, 1963:2171). Görüldüğü gibi, Atatürk'ün yaşamındaki pek çok şey gibi bu öyküde de gerçek ile efsane, hem de Şevket Süreyya gibi ciddi bir araştırmacının kaleminde bile birbirine karışmış.). (Atay,1969:79). | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |