Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > İktisat

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 28-02-2007, 15:00   #31
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yoldaşlar, sorunun bu şekilde konuluşu iflâsın en tam kabulünü gösteriyor. Bunları okumak bana, Sosyal Demokratların Burtsev [5] ile tartışmayı önerdikleri göçmenliğimiz dönemindeki bazı Parisyen anlayışların yorumlarını anımsattı. Burtsev’in tartışmayı reddedişindeki yanıtının şunları söylemeye kadar vardığına işaret ediyorlardı: “Ben bilge ve yaşlı bir kuşum, beni tuzağa düşüremezsiniz. Bir tartışmayla amaçladığınız şey, benim zayıf mantalitemi açığa çıkarmaktır ancak böyle bir yemi yutmayı reddediyorum.”
İkinci Enternasyonal’in kibar beyleri Burtsev’den daha kurnazdırlar, ancak aynı tuzağa düştüler. Bizim önerimizin altında yatan bityeniğinin içeriği neydi? Şuydu; biz bu insanların mücadele yeteneklerinin olmadığını, proletaryanın çıkarlarını savunma yeteneklerinin olmadığını söylüyoruz. Onların ordusuna, yani halen onlara güvenen ve izleyen işçilere kendi adresimizi veriyoruz ve onlara şöyle sesleniyoruz: “Liderlerinize, 8 saatlik işgünü için, politik genel af için ve ücret kesintilerine karşı birlikte savaşımın belli bir yolunu öneriyoruz. Bizim tuzağımız nedir? Eğer siz Amsterdamcılar ve siz Sosyal Demokratlar kendinizi bu mücadelede korkaklar ve hainler olarak teşhir ederseniz işçilerinizin bir bölümü bize gelecek. Fakat beklenilenin tersine eğer devrimci aslanlar ve kaplanlar olduğunuz ortaya çıkacak olursa, bu sizin için daha iyi olur. Deneyin bakalım.”
Tuzağımızın içeriği budur. Kapanımız oldukça basit. Bu kadar basit ancak aynı zamanda o kadar da çürütülmez bir kapan bu. Bundan kaçış olanaksızdır. Bir Burtsev’in tartışmayı kabul etmesi ya da yeterli olmadığının açığa çıkması korkusuyla reddetmesi artık fark etmez. Her iki durumda da yetersiz kalır ve durumu düzeltemez. Bir başka deyişle, birleşik cephe sloganı, Komünistler hakkında çalışan kitleleri eğitmekte şimdiden tüm Avrupa ülkelerinde devasa bir rol oynuyor ve henüz Komünistlere güvenmeyen işçilerin önüne şu önermeyle çıkıyor:
“Devrimci yöntemlere ve diktatörlüğe inanmıyorsunuz. Pekâlâ. Ancak biz komünistler size ve örgütlerinize, bugün ileri sürdüğünüz talepleri elde etmeniz için sizinle yan yana savaşmayı öneriyoruz.”
Bu çürütülmez bir argümandır. Bu, kitleleri Komünistler hakkında eğitir ve onlara Komünist örgütlenmenin kısmi mücadeleler için de en iyisi olduğunu gösterir. Tekrar ediyorum; bu mücadelede büyük başarılar kazandık. Ve Komünist partilerin iç kaynaşmasının, birliğinin gelişimiyle yan yana olarak politik etkilerinin ve manevra (gerçek manevralar) yapabilme yeteneklerinin arttığını gözlemliyoruz. Bu, geçmişte özellikle sahip olunmayan bir şeydi.
Birleşik cepheden işçi hükümeti sloganı çıkıyor. Dördüncü Kongre bunu eksiksiz bir tartışmaya açtı ve bir kez daha önümüzdeki dönemin merkezi politik sloganı olarak saptadı. Bir işçi hükümeti için savaşım ne ifade ediyor? Biz Komünistler şüphesiz biliyoruz ki, Avrupa’da gerçek bir işçi hükümeti, proletaryanın burjuvaziyi demokratik aygıtı ile birlikte alaşağı edip, Komünist Parti önderliğinde proletarya diktatörlüğünü inşa etmesiyle oluşacaktır. Fakat bunun gündeme gelmesi için Avrupa proletaryasının çoğunluğunun Komünist Partiyi desteklemesi gerekir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:01   #32
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ancak bu şu ana kadar sağlanamamıştır ve bu nedenle Komünist partilerimiz her uygun fırsatta şunu ileri sürmelidirl
“Sosyalist işçiler, sendikalist işçiler, anarşist ve partisiz işçiler! Ücretler kesiliyor; 8 saatlik işgününden geriye hiçbir şey kalmıyor; yaşamak için gereken miktar alıp başını gitmiştir. Tüm işçiler farklılıklarına rağmen birleşebilseler ve kendi işçi hükümetlerini kurabilseler bu tip şeyler olmazdı.”
Ve işçi hükümeti sloganı böylece işçi sınıfı ve diğer tüm sınıflar arasında Komünistler tarafından öne sürülen bir ayıraç haline gelir: Ve Sosyal Demokrasinin üst kesimleri, reformistler, burjuvazi ile kopmaz bağlarla bağlandığından, bu ayıraç çok daha fazla parçalayıcı olacaktır ve daha şimdiden Sosyal Demokrat işçilerin sol kanadının, liderlerinden kopuşu başlamıştır. Belli koşullar altında işçi hükümeti sloganı Avrupa’da bir gerçeklik haline gelebilir. Yani Sosyal Demokratların sol unsurlarıyla birlikte Komünistlerin, Sol Sosyal-Devrimcilerle birlikte bir işçi ve köylü hükümeti oluşturduğumuz zamanlardaki Rusya’ya benzer bir yoldan bir işçi hükümeti kuracakları bir momente ulaşılabilir. Böyle bir aşama, tam ve tamamlanmış haliyle bir proletarya diktatörlüğüne geçiş oluşturabilir. Fakat tam da bugün için işçi hükümeti sloganının önemi, onun yaşamda gerçeklenişinin koşulları ve yönteminde yatmaktan ziyade, içinde bulunduğumuz anda bu sloganın işçi sınıfını politik bakımdan bir bütün olarak tüm diğer sınıfların, yani burjuva politik dünyasının tüm gruplarının karşısına koyması olgusunda yatmaktadır.
Dördüncü Kongrede, Saksonya ile bağıntılı olarak işçi hükümeti sorunuyla somut bir şekilde karşı karşıya kaldık. Orada, Sosyal Demokratlar Komünistlerle birlikte Sakson Landtag’ındaki burjuvaziye karşı çoğunluk oluşturuyorlar. Sanırım orada, burjuva blok üyelerinin toplamı 50’den azken, 40 Sosyal Demokrat ve 10 Komünist delege mevcut. Ve bu nedenle Sosyal Demokratlar Komünistlere Saksonya’da bir işçi hükümetinin birleşik bir şekilde oluşturulmasını önerdiler. Alman partimizde bu konuda bazı şüphe ve tereddütler vardı. Sorun burada, Moskova’da tekrar gözden geçirildi ve öneriyi reddetme kararına varıldı. Alman Sosyal Demokratları gerçekte ne istiyorlar? Bu öneri ile hedefledikleri şey neydi? Hepiniz biliyorsunuz ki Alman Cumhuriyeti’ne bir Sosyal Demokrat olan Ebert başkanlık etmektedir. Ebert bir burjuva kabineyi iktidara davet etmiştir. Fakat Saksonya’da, Almanya’nın en fazla proleterleşen bölgelerinden birinde, Sosyal Demokratların ve Komünistlerin bir emek kabinesi koalisyonu oluşturmaları öneriliyor. Sonuç: Almanya’nın bölgelerinden birinde, flüoresan lamba gibi davranacak bir Sosyal Demokrat ve Komünist koalisyon hükümeti olacakken, bir bütün olarak ülkenin tamamında gerçek bir burjuva hükümeti varolacaktır.
Komintern’de şu yanıtı verdik: Eğer siz, Alman Komünist yoldaşlarımız, Almanya’da önümüzdeki birkaç ay içinde bir devrimin olası olduğu düşüncesindeyseniz, bu durumda Saksonya’da bir koalisyon hükümetine katılmanızı ve Saksonya’daki bakanlık mevkilerinizden, politik ve örgütsel görevlerin ilerletilmesi ve devrimin yaklaşan patlak verişine hazırlık döneminde çoktan güçlendirilmiş bir devrimci kaleye sahip olacak şekilde Saksonya’nın kesin bir anlamda Komünist bir gedik haline dönüştürülmesi yönünde yararlanmanızı öğütleriz. Ancak bu yalnızca eğer devrimin basıncı çoktan kendisini hissettirmeye başladıysa, bu basınç halihazırda mevcut ise olası olacaktır. Bu durumda bu, bir bütün olarak ele geçirmeye yöneldiğiniz Almanya’nın yalnızca tek bir mevzisini fethetme anlamına gelecektir. Fakat içinde bulunduğumuz anda Saksonya’da şüphesiz ikinci dereceden bir rol oynayacaksınız, etkisiz bir ikinci rol; çünkü Sakson hükümetinin kendisi Berlin’in önünde etkisizdir ve Berlin bir burjuva hükümetidir. Alman Komünist Partisi bu kararla bütünüyle uyum içindeydi ve Alman Sosyal Demokratlarıyla görüşmeler kesildi. Sosyal Demokratların –onlardan çok daha zayıf olan ve onlar tarafından sıkıştırılan– Komünistlere Saksonya’da[6] iktidarı paylaşmayı önermesi şüphesiz bir tuzaktı. Fakat bu tuzakta çalışan kitlelerin birlik için uyguladıkları basınç dile gelmişti. Bu basınç bizim tarafımızdan uyandırılmıştı ve bu basınç işçi sınıfını burjuvaziden koparacak şekilde işledikçe son tahlilde bizim lehimize çalışacaktır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:01   #33
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yoldaşlar bugünlerde Avrupa’da ve onun hükümet katlarında yoğun bir gericilik eğiliminin kol gezdiğini söylemiştim: İngiltere’de Muhafazakârların zaferi; Fransa’da bir Tardieu görünümüyle Poincaré’nin ulusal bloğu; 1918 Kasımında palas pandıras böyle adlandırılan ve halen bir Sosyalist Cumhuriyet olarak geçen Almanya’da katıksız bir burjuva hükümeti; ve son olarak da İtalya’da iktidarın Mussolini tarafından ele geçirilişi.
Mussolini, demokrasi, demokrasinin ilkeleri ve yöntemleri konusunda Avrupa’ya verilmiş bir derstir. Bazı açılardan bu ders –şüphesiz tersinden– 1918’in başlarında Kurucu Meclisi dağıtmakla bizim Avrupa’ya verdiğimiz dersle analoji içindedir. Mussolini, Avrupa’ya verilmiş en üst düzeyden eğitici bir derstir.
İtalya, demokratik gelenekleriyle, genel oy hakkı ile vb., eski bir uygar ülkedir. Burjuvaziyi ölümle tehdit eden proletaryanın, kendi partisinin ihaneti yüzünden öldürücü darbeyi indiremeyeceği kanıtlandığında, burjuvazi, bir sosyalizm ve proletarya döneği olan Mussolini’nin önderliğindeki en aktif unsurları harekete geçirdi. Özel bir parti ordusu seferber edildi ve ülkenin bir ucundan diğerine, iddiaya göre mistik kaynaklardan gelen, aslında temel olarak hükümetin kaynaklarından, kısmen gizli İtalyan fonlarından ve ciddi bir ölçüde Mussolini’yi destekleyen Fransız sübvansiyonlarından gelen paralarla donatıldı. Demokrasinin himayesinde karşı-devrimin fırtına birliği örgütü örgütlendi ve bu birlik iki yıl boyunca işçi bölgelerine saldırılar düzenledi ve Roma’yı kuşattı. Burjuvazi duraksamıştı, çünkü Mussolini’nin halihazırdaki durumun üstesinden gelip gelemeyeceğinden emin değildi. Ancak Mussolini yeteneğini kanıtladığında, hepsi önünde saygı duruşuna geçtiler.
Mussolini’nin İtalyan parlamentosunda yaptığı konuşma, Batı Avrupa’daki tüm işçi kurumlarına ve evlerine postalanmalı ve afişler halinde asılmalıdır. Şunları söylüyordu Mussolini:
“Hepinizi buradan kovabilir ve bu parlamentoyu faşistlerim için bir kampa çevirebilirdim. Ancak bunu yapmaya ihtiyacım yok, çünkü hepiniz çizmelerimi yalayacaksınız.” Ve tüm parlamenterler şöyle yanıtladılar: “Çok iyi! Bravo!” Ve İtalyan demokratları bunun üzerine öğrenmek istediler: “Hangisinden başlamamızı istersiniz; sol mu sağ mı?”
Yoldaşlar, bu, üst katmanları, geleneklerle, burjuva demokrasisiyle, yoğun legalite hipnozuyla çürütülmüş olan Avrupa işçi sınıfına verilmiş eşi bulunmaz bir derstir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:01   #34
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Komintern’in merkezi Komünist örgütünün ve Sovyet Cumhuriyetinin varlığının, Avrupa burjuvazisinin ölü yatağındaki zaferleri döneminde, devrimin yükseliş eğrisindeki bu kopukluk döneminde, Avrupa ve dünya işçi sınıfının en büyük kazanımlarını oluşturmakta olduğunu söylemiştim. Konunun özü, bizim, Rusya’nın, enternasyonalist propagandayı yürütmesi değildir. Şüphesiz Radek ve Lozovski[7] gibi Rus yoldaşlarımız, bizi şaşırtarak örneğin The Hauge’a gidip orada nezaketten uzak makaleler yazabilir ve kadın ve erkek pasifistlerin öfkesini uyandırabilirler. Bu, yoldaşlar, şüphesiz çok değerli ve oldukça memnun edicidir, ancak yine de ikincil önemdedir.
Konunun özü, bizim Moskova’da Komintern Kongrelerinin konukseverliğinin süresini uzatmamız da değildir. Şüphesiz bu iyi bir şeydir, ancak propagandamız İtalya, Almanya ve nereden gelirse gelsin tüm yoldaşlarımızı ağırlamaya ve onlara Lux Hotel’de[8] (ısıtma sistemlerini verimli bir şekilde işletmeyi henüz öğrenemediğimizden kötü ısınan bu Hotel’de) bir oda vermeye bağlı değildir. Sorunun özü, tam da Sovyet Cumhuriyetinin varlığında yatıyor. Bu olguya alıştırıldık. Tüm dünya işçi sınıfı kesin bir anlamda buna alışmış görünüyor. Diğer taraftan burjuvazi de belli bir dereceye kadar gittikçe buna alıştığı numarasını yapıyor. Fakat devrim açısından Sovyet Cumhuriyetinin varlığının önemini anlamak için, bir anlığına da olsa bu Cumhuriyetin artık varolmadığını düşünelim. İtalya’da Mussolini, Fransa’da Poincaré, İngiltere’de Bonar Law, Almanya’da bir burjuva hükümetiyle birlikte ele alındığında, Sovyet Cumhuriyetinin çöküşü, Avrupa ve dünya devriminin on yıllar boyunca ertelenmesi ve Avrupa uygarlığının gerçek çürüyüşü anlamına gelirdi. Sosyalizm bu durumda belki Amerika’dan, Japonya’dan, Asya’dan yükselirdi. Fakat önümüzdeki onyıllara ilişkin spekülasyona girişmek yerine bizim uğrunda çalıştığımız şey, bu sorunu önümüzdeki birkaç yıl içinde çözüme bağlamaktır. (Alkışlar.) Bunun için çok büyük ve çok geniş olanaklar bulunmaktadır.
Köylülükle bir kez doğru bir ilişki kurduktan sonra proletarya –bizimki gibi geri kalmış bir ülkeninki bile– nedir? Biz kendi gözlerimizle onun ne olduğunu çoktan gördük ve şimdi Moskova’da toplanan Tüm Sovyetler Birleşik Kongresi, bütün dünya tarafından kuşatılmış ve ablukaya alınmış, ancak yine de arkasındaki köylülüğe önderlik eden proletarya iktidarının ne anlama geldiğini göstermektedir. Avrupa ve dünya işçi sınıfı gücünü ve enerjisini bu kaynaktan, Sovyet Rusya’dan almaktadır. İktidarı elimizde tutuyoruz. Ülkemizde üretim araçları devletleştirilmiştir. Bu, Rusya’nın emekçi kitlelerinin elindeki büyük bir koz ve aynı zamanda Avrupa’da devrimin ivmeli gelişiminin güvencesidir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:02   #35
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Amerika (işçi sınıfı) geri kalsa bile biz yine de üstün geleceğiz. Emperyalist savaş sırasında Amerikan burjuvazisi ellerini Avrupa’daki şenlik ateşinde ısıtmıştı. Ancak, yoldaşlar, bir kez devrim ateşi Avrupa’da kol gezmeye başlayınca Amerikan burjuvazisi kendini daha fazla ayakta tutamayacaktır. Avrupa proletaryasının, Amerikan proletaryasının üç katı ahlâksız olan burjuvazisinin yalanlarına kapılmamayı öğreninceye kadar beklemesi gerektiği hiçbir yerde yazmaz. Hiçbir yerde bu yazılı değildir. Şu anda Amerikan burjuvazisi kasıtlı olarak Avrupa’yı çürüme durumunda tutuyor. Avrupa’nın kanı ve altınıyla tıka basa doyan Amerikan burjuvazisi, tüm dünyaya buyruklar veriyor, konferanslara hiçbir taahhütle bağlı olmayan tam yetkili görevliler gönderiyor. Bu görevliler kendi kararlarının gerçekleştirileceğinden başka hiçbir şey söylemiyorlar ve zaman zaman Amerikan ayaklarını masaya koyduklarında Avrupa ülkelerinin diplomatları bu ayağın mükemmel bir Amerikan çizmesi içinde olduğunu anlamayı beceriyorlar. Ve bu çizmeyle Amerika kendi kurallarını Avrupa’ya dayatıyor. Avrupa burjuvazisi, yalnızca Almanya ve Fransa değil, aynı zamanda Britanya burjuvazisi, savaş zamanında verdiği destekle, borçlarla, altınla Avrupa’yı tüketen ve şimdi onu can çekişme sancıları içinde tutan Amerikan burjuvazisinin önünde arka ayakları üzerine kalkmış yalvarıyor. Amerikan burjuvazisinden Avrupa proletaryası hesap soracaktır. Bu intikam saati er geç gelecek ve bizim Sovyet başarımız daha da kesinleşecektir.
Propagandamız iyi olsun ya da olmasın, her iki durumda da bu propaganda üçüncü ya da dördüncü dereceden bir faktördür, ekonomimiz ise birinci dereceden bir faktör. Köylü Yoldaşlar! –ve yanılmıyorsam bu salonda partili olmayan köylü yoldaşlar da bulunuyorlar– sizi temin ederim, her fazladan buğday demeti Avrupa devriminin kefesine konan ek bir ağırlıktır. Britanya proletaryası neden çekiniyor? Alman proletaryası neden çekiniyor? Aç Avrupa, savaşla geçen üç yıl ve savaşı takip eden yıllarda Amerikan buğdayı sayesinde ayakta kaldı. Amerikan burjuvazisi doğal olarak, Avrupa’da yeni devrimci sarsıntılar olması durumunda Avrupa’yı açıkça, aynı bir zamanlar Britanya ve Fransa’nın Sovyet Rusya’ya uyguladıkları sanayi ambargosu gibi, bir buğday ambargosuyla açlıktan öldürmekle tehdit ediyor. Bu, Avrupa işçi sınıfının ve her şeyden önce Alman işçilerinin hesaplarında yer tutan çok önemli bir konudur. Ve Sovyet Rusya olarak bizler, Avrupa proleter devriminin Sovyet Rusya tarafından sağlanan buğdayı yiyeceğini söylemeli ve fiilen göstermeliyiz.
Ve bu sözcükler, yoldaş köylüler, içi boş sözcükler, anlamsız ifadeler değildir. Tüm Avrupa’nın kaderi bu sorunun çözümüne bağlıdır. Olası iki durum var: Ya Avrupa proletaryası Amerikan çizmeleriyle yıldırılmış olarak kalacak, ya da Avrupa proletaryasına Rus işçi ve köylülerince arka çıkılacak ve böylece devrimin zor günleri ve ayları boyunca buğday garantilenecektir. Tarımdaki her ekonomik başarının devrimci bir iş olmasının nedeni budur. Sovyet Rusya’da kentlere ve sanayiye yardımcı olmak için ekinini yetiştirmeye uğraşan, işlerini tekrar yoluna koymaya çabalayan her köylünün –Almanya, Fransa ve Britanya’nın haritada nerede olduğunu pek bilmeyen köylüler bile– bugün, dünya ve ilk elde de Avrupa devrimine, biz eski ve deneyimli propagandistlerin yaptığından daha büyük bir yardım sunmasının nedeni budur.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:02   #36
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yoldaşlar bu aynı derece sanayimiz için de geçerlidir. Kendisine, “Sovyet Cumhuriyeti bana sosyalizmde işçi sınıfının durumunun nasıl iyileştirilebileceğini gösterene kadar bekleyeceğim” diyen Avrupa’nın devrimci partisi –hiçbir Komünist böyle bir şey söylemeyecektir– gerçekten acınası bir durumda olurdu. Kimsenin beklemeye hakkı yoktur; herkes bizimle yan yana dövüşmek sorumluluğunu taşır. Ancak öte yandan şu da inkâr edilemez ki, ekonomik başarılarımızın her biri, Avrupa’da işçi sınıfının durumu adım adım kötüleşirken Rusya’da işçi sınıfının durumunu iyileştirme olanağını bize verdiği ölçüde, evet, inkâr edilemez ki, her ekonomik başarımız argümanların en güçlüsü, Avrupa’da proleter devrimin ivmelendirilmesi lehindeki en güçlü propagandadır. İktidar elimizdedir; üretim araçları elimizdedir. Sınırlarımızı koruyoruz. Bu da daha az önemli bir ayrıntı değildir.
Eğer sınırlarımız ona açık olsaydı, birinci sınıf çizmeleriyle bu aynı Amerikan milyonerleri Rusya’mızın tümünü satın alabilirdi. Bu nedenle, dış ticaret tekeli, üretim araçlarının devletleştirilmesi kadar vazgeçemeyeceğimiz bir devrimci kazanımdır. Bu nedenle, yerkürenin halen kapitalist boyunduruk altındaki beş kıtasından üzerimize ne kadar baskı yapılırsa yapılsın, Rusya’nın işçi sınıfı ve köylüleri dış ticaret tekelinin ihlâline izin vermeyeceklerdir. Kozlarımız bunlardır. Yalnızca üretimin doğru bir organizasyonuyla bunları koruyabilir, arttırabilir ve heba etmeyebiliriz. Yoldaşlar, bu noktadan kalkarsak, görevlerimizin zorlukları konusunda kendimizi aldatmamalıyız. Yeni Ekonomik Politikamızı (NEP) dünya perspektifleriyle bağlantılı olarak gündemine özel bir madde olarak alan Dördüncü Kongrede söylediğimiz şey budur. En büyük kozlarımızı masaya serdik: Devlet iktidarı, ulaşım, sanayide öncelikli üretim araçları, doğal kaynaklar, toprağın devletleştirilmesi, bu devletleştirilmiş topraklardan alınan aynî vergiler ve dış ticaret tekeli. Bunlar birinci sınıf kozlardır. Ancak bunların nasıl kullanılacağını bilinmiyorsa, daha iyi kozların bile kaybedilmesi mümkündür. Yoldaşlar, öğrenmeliyiz. Kongrede Yoldaş Lenin kısa konuşmasında bu noktaya, yani sadece onların değil bizim de öğrenmek zorunda olduğumuza özel bir vurgu yaptı. Sanayinin doğru bir şekilde nasıl organize edildiğini öğrenmek zorundayız, çünkü bu doğru organizasyon halen önümüzde duruyor, arkamızda değil. Bu organizasyon yarınımızdır, dünümüz hatta bugünümüz bile değil.
Paramızı istikrarlı hale getirmeye çalışıyoruz. Bu da Dördüncü Kongrede ele alındı. Bu çabalar elzemdir ve doğal olarak bu alanda göreli başarılarımız arttıkça, sanayideki idari emeğimiz çok daha azalmış olacaktır. Hepimiz çok açıkça anlamalıyız ki, mali alanındaki tüm çabalara, sanayi alanındaki gerçek maddi başarılarca eşlik edilmedikçe, bu çabalar yalnızca çocukların oyunu olarak kalır. Temel, sanayimizdir; Sovyet devleti bu temele dayanmakta, onunla gelişip serpilmekte ve işçi sınıfının gelecekteki zaferlerinin teminatını oradan almaktadır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:02   #37
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sonuç olarak, benzer şekilde elimizde bulunan, bir koz daha, bir aygıt daha, bir diğer örgüt daha var. Onun hakkında Kongrede defalarca konuştuk: Partimiz. Burada her şeyden önce Sovyet Kongresinin Komünist fraksiyonu önünde konuşuyorum ve bitirirken partimiz hakkında birkaç şey söylemeliyim. Genel analizden şu çıkıyor; Avrupa ölçeğinde, doğrudan devrimci mücadelede bir gerileme döneminden ve buna paralel olarak eğitim çalışması ve Komünist Partinin güçlendirilmesi döneminden geçiyoruz. Gelişim, ertelenen ve uzayan bir karakter almıştır. Bu, Avrupa’nın ve sonra dünyanın yardımı için daha fazla beklememiz gerekeceği, partimizin uzun bir zaman için, belki de yıllarca, dünya devriminin öncüsü olarak kalmaya mahkûm olması anlamına gelir.
Bu büyük bir onurdur. Fakat aynı zamanda büyük bir sorumluluk ve çok büyük bir yüktür. Yanı başımızda Almanya’da, Polonya’da ve diğer ülkelerde Sovyet Cumhuriyetlerinin olmasını tercih ederdik. Sorumluluğumuz bu durumda daha az olurdu ve konumumuzun zorlukları bu kadar büyük olmazdı. Partimiz, devrim öncesinde yeraltı çalışmasıyla çelikleşen kadrolara sahiptir, ancak bunlar azınlıktadır. Partimiz, insan malzemesi açısından eski zamanlardakinden aşağı kalmayan yüz binlere sahiptir. Devrimden sonra saflarımıza akın eden bu yüz binler, gençliğin avantajlarına sahiptirler, ancak daha az deneyimli olma handikapları da vardır. Yoldaş Lenin bana, Çek ya da Alman bir doktorun, Rusya Komünist Partisinin birkaç bin eski üyeden oluştuğunu, gerisinin genç olduğunu yazdığını anlattı (bunu kendim okumadım). Bu doktor, NEP koşullarının partimizi yeniden biçimlendirme eğiliminde olacağını ve eğer –birkaç bin gücündeki– eski kuşak faaliyetten çekilirse, partinin NEP unsurlarınca, kapitalizmin unsurlarınca el altından dönüştürüleceğini düşünüyor. İşte, gördüğünüz gibi, çok ince bir politik ve psikolojik hesap. Bu hesap şüphesiz tamamıyla yanlıştır. Ancak aynı zamanda partimizin, devrimci gelişimin ertelenen karakterini ve konumumuzun zorluklarını hesaba katmasını, yeni kuşakların eğitimi, gençlerin partiye çekilmesi ve parti kitlesinin niteliklerinin yükseltilmesi çabalarını ikiye, üçe katlamasını gerektirir. Mevcut şartlarda bu bizim için bir ölüm-kalım sorunudur.
Yoldaşlar, başka bir konuya daha değinmek istiyorum, hepimiz için çok önemli bir konuya: Vladimir İlyiç’in hastalığına. Buradakilerin çoğu, Avrupa basınını izleme fırsatı bulamamıştır. Dışarıda bizi konu alan, bize karşı birçok vahşi kampanya düzenlenirdi, ancak Yoldaş Lenin’in hastalığı çerçevesinde yapılan bugünlerdeki kampanya kadar kinci, ahlâksız ve zalimce spekülasyonların yapıldığı böylesi yoğun bir kampanyayı –Alman casusları olarak peşimize düşüldüğü Kerensky günlerinde bile– hatırlamıyorum. Düşmanlarımız şüphesiz en kötü sonucun, olası en kötü bireysel sonucun gerçekleşmesini umuyorlar. Aynı zamanda partimizin başsız kaldığını, birbirine düşen gruplara bölündüğünü, dağıldığını ve Rusya’yı ele geçirmek için bir fırsat oluştuğunu söylüyorlar. Beyaz Muhafız cürufu bundan açıkça bahsediyor kuşkusuz. Avrupa’nın diplomatları ve kapitalistleri ise, kendi aralarında fısıldaşıyorlar.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:02   #38
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yoldaşlar, bu şekilde de, kendi istek ve amaçlarına karşıt olarak bir kez daha göstermişlerdir ki; bir yandan Yoldaş Lenin’in partimiz ve devrim açısından taşıdığı önemi kendi yöntemleriyle değerlendirebiliyorlar, diğer yandan –onlar için çok daha kötüsü– partimizin doğasını ne anlayabiliyorlar ne de onun karakterini biliyorlar. Benim açımdan, Yoldaş Lenin’in ülkemizdeki ve dünyadaki hareket açısından önemi hakkında Sovyet Kongresinin Komünist fraksiyonu önünde konuşmak gereksiz. Ancak Yoldaşlar, parti ile onu en iyi, en tam biçimde ve gerçek bir dahinin yöntemiyle dile getiren birey arasında yalnızca fiziksel değil aynı zamanda ruhsal, içsel, çözülmez bir bağ vardır. Ve bu, ifadesini, Yoldaş Lenin hastalığı nedeniyle çalışmadan koptuğunda, (tüm dünyada uluyan burjuva çakallar hakkında bir şeyler bilen) partinin tedirgin bir umutla Yoldaş Lenin’in durumuyla ilgili haber ve bültenleri beklemesi, ancak aynı zamanda partimizdeki tek bir kasın bile titrememesi, tek bir tereddüt, bölünmek bir yana, iç çatışma olasılığına dair en ufak bir ipucunun dahi olmamasında bulmuştur. Yoldaş Lenin doktorlarının emriyle işten el çektirildiğinde, parti bugün tabandaki her bir üyesinin sırtına iki üç kat fazla sorumluluk bindiğini anlamış ve oybirliğiyle liderinin dönüşünü beklemeye başlamıştır.
Pek uzun olmayan bir süre önce, bir burjuva politikacıyla görüşmeye katılmıştım, bana şunu söyledi: “Sovyet ve parti gruplarınızla iyi bir görüşme yaptım. Şüphesiz aranızda bireysel ve grupsal çelişkiler var, ancak hakkınızı vermeli. Dış dünya, ya da bir dış tehlike veya genel görevler söz konusu olur olmaz, her zaman cephenizi oluşturuyorsunuz.” Açıklamasının cephemizi oluşturmamıza dair son bölümü beni memnun etti, ancak ilk bölümü, itiraf edeyim ki biraz canımı sıktı. Bizimki gibi devasa görevlerle, düşünülebilecek en büyük zorluklar altında ve su götürmez biçimde yorulan (maddenin doğası gereği) eskilerle, bizimki kadar büyük bir parti söz konusu olduğu ölçüde; bazı iç tehlikeler partimiz içinde ortaya çıkabildiği ölçüde, bunlara karşı, tüm partinin niteliğini yükseltmek ve her alandaki üyelerinin parti kamuoyunun artan basıncını hissedebilmeleri için parti kamuoyunu güçlendirmekten başka bir çare yoktur ve olamaz.
Uluslararası durumun bütününden çıkardığımız sonuçlar bunlardır. Avrupa devriminin saati belki yarın gelip çatmayacak. Haftalar ve aylar ve belki yıllar geçecek ve dünyadaki yegâne işçi-köylü devleti olarak kalmaya devam edeceğiz. İtalya’da Mussolini zafer kazandı. Almanya’da Alman Mussolini’lerinin zaferini önlemeyi garantiledik mi? Hiç de değil. Ve Fransa’da Poincaré’inkinden çok çok daha fazla gerici bir hükümetin iktidara gelmesi bütünüyle olasıdır. Arka ayakları üzerinde bağdaş kurup oturmadan ve Kerensky’sini öne çıkarmadan önce, burjuvazi halen tamamıyla, sonuncu Stolypin’lerini, Plehve’lerini, Sipyagin’lerini geliştirmeye muktedirdir. Bu bizim ayakta durmamızı, Sovyet devletinin ayakta kalmasını ve sonuç olarak her şeyden önce partimizin kendisini sonuna kadar korumasını sağlayacak olan Avrupa devrimine bir başlangıç olacaktır. Belki de bir yıldan uzun bir süre, bu ekonomik, politik ve diğer her türden hazırlık çalışmasından geçmek zorunda kalacağız.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:03   #39
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu nedenle kitle kaynaklarımızı daha büyük oranda bir araya getirmeliyiz. Partimizin içinde ve çevresinde daha fazla genç! Niteliklerini en üst düzeye çıkar! Partimizin niteliklerinin yükseltilmesiyle, deneyimin eski kuşaktan yenisine aktarılmasıyla, bu tam kaynaşma durumu bir kez elimizde var oldukça, başımızın üstünde hangi fırtınalar –son proleter zaferin bu müjdecileri– patlarsa patlasın, bilincimizde hiçbir şüphe olmayacak ki; Sovyet sınırları, karşı-devrimin ötesine geçemeyeceği siperler olacaktır. Bu siperler bizim tarafımızdan, Sovyet Rusya’nın öncüsü tarafından, Komünist Parti tarafından güçlendirilmiştir ve bu siperleri ta ki o güne kadar ihlâl edilmemiş ve yenilmez olarak koruyacağız, ta ki Avrupa devrimi gelene ve Avrupa’nın tamamında, Dünya Sovyet Cumhuriyetinin eşiği, Avrupa Birleşik Devletleri Sovyet Cumhuriyetinin bayrağı dalgalanıncaya kadar.
(Uzun ve güçlü alkışlar)
(Yaşasın Kızıl Ordu’nun lideri Yoldaş Troçki! Yaşasın Yoldaş Lenin! sloganları)

Milliyetçilik ve Ekonomik Yaşam



İtalyan faşizmi, ulusal “mukaddes egoizmi” yegâne yaratıcı etken olarak ilân etti. Alman faşizmi insanlık tarihini milli tarihe indirgedi ve akabinde de milleti ırka, ırkı da kana. Dahası, politik olarak faşizme ulaşmamış –ya da daha doğrusu pençesine düşmemiş– ülkelerde, ekonomik sorunlar giderek ulusal çerçeveye sıkıştırılmaktadır. Birçoğu bayraklarının üstüne açıkça “otarşi” yazacak cesarete sahip değil. Ancak politika, her yerde ulusal yaşamı dünya ekonomisinden mümkün olduğunca kendi içine kapalı bir ayrılığa doğru itiyor. Sadece yirmi yıl önce, okul kitapları, zenginliğin ve kültürün üretimindeki en güçlü etkenin, insanoğlunun doğal ve tarihsel gelişiminin parçası olan uluslararası işbölümü olduğunu öğretiyordu. Şimdi, dünya ticaretinin tüm kötülüklerin ve tehlikelerin kaynağı olduğu ortaya çıktı. Haydi yuvaya! Sine-i millete dönün! Japon “otarşisinde” bir gedik açarak patlamaya sebep olan Amiral Perry’nin hatasını düzeltmek de yetmez, bunun yanı sıra insanlığın kültürel alanının böylesi bir büyüklükte genişlemesine yol açan Kristof Kolomb’un çok daha büyük hatası için de bir düzeltme yapılmalıdır.
Mussolini ve Hitler tarafından keşfedilen ulusun süregelen değeri, şimdi on dokuzuncu yüzyılın yanlış değerlerinin; demokrasi ve sosyalizmin karşısına çıkarılmıştır. Burada da el kitapları ile ve daha da kötüsü tarihin çürütülemez olguları ile uzlaşmaz bir çelişkiye düşüyoruz. Sadece kasıtlı cehalet, ulus ve liberal demokrasi arasında keskin bir tezat betimleyebilir.
Nitekim modern tarihte, diyelim ki Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesi ile başlayan tüm kurtuluş hareketleri, hem demokratik ve hem de ulusal bir karaktere sahiptirler. Baskı altındaki ve parçalanmış ulusların uyanışı, sayısız parçalarını birleştirme ve yabancı boyunduruğu söküp atma mücadeleleri, politik özgürlük için mücadele olmaksızın imkânsız olurdu. Fransız ulusu on sekizinci yüzyıla girilirken demokratik devrimin fırtınaları ve gerilimleri içinde pekişti. İtalyan ve Alman ulusları on dokuzuncu yüzyıldaki bir dizi savaşlardan ve devrimlerden doğdu. Özgürlüğe ilk adımını on sekizinci yüzyıldaki ayaklanmasıyla atan Amerikan ulusu, son olarak İç Savaşta Kuzeyin Güney üzerindeki zaferi ile güçlü gelişimini garanti altına aldı. Ne Mussolini, ne de Hitler ulusun mucidi değildir. Modern anlamda –ya da çok daha doğrusu burjuva anlamda– yurtseverlik, on dokuzuncu yüzyılın ürünüdür. Fransız halkının ulusal bilinci belki de en tutucu ve istikrarlı olanıdır; ve bugüne kadar demokratik geleneklerin pınarlarından beslenmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 15:03   #40
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İnsanlığın Ortaçağın tüm özgünlüklerini fırlatıp atan ekonomik gelişimi, ulusal sınırlar içerisinde durmadı. Dünya ticaretinin büyümesi ulusal ekonomilerin oluşumu ile paralel gerçekleşti. Bu gelişme eğilimi –hangi düzeyde olursa olsun ileri ülkeler için–, ifadesini, çekim merkezinin içerden yabancı pazarlara taşınmasında buldu. On dokuzuncu yüzyıl, ulusun kaderinin onun ekonomik yaşamının kaderi ile birleşmesiyle mimlendi, fakat yüzyılımızın temel eğilimi ulus ile ekonomik yaşam arasındaki büyüyen çelişkidir. Avrupa’da bu çelişki geçiştirilemeyecek kadar keskin hale gelmiştir.
Alman kapitalizminin gelişimi en dinamik karakterde olanıydı. On dokuzuncu yüzyıl ortalarında Alman halkı kendisini düzinelerce feodal vatanın kafesleri içerisine hapsedilmiş hissediyordu. Alman imparatorluğunun kurulmasından kırk yıldan daha az bir süre sonra, Alman sanayisi ulusal devletin çatısı içinde boğuluyordu. [İlk] dünya savaşının ana nedenlerinden biri Alman sermayesinin daha geniş bir alana girme çabalarıdır. Hitler 1914-18 yılları arasında bir onbaşı olarak Alman ulusunu birleştirmek için değil, kendisini şu meşhur “Avrupa’yı örgütle!” çözümlemesinde ifade eden uluslarüstü, emperyalist bir program adına savaştı. Alman militarizminin egemenliği altında birleşmiş Avrupa, çok daha büyük bir girişim –tüm gezegenin örgütlenmesi– için tohum toprağı olacaktı.
Ancak Almanya hiç de bir istisna değildi. O, sadece diğer ulusal kapitalist ekonomilerin eğilimlerini daha yoğun ve saldırgan bir tarzda ifade etti. Bu eğilimlerin arasındaki çatışma savaşla sonuçlandı. Savaş, gerçekten de, tarihin tüm büyük altüst oluşları gibi birçok tarihi sorunu kışkırtırken, geçerken de Avrupa’nın daha geri bölgelerinde –Çarlık Rusya’sında ve Avusturya-Macaristan’da– ulusal devrimlere itki verdi. Ancak bunlar geçip gitmiş bir dönemin gecikmiş yankılarıydılar. Esasen, savaş emperyalist karakter taşıyordu. İlerleyen tarihsel gelişmenin bir sorununu, uluslararası işbölümü tarafından hazırlanmış olan tüm arena üzerinde ekonomik yaşamı örgütleme sorununu, ölümcül ve barbarca yöntemlerle çözmeye girişti.
Savaşın bu soruna çözüm bulamadığını söylemeye gerek yok. Tam tersine Avrupa’yı hiçbir zaman olmadığı kadar atomize etti. Avrupa ve Amerika’nın birbirlerine bağımlılığını ve aynı zamanda da aralarındaki rekabeti derinleştirdi. Sömürge ülkelerin bağımsız gelişimlerini canlandırdı ve eş zamanlı olarak da metropol merkezlerin sömürge pazarlarına olan bağımlılığını keskinleştirdi. Savaşın bir sonucu olarak geçmişin tüm çelişkileri ağırlaştı. Amerika’nın yardım ettiği Avrupa harap olmuş ekonomisini tepeden tırnağa onarmakla meşgul iken, savaştan sonraki bu beş yıllık dönem görmezlikten gelinebilirdi. Ancak üretici güçleri restore etmek, kaçınılmaz olarak savaşa neden olan tüm bu uğursuzlukların baskın güç haline gelmelerini ifade ediyor. Geçmişin tüm kapitalist krizlerinde sentezlenmiş müstakbel krizler herşeyden önce ulusal ekonomik yaşamın krizlerini betimliyor.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 00:05 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580