|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
09-02-2007, 11:19 | #21 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birinci Dünya Savaşı'nın sonundaki perişan ve çaresiz durumda, bir tek insan, M. Kemal topyekün kurtuluş ve tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşüncesiyle Samsun'a geldi. O'nun yola çıktığı sırada ise Yunanlılar İzmir'i işgal ediyorlardı. Padişah ve Hukümet ise İzmir'i Yunanlılara veren İngilizlerin hala körü körüne her isteğine boyun eğiyorlardı. Düşmanla işbirliği yapan Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin bu tutumları karşısında M. Kemal, ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik savaşının esaslarını Amasya'da ulusu ve orduyu Padişah - Halifeye karşı ayaklandırmak şeklinde belirledi. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde de bu esaslar içinde yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşunun ulusal bilinçlenme, idari, siyasi örgütlenmesini de gerçekleştirdi. Misak-ı Milli ile bu esaslar İstanbul'da bir kez daha ortaya konunca İngilizler, İstanbul'u işgal ettiler. Bundan yılmayan M. Kemal, Ankara'da ulusun meşru iradesinin eseri olan ulusal egemenlik prensibini B.M.M. ile ortaya koydu. Fakat bütün bunların gerçekleşmesi çok büyük güçlükler ve olanaksızlıklar içinde yapılıyordı. Bir yandan İtilaf Devletleri ve Yunan saldırısı ve baskıları bir yandan Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin M. Kemal ve B.M.M.'ni gayri meşru ilan etmesi, Türk Ulusu'nu olumsuz yönde etkiledi. Türk Ulusu, yüzlerce yıldan beri dini ve geleneksel iktidar kabul edilen Padişah - Halife ile bu değerleri yıkan ve yerine ulusal, egemenlik değerleriyle ulusu bir araya toplamak isteyen M. Kemal hareketi arasında bir süre bocaladı. Yer yer B.M.M.'nin otoritesine karşı ayaklanmalar çıktı. Doğu Anadolu'da Ermenilere, Güneyde Fransızlara karşı savaşıldı. Batıda Yunan Taarruzu ve iç ayaklanmalara karşı Kuva-yı Milliye ile çözüm bulan B.M.M. daha sonra düzenli ordu kurar. I. ve II. İnönü Savaşları ile ilk askeri başarılarını sağladı. Diğer yandan dış ilişkilerde Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nı imzaladı. Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu'nu yendi. Fransa ile de anlaşan Türkiye İtilaf blokunu da parçaladı. 26 Ağustos 1922'de başlayan ve 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusu'nun denize dökülmesi ile son bulan Büyük Taarruz, Türkiye gerçeğini ve Türk Ulusu'nun yenilmez azmini bütün dünyaya kanıtladı. Askeri başarısını Mudanya Ateşkesi ve Lozan Antlaşması ile de onaylattı. Emperyalizme karşı yapılan bağımsızlık savaşını kazanan, "Türk Mucizesi"ni yaratan Türkiye'nin bu başarısı bütün Mazlum Uluslara örnek oldu. | ||
|
09-02-2007, 11:20 | #22 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| M. Kemal Kurtuluş Savaşı'nın bittiği yerde; Türkiye'nin çağdaşlaşma savaşını başlattı. 1 Kasım 1922'de Saltanat'ın kaldırılışı ve 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in İlanı ile Türkiye yeni devlet sistemini Fransız Devrimi ile ortaya konan insan haklarına dayanan "Ulusal ve Laik Devlet"i gerçekleştirmiş oldu. Ancak, çağdaş devlet ve ülke olma mücadelesi için Türk Devrimi'nin başarılması için Cumhuriyet döneminde Atatürk 'ün yeni mücadele vermesi gerekiyordu. Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366 CUMHURİYET DÖNEMİNDE LAİKLİĞE KARŞI OLAN TEPKİLER Cumhuriyet Türkiye’sinde de köklü bir muhafazakarlık her zaman olmuştur. Böylesi durumların gelişen her toplum için geçerli olduğu şüphesizdir. Türkiye’de özellikle 1970’lerden sonra süreklilik kazanan hızlı ekonomik ve sosyal yapı değişikliği ve onun yol açtığı siyasal topluluklar, bunalımlar, laik cumhuriyete alternatif rejim arayışlarını günümüze dek gündemde tutmuştur. Yapısal değişme sorunlarıyla boğuşan Türkiye’de radikal İslam’ i akımlar örgüt ve programlarla siyaset sahnesine çıkmışlardır. Ama bunların başarılı olması mümkün değildir. Çünkü Türkiye nüfusun büyük çoğunluğu cumhuriyetin ilanıyla benimsenen gelişme modeline olan inançlarını yitirmemişlerdir. Bu model demokrasi, laiklik, hür teşebbüs ve özel mülkiyete dayanan yarışmacı Pazar ekonomisi ve reformculuk ilkeleri temeline oturur. Bu modele demokratik yollardan varılmasını savunanlar ise Türk halkının %76,4 ünü oluşturmaktadır. | ||
09-02-2007, 11:20 | #23 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ayrıca Türkiye’deki dinsel gruplar ve örgütler, ortak bir ideolojik şemsiye ve eylem programı altında birleşmiş olmaktan uzaktır. Buna hepimiz Sivas olaylarında açıkça şahit olduk. Onların üzerinde tek birleştikleri konu günlük hayatta gözlenen ahlaki yozlaşma ekonomik alandaki adaletsizlikler yolsuzluklar ve idari alanda algılandıkları beceriksizlikler ile yetersizliklerdir. Bunlar ulusçuluğa ve demokrasiye düşmandırlar. Her iki olguya da dine hakaret, Allah’ın öngördüğü düzene ihanet diye bakmaktadırlar. Bu düşüncede olan bireylerin ait oldukları geleneksel sosyo-ekonomik düzen çökmüştür ve yeni ve modern dünyada kendilerine uygun bir yer bulamamak endişesini taşımaktadırlar. Kendilerini ellerinde kalan tek kimlik belgesine Müslümanlığa sarılmakta kurtarabileceklerini sanmaktadırlar. Dünyada kıran kırana rekabetin hızlı değişimin ve gelişimin yarattığı müthiş dinamizm’ anın karşısına çağdaş fikirlerle donatılmamış durağan bir sistemle çıkmaktadırlar fakat onların istedikleri geleneksel veya İslam’ i sistemin karşısında da günümüz Türkiye’sinin hedef olarak seçtiği modern Türkiye imajıyla bağdaşmayacağını bilen aydın Türk halkı çıkmaktadır. Ancak laikliğin kalıcı olması, onun devlet tarafından güvence altına alınmasını da gerekmektedir. Aksi takdirde iktidarı demokratik veya yasadışı yollardan ele geçiren bir toplumsal güç tüm siyasal özgürlükleri ortadan kaldırarak kendi çıkarlarını ve grup ideolojisini toplumun tümüne zorla uygulayabilir. Bunu önlemek için cumhuriyet anayasaları irtica’ yı ve irticai örgütleri yasadışı sayarak dinsel örgütlerin siyasal organlar haline dönüşmesini yasaklamıştır. | ||
09-02-2007, 11:20 | #24 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yüzyıllar boyunca her şeye dinsel açıdan bakmaya alışık bir toplumun laikliğe yönelivermesi elbette kolay değildir. Bu nedenle Atatürk gerici tavır ve Türkiye cumhuriyeti ilke ve inkılaplarına bağlı olan herkesin de disiplinle böyle hareket etmesini istemiştir. Ve o bu konuda şöyle demiştir: “Birtakım şeyhlerin dedelerin seyyidlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürürlenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan kurulu bir topluma uygar bir ulus gözüyle bakılabilir’ mi? Gerici fikirleri güdenler belirli bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar bu katiyen bir vehimdir. Zandır. İlerleme yolumuzun üstüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz yenilik vadisinde duracak değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor biz bu ahengin dışında kalabilirmiyiz? Hiçbir mantıksal kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin inançların korunmasında direnen ulusların ilerlemesi çok güç olur belki de hiç olamaz biliniz ki uygarlığın buluşları tekniğin harikaları dünyayı değişmeden değişmeye uğrattığı bir çağda yüzyıllık çağı geçmiş düşüncelerle eskiye bağlılıkla Türkiye cumhuriyeti çağdaş medeniyet düzeyine ulaşamaz. Bugün sizlere düşen görev Atatürk’ün esaretten ve donmuşluktan kurtulma yolunu açarak yirminci yüzyılda İslamiyet ’ede en büyük hizmeti yaptığını anlatmak akılcılığa çağdaş bilime çağın medeniyetine yönelmek zorunluluğu ile milletin büyük çoğunluğunun İslam dininin özüne bağlılığı arasında gerekli uyum ve sentezi gerçekleştirmek.” | ||
09-02-2007, 11:20 | #25 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bunu yapmak zorundasınız çünkü laiklik ülkemizde tarihi gelişimi içinde değerini bulmuş ve bedeli ağır ödenerek yerleşmiştir. Ne var ki her şey bitmemiştir. Son aylarda gizli ve açık yönlü tutum ve faaliyetlerini sürdüren yıkıcı akımlar uygun alanlara yerleşme fırsat ve olanaklarını aramakta olup milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eder duruma gelmişlerdir. Laik devlet kavramına ve laik sosyal yapıya yönelik bulunan irtica ile mücadele etmek anacak Atatürk ilke ve inkılaplarının korunması ve topluma mal edilmesiyle olur. Bunda da tek araç eğitim yoluyla iknadır. İnandırmadır. Bütün eğitim araçlarını seferber ederek iletişim vasıtalarını kullanarak laikliğin anlamını açıklamak ve esasta din ve vicdan hürriyetinin asıl teminatı olduğunu bıkmadan anlatmak gereklidir. Fakat bunda da başarılı olunmazsa tek çare olarak Atatürk’ün irticaya karşı 1938 yılında söylediği kararlı ve inançlı şu sözü rehber alınmalıdır. “Tek başıma kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm” Türkiye cumhuriyeti Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen ulusal bağımsızlık ve çağdaşlaşma yönünde bir toplumsal yeniden biçimleniş sürecini yaşamaya başlamıştır ve yaşaya gelmektedir. Bu yeni toplumsal biçimleniş bağımsızlık ve özgürlük ilkelerini temel almıştır. Bağımsızlık ve özgürlüğün vazgeçilmez gereği olarak da laik dünya toplum ve insan anlayışını kendine merkez yapmıştır. | ||
09-02-2007, 11:20 | #26 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Atatürk’e tüm insanlığın saygınsını kazandıran işte böyle bir aydınlanma çağını Türk toplumuna getirmesi; Türk toplumunda bu yönde demokratik toplumsal dayanışma sağlanmış olmasıdır. Hukukun üstünlüğünü ve hukuk devleti ilkesi ile keyfi yönetimi sona erdirmesi kadın hakları konusunda dünyaya örnek olacak değerde atılımlar yapması Atatürk’ün duygusallığı değil evrenselliği kısmiliği değil bütün anlamayı ayrıcalığı değil liyakat’ ı ve başarmayı ilke edinmesiyle bağdaştırılabilir. Türk siyasal yaşamındaki gelişmeler ve çağdaş düşünce akımlarının yaygınlaşması sonucunda din in Türk siyasal yaşamında etkisi ve önemi giderek azalmaktadır. Fakat din perdesi arkası din perdesi arkasına gizlenerek gerici düşünceyi topluma egemen kılmaya çalışman ve geleneksel toplumu sürdürmek isteyenlere her yerde ve her zamanda rastlamamızda mümkündür bunun için toplumumuzun her kısmındaki yurttaşlara ve bizlere düşen görev Atatürk’ün bilim ve sanat alanlarında yaratıcılığa açtığı yolları demokratik bir toplumsal dayanışmaya temel olmak üzere oluşturduğu laik ulusal toplum üyeliği bilincini yurttaşlık bilincini her bireye aşılamaya çalışmaktır. | ||
09-02-2007, 11:20 | #27 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türk inkılabının önderi Atatürk’ün İslam dini ile ilgili olmayan boş inanç ve bağnazlıklardan sıyrılmak us’a bilime dayalı bir gelişmeye yönelmekle ilgili sözlerini kendimize rehber almayız bunlar: “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimin amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bunun anlam ve biçimi ile uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılabımızın temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünüşleri yok etme zorunludur. Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturan bu düşünüşte bulunanlar olmuştur. Herhalde düşüncelerde yer alan boş inançlar tamamen atılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeğin ışıklarını yerleştirmek olanaksızdır.” “Ölülerden medet ummak uygar bir toplum için ayıptır. “Baylar ve ey ulus biliniz ki Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler müritler mensup ( Tarikata bağlılar) ülkesi olamaz en doğru en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Biz uygarlıktan bilim ve fenden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz başka bir şey tanımıyoruz. Tekkelerin amacı halkın akli dengesini yitirmek ve aptal yapmaktır. Halbuki halk akli dengesini yitirmemeye ve aptal olmamaya karar vermiştir. O büyük insan Türk milletinin gerçekleri görmesini isteyerek şöyle der: | ||
09-02-2007, 11:20 | #28 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gerici fikirleri güdenler belirli bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar bu katiyen bir vehimdir, zandır. İlerleme yolumuzun üstüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde duracak değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?” “Uygar olmayan insanlar uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.” Sonuç olarak diyebiliriz ki Atatürk, Türkiye cumhuriyetini çağdaş temeller üzerine kurarken, Türk toplumunu ümmet çağı anlayış ve tutumlarından özgür düşünce ve inanca sahip bir Türk ulusu olmanın bilincine kavuşturmak istemiştir. Bunun tek yolu da laikliği uygulamak ve uygulatmaktır. “Bütün yurttaşların kanun karşısında eşit tutulması” demek olan halkçılık, ancak laiklikle mümkündür. Çünkü içinde çeşitli dinlere bağlı uyrukları toplayan bir devlet din ve dünya işlerini tamamıyla birbirinden ayıramayacak olursa hem din mensubu için ayrı ayrı yasalar uygulamak zorunda kalacaktır ki bu durum, bütün bireylere eşit muamele yapmayı imkansız kılacağı gibi devletin siyasal bütünlüğünü de tehlikeye düşürecektir. Atatürk’ün duygu, düşünce ve tüm hareketlerinde tam bağımsızlık ve çağdaşlıkla nitelenmiş bir ülke bütünlüğü amaçladığına göre laik devrim ilkesinin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun için laikliğin titizlikle korunması gerekmektedir. | ||
09-02-2007, 11:21 | #29 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir bütün olan Atatürk ilke ve inkılapları bizim yaşam kaynağımızdır. Tümünü her koşulda her yerde ve her zaman korumak hepimizin ulusal ödevi ve onur borcudur. Bu görevimizi yerine getirirken karamsarlığa düştüğünüzde şu sözü unutmayınız. “Gecenin en karanlık olduğu ve hiç bitmeyecek sanıldığı zaman gün doğuşunun en yakın olduğu zamandır.” | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |