![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
|
![]() | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Şimdiye dek Türkiye'de yapılan çalışmalar, genellikle devrim tarihi ve bir devrimin nesnel koşulları üzerinde çok durduğu için, irdelemelerimi daha çok bir devrimin öznel koşulları üzerinde odaklaştırdım. Böylece Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Devrimi'ne katkısını daha iyi belirleyebileceğimi umdum. Yine de kitabın bütünlüğü açısından, bir devrimin genel koşullarını aramaya çalıştığım bu bölümü bitirmeden, nesnel koşullar açısından Türk Devrimi'nin bir dökümünü yapmak gereğini duydum. Böylece, bir devrimin öznel koşullarını incelemeye ve Mustafa Kemal Atatürk'ü çözümlemeye çalıştığım bölüm daha anlamlı olur diye düşünüyorum. Türk Devrimi'nin nesnel koşullarını, bir devrimin nesnel koşulları adı altında dökümünü yapmaya çalıştığım ilkelere göre, aynı sistematik içinde kısaca ele alacağım. Bu çabam sırasında, Türk Devrimi'nin içinde oluştuğu ülke ve dünya koşullarının da daha iyi anlaşılacağını umut ediyorum. | ||
![]() |
![]() | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1) Ekonomik Koşullar İmparatorluk, ekonomik bakımdan bütünüyle çökmüştü. Şimdi bu koşulları genel kuramsal çerçevemize göre sıralayalım: a) Osmanlı İmparatorluğu'nda ulusal gelir dağılımı yalnızca çeşitli sınıflar ve gruplar açısından adaletsiz olmakla kalmıyordu. Aynı zamanda kapitülasyonlar yolu ile Türk-Müslüman olmayan teba, tüm Osmanlıyı sömürüyordu. Hem iç sömürü oranı çok yüksekti, hem de bu sömürü sonunda elde edilen gelir içerde kalmıyordu. b) 3'üncü Ahmet devrinden itibaren başlayan, Batı'ya yetişme çabası ve --reform-- arayışları, ekonomik olanakların çok önüne geçmişti. Bir başka deyişle, toplumun ve yönetimin siyasal, toplumsal, askeri ve ekonomik beklentileri, ekonominin büyüme hızını çok aşmıştı. c) Osmanlı yönetimi ve halkı, özellikle yabancıların ekonomik alanda yaptıklarını gözlemek fırsatına sahiptiler. | ||
![]() |
![]() | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gerek tarım alanında, gerekse sanayi alanında özellikle yabancı uyruklu olan azınlıkların yaptıklarını tüm ülke görüyordu. Bunların bir bölümü Osmanlı doğumlu oldukları halde yalnızca kapitülasyonların ayrıcalıklarından yararlanmak için ülkedeki yabancı konsolosluklar aracılığı ile yabancı uyruklu olmuşlardı. Bu etkinlikler, Osmanlılar arasında da --niçin biz yapamıyoruz?--, sorusunun sorulmasına yol açmaya başlamıştı. d) Toplumda üretimin arttırılmasını engelleyen yapısal darboğazların tümü vardı. Teknoloji geriydi. İlişkiler hala feodal düzeydeydi. Gerek sermaye, gerekse teknik bilgi yetersizdi. Bağımlılık ise, dışa doğru tümüyle tek yönlüydü. e) Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar önceleri İmparatorluğun çeşitli yerlerinden doğrudan artı ürün alan bir yapıya sahiptiyse de, sonraları bu gelir kaynaklarının tümünü yitirmiş ve sonunda da kendi artı ürünü dışarı aktarılır duruma düşmüştü. | ||
![]() |
![]() | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu nedenle sorunlarını, dışardan kaynak aktararak çözmesi olanağı yoktu. Dış kaynaklar olarak başvurduğu borçlanma mekanizmaları ise bir süre sonra tam bir iflas ile sonuçlanmıştı. Bu iflas sonunda, yabancı alacaklılar, ülke gelirlerine doğrudan doğruya el koymuşlar, bazı vergileri kendileri toplayarak borçlarını kapatmaya başlamışlardı. --Genel Borçlar-- anlamına gelen --Düyunu Umumiye-- devlet içinde ayrı bir devlet olmuştu. Düyunu Umumiye o denli sağlam ve güçlüydü ki, Osmanlı Devleti'nin memuru olmaktansa, Düyunu Umumiye memuru olmak tercih ediliyordu. Çünkü, zaman zaman Osmanlı Devleti maaşları ödemekte güçlük çekiyordu. Oysa, temel gıda maddelerinden alınanlar başta olmak üzere, en güvenli vergi gelirlerine el koymuş olan Düvunu Umumiye yönetiminin böyle bir sorunu yoktu. f) Bir yandan yabancıların tüm artı ürün ve artı değeri yurt dışına götürmesine yol açan ekonomik imtiyazlar, öte yandan alınan borçlar sonunda iflas etmiş bir ekonomi, yani bir yandan kapitülasyonlar, öte yandan Düyunu Umumiye, Osmanlı İmparatorluğu için hiçbir biçimde hiçbir çıkış yolu bırakmamıştı. | ||
![]() |
![]() | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ekonomik koşulları genel olarak değerlendirdiğimiz zaman, İmparatorluğun ekonomik olarak çökmüş, bitmiş olduğunu hemen görüyoruz. Bu nedenle, yalnız ekonomik nedenler bile Osmanlı İmparatorluğu'nda bir devrimin nesnel koşulları için yeterliydi. Bir başka deyişle, yalnızca ekonomik koşullar, Türk Devrimi'ni zorunlu kılıyordu. Çünkü bu ekonomik koşulları, bir devrimden başka yolla değiştirmenin yolu yoktu. ::::::::::::::::::: 2) Toplumsal Koşullar a) Osmanlı toplumu, sahip olunan değerler ve kurallar açısından tam bir kargaşa, toplumbilimsel deyimi ile, tam bir anomi içinde görünüyordu. Bir yandan İslam değerleri yozlaşmış, öte yandan Batı değerleri topluma bölük pörçük bir biçimde sızmıştı. | ||
![]() |
![]() | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yöneticiler, topluma olan egemenliklerini tümüyle yitirmişler, genel istek ve beklentilere yanıt veremez duruma düşmüşlerdi. Halk bir yandan sürekli uğranılan savaş yenilgileri sonunda büyük göçlerle karşı karşıya kalmış, öte yandan günlük yaşamını sürdürmek konusunda bile akıl almaz güçlüklerin işine düşmüştü. Bu durumda, ne günlük yaşam açısından, ne de gelecek açısından bir umut kalmıştı. Tüm bu belirtiler ve koşullar, anomi'nin en önemli göstergelerinden biri olan umutsuzluk duygusunu gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan son derece yaygınlaştırmıştı. b) Osmanlı toplumundaki farklı cemaat ve milletleri birarada tutan dinsel, toplumsal, kültürel tüm kurumlar işlevlerini yitirmişlerdi. Ne siyasal, ne mesleksel, ne de dinsel etkinlikler insanları birbirlerine bağlamaya yetiyordu. | ||
![]() |
![]() | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| c) Toplumdaki tutarsızlıkların, çatışma ve çelişkilerin haddi hesabı yoktu. Hemen hemen her alanda çelişkiler vardı. Bir yanda en Avrupai yaşam biçimi, öte yanda en dinsel ve yoksul yaşam biçimi, aynı mahallede bile gözlenebiliyordu. d) Tüm bu özelliklere ek olarak, Osmanlı toplumu henüz kapitalistleşememiş bir toplumdu. Bu nedenle de, merkezi bir feodal yapıdan dolayı, oldukça basit bir ilişkiler ağına sahipti. Sonuç olarak da özellikle asker ve sivil aydınlar arasındaki huzursuzluklar, ortamı bir devrim için son derece elverişli duruma getirmişti. e) Toplumdaki farklı sınıf ve grupların çıkarları tam bir kargaşa içinde, ancak güçlü olanın ve bu gücünü kullananın elde edebildiği çıkarların egemenliği altındaydı. | ||
![]() |
![]() | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Farklı grup ve sınıfların çıkarlarını geleneksel ve barışçı yollarla biraraya getirecek mekanizmalar ya yoktu, ya da çökmüştü. Örneğin, parlamento fiilen hiçbir işe yaramaz hale gelmişti (Oysa aynı --parlamento--yu Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl işlevsel kıldığı hiç unutulmamalıdır). f) Çağdaş toplumlarda bile zor görülen toplumsal hareketlilik, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde çok az sayıda kişi için (savaş vurguncuları için) belki geçerliydi. Fakat, Osmanlının zaten durağan bir yapıya göre örgütlenmiş olan ilişkiler ağı, toplumda yukarı hareketliliğe izin verecek nitelikte değildi. g) Osmanlı geleneğinde gerek asker ve sivil bürokrasinin genel olarak, gerekse sivil bürokrasinin bir bölümünü oluşturan --Ulema--nın özel olarak, önemli bir belirleyici rolü olduğu bilinen gerçeklerdendir. Zaman zaman --Ulema-- ile --Yeniçeri-- birleşerek Osmanlı tahtını bile denetim altına almışlardır. | ||
![]() |
![]() | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İşte, Tanzimat ve Islahat Fermanları ve Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile daha da güçlenen --bürokrasi--, İmparatorluğun çökmekte olduğunun farkındaydı. O zamanlar hemen hemen --bürokrasi-- ile aynı anlamda alınabilecek olan aydınlar da artık İmparatorluğun elden gittiğinin bilincine, varmışlardı. Yalnız burada önemli olan bir nokta, --aydınlar-- denilen kesimin kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturmadığıdır. Bir bölümü İslam düşüncesine sığınırken, başka bir bölümü, neredeyse kanımızı bile Avrupa ile değiştirmekten söz ediyordu. Ancak, tüm grupların ortak bir noktada birleştikleri görülüyordu: İmparatorluk batmaktaydı ve şöyle ya da böyle kurtarılması gerekliydi. Farklı görüş ve düşüncede olan aydınların tümü, yönetimin artık bu biçimi ile İmparatorluğu sürdüremeyeceği konusunda anlaşmış görünüyorlardı. Bu aralarda aydınlara karşı (ilerde siyasal koşullar bölümünde ayrıca da değinileceği gibi) büyük baskılar uygulamaya başlanmıştı. Örneğin, ünlü yazar ve gazeteci Şinasi, Meclis-i Maarif'teki görevinden, sakalını kestiği gerekçesi ile Ali Paşa tarafından alındı. Asıl neden, hükümeti eleştirmesi ve Ali Paşa ile arası açılmış bulunan Reşit Paşa yanlısı olmasıydı (Ülken, 1966:79). | ||
![]() |
![]() | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birbirleriyle anlaşamayan aydınlar, işlerin kötü gittiği konusunda anlaşıyorlardı. h) Osmanlı aydını açısından da halk açısından da beklentiler, toplumun sağladığı olanakları aşmıştı. İlginç olan nokta, bunun nedeninin, Batı toplumlarının sergilediği örnekler, ya da dıştan gelen tüketim normları değil, doğrudan doğruya Osmanlı toplumunun geçmişi olmasıydı. Bir zamanların görkemli Osmanlı toplumu ve onun sağladığı olanaklar hiç kuşkusuz hala belleklerde yaşıyordu. Bu açıdan tüm toplumun, güncel olarak sağlanan olanaklardan daha yüksek beklentilere sahip olması tarihsel bir birikimin ve kültürün sonucuydu. --Eski güzel günlerin-- hayali, toplumun tüm kesimleri için geçerliydi. Bu yüzden, artan huzursuzluk mevcut düzen hakkındaki açık memnuniyetsizliğe dönüşmüştü. ı) İmparatorluk, çeşitli etnik ve dinsel grupların Türk yönetimi altında toplanması ile varlığını sürdürüyordu. Gerek mevcut yönetimin gücünü ve etkinliğini yitirmesi, gerekse genel memnuniyetsizliğin yaygınlaşması, bu farklı grupların İmparatorluğa olan bağını büyük ölçüde gevşetmişti. Merkezi otoritenin zayıflaması sonunda, farklı etnik ve dinsel grupların ayrılıkçı istekleri arttığı gibi, merkezle olan siyasal ve ekonomik bağları da son derece gevşemişti. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |
![]() | ![]() |