![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #81 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ekonomik özellikleri bakımından bu ülkeler ya tarıma ya da montaj aşamasında sanayiye dayalı toplumlardan oluşurlar. Gerek teknolojik girdiler, gerekse doğrudan hammadde girdilerinin önemli bir bölümü ya dolaylı ya da çoğu zaman olduğu gibi, doğrudan, gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerce bağımlıdır. Tasarruflar ve buna bağlı olarak yatırımlar düşüktür. Dışsatım olanakları sınırlı olduğundan, dış ticaret sürekli açık verir. Ekonominin her dalında verimlilik düşüktür. Toplumsal özellikleri bakımından bu ülkelerdeki sınıflar, çağdaş bir kapitalist toplumdaki sınıflardan farklıdır. Ne sermaye sınıfı, ne de işçi sınıfı, ileri teknoloji ülkelerinde görülenlere benzer. Her ikisi de kendi arasında küçük parçalara bölünmüştür. Bu yüzden, burjuvazinin gelişmemiş bir bölümü, --ulusal-- bir görüntüye bile sahip olabilir. Öte yanda, işçi sınıfı, kendi sınıfının hemen hemen tüm öznel (sübjektif) koşullarından yoksundur. Ya da öznel koşullar (ideolojik öğeler) tümüyle, nesnel koşullardan bağımsız bir biçimde gelişmiştir. Önemli ve etkin bir biçimde feodal kalıntılar vardır. Her ne kadar, bunlar, artık yok olmakta iseler de güncel olarak, toplumsal ittifaklarda ağırlıklarını duyururlar. | ||
![]() |
|
![]() | #82 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu tür toplumlarda, kentleşme, sanayileşme oranını aşmıştır. Bu yüzden kentler, işçi ve küçük-büyük burjuva ve teknokrat-bürokratlardan çok, işsiz-güçsüz takımından oluşur. Bir başka deyişle, bu kentlerde, en kalabalık kesim, lumpenproleteryadır. Kültürel özellikleri bakımından bu ülkeler, hızla değişen bir değerler ve inançlar sistemine sahiptir. Bu nedenle, bu toplumlarda geleneksel ve çağ gerisi değer ve inançlarla birlikte yaşayan çağdaş değer ve inançlar da görülür. Özellikle tüketim kalıpları bakımından, gelişmiş sanayi ülkelerinin taklitçisidirler. Beklentiler yüksek, bunları karşılamak için yollar sınırlıdır. Eğitimden konuta, giyimden toplumsal güvenliğe dek, yüksek beklenti düzeyleri, toplumun normal sistemi içinde çok zor yerine getirilir. Oktay Rıfat'ın uazgelişmişliğin sadece çalışanların, daha çok yoksul halkın sırtına abanmış bir geri kalmışlık sorunu olduğunu sanmak yanlıştır.-- savı son derece doğrudur (Rıfat, 1976:10) . Teknolojik bakımdan geri kalmışlık, toplumun tüm kesimlerinde ve tüm alanlarda kendini duyurur. | ||
![]() |
![]() | #83 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tütengil, geri teknolojik ülkelerin en önemli özelliğinin, toplumun çeşitli ögeleri arasındaki dengesizlikler olduğunu vurguluyor (Tütengil, 1971:129) . Bu dengesizlikler yalnız --eski yapı-- ile --değişen yapı-- arasındaki dengesizlikler değil, aynı zamanda --nüfus artışı--, --coğrafi hareketlilik-- gibi süreçler bakımından da görülen sürtüşmelerde ortaya çıkar. Böylece, teknolojik bakımdan geri ülkelerin en önemli özelliklerinden biri, --istikrarsızlık-- olmaktadır. Ayrıca, bu ülkelerdeki tüm toplumsal ve teknolojik göstergeler, dünya standartlarının altındadır (Kongar, 1978:190) . İşte bu niteliklere sahip olan teknolojik bakımdan geri ülkeler, gerek dünya siyasal arenasında Birleşmiş Milletler yoluyla güçlenen rollerinden, gerekse kapsadıkları büyük nüfus miktarından dolayı, artık insanoğlunun temel sorun alanlarından birini oluşturmaya başlamışlardır. Türkiye'nin de içinde yer aldığı bu grup ülkelerin yazgıları, ileri teknolojiye sahip ülkelerin tarihlerinden ve geleceklerinden ayrılamaz. Nasıl ki, bu ülkelerin yapılarını tarihsel olarak, ileri teknoloji ülkeleri belirlemişlerse, bu ülkeler de ileri teknoloji ülkelerinin geleceklerini aynı oranda etkileyeceklerdir. | ||
![]() |
![]() | #84 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 2-) Merkez-Çevre Kuramına Dayalı Karşı-Emperyalist Devrim Modeli ve Türk Devrimi Ondokuzuncu yüzyılda özellikle Batı Avrupa'yı altüst eden sanayi devrimi sonrası devrim kuramları, pek doğal olarak gerçeklik ve geçerliliklerini günümüzde önemli ölçüde yitirdiler. Çünkü bir yandan ileri teknoloji ülkeleri, kendilerini bu kuramlara göre ayarladılar. Öte yandan, geri teknoloji ülkeleri de dünyanın siyasal sahnesinde önemli yerlerini aldılar. Bu durumda Marcuse gibi düşünürler, Batı Dünyası için yeni kuramsal çalışmalar yaparken, Fanon, Debray gibi eylemciler de, bir anlamda --eylemlerinin felsefesi--ni oluşturmak için çaba harcıyorlardı. Durum hiç kuşkusuz, yeni bir dünya düzeni ve yeni olgular çerçevesinde özellikle --geri teknoloji ülkeleri--nin --köklü ve hızlı ilişki değişmesi-- (devrim) açısından yeniden ele alınmalarını gerektiriyordu. | ||
![]() |
![]() | #85 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Geri teknoloji ülkelerin pek çok nedenle artık tek başlarına ele alınamazlar. Özellikle, haberleşme ve ulaşımın son derece yoğunluk kazandığı günümüz dünyasında, gerek üretimin özellikleri, gerekse pazar bulma sorunları tüm ülkeleri tek bir sistemin çeşitli parçaları yapmıştır. İşte --geri teknoloji ülkeleri--ni böyle bir sistemin bağımlı değişkenleri olarak gören ve bu ülkelerdeki çözümü ancak karşı-emperyalist bir devrime bağlayan yaklaşım, son yıllarda sözünü ettiğim değişmeleri dikkate alarak ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımın dünya çözümlemesi --merkez-çevre-- (center-periphery) kuramı adı ile bilinir. A) Merkez-Çevre Kuramının Determinist Niteliği Tüm öteki devrim kuramları gibi, --merkez-çevre-- kuramı da determinist niteliktedir. Yalnız bu kuramdaki determinizm, belli bir ekonomik düzeni veri olarak aldıktan sonra işlemeye başlar. Bu ekonomik düzen de --kapitalist-- düzendir. Kuramın belkemiği şöyle oluşmaktadır: | ||
![]() |
![]() | #86 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kapitalist dünyada ilişkiler, birbirine bağımlı bir biçimde gelişir. Bu ilişki ağı içinde gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeler arasındaki ilişki artık bir sermaye ilişkisine dönüşmüştür. Gelişmiş ülkeler --merkez-- ya da --metropol-- ülkelerini, gelişmemiş ülkeler ise --çevre-- ya da --uç-- ülkelerini oluştururlar. Birtakım iddiaların tersine kapitalizm, devletin ekonomik olayları serbest bırakması değil, tam tersine, ekonomik olaylara belli bir biçimde müdahalesi sonunda ortaya çıkmıştır (Wallerstein, 1974:348). İşte bu --merkez-- ya da --metropol-- ülkelerle --çevre-- ya da --uç-- ülkeler arasındaki ilişki, temelde bir --sermaye-- ilişkisidir. Çünkü, tekelci kapitalist aşamada, durgunluğa doğru olan eğilim sonucu, gelişmemiş ülkelere doğru yapılan ihracat temel olarak bir sermaye ihracıdır. Bu ihracata dayalı olan emperyalizm ise, --çevre-- ya da --uç-- ülkelerdeki sanayileri, kendi ülkesindeki sanayilere rakip değil, destek olarak geliştirir. Bir başka deyişle, çevre ülkelerinin ekonomileri, ancak merkez ülkelerinin ekonomilerine destek oluşturmaları için, bu ülkelerce denetlenirler (Dobb, 1937:230-235). Hiç kuşkusuz, kapitalizmin, emperyalizm yolu ile de olsa, bir ülkeye girmesi, o ülkede, üretici güçleri geliştirici etkiler yapacaktır. Örneğin, feodal kalıntıları simgeleyen toprak ağalığının çöküşünü hızlandıracaktır. Montaj aşamasında bir sanayileşmeyi destekleyecektir. | ||
![]() |
![]() | #87 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gelişmemişliğin Kapanı Oysa, gelişmiş ülkelerle ilişkiye giren gelişmemiş ülkeler, bu ülkeler tarafından sömürüldükleri için, bir türlü yukarıdaki bu aşamaları geçip, gerçek bir sanayileşme düzeyine ulaşamıyorlardı. Çünkü, gelişmiş ülkeler, büyük kar oranlarına bağlı olan bir sömürü ilişkisi ile bu ülkelerdeki artı değeri kendi ülkelerine aktarıyorlardı (Baran, 1974). Fakat, sömürü yalnız yüksek karlardan, yani gelen sermayeyi bile aşan karlardan dolayı oluşmuyor. Ayrıca, geri teknolojiye sahip ülkeler daha büyük ölçüde emek yoğun, yani işgücü oranı yüksek mal üretip sattığı halde, gelişmiş ülkeler, daha çok sermaye yoğun (makine yoğun) mal üretip sattıklarından, iki tür ülke arasındaki alışverişte, fiyatlar, daha çok sermaye yoğun (makine yoğun) malların lehine oluştuklarından, sürekli olarak, fiyat düzeni yoluyla azgelişmiş ülkelerden, gelişmiş ülkelere artı değer aktarılması oluyor (Keyder, 1976:41-48). | ||
![]() |
![]() | #88 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --İleri teknolojiye sahip ülkeler-- ile --geri teknolojiye sahip ülkeler-- arasındaki sömürü ilişkisinin mekanizmaları bununla da bitmiyor. Dünya ülkelerinde işçi ücretleri, birbirlerinden farklı oldukları için, aynı saat çalışan işçilere ödenen ücret farklıdır. Malların değerleri ve fiyatları, genelde dünya ekonomisinde eşitlendiğinden, düşük ücretle çalışan işçilerin ülkelerindeki kapitalistler, üIkelerinde büyük sömürü oranlarından elde ettikleri karları, yüksek ücretli işçilerin ülkelerindeki kapitalistlere kaptırmaktadırlar (Emmanuel, 1972). Üstelik, çevre ülkelerinde imalat, biri kapitalist, öteki kapitalizm öncesi; tarım da, biri makineleşmiş, öteki makineleşmemiş tarım olarak iki ayrı kesimden oluştuğundan, bu süreç daha da pekişen bir biçimde kendini göstermektedir (Emmanuel, 1976:63-64). İşte merkez-çevre kuramının determinizmi bu noktada belirlenmektedir: Bütün bu sömürü ilişkisi, kapitalist bir ortamda yer almaktadır. Daha doğru bir deyişle, --kapitalizm, merkez ve uydu ülkeler arasındaki bu hiyerarşik sömürü ilişkisidir.-- (Frank, 1967;Gülalp, 1979:30) . Böylece, sömürü ve --merkez-çevre-- hiyerarşisi, kapitalist dünya içindeki gelişmemiş ya da azgelişmiş ülkelerin yazgısı olmaktadır. | ||
![]() |
![]() | #89 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu nedenle, şimdiye kadar üretilmiş bulunan kalkınma modelleri, geri teknolojiye sahip ülkeler tarafından kullanılabilir modeller olmak niteliğine sahip değillerdir (Dos Santos, 1968:60). Bu yüzden geri teknolojiye sahip ülkeler, içinde bulundukları sömürü ilişkisini kırabilmek ve ileri teknolojiye sahip ülkelerle yarışabilmek için kendi aralarında işbirliğini sıkılaştırmak ve geliştirmek zorundadırlar (Kongar, 1979-c) . Bu çözüm, --merkez-çevre-- kuramının determinizminin getirdiği kaçınılmaz bir uluslararası gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeğin altında, ister ticaret, isterse yardım ilişkisi adı altında olsun, dünya kapitalist sistemine bağımlı olan gelişmemiş ülkelerin yalnız ekonomilerinin değil, sınıfsal yapılarının da kalkınma için gerekli niteliklerden uzaklaşması yatmaktadır (Arrighi ve Saul, 1968). Siyasal Şövenizm İşin ilginç yanı, genellikle emperyalizm kuramına dayalı olarak geliştirilen --merkez-çevre-- çözümlemesi ve buna dayalı olan --karşı emperyalist devrim-- tezi, ekonomik olduğu kadar, siyasal gerekliliklere de dayanmaktadır. Lenin'in çalışmasıyla ekonomik temelleri açısından olgunluk düzeyine erişen --emperyalizm kuramı-- bir süre sonra, yine siyasal yönleri açısından ele alınmaya başlandığında görüldü ki, olayın altında salt kapitalizmin iç dinamiğinden doğan gerekler değil, şöven bir milliyetçiliğin izleri de vardır (Fieldhouse, 1968) . Emmanuel'in de dediği gibi, --Uluslararası antagonizmler her zaman otomatik olarak sınıf mücadelesine indirgenemez. Bazen fabrikadaki antagonizmlerden ulusal antagonizmlere geçmemiz gerekir. Bu düzeyde, bir yandan, büyük uluslararası sermayeyle azgelişmiş halklar arasında; öte yandan da beyaz yerlilerin ve onların devletlerinin bu halkları tam olarak kolonileştirme tehdidinde bulundukları topyekün köleleştirme ve hatta fiziksel imha arasında ortak bir ölçü yoktur.-- (Emmanuel, 1975:41). | ||
![]() |
![]() | #90 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| B) Merkez-Çevre Kuramındaki Toplum Modeli Günümüzdeki azgelişmiş toplum modellerinin temelinde iki farklı görüş yatar. Birinci görüşe göre, bugünün azgelişmiş toplumları, yine bugünün gelişmiş toplumlarının geçmişleriyle aynı yapıya sahiptirler. Bir başka deyişle, bugünkü azgelişmiş toplumlar, yarınki gelişmiş toplumlardır. Gerekli zaman geçtiğinde, onlar da gelişme çizgisinde, ileri teknoloji ülkelerinin yapılarına kavuşacaklardır. Genellikle Batılılaşma ve modernleşme kuramlarının temelini oluşturan bu görüş artık çok önemli eleştirilere konu olmaktadır. İkinci görüşe göre, azgelişmişlik ne geleneksel, ne de özgün bir olgudur. Azgelişmiş ülkelerin bugünkü durumlarının ise gelişmiş ülkelerin dünkü durumlarıyla uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur. --Bugünün gelişmiş ülkeleri bir zamanlar gelişmemiş olsalar da hiçbir zaman azgelişmiş olmamışlardır.-- (Frank, 1975:104). Çünkü, bugünkü azgelişmiş ülkeler, çok gelişmiş ülkelerle etkileşim içinde bu noktaya gelmişlerdir. Bir başka deyişle, bugünkü azgelişmiş ülkeler, merkez ülkelerinin ürünüdürler. Çevre ülkelerini, yani azgelişmiş ülkeleri bu duruma getiren olay, bunların merkez ülkeleriyle olan ilişkileridir. --Bu ilişkiler kapitalist sistemin, dünya çapındaki yapı ve gelişmesinin zorunlu bir parçasıdır.-- (Frank, 1975:105). Görüldüğü gibi, birinci görüş, daha çok iç dinamiğe, ikinci görüş ise daha çok dış dinamiğe önem vermektedir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |