![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
![]() | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
GİRİŞ Amaç Genel amaç; Ofset Baskının tanımını yapmak ve özelliklerini araştırmak. Önem Hangi alanda olursa olsun, alanında uzman olabilmek için bilgi ve becerinin birbirini tamamlaması gerekir. Sadece kendimizi bilinçlendirmek olmamalıdır amaç. Faydalı olacağımız şekilde bireysel değil de, topluma, özellikle de eğitim veren birimlere, kurumlara yönelik hareket etmeli ve bilgi aktarımında bulunup, kaynak olarak sunmalıyız. Yöntem Bu bölümde araştırmanın yöntemi, evren, verilerin toplanması, verilerin çözümü, verilerin yorumu, süre ve maliyet belirtilmiştir. Araştırma Yöntemi Literatür tarama ve görüşme modeliyle yapılmıştır. Evren Ankara İli sınırlarındaki Matbaalar, Renk Ayrımcılarla sınırlıdır. Verilerin Toplanması Yazılı kaynaklardan bilgi topladım ve Ankara’da görüştüğüm matbaalardan özellikle kendi matbaamızdan edindiğim teknik bilgilerle destekleyerek konuyu geniş olarak ele aldım. Konuya kavranabilir, anlaşılabilir bir boyut kazandırdım. Süre Araştırma 02.12.2001 – 23.12.2001 tarihleri arasında yapılmıştır. Maliyet Araştırma 93 milyona malolmuştur. Fotokopi .......................................... 3.000.000 TL. Kağıt – Kırtasiye ............................. 4.000.000 TL. | ||
![]() |
|
![]() | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Satın Alınan Kitaplar........................ 15.000.000 TL. Ulaşım .............................................. 30.000.000 TL. Bilgisayar ......................................... 13.000.000 TL. Slayt (44 adet) .................................. 28.000.000 TL. Sayıltılar Bu araştırmada veriler aslına uygun olarak gerçeği yansıtmaktadır. Konu, gözlem ve inceleme tekniğiyle araştırma yaptım. Sınırlılık Ofsette kullanılan makinalar, ofset baskı sisteminin teknik özellikleri ve kullanılan malzemelerle sınırlıdır. | ||
![]() |
![]() | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1. BÖLÜM 1- MATBAACILIĞIN DOĞUŞU VE TARİHÇESİ İlk insanlar bile meramlarını anlatmak veyahut bir maksat ifade etmek zarureti hissettiklerinden yaşadıkları mağaraların duvarlarına etrafında gördükleri hayvanların, bitkilerin resimlerini çizerek dileklerini, isteklerini ifade ederlerdi. İlk insanların duydukları bu ihtiyaç, tarihi devreler değiştikçe artarak tekamüle doğru gitmiş ve birtakım işaretler ve resimlerden bir yazı şekli meydana gelmiştir. Bu yazı şekline Hiyeraoglif adı verildi. Bu işaretler ilk devirlerde kil çamur üzerine, birtakım kalıplarla basılmak veyahut çizilmek suretiyle tespit edilmiş ve bu çamur kitlesi pişirilerek dayanıklı bir şekle konulmuştur.[1] Ninano’da 1842 de başlayan kazılarda KRAL SARGON’un oyulduktan sonra pişirilmiş tuğlalardan kurulu bir kitaplığı bulunmuştur.[2] Asırlar geçtikçe yazı şekilleri ve kağıt yapılması gittikçe tekamül ederek (MAMÜSKRİ) yani el ile kitap yazılmaya başlanmış ve bu tarz dahi yüzyıllarca devam etmiş ve nihayet insanlığın bu büyük ihtiyacı on beşinci yüzyıl esnasında son bulmuştur. Profesör Dr. Helmut Bosser baskı sanatını (TABİ SANATI) Çin’de incelerken, Çinli yetkililerin verdiği malumata uyarak Istampanın tabı sanatının bir müjdecisi, bir ilk keşfi sayılamayacağını ve asıl baskı sanatının harflerin tek tek yapılması mümkün olduktan sonra başladığını beyan etmektedir. Prof Dr. H. B. Guttenberg’ten evvel ( Pi Şeng) adında Çinli Demircinin 1041 tarihinde Çin hurufatını demirden imal ettiğini fakat binlerce hiyeroglif şekilden ibaret olan Çin alfabesiyle kitap metinlerinin tertip edilmesi pek müşkül, hatta mümkün olamayacağından Çinli demircinin bu keşfi de tabı sanatının ıslahında bir rol oynamadığını söyledikten sonra Pi-Şeng’in bu keşiften evvel Türkistan’da yaşayan Uygur milleti tarafından tahtadan yapılmış tek tek harfler hakkında esaslı ve açık malumat mevcut olmadığından Uygur alfabe harflerinin de baskı sanatının ilerisi için kabul edilmez olduğunu kabul etmiştir.[3] | ||
![]() |
![]() | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 14. asır başlarında Uzak Doğu’dan öğrenilen bu klişe baskısı Hollanda’ya girdi. Fakat tutmadı. 1444 yılında Gutenberg baskıları gördü.[1] Johan GUTENBERG Gutenberg Almanya’nın Ren nehri sahilinde Mayens Şehrinde takribi olarak 1400 (H.830) senesinde doğmuş, zengin ve asil bir ailenin çocuğudur. Birkaç sanat tahsili gördükten sonra 35 yaşına kadar muhtelif iş ve mesleklerle meşgul olmuş ve bu yaştan sonra en önemli mesleği olan baskı sanatını almıştır. Gutenberg 1430 senesinde bir kuyumcu yanında oyma işlerinde çalışırken kafasında doğan, bütün milletlerin hayatına milletlerin hayatına yeni bir istikamet veren ve bu önemli keşif ve icadını uygulama sahasına koymak için mühim bir paraya ihtiyaç olduğunu anlamıştı. Kafasında tasarladıklarını yapabilmek için Strasburg şehrinde yaşayan üç kişinin iştirakiyle bir şirket kurdu. Gutenberg ve ortakları şehirden uzakça ve boş bir manastırın bir kısmını atölye haline koydular, harflerin kalıplarını hazırladılar. Harfleri önce demirden döktüler, demir madeni çok sert olduğu için kağıdı deliyordu, bunun üzerine kurşundan harf döktüler. Bu da pek yumuşak olduğundan çabuk eziliyordu. Baskı esnasında elde edilen tecrübelere göre kurşun antimon ilavesi ile demirden daha yumuşak fakat kromdan daha sert bir maden meydana getirdi. | ||
![]() |
![]() | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gutenberg ilk denemelerini 1436’da Strasburg’da yaptığı sanılmaktadır. 1450’de FAUST ve SCHÖFFER ile birlikte din kitapları, Latince gramerler, lügatlar, takvimler bastılar. Bu yeni buluş Ren vadisinden bütün Avrupa’ya yayıldı. Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde basımevleri kuruldu. Matbaanın bulunuşu ve yaygınlaşması toplumların hayatında bir çığır oldu.[1] II. TÜRKİYEDE MATBAACILIK Gutenberg’in buluşundan üç yüz sene kadar sonra, devrin sadrazamı olan Nevşehirli İbrahim Paşa, memlekette okuyup yazmanın ilerlemesini ve halkın cehaletten kurtarılmasını isteyen uyanık fikirli bir kişi olduğundan zamanında Paris sefiri olan Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi de babası ile Paris’te bulunduğu için matbaalar açılmasını düşünüyordu. Şair Mehmet efendi ile tanışan İbrahim Müteferrika adındaki lisan bilir ve bilgili bir zat, Sait Mehmet Efendinin babası Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşanın yardımı ile bir matbaa açmaya karar verdiler. Nevşehirli İbrahim Paşa softaların halkı ayaklandırıp isyan çıkarmamaları için bir yol buldu. O zamanın en büyük dini reisi olan şeyhülislamdan bir fetva alarak bu işi halletti. Şeyhülislam, açılacak matbaa ancak lügat gibi şeyler basılabileceğine dair fetva verdi. Sait Mehmet Efendi ile İbrahim Müteferrika 1729 senesinde İstanbul’da ilk Türk matbaası açtılar. Bu matbaanın bastığı ilk kitap VANKULU adında bir lügattır. | ||
![]() |
![]() | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Matbaa makinesini Türklere Kazandıran İbrahim Müteferrika (1674-1745); Macaristan’ın Kolazsuar kentinde doğmuş, 1692 yılında Macar kralı Thölköly’nin isyanı sırasında Türklere esir düşmüştür. Türkçe öğrenip Müslüman olmuş, aydın kişiliğiyle kendini kabul ettirmesini bilmiştir. Padişahın özel hizmetine geçmiştir. “Risale-i İslamiye” başlıklı Müslüman inançlarından söz eden küçük bir kitap yazmıştır. III. Ahmet’in bir mektubunu Viyana’ya Prens Eugen’e götürmüş 1716’da Avusturyalılara karşı ayaklanan Macarların tercümanı olarak Belgrat’ta bulunmuştur. İstanbul’da bir matbaa kurmak isteyen Sait Efendi ile tanıştıktan sonra bu işin gerçekleşmesi için çalışmıştır.[1] Makine ile kalıpları yurt dışından getirilen ilk matbaa, Müteferrika’nın Sultanahmet’teki evinde faaliyete başlamıştır. Bu çalışmalara devam eden Müteferrika bir ara Sadrazamın gözünden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir. 1745’de yoksulluk içinde ölmüştür.[2] Müteferrika hayatta iken 16 kitap daha bastı. Onun basımevinde genellikle 16-18 punto arası harfler kullanılmıştır. İkinci büyük basımevi 1796’da Hasköy Mühendishane’de, devletin yardımıyla Hendese Hocası Abdurrahman Efendinin nezaretinde kuruldu. Bu basımevi 1. Dünya Savaşına kadar çalışmalarını sürdürdü. 1802’de Üsküdar’da yine aynı kişinin nezaretinde üçüncü basımevi açıldı. Bu basımevi yeterince geliştikten sonra genel yayınlara başladı. 1831’de Takvim-i Vakayi gazetesini basmak üzere bir basımevi daha kurulmuştur. 1828’de Kavalalı Mehmet ali Paşa Kahire’de Bulak Basımevini kurdu. | ||
![]() |
![]() | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1840’da Abdülmecit’in izniyle özel basımevlerinin kurulması teşvik edildi. Bundan sonra bir çok özel basımevi kuruldu. Tanzimat’a kadar (1839) Türkçe olarak basılan kitapların sayısı yaklaşık 200 kadardı. 1864’de Darüttıbaa ile Takvim-i Vakayı basımevleri birleştirildi. 1901’de kapatılan bu basımevi II. Meşrutiyetten sonra tekrar açıldı. Cumhuriyet devrinden önce “Milli Matbaa” daha sonra “Devlet Matbaası” adını aldı. 1939’da MEB emrine verildi. Son yıllarda geliştirilerek büyük ve mükemmel bir basımevi haline getirildi. Ankara’da Başbakanlığa bağlı üç basımevi olan Devlet Matbaası, Askeri Matbaa ve Maarif Matbaası birleştirildi. Ankara ve İstanbul’da resmi ve özel matbaalar birbiri ardına açılmaya başladı. 3 Kasım 1928’de yeni harflerin kabulünden sonra Linotype (dizgi) ve baskı makineleri dış ülkelerden getirilerek gazete ve kitap basımına geçildi.[1] III. TÜRK BASINININ OFSETE GEÇİŞİ Türk basınının teknolojik gelişmeleri iki ayrı dönemde olmuştur. Bu gelişmelerden birincisi 1960’lı yılların sonlarında ve 1970’li yılların başlarında tipo baskıdan sıcak dizgiden ofset basıma ve elektronik dizgiciliğe geçmekle gerçekleşmiştir. İkincisi ise 1980’li yıllarda bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin, basın sektörüne yansıması ve bu yansımaların doğurduğu gelişmelerin Türk Basınını etkileyerek Türk Basınını editöryel ve üretim aşamalarında bilgisayara geçilmesidir.[2] Türk Basınına ilk ofset makineyi 1967 yılında Haldun Simavi getirmiş ve bu makineden temiz baskılı ve yazı ile fotoğrafların bulunduğu gazete (Günaydın) basılmıştır. Bu gazete çok rağbet görmüş ve iyi bir traj yapmıştır. | ||
![]() |
![]() | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu durum diğer gazeteler için itici bir faktör olmuş, gazeteler birbirini izleyerek ofset baskıya geçmeye başlamıştır. 1960’lı yılların sonlarında Hürriyet ile Web ofset arasında bir rekabet oluşmuştur. Çünkü Haldun Simavi, Hürriyet grubundan ayrılarak son gazetesini ve daha sonra da Günaydın’ı çıkarmış, bu rekabet bir ağabey-kardeş yarışmasına dönüşmüştür. Haldun Simavi “ben babama dayanmadan da iş yaparım” diyerek, Hürriyet’i kardeşine bırakmış ve kendisi yeni bir müessese yaratmıştır. Bu yarışma daha sonra Hürriyet’in de teknolojik hamle yapmasına neden olurken, Hürriyet’i takiben 1972’lerde Milliyet ve Tercüman, 1982’de Cumhuriyet ofsete geçmiştir. Başkurt Okaygün, Türk Basınında ofset teknolojiye geçişi şöyle anlatmaktadır. “Babıali’ye ofset rotatiflerin girişi 1960’lı yılların başındadır. İlk olarak Simavi ailesi ‘Web Ofset İleri Matbaacılık A.Ş.’yi kurdu. Başlangıçta bir gazete çıkarmayı düşünmemişlerdi bu tesislerde. Yani gazete basmak için getirmemişlerdi. Ofset, o yıllarda dünyada da çok yeni bir teknikti. Sadece Amerika’da kullanılıyordu. Haldun Simavi, bir Amerika sırasında görmüştü bu tekniği. Ülkemize de böyle geldi. Bir rastlantıyla... galiba 1964 yılındaydı, ilk olarak “Foto Roman” diye haftalık bir dergi çıkarttılar bu tesislerde. Sonra da “Yeni Gazeteyi”. Yeni Gazete siyah beyaz, temiz baskılı ciddi bir gazeteydi. Haftada bir iki kez de renkli resim basarlardı. Ama bu gazete tutmadı. Daha sonra “Son” diye bir akşam gazetesi çıkarttılar bu tesislerde. Bu ara iki kardeş ayrıldılar. Web Ofset grubu Haldun Simavi’de kaldı. Haldun Bey’de 1968’de Son’u kapatıp Günaydın’ı kurdu”. Bu arada Dinç Bilgin’in Demirtaş Ceyhun’a belirttiğine göre Yeni Asır 1967 yılında, yani Günaydın’dan önce ofset teknolojiyle basılmaya başlamıştı. Türk Basınında ofsete geçiş gibi, hızlı bir teknik sıçramaya niçin gereksinim duyulmuştu? Bunu Hasan Pulur şöyle anlatmaktadır. | ||
![]() |
![]() | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Gazetelerimizin ofset sistemine geçmesinin temel nedeni bence 1950-60 arasında uygulanan karayolu politikasıdır. Bu politikayla kısa süre içinde yapılan karayolları, 60’lı yıllarda artık, ülkenin hemen hemen her yerine ulaşma olanağı getirdi. Şayet bu kara yolları yapılmamış olsaydı, gene öteki büyük kentlerimiz Ankara, İzmir ve Adana’nın İstanbul ile düzenli uçak bağlantıları kurulmamış olsaydı ne böylesine büyük yatırımlara gidilirdi, ne de bu büyük teknik değişim gerçekleşirdi”. Recep Bilginer ise ofsete geçişteki teknik sıçramayı şöyle yorumluyor: “Babıali’nin bu kadar süre içinde gerçekleştirdiği bu büyük teknik sıçramayı bence birazda özel sektörün reklam kampanyalarının başlaması ve hızla artması zorunlu kıldı. Yani reklamların daha temiz, daha güzel, daha renkli basılabilmesi için de daha çok satmaya uğraştılar. Dolayısıyla daha çok satabilmek için magazinleştiler. Böylece bir kısa döngünün içine düştüler.[1] II. BÖLÜM 1. OFSET BASKI SİSTEMİNİN TARİHİ GELİŞİMİ Düz baskıyı Alois Senefelder adlı bir Alman bulmuştur. Senefgelder, 1771’de Prag’da doğmuş, öğrenciliğinde tiyatro oyunları yazmış ve bunları tipo matbaacısına bastırıştır. Ancak matbaacının zaman zaman kendisini oyalamasına kızmış ve kendi baskısını yapmak isteyerek çalışmalara başlamış ve tesadüfü taş baskıyı bulmuştur.[2] Bu taş baskıyı tarih olarak 1799’da bulduğu belirlenmiştir.[3] | ||
![]() |
![]() | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sedefelder daha önceki eserlerini bakır plaka üzerine yazıyor ve bu plakadaki yazıları asitle indirip baskı yapıyordu. Ancak plakalar basıldıkça yıpranıyor ve inceliyordu. Bunun üzerine taş üzerinde aynı işlemi uyguladı. Ancak boyaların taş üzerinden temizlenmesi oldukça zaman alıyordu. Bir gün sabun, balmumu ve is karışımı ile yaptığı bir nevi boya ile taş üzerine yazılar yazdı ve nitrik asitle taşı indirdi. Böylece bir çeşit tipo kalıbı hazırlayıp ters baskı yaptı. Bu çalışmalar onun başarıya giden ikinci etabını teşkil etti.[1] Sonra gözenekli bir kiraç taşı üzerine yağlı mürekkeple bir şey yazıldığı zaman suda eritilmiş Arap zamkı ile yağlı mürekkebin yayılması önlenebiliyordu. Gerek yağlı mürekkep ve gerekse zamk çözeltisinin bir miktarı taşa nüfuz esiyordu. Kuruduktan sonra taşın yüzeyi temizlenip daha sonra bir sünger ile ıslatılır ve üzerinde mürekkeplendirilmiş bir merdane ile geçirilirse merdanedeki yağlı mürekkep taşın yüzeyinin yüzeyindeki birinci işlemde mürekkeple işaretlenmiş ve mürekkep emmiş kısmı tarafından kabul edilir. Taşın ıslak olan diğer kısımları mürekkebi reddeder. Bu suretle taşın üzerinde yapılmış olan ilk şekil tekrar meydana gelir. Bu şekil baskı yolu ile bir kağıda nakledilir. Bu taş baskı sistemi baskının temelini oluşturdu.[2] 1905 yılında Amerikalı Ruber bir tesadüf sonucu ofset baskıyı bulmuştur. Rubel taş baskı sistemine benzeyen ters şekilli çinko kalıp ile çalışan rotatif makine üstünde çalışırken düz baskıyı bulmuştur. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
![]() LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/b%E6sin-yayin/22088-ofset-baski-ve-tanimi/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
Untitled document | This thread | Refback | 06-08-2007 16:15 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |
![]() | ![]() |