![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Atatürk’te liderlik ruhu çok gelişmiştir. Her türlü ortamda ağırlığını hissettirebilecek kadar etkilidir. Lider Atatürk’ün kişiliğini oluşturan özelliklerden biri, belki de en önemlisi ileri görüşlülüğü olmuştur. Onun kişiliğinin bu yönü kararlılığı ile birleşince gerçek gücünü göstermekte idi. Çanakkale muharebeleri’nde yaşanan ve Atatürk’ün ileri görüşlüğünü vurgulayan birçok olaydan birisi de şudur: “Anafartalar cephesinde düşman hareket etmeden mevzilerinde beklemektedir. Arıburnu sahilindeki düşman iskeleleri her zaman olduğu gibi her gün erzak, cephane ikmali için yüklerin inmekte olduğu gözlenmektedir. Düşmanın cephe gerilerinde ufak tefek harekâtı, siperlerinde yorulan taburların değiştirilmekte olduğu şeklinde yorumlanıyordu. İşte bütün bu şartlarda, düşmanın anafartalar bölgesinden çekileceğini yalnız Mustafa Kemal, kendisine has o büyük hassasiyetle hissetmişti. Düşmanın çekilmeye başladığına hükmeden Mustafa Kemal, Ordu Kumandanı Liman von Sanders’ten bu konuda destek görememiştir. Mustafa Kemal kimsenin göremediğini görmüştü. Gerçeği anlamayanlara anlatmaya çalışıyor, bir şeye yaramıyordu. Bir süre sonra bu konudaki haklılığı, askerî hadiselerle kuvvetlendirildi. düşman ordularından bir fırkanın Selânik’e gönderildiği haberi gelmişti.”[1] bu olayı aktaran Cevat Abbas Gürer’in kişisel kanaatine göre, eğer Mustafa Kemal’e engel olunmasaydı, düşman daha orada imha edilerek Selânik’e birlik kaydırması engellenecek, askerî tarihte belki de bir Makedonya cephesi yazılmayacaktı. Atatürk, 1930 yılında üniversite öğrencileri ile yapmış olduğu bir görüşmede “yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır.”[2] demiştir. O büyük dahinin ileri görüşlülüğünü Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen komutanlarından Orgeneral Asım Gündüz anılarında yer alan bir olayla şu şekilde bütünleştirir: “I nci Ordu Komutanı Yakup Şevki (Sübaşı) Paşa, Büyük Taarruz hazırlıklarında da ölçülü davranışının sonucu olarak hemen harekete geçilmesine karşı çıkmıştı. Fakat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşanın kesin kararı karşısında zayıf bırakılan ordusunu büyük bir komuta olgunluğuyla yönetmiş ve istenenden fazlasını vermişti. | ||
![]() |
|
![]() | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aynı zamanda Atatürk’ün harp akademisinden hocası olan Yakup Şevki Paşa, bu kadar hazırlıktan sonra yunanların Afyon-Eskişehir hattından kolay kolay sökülemeyeceğine inanıyordu. Başkomutan Meydan Savaşı’ndan sonra yunanların kaçışı karşısında Eşme’de “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrini veren başkomutana gelerek “Mustafa Kemal Paşa”, demişti. “Ver elini öpeyim... Sağ ol... Ben, bunların bu duruma düşeceklerini hiç kestirememiştim...” Bu büyük jest karşısında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, “Aman estağfurullah Paşam... demişti. Ben, sizin ellerinizi öperim. Sizler bizim hocamızsınız. Sizlerin bize öğrettikleri ve yardımıyla düşman bu hâle geldi, memleketi kurtardık...”[1] İleri görüşlülüğü tartışılmaz olan Atatürk’ün bu kişisel özelliği, aynı zamanda onun şaşırtıcı bir sezgi gücü ile de desteklenmekte idi. Belki psikolojik bir olgu olarak da görülebilir; ama Atatürk’ün dikkati çekecek ve üzerinde önemle durulacak belirgin bir özelliği bu geleceği seziş gücüdür. Bunu birkaç örnekle açıklamak gerekirse; -Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl sonuçlanacağını daha harbin başında belirtmesi, -İkinci Dünya Savaşı’nın hangi tarihte başlayacağını amerikan başkanı Mc Arthur’a söylemesi, -Birinci Dünya Savaşı sonunda İngilizlerin siyasî ve askerî bakımdan Türkiye’ye uygulayacağı politikayı önceden ilgili makamlara duyurması, -Aynı müttefiklerin savaş sonrası mirasın paylaşılmasında anlaşmazlığa düşecekleri hususunu belirtmesi. Bunun dışında kendi geleceği hakkında; -Selânik’te arkadaşlarına ülkenin kaderine egemen olacağını ve kendilerine hangi görevleri vereceğine dair yaptığı konuşma, -Sofya’da Türkiye’de bir gün idareyi ele alınca çağdaş uygarlığın gereklerini uygulayacağını söylemesi, -Selânik’te Türkolog İvan Melikof’a yapacağı devrimleri teker teker sayması, -Mütareke döneminde Almanya’nın Türkiye elçisine “Enver Paşanın batırdığı Türkiye’yi kendisinin kurtaracağını söylemesi” gibi. Yakın arkadaşı Orgeneral Asım Gündüz, ondaki bu ileri görüşlülüğün okuma hırsından, tarihe aşırı merakından kaynaklandığını belirtir. Atatürk’ün bu yönü pek çok araştırmaya konu olmuş, onun psikanaliz yöntemiyle de araştırma konusu olmasına neden olmuştur. Atatürk bu sezgi gücünü liderlik özellikleriyle pekiştirmiştir. | ||
![]() |
![]() | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çok gelişmiş bir sezgi gücüne sahip olan Atatürk’ü Atatürk yapan kişisel özelliklerinden biri de her türlü kanunsuzluk ve angaryanın karşısında olmasıdır. Şartlar ne olursa olsun, her zaman kanunlara uyulması hususunda büyük bir titizlik gösteren Atatürk, aksi durumlarda büyük tepki göstermiştir. Onun kişiliğinin bu yönünü vurgulayan örneklerden biri de Muzaffer Kılıç’ın anlattıkları ile şöyledir: “Cumhuriyet’in ilânından sonra idi. Atatürk Karadeniz’de bir geziye çıkmıştı. kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti. Valiye: ‘Yolları nasıl bu duruma getirdiniz?’ diye sordu. Vali de anlattı: Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplatmış ve yolların onarımında çalıştırmış! Atatürk’ün kaşları çatıldı ve oldukça sert bir dille; Vali bey, dedi, corvee nedir bilir misiniz? Öyle ise ben söyleyeyim, angarya demektir. ve şunu da bilmenizi isterim ki, kanunsuz olarak hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalıştırmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.”[1] Kişisel bağımsızlığa son derece düşkün olan Atatürk için, milletin bağımsızlığı çok önemlidir. Bu konuda 1921 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demektedir: “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir insanım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailemi, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca da bu aşkım bilinir. Bence, bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır... Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir.”[2] Atatürk’ün özgürlük ve bağımsızlık aşkına verilebilecek örneklerden birisi de şudur: 1938 yılında Savarona yatında Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte kabul ettiği Romanya kralı Karol’un görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet konusuna değinmesi ve Atatürk’ten Çekoslovakya cumhurbaşkanına bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine söyledikleri son derece önemlidir. Atatürk şöyle cevap verir: “Majeste kralın söylediklerini dikkatle dinledim. benden, bir devlet reisini kendi ülkesinden bir parçayı Almanlara terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bir karış toprağını başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? görüyorum ki, majeste kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.” [3] Atatürk, tarihin kaydettiği en büyük zaferlere ve başarılara, milletine olan inancı ile kavuşmuştur. Hiçbir mücadelesini milletine inanmadan milletine güvenmeden yapmamıştır. Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Türk mucizesi, milletine inanan ve güvenen bir dehanın, milletine inanç ve güven telkin edebilmesi sayesinde meydana gelmiştir. O, 1927 yılında bu konuda Nutuk adlı eserinin başında şunları belirtmiştir: “Ben 1919 senesi Mayısının 19’unda Samsun’a çıktığım gün elimde hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben, bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.” | ||
![]() |
![]() | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Atatürk, kendi ülkesinde olduğu kadar, uluslararası alanda da bir barış ortamının tesisinden yana idi. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse o yalnız kendi milletinin değil bütün insanlığın mutluluğa kavuşmasını istiyordu. 1922 yılında söylediği şu sözler bu isteğini açıkça ortaya koyar: “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakikî icabatını takip edecektir.” Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan arınmış gerçekçi ve akılcı bir dünya görüşüdür. Gerçeklerden kaynaklanan sorunlar karşısında aklın ve bilimin öncülüğünü benimseyen bu çağdaş görüş, milletimizi daima iyi ve yararlı olana yöneltmiş ve yöneltecek olan görüştür. Atatürkçülük bir yandan akıl ve bilime dayandığı yani pragmatik bir nitelik taşıdığı, öte yandan ise millî egemenlik ilkesinden yola çıktığı ve özgür bir toplum yaratılmasını öngördüğü için demokratik, genel olarak da pragmatik-demokratik bir düşünce sistemidir. Atatürkçülük Türkiye’nin gerçeklerinden doğmuş, sistemleşmiş fikirler bütünüdür. Bir taraftan bütünüyle birlikte Millî Mücadele’yi içine almakta, diğer taraftan toplumda yapılan kökten değişiklikleri kapsamaktadır. Kısaca Atatürkçülük, Türk milletinin sistemleşmiş fikir gücü ve geleceğe bakan yönüyle de ülküsüdür.[1] Atatürkçülük akıl ve bilimi rehber edinmiş, çağdaşlaşma ideolojisi olarak da lâikliği benimsemiş, yeniliğe açık olması nedeniyle inkılâpçı yani gelişmeye açık bir düşünce sistemidir. İnkılâpçılık dinamik ideale, hedefe yönelik esasları bünyesinde barındırır. Kurtuluş savaşı’ndan sonra siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik alanlarda gerçekleştirilen inkılâplarla ülkemiz modern dünyada yerini almıştır. Atatürk, akıl ve bilimin ışığında bütün bunları gerçekleştirmiştir. Atatürk, akılcılığı asker, devlet adamı ve önder kişiliklerinde hep ön plânda tutar, dogmatik kalıplardan uzak durur. Akla mantığa aykırı her düşünceyi, her kurumu reddederek akılcılığı bilimle tamamlar. Nitekim Atatürk, “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakikî yol gösterici bilimdir fendir.” demiştir. Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş’aleyi müspet bilim olarak görür. O bütün bu yenilikleri gizli kapalı bir batı hayranlığı ile değil, aklın yol göstericiliği ile gerçekleştirmiştir. bakın Atatürk şöyle der: “Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” | ||
![]() |
![]() | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ömrünü Türk ulusuna adamış olan Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini çok iyi anlamalıyız. O Türk ulusunu ve devletini her alanda takip edilen, yol gösteren bir ulus-devlet hâline getirmeye çalıştı. Bizim, bu emaneti gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarmamız aslî görevimiz olmalıdır. Güzel yurdumuz hepinizin bildiği gibi, dünyanın en önemli geçiş noktasında bulunmaktadır. Stratejik açıdan önemli bir korumu vardır. bu konumundan dolayı da her zaman tehditlere açık bir durumdadır. Bin yıldan uzun bir zamandır Anadolu’da yaşayan ve burayı her yönüyle Türk yurdu hâline getiren milletimizi içte ve dışta bölmek isteyenler bulunmaktadır. Türkiye cumhuriyeti ulusal bir devlettir ve Türklük bu millet fertlerini bir araya getiren, onları kopmaz bağlarla perçinleyen ortak addır. Bu kimliği parçalayacak boyuttaki gelişmelere Türk milletinin tahammülü yoktur, bu kimliğin parçalanması demek millî varlığın sona ermesi anlamına gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, millet esasına oturtulmuş millî bir devlettir. İmparatorluktan millî devlete geçerken, Millî Ant yani misakımillî sınırlarımızın belirlenmesinde Türk soylu insanların yoğunluğunu baz almıştır. Atatürk’ün de ifade ettiği gibi cumhuriyet, “Yüksek Türk kültürü ve Türk kahramanlığının eseridir.” Lozan antlaşması ile ülkemizdeki azınlıkların statüsü belirlenmiştir. Yaklaşık son 20 yıldır, “alt kimlikleri tanıma”, “t.c. vatandaşı”, “mozaik”, “siyasî çözüm”, “federasyon”, “bu insanlar kendilerini sizden kabul etmiyorlarsa, buna hakları vardır” lâf ve tartışmalarıyla çok tehlikeli bir çığır açılmış,cumhuriyet ile soyutlanamayacak şekilde kaynaşmış millî varlık ve değerlerimize bir saldırı başlatılmıştır. Bundan amaç ise yapay bir millet ortaya çıkarmaktır. nasıl ki, ana ve babalarımızı seçmek tasarrufumuz yok ise ister kabullenelim ister reddedelim, soyumuzu seçmek tasarrufumuz yoktur. Günümüzde, bazı Avrupa ülkeleri ile birtakım uluslararası kuruluşlar zaman zaman,Türkiye’de sanki etnik bir sorun varmış gibi propagandalarını sürdürmektedirler. Ne hazindir ki, ülkemizde de bunların sözcüsü konumunda olan siyasîleri görmek mümkündür. Ülkemizde Lozan antlaşması’yla statüsü belirlenen ve diğer akit ülkelere de kabul ettirilen ermeni, Rum ve Musevî azınlık dışında bir azınlık bulunmamaktadır.[1] Türk milletinin birlik ve beraberliğini bozmak için her türlü yolu deneyerek Türkiye’de “azınlık, federasyon, mozaik, anayasal vatandaşlık” lâfı edenlere, Anadolu’daki Türk varlığını bin yıl ile donduranlara, “ne mutlu Türkiyeliyim” diyenlere karşı bakın devletimizin kurucusu Atatürk, ülkemiz insanının birlik harcını şu veciz sözü ile noktalamıştır: “Ne mutlu Türk’üm diyene!” | ||
![]() |
![]() | #16 | ||
![]() Üyelik tarihi: Dec 2007 Yaş: 29
Mesajlar: 2
Tecrübe Puanı: 18 ![]() |
__________________ Lütfen forum kurallarını okuyunuz.. | ||
![]() | ![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
![]() LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/tarih/19722-ataturk-fikir-ve-dusunceleri/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
Untitled document | This thread | Refback | 17-11-2007 18:27 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |