![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #31 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir süre sonra, Venedikliler de aynı yolu izleyerek, Ceneviz gibi bir anlaşma yapmayı başardılar ve kendi mahallelerini kurdular. Bu dönemde oluşan ticari geleneklerin, miras olarak Osmanlı İzmir’ine kaldığına kuşku yoktur. XIV. yüzyılda İzmir, her ne kadar Bizans yönetiminde olmakla birlikte, Cenevizliler ve Venedikliler kentte etkin bir durumdaydılar. İzmir, 1317 yılında bir Türkmen Bey’i olan Aydınoğlu Umur Bey’in denetimi altına girmişti. Ancak, 1344’de Papa VI. Clement’in örgütlediği, Venedik, Kıbrıs ve Rodos şövalyelerinin katıldığı bir Haçlı seferinde Liman kalesi Latinlerin eline geçmiş, Pagos Dağı’nın zirvesindeki Kadifekale Türkler’in hakimiyetinde kalmıştı. Böylece şehir, uzun bir süre devam edecek olan yapısına kavuşmuş yani, yukarıda Müslüman İzmir ve aşağıda Hıristiyan İzmir olmak üzere ikiye bölünmüştü. Osmanlı padişahi I. Bayezid, 1390’da Batı Anadolu’daki önemli liman kentleri olan Foça, Ayasuluğ (Efes), Balat, Urla, Çeşme, Seferihisar ve Kuşadası’nı Osmanlı egemenliğine katmışsa da, İzmir’i ele geçirememişti. İzmir, Anadolu’da Hıristiyanlar’ın son uç beldesi olarak kalmıştı. Batı Anadolu’nun ucundaki İzmir’e XV. yüzyılın başında Timur bir sefer düzenleyerek, Rodos şövalyelerinin hâkim olduğu Liman kaleyi ele geçirmişti. Liman kaleyi yıktıran Timur, daha sonra 1402’de Türkmen Aydınoğlu Beyliği’nin canlandırılmasını sağlamış ve İzmir’i Umur Bey’in torunu Aydınoğlu Cüneyt Bey’e vermişti. Osmanlı Devleti ise, taht kavgalarından sonraki dönemde, İzmir’i elde edebilmek için ciddi kararlılık göstermekteydi. 1414’de kentin liman bölgesini ele geçirmişlerse de, Aydın-oğlu Cüneyt Bey, İzmir’deki egemenliğini sürdürmek için Osmanlılar, Bizanslılar ve Cenevizlilerle diplomatik ve siyasal bir mücadeleye girişmişti. 1426’da Osmanlılar, Aydınoğlu Beyliği’ne son vererek, Batı Anadolu ve İzmir’i hakimiyetleri altına almışlardı. Böylece, Osmanlı egemenliğine dek süren İzmir’in yönetsel belirsizliği de sona ermiş oluyordu. | ||
![]() |
|
![]() | #32 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bölüm 4 Osmanlı Egemenliği XV.-XIX. Yüzyıllar Arasında İzmir İzmir’in Osmanlı Egemenliğine Girdiği Dönemdeki Görüntüsü Egemenlik mücadelesinin yaşandığı bu dönemde, İzmir limanı ve art bölgesi harap durumdaydı. Osmanlılar İzmir’i ve buraya zenginlik sağlayan Ege bölgesini imar ederek, canlılığın yeniden sağlanabileceği koşulları yarattı. Osmanlı Devleti’nin İzmir ve Batı Anadolu’yu ele geçirdikleri dönemde, Ege Denizindeki hakimiyeti tam anlamıyla oluşmuş değildi. İzmir ve civarını kontrol etse bile, deniz gücü dengeleri geleneksel konumunu sürdürmekteydi. Bunun anlamı, XV. yüzyılda Venedik’in Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde eskiden beri sahip olduğu avantajlara sahip olduğudur. Osmanlılar, güçlü bir donanmaya sahip olan Venedik ile rekabette zorlanıyorlar ve kıyılarına yönelen saldırıları engelleyici önlemler alamıyorlardı. İzmir kaynaklı ticaretteki paylarını kaybetmek istemeyen Venedik, deniz gücü üstünlüğüne dayanarak bazı girişimlerde bulunmaktan da geri durmuyordu. Anlaşılacağı üzere, İzmir’in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesiyle sarsılan ticaret dengelerini, Venedik donanmasının gücüne dayanarak yeniden kendi lehine çevirmek istiyordu. Bu süreç, ticari ve askeri bir rekabet dönemiydi. Venedikliler 1472’de İzmir üzerine yönelerek, askeri tehdit yoluyla ticari avantajlarını sürdürmeyi amaçlayan bir girişimde bulundular. Belirtilen yıl bir Venedik filosu körfeze girerek limana saldırdı, kenti yağmaladı ve yaktı. Bunun üzerine Sultan II. Mehmet (Fatih), İzmir limanının girişinde bulunan ve Timur’un İzmir’e girdiği günlerde yıktırmasından dolayı, harabe halinde bulunan Liman Kale’sini yeniden yaptırdı. İç limanının hemen girişinde bulunan kale, İzmir’e denizden gelebilecek saldırılara karşı uzun yıllar en önemli savunma tesisi olarak kaldı. Liman Kale’nin yeniden inşa edilmesiyle, İzmir tekrar eski görünümüne kavuştu. | ||
![]() |
![]() | #33 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yani Pagos dağı üzerinde bulunan ve bir iç kale görünümünde olan Kadife kale ile, kentin limanında bulunan kale arasında, kent tekrar bütünleşmiş oluyordu. Bu iki kale arasında da, kentin hem doğu tarafında hem de batı tarafında dış surlar uzanıyor, iç kale ile liman kaleyi birleştiriyordu. Sivil yerleşim daha çok Kadife kale yamaçlarında yoğunlaşıyor, aşağıda bugün Kemeraltı yayının yer aldığı iç liman çevresinde de ticari bölge bulunuyordu. Bu dönemde, Anadolu kıyılarında ve iç bölgede Osmanlı yönetiminin etkinliği artsa da, İzmir’in yapısında dikkat çekici bir sıçrama oluşmadı. İzmir, XV. yüzyıl boyunca ve XVI. yüzyılın büyük bölümünde, küçük bir kıyı kasabası olarak yaşamaya devam etti. Bunun en önemli nedeni, İzmir’in ticari açıdan yerel bir nitelik göstermesidir. İstanbul’un 1453 yılında fethedilmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yapılmasından sonra, hızlı bir büyüme ve imar süreci yaşadığı bilinmektedir. Nüfusu kısa sürede yüz binleri geçen İstanbul’un, XVI. yüzyıl ortalarında 250-500 bin arasında tahmin edilen bir büyüklüğe ulaştığı da düşünülmektedir. Bu büyüklükte bir nüfusun beslenme ihtiyacını karşılayabilmek ve kesintisiz bir mal akışı sağlamak devlet yönetiminin en önemli sorunlarından birisiydi. İzmir’in ve Batı Anadolu’nun, Osmanlı başkentinin ihtiyaçlarının temin edilmesinde işlevli olduğu bir bölgesel liman olması da, bu sürecin bir sonucudur. Kelimenin tam anlamıyla miğde kent denilebilecek olan İstanbul, tüketim kenti olup, tarımsal üretimin olmadığı bir yerdi. Böylesi büyük bir tüketimin sağlanmasında İzmir ve Batı Anadolu’nun payı çok büyüktü. XVI. yüzyılın son çeyreğine kadar İzmir, sadece İstanbul’a mal sevkiyatı yapılan bir iç limanın ticari kapasitesine sahipti. Dolayısıyla ancak bu ticarete bağlı bir büyüklüğe ulaşabilmişti. Ayrıca İstanbul’un ihtiyacı için Osmanlı Devleti, Batı Anadolu tarımını canlandırmak için çalıştı. Bu nedenle İzmir ve Batı Anadolu başkentin en büyük meyve ve sebze üreticisi durumuna geldi. Yani tarım karakterli bir iç ticaret bölgeye hakim oldu. İzmir de, XVI. yüzyılın büyük bir bölümünde sadece tarım ürünleri sevk eden küçük bir liman kasabası olmaktan öteye gidememiştir. Uluslar arası ticaretin olmaması nedeniyle liman ekonomik açıdan gelişim sağlayamamıştı. | ||
![]() |
![]() | #34 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| XVI. Yüzyılda İzmir’in Nüfus Yapısı ve Kentsel Yerleşim: XVI. yüzyıl başlarına kadar İzmir’in nüfus dağılımında büyük bir değişim olmadı. Türkler genellikle Kadifekale eteklerinde, gayri müslimler ise, daha çok kıyı kesiminde yoğunlaşmışlardı. Tüm Akdeniz havzasında XVI. yüzyılda görülen nüfus artışı, İzmir’de de yaşanmıştı. Nüfus artışının başladığı XVI. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Türkler, tepedeki yerleşim alanlarından aşağıya yönelerek, yukarı kale ile aşağı kale arasında yerleşim kuşağı oluşturdular. Bu kuşakta; Faikpaşa, Selatinzade Mescidi, Hanbey (Pazar) ve Liman isimlerini taşıyan dört mahalle bulunmaktaydı ki, bu mahalleler, gelişmeye başlayan kentin merkezini oluşturuyordu. Belirtilenler dışında Rum nüfusun oturduğu bir mahalle daha bulunuyordu. XVI. yüzyıl boyunca artan nüfusa bağlı olarak, şehrin fiziksel yapısının büyüdüğü anlaşılıyor. Çünkü, yüzyılın son çeyreğine girerken üç yeni mahallenin daha kurulduğu görülmektedir. Bunlar Ali çavuş, Yazıcı ve Şeyhler mahalleleridir. Bu mahallelerde oturanların sayısı da, belirtildiği üzere XVI. yüzyıl boyunca artış göstermiştir. 1528 yılında İzmir şehri toplam 225 haneden oluşuyordu. Fakat belirtilen hanelerin ellisi İzmir içinde yaşamıyor, şehrin hemen dışındaki bir köyde oturuyorlardı. Boynuzsekisi denilen bu yerleşme sadece idari açıdan İzmir’e bağlı olup, kent mekanı içinde yer almıyordu. 1575 yılında yapılan sayımlarda ise, İzmir’deki hane sayısının 307’ye yükseldiği görülmektedir. Yaklaşık elli yıllık bir zaman diliminde izlenen bu nüfus artışı, belirtildiği üzere üç yeni mahallenin doğmasına zemin hazırlamıştı. İzmir’in nüfusunun büyümesini sağlayan unsurların başında doğal artış gelmekle birlikte, yeni fethedilen Sakız adasından İzmir’e ulaşan göçün de, nüfusu artıran etkenler arasında sayılması gerekmektedir. Nüfusun artışıyla birlikte, İzmir’in niteliği de değişmeye başlamıştı. Adalardan gelenler tarımla değil ticaretle uğraşıyor, buna bağlı olarak da, İzmir yavaş-yavaş bir pazar kentine dönüşüyordu. İzmir, köylü yaşamından ve tarımsal karakterinden uzaklaşıyordu. XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İzmir limanı, hem İstanbul’a mal sevk edilen hem de dış satımın söz konusu olduğu bir özellik gösteriyordu. | ||
![]() |
![]() | #35 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ticarette Yaşanan Dönüşüm; XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, İzmir ve Batı Anadolu’daki dönüşümün başlamasına zemin hazırlayan üç önemli neden vardı. Bunlardan birincisi, Kıbrıs ve Sakız adalarının kısa bir zaman zarfında, arka-arkaya Osmanlı topraklarına katılmasıdır. Bu adaların Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girmesi, Ege ve Akdeniz dünyasındaki geleneksel ticaret dengelerini tamamen değiştirdi. Çünkü bu adalardan Akdeniz ticaretine etkin bir şekilde katılan Venedik, artık Osmanlı Devleti’nin uygun gördüğü biçimde faaliyet gösterecek bir konuma indirgeniyordu. Osmanlı Devleti ise, Ege ve Akdeniz ticaretini yönlendiren bir konuma kavuşuyordu. İzmir’de ticari dönüşümün ikincisi, dünyadaki değişimle ilgilidir. Doğu mallarının taşındığı ve Halep kenti üzerinden Akdeniz’e ulaştığı geleneksel ticaret yolu bu yıllarda önemini kaybetmeye başlamıştır. Yolun önem kaybetmesinin nedenlerinden birisi, uzun süren Osmanlı-İran savaşları yüzünden oluşan güvensiz ortamdı. Doğudan gelen mallar bu güvensiz yolu izlemek yerine, kuzeye kaymış ve Erzurum üzerinden Anadolu’yu geçerek İzmir limanına yönelmeye başlamıştı. Halep yolunun önem kaybetmesinin bir diğer nedeni ise, Uzak doğu mallarının coğrafi keşiflerden sonra deniz taşımacılığıyla nakledilmeye başlanmasıdır. İzmir’i bir ticaret kenti haline getiren üçüncü neden de, dünyadaki dönüşümlere bağlıdır. Coğrafi keşifler sonrasında İngiltere, Fransa, Hollanda gibi Avrupa devletlerinin ticari aktörler olarak dünyanın her yerine uzanmaları ve sömürge imparatorlukları kurmaları, İzmir’i de etkileyen bir gelişme olacaktır. Belirtilen devletlerin tüccarları, Osmanlı Devleti’nden aldıkları ayrıcalıklarla yeni dönemin en faal ticaret adamları olarak öne çıkacaklardır. Bu tüccarlar İzmir’e de yerleşecekler ve ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu gelişmelerin İzmir’deki etkisi şaşırtıcı bir hızla izlenmeye başladı. 1590’lı yıllara kadar Sakız adası, Batı Anadolu’dan çıkan malların sevk edildiği en önemli merkezdi. Osmanlılar, Batı Anadolu üzerinden gelen sınırlı miktarda transit ticaret mallarını Çeşme’ye yönlendirirlerdi. Mallar Çeşme’den Sakız adasına, oradan da Avrupa’ya gönderilirdi. | ||
![]() |
![]() | #36 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sakız adası, Osmanlı egemenliğine girince, tüccarlar Anadolu’dan gelen malları gemilerle Çeşme’den alıp, Sakız limanına ulaştırıp ve oradan Avrupa’ya giden açık deniz gemilerine aktarmak gibi pahalı ve zor bir işlemden vazgeçtiler. Bu yüzden 1590 - 1610 yılları arasında Batılı tüccarlar, Batı Anadolu ürünleri için transit liman olarak İzmir’i seçmeye başladılar. Çok geçmeden tüccar devletlerin konsolosluk binaları, İzmir’de boy göstermeye başladı. 1620 yılına gelindiğinde İzmir limanı, XVI. yüzyıldaki görüntüsünden tamamen farklı bir görüntü sergiliyordu. Liman canlanmış, Batılı tüccarlar ile limana mal getiren kervancılar bir arada ilginç bir kompozisyon oluşturmaya başlamıştı. İzmir’e gelen gemi sayısı artmaya başlamış, liman çevresinde gemicilerin kaldığı ve vakit geçirdiği mekanlar yükselmeye başlamıştı. İzmir’in ticaret merkezi olarak yükselişinin ardında, Doğu Akdeniz ticaretinde egemen olan Fransa ve Venedik ile rekabete girişen İngilizlerin tutunma çabalarının da etkisi bulunmaktadır. Ticaret yapan unsurların çoğalması hem rekabeti artırıyor hem de talep olunan ürünlerin çeşitlenmesine neden oluyordu. Geleneksel ürün olan baharatın yanında yünlüler, pamuklular ve kuru meyveler gibi mallar da yer almaya başlamıştı. Tahmin edileceği üzere İzmir, verimli iç bölgesinde üretilen bu malların dış satım limanı konumuna gelmesi nedeniyle, bu ürünleri arayan tüccarların yeni yerleşim yeri özelliği kazanıyordu. XVII. yüzyılın ortalarından itibaren Uzakdoğu ipeklerinin de doğrudan İzmir’e gelmeye başlamasıyla birlikte, İzmir gerek ekonomi, gerekse nüfus açısından girdiği büyüme sürecini devam ettirecektir. | ||
![]() |
![]() | #37 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| XVII. Yüzyılda Kentsel Yerleşim ve Nüfus Yapısında Dönüşüm İzmir, idari yönetim açısından, Osmanlı Devleti’nin klasik yapısına uydurulmamış, bir eyalet merkezi haline getirilmemiş, Padişah hassı olarak ilan edilmişti. Kentte deniz asayişini sağlamak için bir Kaptan Paşa görevlendirilmiş, yargı işlerine bakmak ve idari işleri görmek için bir kadı atanmış ve Padişah adına vergileri toplamak için de bir Voyvoda hizmet etmişti. Görülmekte ki, İzmir Osmanlı merkezi yönetim yapısının dışında bırakılmış, halk kendi işlerinin kendisi yürütmesi açısından diğer Osmanlı kentlerine nazaran daha özgür bırakılmıştı. Ticaretteki gelişmeler, İzmir’in kentsel yerleşim ve nüfus açısından dönüşüm yaşamasına zemin hazırladı. Öncelikle Avrupalı tüccarlar, kent sahili boyunca yerleşmeye başladılar. Bu caddede hızla konsolosluklarını, ticaret hanelerini inşa etmişler ve liman çevresinin fiziksel yapısını değiştirmişlerdi. 1620’li yıllardan itibaren Batılı tüccarların evleri, dükkanları, ürün işleme ve depolama binaları, şehrin deniz kıyısında yer alır oldu. Bu dönemde kıyıda yerleşmek bir prestij olmayıp, ticaretle ilgili bir tercihti. Çünkü o yıllarda henüz organize olmuş bir ticaretten ve gelişkin bir alt yapıdan söz etmemiz mümkün değildir. Her ev, aynı zamanda işyeri fonksiyonu da görebilmekteydi. Çünkü küçük iç liman büyüyen ticari kapasiteyi kaldırmaktan uzaktı. Bu nedenle rıhtım olmayan fakat gemi yanaşmasına müsait kıyı boyunca inşa edilen ev ve depolar, ticari amaçla da kullanılmak zorundaydı. Ayrıca kıyıda ev yapmanın güvenlik açısından da yararları vardı. Frenkler, bu dönemde evlerini, zor durumda kalmaları halinde, sandallara binip, açıkta bekleyen gemilerine kaçıp sığınabilecekleri tarzda inşa ediyorlardı. İç limanın sınırlarını oluşturan bugünkü Kemeraltı yayının üzerinde XVII. yüzyıl boyunca yapılan camiler, kentin bu dönemdeki hızlı büyümesinin işaretleri gibidir. Bunlardan başka yine kentin değişik mekanlarında yapılan camiler bulunduğunu da belirtmek mümkündür. Anlaşılacağı üzere, camiler de kentin fiziksel dokusunu değiştiren kamusal kullanım binaları olarak, İzmir’deki yerlerini almışlardı. Kentin fiziksel mekanını farklılaştıran bir diğer alan ise, XVII. yüzyıl içinde gelişen hanlar bölgesidir. Yüzyılın başından itibaren ticaretin canlanmasına bağlı olarak hanların bir biri ardından yükseldiği izlenmektedir. İzmir’de ülkeler arası çalışan tüccarlara hizmet veren hanların sayısı XVII. yüzyılın başında 25 iken, 1670’te bu sayı 82’ye ulaşmıştı. Buna ek olarak, tuz işleme atölyeleri, kahvehaneler, meyhaneler, sabun üretim atölyeleri, yağhaneler vb. işletmeler liman bölgesinin değişiminin tanıkları olarak ortaya çıkmışlardı. | ||
![]() |
![]() | #38 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| XVII. yüzyıla ait gravürler, kentin yerleşim alanının genişlediği ve fiziksel yapısının değiştiğini göstermektedir. Gravürlere ve yazılı belgelere göre, Kadifekale eteklerinde başlayan yerleşim, sahil şeridini izleyerek kuzeyde Punta (Alsancak Burnu) olarak adlandırılan çıkıntıya kadar uzanıyordu. Güneyde ise, bu günkü Varyant başlangıcını oluşturan Yahudi mezarlığına (Maşatlık) değin ulaşıyordu. Limanın doğusunda Kadifekale eteklerinde Türkler yaşıyordu. İkiçeşmelik ve Keçecileriçi gibi Türk bölgelerinin arasına, Havra sokağı gibi Musevi yerleşimleri girmişti. Kıyıdaki Frenk mahallesinin hemen gerisinde Rumların, bunlarla Türk bölgelerinin arasında da Ermenilerin mahalleleri sıralanmaktaydı. Kıyıya yakın bölgelerde iş alanları yoğunlaşırken, yerleşim alanları da bu bölgenin arkasında içeriye doğru genişlemişti. Mahalleler arasında ve içinde bulunan sokakların çok geniş olduğunu söylemek zordur. Sokakların en geniş yeri 3-4 metreyi bulmakta, yüklü bir deve ancak geçebilmekteydi. Bu sokaklar dar olduğu kadar karışıktır da! Tüm bunlar, kentte planlı bir yerleşmenin olmadığını bize göstermektedir. Ancak XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra, kentin imar çalışmalarına hız verilmiş, sokaklar bu dönemde genişletilmiş ve kaldırım döşenmeye başlanmıştır. Ticarî faaliyetler ve buna bağlı olarak sağlanan ekonomik refah, 1650’li yıllardan sonra, kente ticari altyapı sağlamaya yönelik bir inşaat patlamasına neden olmuştur. Kentin önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, öncelikle alış verişin ve malî sözleşmelerin gerçekleştiği, bir çarşı (bedesten) ve gümrük binası inşa ettirdiler. Gümrük binası, ihraç ve ithal edilen malların denetimini sağladığı gibi, gümrük gelirlerinin artmasına da yol açmıştır. | ||
![]() |
![]() | #39 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ayrıca kentin su ihtiyacını gidermek için, bir su kemerinin yapılması ve su yollarının inşası da planlanmıştı. Vezir Osman ağa veya vezir suyu adıyla tanınan içme suyu bu dönemde, kentin sebil ve çeşmelerinden akmaya başlamıştır. Vezir suyunu kente taşıyan kemer, hala durmaktadır. Kentte imar faaliyetlerinin görüldüğü bu dönemde, kentin yaşam serüveninde hiç eksik olmayan bir felaketle tekrar yüz yüze kalıyordu: deprem! 1654 ve 1664 yıllarında yaşanan depremler, kentte korkuya yol açıp, yabancıların gemilere sığınmalarına neden olmuşsa da, çok büyük yıkıma yol açmamıştır. Ancak 1688 yılında İzmir, tarihinde gördüğü en şiddetli depremlerden birisini yaşamıştı. Yaklaşık 15.000 ile 20.000 kişi hayatını yitirmiş ve depremin ardından çıkan büyük yangın, neredeyse kentin tamamını tahrip etmişti. Deprem ve yangın sonrasında İzmir, hızla yeniden inşa edilmeye başlanmış, bu inşaat faaliyetlerinin önemli bir bölümünü Osmanlı yönetimi üstlenmiş, hatta öncülük etmişti. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın bu süreçte inşa ettirdiği Büyük Vezir Hanı, abidevi yapısıyla yapılacak diğer hanlara model oluşturmuştu. Şehrin yeniden imar çalışmalarına yerli halkla birlikte, Frenkler de büyük destek olup, katkıda bulunmuş, böylece hızlı bir gelişme sağlanmıştı. Ticaret, kenti sadece fiziksel açıdan değiştirmekle kalmamış, şehrin nüfus yapısını da büyük oranda etkilemiştir. İzmir’in dünya ticaretiyle bütünleşme yolunda böylesi gelişimlerin yaşanması üzerine, ticarette aracı rolü oynayan Osmanlı tebaası Rum, Yahudi ve Ermeniler hızla İzmir’e yerleşmeye başlamışlardı. Bu kişiler, hem Batı dillerini konuşmaları, hem de Türkçe bilmeleri nedeniyle yerli halkla ilişki kurabiliyorlardı. Bundan dolayı, onlar ticaretin vazgeçilmez aracıları haline gelmişlerdi. Bu durum İzmir’in dış ticaretinde Türklerin rolünün sınırlı kalmasına neden olmaktaydı. İzmir ticaretinde esas rolü Avrupalı tüccarların oynaması, doğal olarak Türklerin ticari etkinliklere katılmasını zorlaştırmaktaydı. Bu dönüşüm sürecinde İzmir’de nüfus açısından Türkler elbette çoğunluktaydılar. Kentin iç pazarlarına, geleneksel ticaretine egemendiler ve kent halkının gereksinimlerini karşılamaktaydılar. Ancak uluslararası ticarette etkin değillerdi. Ticari canlılık ve uluslar arası ticaretin kentin hakim ekonomik sektörü oluşu, İzmir’i nüfus açısından kozmopolit bir hale getirmişti. Kentte Türklerin yanı sıra Osmanlı uyruğu olan gayri müslimler yaşarken, bu dönüşüm sonucunda Avrupalı bir nüfus grubu da oluşmuştu. Nitekim Frenk mahallesi, Osmanlı Devleti’nde Batı kültürünün, kendini çevresinden ayırmasının fiziki simgesiydi. Frenk mahallesinde yaşayan Avrupalılar, yaşadıkları bölgede, hayatlarını kendi ülkelerindekine benzetebilmek için, ibadethaneler, kulüpler, lokantalar, kültür merkezleri, hastaneler vb. yapıları inşa ettirmişlerdi. | ||
![]() |
![]() | #40 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Batılı ve yerli unsurların bir arada bulunduğu bir kent olarak İzmir, diğer Osmanlı kentlerinden farklı bir nüfus yapısına sahip olmuştu. Nüfus dışında Frenk mahallesindeki Batılı yaşam tarzı, gelecek yıllarda İzmir kültürünü etkileyen unsurlardan birisi olacaktır. Ancak İzmir halkının yaşadığı önemli sorunlar da vardı. Liman kentlerinin karşı karşıya kaldığı sıkıntılardan olan salgınlar İzmir nüfusunu etkileyen bir faktördür. İzmir gibi liman kentleri, gemilerin ya da kervanların son durağı olduğu için, her zaman salgın hastalık tehlikesiyle yüz yüzeydiler. İzmir kenti de başta veba, çiçek ve kolera olmak üzere salgın hastalıklardan büyük zararlar görmüştür. Salgınlar genellikle yaz aylarında ortaya çıkardı. Kentte salgın başlayınca, yabancılar derhal kent dışına çıkıp kimseyle temas etmediklerinden, salgın dönemini kolay atlatırlardı. Hastalarından ayrılmayan Müslümanlar ile Museviler, büyük kayıplara uğrardı. Nitekim 1676 veba salgınında 30.000 kişinin yaşamını yitirdiği kaynaklarda yer almaktadır. İzmir tarihi boyunca, savaşlar, depremler, yangınlar ve salgın hastalıklar gibi, sorunlarla sürekli tahrip olup, yıkılmışsa da, her felaketin ardından yeniden canlanıp, yaşantısına daha güçlü ve zengin bir biçimde devam etmeyi başarmıştır. XVIII. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla İzmir İzmir'in XVII. yüzyıl boyunca devam eden büyüme süreci, XVIII. yüzyılda da artarak devam etmiştir. Üstelik 1740'lardan sonra ikinci büyüme evresi diyebileceğimiz daha canlı bir dönemi de yaşamıştır. İkinci büyüme evresi, İzmir'i bir uluslar arası liman kenti statüsünden, dünya kenti statüsüne taşımıştır. Bu dönemde İzmir, Osmanlı İmparatorluğu'nun dünya ekonomisi ile eklemlendiği yer haline gelmiştir. 1650-1750 yılları arasında İzmir, kıtalararası ticarette aracı durumdadır. Burada ticarete konu olan mallar, Ankara tiftiği, İç Anadolu derileri, İran İpeği, Uzak Doğu malları olup, İzmir ve Batı Anadolu'ya özgü olmayan ürünlerdir. Tebriz-Tokat-İzmir üzerinden akan kervanların taşıdığı malların ihraç edildiği bir limandır. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
![]() LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/tarih/22685-izmirin-tarihi/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
izmirin+tarihi+camileri bedava indir izmirin+tarihi+camileri bedava izmirin+tarihi+camileri bedava mp3 izmirin+tarihi+camileri indir izmirin+tarihi+camileri video indir izmirin+tarihi+camileri izmirin+tarihi+camileri download | This thread | Refback | 12-11-2007 20:46 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |