![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #41 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Böylece, --Endüstri Devrimi--nin, insan düşüncesinde yaptığı en önemli aşamayı, --pozitif düşünce-- aşamasını en iyi biçimde ortaya koyan ve bu yüzden de gerçek bir --düşünce devrimi-- yaratan --pozitivistler--, ne yazık ki, Batı Avrupa'nın toplumsal ve ekonomik gelişmesi açısından önce --tutucu--, daha sonra da --gerici-- çizgiye düzmüşlerdir. Pozitivistlerin İlericiliği İşin ilginç yönü, toplumsal ve ekonomik açıdan görülen bu --tutucu-- ya da --gerici-- çizgiye karşın, düşünce sistemi açısından pozitivistlerin --ilerici-- niteliğe sahip olmalarıdır. Çünkü, savundukları düşünce biçimi, --deneysel yöntem--e dayalı düşüncedir. --Deneysel yöntem--e dayalı --tümevarımcı-- ya da --endüktif-- düşüncenin ise doğal gerçeği olduğu gibi toplumsal gerçeği algılamakta da en geçerli bilimsel yöntem olduğu açıktır (Kongar, 1979:43-47). Bunun dışında kalan gerek analoji ve tümdengelim, gerekse diyalektik gibi yöntemler ancak, temelinde, deneysel bilgi ile beslenmişlerse anlam taşırlar. Üstelik bunların bir bölümü, yeni bilgi üretmek için değil, belli durumları, önceden üretilmiş bilgilere göre irdelemek için kullanılan modellerdir. | ||
![]() |
|
![]() | #42 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bütün bu verilerin ışığı altında, tüm modeller açısından olduğu gibi, --Pozitivist modeli-- de tümüyle mahkum etmek ya da aklamak olanaklı değildir. Toplumsal ve ekonomik yapı bakımından yetersiz ve yanlış olan bu modelin, insanlığa --bilimsel yöntem-- temel düşüncesinin simgesi niteliğiyle mal olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim özellikle Türk Devrimi açısından, --Pozitivist düşünce-- son derece etkin olmuştur. Bu etkilerin en belirginlerinden biri, Mustafa Kemal Atatürk'ün eyleminde görülür. Şimdi bunu kısaca görelim. E-) Türk Devrimi ve Pozitivizm Fransız Devrimi'nin etkileri, Osmanlı'ya aslında çok çabuk gelmişti. İstanbul'da yapılan gösterilerde başlarına devrimin renkleri olan mavi-kırmızı şapkaları giyerek gösteri yapanların durumu bunun en güzel belirtilerinden biridir. Oysa, Osmanlı yönetimi, bu devrim karşısında, Albert Sorel'in Avrupa hükümdarları için belirttiği aynı vurdumduymazlığı paylaşıyordu. Sadrazamın, kendisine gösteri haberini getirene, verdiği: --İsterlerse başlarına üzüm sepeti geçirip dolaşsınlar-- yanıtı, bunun tam bir kanıtıdır. | ||
![]() |
![]() | #43 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Pozitivizmin etkileri, İmparatorluğu kurtarma görevini üstlenen sivil ve asker bürokratların tarihsel rolleri ile birlikte, toplumda gözükmeye başlar. İlk girişimler, aslında İslam ile pozivitist ilkeleri birleştirme çabaları biçiminde ortaya çıkar (Mardin, 1962:293-297). Sonraları İslam bir yana bırakılarak, kurtarıcı olarak tam bir pozitivizme sarılınır (Mardin, 1964:170). Pek doğal olarak, --İmparatorluğu kurtarma-- çabaları çeşitli düşünce akımları çevresinde oluşur. Fakat, Batılı düşüncelerin --pozitivist-- bir yaklaşımla Türkiye'ye aktarılmak istenmesi o dönem için en radikal çözümdür. Nitekim, Osmanlı içindeki devrimci birikimlerin en radikal ve en bütüncü temsilcisi olan Mustafa Kemal Atatürk, genel eylemini hemen pozitivist düşünce biçiminin içine oturtmuştur. | ||
![]() |
![]() | #44 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türkiye'de Pozitivizm Geleneği Atatürk'ün eylemi, düşünsel olarak da, siyasal olarak da Osmanlı içinde Tanzimat'tan beri oluşagelen birikimlerin bir sonucudur. Bu açıdan düşünüldüğünde, Türk Devrimi'nin düşünsel planda pozitivizme oturmuş olmasında şaşılacak hiçbir taraf yoktur. Halkevlerinin kurucusu Dr. Reşit Galip ile yaptığı bir konuşmada Atatürk'ün söylediği şu sözler, tam bir pozitivist felsefenin yansımasıdır: --Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Zaman hızla dönüyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek yargılar getirdiğini ileri sürmek aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur.-- (Koloğlu, tarihsiz:48). Taner Timur, Türk Devrimi'nin hemen hemen tümüyle --pozitivist ideoloji--ye dayandığını öne sürerken şöyle diyor: --XIX'uncu asırda Avrupa'da keskinleşen sınıf kavgalarının ideolojik ifadesi idealizm-materyalizm çatışması şeklinde ortaya çıkmıştı. Aslında, idealizm-materyalizm mücadelesinin tarihi eskidir ve eski Yunan'a kadar gider. Ancak burjuva devrimlerinden önce idealizm, dinci idealizmin tekelindeydi ve kilise tarafından temsil ediliyordu. Oysa, XIX'uncu yüzyılda müsbet ilimlerin gelişmesi, bir yandan kilisenin itibarını sarsmış ve idealizmin laik biçimlerde savunulmasına yol açmış, diğer yandan da geleneksel mekanik metaryalizm yerine diyalektik materyalizmin doğuşunu sağlamıştır. Burjuva çıkarları bu dönemde çeşitli ideolojiler tarafından savunulmuştur. Ancak bunlardan bir tanesi vardır ki, Batı'dakinden farklı nedenlerle Jön-Türkler'den itibaren Osmanlı aydınlarını etkilemiş ve Türk Devrimi'ne de temel , teşkil etmiştir. Bu ideoloji pozitivizmdir.--(Timur, 1971:128-129). Yine Timur; bir yanlış anlamayı önlemek için, --pozitivizm--den anlaşılan kavramı şöyle belirtiyor: --Ancak bugün bir fikir akımını veya sosyal teoriyi --pozitivist-- olarak nitelendirirken dayanılan şey, Comte'un bugün için önemi kalmamış olan teorileri değil, yöntemidir.-- (Timur, 1971:129). | ||
![]() |
![]() | #45 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Timur, pozitivist düşüncenin, Osmanlı aydınları tarafından benimsenmesini de şöyle açıklıyor: --Osmanlı bürokratları ve aydınları Batı'nın --üstünlüğü--nü açıklayacak ve bize aktarılacak bir --sihirli değnek-- aramakla meşguldüler... Pozitivizm ve dayandığı ilim anlayışı, hem Batı'nın üstünlüğünü açıklamak, hem de Hıristiyanlığa bulaşmamış olmak erdemlerine sahipti. Toplumsal ahenk fikri ile de, sınıfsal açıdan her türlü uzlaşmaya elverişli olan küçük burjuva özlemlerine cevap veriyordu... A. Comte'dan sonra ikinci ve çok önemli bir pozitivist sosyolog olan Durkheim'in de Türkiye'de çok tanınmış olması anlamlıdır. İttihat ve Terakki'nin fikir babası Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda Durkheim'in --kollektif bilinç-- kavramını tarihi maddeciliğin sınıf çelişkisine karşı kullanmıştır.-- (Timur, 1971:132-133). Gerçekten de genç Türkiye Cumhuriyeti'nin --imtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz-- sloganında belirginleşen --dayanışmacılık-- (o zamanın deyimiyle, tesanütçülük) anlayışı da kaynağını pozitivist düşünceden alıyordu (Ayraç içindeki açıklamalar benim. E.K. Bu konuda farklı ve eleştirel bir yaklaşım için Mazrui, 1981:11'e bakılabilir.), (Kili, 1969:91-94). | ||
![]() |
![]() | #46 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aslında Timur'un ve Kili'nin pozitivizmin yorumu hakkındaki değerlendirmeleri çok yerindedir. Gerek Türk aydını, gerek Mustafa Kemal Atatürk, pozitivizmi, bilimin egemenliği biçiminde algılamışlar; böylece, onu, dine ve geleneğe karşı kullanmışlardır. Ayrıca, toplumsal içerik bakımından da, çatışmacılığın yerine --uyum-- düşüncesinin egemen kılınmasında işlev sahibi yapmışlardır. Atatürk'ün --Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit (yol gösterici, aydınlatıcı) ilimdir, fendir.-- sözü hem Türk Devrimi'nin ruhunu, hem de ne denli pozitivizme dayalı olduğunu yansıtmaktadır (Ayraç içindeki açıklamalar benim E.K.). Atatürk Devrimleri'nin tohumlarının İttihat ve Terakki dönemindeki --Batılılaşma-- akımına dayalı çözümlerde yattığı anımsanırsa, pozitivizmin Türk toplumu içindeki sürekliliği daha iyi anlaşılabilir. Bilindiği gibi, İttihat ve Terakki ismi bile özellikle o dönemin liderlerinden Ahmet Rıza'nın kişiliğinde simgeleşen bir pozitivizme bağlılığı belirtir. İntizam ve Terakki anlayışı giderek İttihat ve Terakki olmuş ve Atatürk'ün içinde yetiştiği ortamı büyük ölçüde etkilemiştir (Akşit, 1980:80) . Yazı devriminden laikliğe; laiklikten milliyetçiliğe kadar hemen hemen bütün Atatürk devrimlerinin temelleri İttihat ve Terakki dönemine kadar gider (Lewis, 1968:238). | ||
![]() |
![]() | #47 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ergil'in ilginç bir çalışması, Atatürk'ün karşı-emperyalist eyleminin temellerinin bile İttihat ve Terakki sırasında atıldığına işaret ederek, Türk Devrimi'nin pozitivist niteliği ile karşı-emperyalist niteliğinin köklerini toplumsal ve siyasal yapıda birleştirir (Ergil, 1995). Türk Devrimi, pozitivist düşünceyi hemen hemen tümüyle uygulamaya aktarmıştır. Pek doğal olarak burada söz konusu olan, Comte'un --dünya dini-- değil, --pozitivist düşünce ilkeleri--dir. Aslında, belki de Comte'un kendi çağdaşları arasındaki --gecikmiş-- niteliği, dinsel bağnazlığı henüz kıramamış olan, bu yüzden de Batı Avrupa'nın gerisinde kalmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarafından kullanılabilecek bir model kurmasına yol açmıştı. Bir başka deyişle, Comte'un --ileri dönük-- olmaktan çok, --geçmişin değerlendirilmesi--ne dayalı modeli, ancak --düşünce sistemi-- bakımından Batı Avrupa'nın gerisinde kalmış bir toplumda gerçekten --devrimci-- olabilirdi. | ||
![]() |
![]() | #48 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Nitekim, pozitivizmin, Mustafa Keınal Atatürk'ün elinde bu denli işlevsel olabilmesinin altında yatan gerçek, Osmanlı toplumunun hem siyasal otoritenin kaynağı bakımından, hem de toplum yapısı açısından dine dayalı bulunmasıydı. ::::::::::::::::::: 3-) Sınıfsal Devrim Modeli ve Türk Devrimi Günümüz dünyasına biçim veren ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupa'sının en önemli ürünlerinden biri de --sınıfsal devrim-- modelidir. Marx ve Engels tarafından geliştirilen bu model de, bütün benzerleri gibi, tüm insanlığı belli bir biçimde yoğurmaya yöneliktir. Yine tüm benzerleri gibi, temelinde ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupa'sının özellikleri yatmaktadır. Marx ve Engels'e tarihsel maddeci açıdan yaklaşan Moskova, Marx-Engels Enstitüsü Müdürü Riazanov, Sosyalist Akademi'de verdiği derslerde şöyle diyor: --Marx ve Engels'in yaşamları üzerine hazırladığımız bu çalışma, kendilerinin geliştirdiği ve uyguladığı bilimsel yönteme uygun olarak yapılmıştır. Kişisel dehalarına rağmen, Marx ve Engels de son tahlilde belirli bir tarihsel anın adamlarıydı. İkisi de olgunlaşırken, yani aile çevrelerinin etkisinden yavaş yavaş çıkarlarken, dosdoğru, temel özelliklerini Temmuz Devrimi'nin (Fransa'daki 1930 Devrimi) Almanya üzerindeki etkilerinin, bilim ve felsefenin dev adımlarla ilerlemesinin, işçi ve devrim hareketlerindeki büyümenin belirlediği bir tarihsel çağın girdabı içine sürüklenmişlerdi. Marx ve Engels, yalnızca belirli bir tarihsel dönemin ürünleri değildiler; kökenleri itibarıyle özel bir bölgenin, Ren eyaletinin insanlarıydılar: Ren, Almanya'nın tüm parçaları içinde en uluslararası özellik taşıyan, en sanayileşmiş ve Fransız Devrimi'nin etkisine en açık bölgeydi.-- (Riazanov, 1978:43). | ||
![]() |
![]() | #49 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sınıfsal devrim modeli de geniş kapsamlı bir tarih incelemesine dayanır. Ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupası'nın çalkantılı yılları, tüm düşünürler gibi Marx ve Engels'i de, çevrelerinde olup bitenleri anlamak için tarihe yöneltmiştir. Tarih incelemelerinden çıkan sonuca göre Marx, insanoğlunun yazgısının uzlaşmaz sınıflar arasındaki çatışmalarla belirlendiğini savunur. Bu nedenle de insanlığın tarihini sınıf çatışmalarının tarihi diye niteler (Marx and Engels, 1973-a:108-109). Sınıf çatışmaları sonunda insanlığın ondokuzuncu yüzyıl Batı Avrupası'nda eriştiği nokta, artık biri burjuvazi, öteki protelerya olarak iki büyük sınıf arasındaki savaşımdır. Burjuvazi, Engels'in, Komünist Manifesto'nun 1888 baskısına koyduğu nota göre, çağdaş kapitalistler ücretli işgücünün işvereni ve toplumsal üretim araçlarının sahipleridir. Yine aynı notta Engels, proleteryayı da üretim araçlarına sahip olamayan ve yaşamak için emeğini satmak zorunda bırakılan çağdaş ücretli işçiler olarak tanımlıyor. İşte --sınıfsal devrim-- modelinin temelinde sınıf çatışması, güncel olarak da burjuvazi ile proleterya'nın savaşımı yatmaktadır. Tüm insanlık tarihi boyunca gelişen bu sınıf çatışması Marxçılara göre artık son aşamasına gelmiştir. | ||
![]() |
![]() | #50 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| A) Sınıfsal Devrim Kuramındaki Determinizm Sınıfsal devrim modeli de insan toplumlarının zorunlu olarak belli aşamalardan geçerek, kaçınılmaz bir sona doğru geliştiğini savunur. Her toplum, üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından oluşturulan üretim biçimlerine dayalıdır. Üretim güçleri, makineler, araç ve gereçler, iş konuları ve insanlardan oluşur. Bu güçler; hep birlikte insanlar arasındaki üretim ilişkilerini düzenlerler. İşçi ile patron, ağa ile köylü arasındaki ilişki, üretim ilişkisidir. Bunu belirleyen olay, endüstri ya da tarım konularında kullanılan araç ve gereçlerdeki değişme ve gelişmeler, çeşitli mekanizmalar yoluyla toplumun tüm kurumlarını ve yapısını etkiler. Çeşitli gelişme, keşif ve icatlar sonunda, insanoğlunun kullandığı araç, gereç ve makineler teknik olarak daha mükemmelleşir. Bunların gelişmesiyle, insanoğlunun makineleri kullanma biçimi de değişir. Örneğin, işbölümü daha ileri ve etkin bir nitelik taşır. Böylece, temeli maddedeki değişmeye bağlı olan gelişmeler sonunda, bir toplumun üretici güçleri; o toplumun genel üretim ilişkileriyle uyuşmazlığa düşer. Bu durumda, toplumun üretim biçimi değişmek zorunda kalır. İşte toplumsal devrim budur (Marx, 1904:10-13). Bütün bu mekanizmanın altında, mevcut üretim biçiminin eski üretim araçları teknolojisi tarafından ve eski sınıflar aracılığıyla oluşturulmuş olması, bu nedenle de çağdaş teknolojiye ve sınıflara uyum sağlayamaması gerçeği yatmaktadır. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |