Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > İktisat

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 28-02-2007, 14:40   #11
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Avrupa ve Amerika arasında bir denge yoktur. Avrupa’nın parçalanmışlığı devam ediyor, Orta ve Doğu Avrupa’da yapılan tahribat halen onarılmamıştır ve Rusya’nın içinde olduğu abluka özü itibarıyla sürüyor. Uluslararası ilişkilerdeki gerginlikler, güven yoksunluğu, paranın değerinin düşüşü, devasa borçlar ve finansal kaos; bunlar savaşın miras bıraktığı olgu ve faktörlerdir. Ve kapitalizmin temel güçleri bunların üstesinden gelmenin yollarını arıyorlar. Bu yapılabilir mi? Ya da olası mıdır?
Soyut olarak konuşursak, proletarya pasif kalırken ve Komünist Parti gaf üstüne gaf yapan bir örgüt olmayı sürdürürken bu temel güçlerin işlemeye devam etmesine izin verilirse, o taktirde bunun; ekonomik güçlerin bilinçsiz etkileşiminin, Komünist Partinin yanlışları ve işçi sınıfının pasifliğinden kendi adına yararlanarak, milyonların kemikleri üzerinde, milyonlarca Avrupalı proleterin kemikleri üzerinde ve sayısız ülkenin tahrip edilmesi yoluyla, uzun erimde bir çeşit yeni kapitalist dengeyi yeniden kuracağı bir duruma yol açacağı söylenebilir. Yirmi ya da otuz yıl içinde yeni bir kapitalist denge kurulabilir, ancak bu aynı zamanda tüm kuşakların soyunun kuruması, Avrupa kültürünün batması vs. anlamına gelir. Bu yaklaşım, en önemli ve temel faktörleri, adını koyalım, Komünist Partinin önderliği ve rehberliği altında işçi sınıfını tartışma dışı bırakan katıksız soyut bir yaklaşımdır.
Burjuva devletinin bilinçli manevraları için zemin hazırlayan ekonomik alanla yan yana, keza yine bu ekonomik yaşama dayanan, burjuva devletin tüm çatlak ve zikzaklarını değerlendirerek hesaba katan ve aynı zamanda burjuva devletinin manevralarını dikkate alarak tüm bunları devrimci taktikler diline dönüştüren bir başka faktörün daha mevcut olduğu postülasından yola çıkıyoruz. Bazı yoldaşların, bugünkü ticari-sınai krizin proletaryanın tam zaferine kadar sürmesi gerektiği kanısıyla ön ayak olmaya çalıştıkları otomatik bir saldırı hareketi postülası, Marx’ın ekonomi teorisine tamamıyla karşı bir biçimde işliyor. Kapitalist durgunluk döneminde olduğu gibi, kapitalist çürüme ve ekonomik parçalanma döneminde olduğu gibi, kapitalist yükseliş döneminde de, krizler döngülerden meydana gelir: İlkin boom gelir, ardından bir bunalım ki bunu ara aşamalarıyla birlikte yeni bir boom ve bunalım takip eder. Dahası, geçen 150 yıllık tarihsel gözlemlerin doğruladığı gibi, bu döngüler ortalama dokuz yıllık bir zaman dilimine yayılırlar. Bu salınımların kendi iç yasaları vardır ve tereddütsüz söylenebilir ki; 1920-21’de Avrupa’da muzaffer bir devrim gerçekleşmedikçe, 1920 ya da 1921 veya 1922 yılı boyunca bugünkü şiddetli kriz, ticari-sınai bir boom’un, ilkin işaret ve belirtilerine ve sonra çok bariz kanıtlarına kaçınılmaz olarak teslim olacaktır. Bu boom’un karakteri, yaygınlığı ve derinliğiyle ilgili bir soruya, insan vücudunun soluması ile bir analoji kurularak cevap verilebilir: Bir insan ölünceye kadar soluk almaya devam eder, ancak bir genç, bir yetişkin ve ölen bir adam, hepsi farklı şekilde nefes alırlar ve vücudun sağlığı konusunda nefes alışımızdan bir yargıya varılabilir. Ancak her şeye rağmen insan ölümüne değin nefes almayı sürdürür. Benzer şekilde kapitalizm de. Bu dalgaların salınımı, bu iniş ve çıkışlar, kapitalizm muzaffer proletarya tarafından sona erdirilmedikçe kaçınılmazdır. Kapitalizmin yükseliş, durgunluk ya da düşüş içinde olduğu konusunda, boom ve krizlerin salınan dalgalarından yola çıkarak bir yargıya varmak mümkündür. Bugün kesinlikle söyleyebiliriz ki; 1920 baharında patlak veren, ortalama olarak 15-16 ya da 17-18 ay çeşitli dalgalanmalarla sürdükten sonra 1921 Mayısında şiddetinin en üst noktasına ulaşan kriz, her krizin yaptığı işi tamamlamayı başardı, yani artı mallardan ve artı üretici güçlerden kurtuldu ve bu suretle kapitalizme bir miktar daha büyüme alanı sağlamış oldu. Kendisini, işsizlik azalmaya başlamışken fiyatların yükselişe geçmesiyle dile getiren bir canlanmanın başlaması söz konusudur. Bu sorunla daha ayrıntılı olarak ilgilenmek isteyenler Pavlovsky’nin Communist International’ın son sayısındaki makalesini okumalılar. Özel ekonomi dergilerindeki makalelerin yanı sıra, Smith’in Economicheskaya Zhizn’deki makalelerine de bakılabilir. Bugün krizin derinleşmeyi sürdürüp sürdürmediğini tartışmak gereksizdir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:41   #12
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İşçi hareketinde bugünlerde gözlenebilen yükseliş dalgasını değerlendirecek olursak, bunun yeni başlamış olan ticari-sınai canlanmayla sıkı sıkıya bağlı olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Bu ticari ve sınai canlanma ve onun derinliği şüphesiz bir bütün olarak kapitalizmin durumuna bağlı olacaktır. Ticari ve sınai kriz, ilk siper hattının (korkunç fiyatlar) üstesinden gelip onu yardıktan sonra, işlemez hale gelen ve harap olan üretici güçler bir dereceye kadar ilerleme olasılığını kazanmış olacaktır (bugünlerde buna tanıklık ediyoruz). Yarın ya da ertesi gün, gelecek yıl ya da iki yıl sonra (tarihi kestirmek zor) üretici güçler, Doğu Avrupa’nın tahribatıyla, Batı Avrupa’nın korkunç durumuyla, iyileşmekten oldukça uzak aynı parasal sistemlerle karşılaşacaktır.
Boom, 1914 öncesinde alıştığımız refah kadar muazzam olmayacaktır. Görünüşe göre bu refah bütünüyle hastalıklı, yalnızca ileriye değil geriye de yalpalayan bir refah olacaktır. Bu tartışma dışıdır. Fakat yine de bu boom, ekonomik yaşamın ve boom temelindeki işçi hareketi politikasının evriminde yeni bir evreye, yeni bir aşamaya işaret ediyor. Peki bu boom nasıl oluştu? İzin verirseniz size özet olarak onun kronolojisini vereyim.
1914’te bir kriz patlak vermek üzereydi. Bunun yerine emperyalist savaş çıkageldi. Savaş ekonomik gelişme eğrisiyle çakıştı ve maddi güçlerin ve kaynakların yağmalanması, yakılıp yıkılması, borçların birikmesi, ekonominin örgütlülüğünü yitirmesi, tüm işletmeleri dağıtarak, muazzam emisyon hacimlerini körükleyerek vb. sermaye yatırımlarının ve ticari kuruluşların sıkıntısının arttırılması temelinde dizginlerinden boşalmış bir savaş refahı çıkageldi. Savaş sona erdi. 1918 yılıydı. Ve terhisler. En kritik andı bu. İşçi ve köylüler evlerine, kırık dökük yemliklerine dönmek üzere ordudan ayrıldılar. Savaş sözleşmeleri iptal edildi. Bunalım derinleşti. Eğer Komünist Parti, bugün Almanya ya da Fransa’daki gücünün yarısına o zaman sahip olsaydı, proletarya iktidarı kendi ellerine alabilirdi. 1919’da (bunu çekinmeden söyleyebiliriz) böyle bir Komünist Parti yoktu. Hükümetler bunun yokluğundan yararlandılar ve terhis korkusuyla savaş döneminin ekonomik politikalarını 1919 boyunca sürdürdüler. Kâğıt para emisyonu devam ettirildi, eski savaş sözleşmeleri yalnızca krizi başka bir yöne çevirmek amacıyla uzatıldı ya da yenileriyle değiştirildi. Ve tüm bir 1919 yılı, şüphesiz aynı halk kitlelerinin zararına, burjuva devletince bahşedilen muazzam milyarlık sübvansiyonlarla geçti. Bu bir çeşit moratoryumdu; yapay ve uyduruk araçlarla korunma. Kapitalizm politik haklar bahşederek, sekiz saatlik işgününü başlattı. İşçilerin kendiliğinden saldırı dalgası, o zamanlar fiilen varolmayan Komünist Partinin önderliği olmaksızın serpilip ortaya çıktı.
1919’da hesap ödemenin zamanı geldi; kriz patlak verdi. Burjuvazi ve devleti krizle hesaplaştılar, ancak kapitalist mekanizmaların yasalarını değiştirmek güçlerini aşıyordu. İlk devrimci hareketler, deneyim yoksunluğu ve Komünist Partinin olmayışından dolayı başarısızlığa uğradı. Bunu, iç mücadeleler, bölünmelerin patlak verişi ve 1918’de devlet işlerinin çok alelâde bir kavrayışına ve kitabi bilgilere sahip geniş işçi sınıfı grupları arasında yanılsamalardan kurtulma takip etti. Burjuvazi saldırıya geçti, ücret düzeyleri muazzam ölçülerde geriledi; bunlar saatin belirtileriydi. Güven yoksunluğu evrenseldi, grevler ezildi, işsizler ordusu devasa boyutlara ulaştı.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:41   #13
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu koşullarda krizin, bir uçta reformist, diğer uçta anarşist yanılsamalara yol açması kaçınılmazdı. Bunun üzerine Komünist Parti bir süreliğine kendisini kitlelerden yalıtılmış hissetmeye başladı. Ve Komünist Parti savaşın tasfiyesinin kritik anını kaçırdığı ölçüde, burjuvazi bu kritik dönemde ayakta kalabildiği ölçüde, kriz, ilk politik yanılsamalarından çoktan kurtulmuş kitleleri kamçıladığı ve krizin kitleleri sarıp sarmalayan kolları gevşediği ölçüde; kriz, işçi sınıfının devrimci enerjisine yeni ve ciddi bir dürtü sağlayabilirdi. Ve bugün olan da budur.
Bu kriz doğal olarak, çelişkilerinin ve zorluklarının küçük bir bölümünü çözebilmesi için burjuvaziye gerekenin onda biri büyüklüğünde bile değildi. Ancak bu kriz işçi sınıfına, üretimin sırtlayıcısının kendisi olduğunu, her şeyin onun kararına bağlı olduğunu, burjuvazi ve kapitalizmin kaderinin giderek artan ölçüde bu karara bağlı olduğunu bir kez daha hissettirecek kadar güçlüdür.
Ve en önemli olan şey şudur ki, bugün işçi sınıfı, mücadelede deneyim kazanmış, yanlışlardan –ki yanlış yapma deneyimi tüm deneyimlerin en önemlisidir– ve yanlışlardan çıkardığımız derslerden yararlanarak bizim kazandığımız başarılardan deneyim kazanmış bir Komünist Partinin rehberliğine sahiptir. İçinde bulunduğumuz zamanda yüz yüze olduğumuz durum budur.
Tamamen kendimizden emin olarak söyleyebiliriz ki, işçi kitleler arasında 1920’lerin başlarında şiddetlenen ve sonlarına doğru belirginleşerek büyüyen iç ayrışma evresi –Komünistlerin yalıtılma aşamasının, kimi zamanlar çoğunluk gibi hareket etmeye yeltenen bariz bir azınlığa dönüşmüş olma durumunun dağılması sürecinde ayrışma– bir bütün olarak ve kısmen artık arkamızda kalmıştır. Ve bu, Komünist Enternasyonal’in önerdiği ve Yoldaş Zinovyev’in burada savunduğu taktikler için kati surette doğru bir zemindir.
Yoldaşlar, bu ekonomik canlanmanın ne kadar süreceğini ya da hangi biçimlere bürüneceğini söylemek zor. Büyük olasılıkla hastalıklı bir biçim alacak. Bu iniş ve çıkışlar bir öksürük nöbetini andıracak ve bu nedenle devrimci itilimleri garantileyecektir. Komünist Partinin liderliğinde, kesinlikle söylenebilir ki, devrimci hareketin yükselen dalgası, bu kabaran sel, işçi sınıfı içindeki tüm grupları kendisiyle birlikte yükseltecektir, yani oportünistleri, merkezcileri ve benzer şekilde Komünistleri bu dalganın tepesine çıkartacaktır. Bu kabaran selin gereklilikleri bizi pratik uzlaşmalar aramaya itiyor ve buna zorluyor. Fakat aynı zamanda, tam da herkesi yukarıya kaldırdığından bu kabaran sel çalışan kitleleri eyleme sevk ediyor ve tüm grupları eylem içinde sınanmaya zorlayacaktır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:41   #14
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Geçmişte teorik polemiklerin, azınlık durumundaki politik partiler arasındaki tartışmaların konusu olan her şey, bugün çoğunluk tarafından sınanıyor. Diğerleri bu kabaran selde boğulurken, biz sonuna kadar onun tepe noktasında ilerliyor olacağız. Özellikle tüm bu koşullar uluslararası durumu tamamıyla belirlemektedir.
Burjuvazi kendisine çok güveniyor, ekonomik zorluklar oldukça büyük; sınai boom da keza burjuvazi için umut oluşturuyor, şüphesiz bu bbom’un kaymağını burjuvazinin en üst grupları yiyecek (devlet aygıtı onların elinde). Enternasyonal’in ve onun önde gelen parti ve unsurlarının deneyimine yaslanarak, bu boom’un derinliğini araştırıyoruz ve belirtilerini formüle ediyoruz, fakat burjuvazi bunun tam tarihsel anlamını hiç de değerlendirme yeteneğinde değildir. Burjuvazinin kendine güveni çok büyük. Ve bu nedenle bu dönüm noktasında Washington Konferansını[2] topluyor ve gelecek bahar yapılacak yeni bir konferansa bizi davet etmekten bahsetmeye başlıyor. Burjuvazinin özgüveni, ülkemizdeki kıtlık, aşırı ölçüde kötü ekonomik durumumuz; tüm bunlar, burjuvazinin bizimle görüşmenin sanıldığından çok daha kolay ve rahat olduğunu sanmasının göstergeleridir.
En uzak görüşlü olan Amerika’dır. Japonya ile fikir birliğine vardı. Japonya’ya verilen bizi yağmalama izni, kıtlık çeken bölgelerimizdeki “insani” faaliyetlerle çok güzel bir şekilde senkronize edilmiştir. Birincisi ikincisine mükemmel bir destektir. Esas manevra orada yürütülüyor; Uzak Doğu’da.
Ülkeye daha yakın olan Batı’da başka manevralar var. Gelecekteki Karelya olayları için bir Karelya gediği açma hazırlıkları, sanılandan çok daha büyük ölçektedir. Batı sınırlarımız boyunca silahlanmış güruhlar bulunmaktadır (Sovyet Kongresinde bu güruhların mevzilenişini gösteren bir haritam olacak) ve Polonya birliklerinin artan bir yoğunlaşması söz konusudur. Tüm bunlar şu anlama geliyor; bir yanda Avrupa burjuvazisinin bir kanadı, diğerleri arasında bize en yakın olan ve ne pahasına olursa olsun bize karşı savaşmak isteyen Polonyalılar, öte yanda burjuvazinin –belki en üst grupları arasında bile– bizi tanımanın ve bizle bir anlaşmaya yanaşmanın biraz basitleştirilmiş bir şeklini gönlünden geçirenler. Az çok şöyle düşünüyorlar: “Peki, Krassin ya da Çiçerin’i[3] arayacağız. Teklif edilen 20 milyon dolarlık borca bir miktar daha ilâve edeceğiz ve sonra Komintern’e, yapılacak şeyin bir iç temizliği yerine getirmek olduğunu söyleyeceğiz. Bize politik garantiler versinler. Bu komünizm şeytanının tırnaklarını yeterince törpüleyeceğiz ve sonrası rahat bir yolculuk olacak.”
Lloyd George ve diğer bazılarının kafasında böyle bir tasarı olduğuna kuşku yok. Bizim resmen tanınmamız üzerine görüşmeler başlar başlamaz, öksürük nöbeti ve spazmlara benzer sayısız zikzak olacak. Hem Lloyd George ve Briand hem de diğer birçoğu görüşmeler boyunca bizi baskı altına alacak araçlara ihtiyaç duyacaklar. Polonyaları, Romanyaları, Finlandiyaları var. Durum çok ciddidir. Tarihsel görünüm –uluslararası ve benzer şekilde Rusya için– yükselen bir eğri görünümüdür, ancak bu düz bir eğri olmaktan ziyade birçok iniş ve çıkışları olan bir eğridir ve bir sonraki kopuş tam olarak gelecek baharla birlikte olabilir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:41   #15
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bununla birlikte varsayalım ki görüşmeler başladı; bu durumda biz şüphesiz bir fikir birliğine ulaşmak için olası her şeyi yapmak zorundayız. Bir Komünist Parti üyesi olarak ve bu tehlikenin belli görünümleriyle en doğrudan ilgili biri olarak bunun altını çiziyorum. Fakat su götürmez bir olgu varlığını sürdürmeye devam ediyor; uluslararası arenada resmen tanınma hakkını elde etmeye yaklaştıkça, burjuva dünya tarafından kabul edilmeye yaklaştıkça, burjuva dünyanın, görüşmelerde, fazladan yumruk ve tekmelerle, doğrudan askeri hareketlerle bize boyun eğdirmenin yollarını aradığı an da o kadar yaklaşıyor. Bu noktadan kalkarsak, Uzak Doğu’daki ve yanı başımızdaki Batı sınırlarındaki hareketlenmeler tipik belirtilerdir. Bu nedenle, tüm uluslararası durumu bir karara varmak için değerlendirirken ve Komünist Enternasyonal’in kesinlikle doğru olan ve durumun bütününe dayanan kararını candan desteklerken, şunu da söylememiz gerektiğini düşünüyorum:
Avrupa ve dünya proletaryası, yeni başlamış olan ekonomik canlanmaya dayanarak, devrimci çalışan kitlelerin birleşik cephesini ayağa kaldıracak ve kitlelerin bizim tarafımıza tedrici kayışını kolaylaştıracakken, şu olguyu aklımızdan çıkarmamalı ve dünya proletaryasının dikkatini bu olguya çekmeliyiz; kelimenin tam anlamıyla kendi cephemizi de yaratmak zorunluluktur. Eğer bu olsaydı, eğer baharla birlikte devrimci olaylar fırtınalı bir karaktere bürünseydi (tahmin yürütmek şüphesiz çok zor ancak bu olasılık hiçbir şekilde dışlanamaz) burjuvazinin bizimle görüşme taahhüdünde bulunduğu bir anda çıkagelen bu devrimci yükseliş durumu çok kesin biçimde değiştirebilir. Bir politik manevranın tam ortasında meydana gelen bu devrimci gelişmeler, Sovyetler’in tanınması planını ortadan kaldırabilir ve düşmanlarımızı Fransa’nın ve tüm diğer kapitalist ülkelerin askeri ajanları olarak iş görenler, yani en yakın komşularımız aracılığıyla bize karşı açık bir savaşa girişmeye zorlayabilir. Bu nedenle Kızıl Ordu o an için mükemmel bir düzen içinde olmalıdır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:41   #16
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ekim Devriminin Beşinci Yıldönümü ve Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Dünya Kongresi Üzerine Rapor

20 Ekim 1922
[Parça]
Kapitalist Çelişkiler Yumağı Rusya’dan Başlayarak Çözülüyor

İki gün önce, tesadüfen Bromley işletmesindeki bir parti hücresi toplantısına katıldım. Oradaki hücre üyesi yoldaşlardan biri şu soruyu ortaya attı: Komünist çıkarlar açısından bakıldığında proleter devrim hangi ülkede en avantajlı durumda olurdu? Bir süre düşündükten sonra, bu kadar soyut olarak ele alırsak Birleşik Devletler’deki bir devrimin en avantajlı konumda olacağı söylenmek zorunda kalınırdı diye yanıtladım. Bu gayet anlaşılabilir bir şeydir. Ekonomik açıdan konuşursak bu ülke dünyadaki en bağımsız ülkedir. Sanayisi ve tarımı, ülkenin ağır bir kuşatma altında olduğu varsayıldığında bile, bütünüyle bağımsız bir varlık olmasını sağlayacak kadar dengelenmiştir. Dahası en ileri sanayi teknolojisini kullanan, görünür altın rezervinin yaklaşık olarak yarısını, belki de biraz daha azını elinde tutan dünyanın en zengin ülkesidir. En önemli dallarda dünya üretiminin yarısından fazlasını kendi ellerinde yoğunlaştıran bir ülkedir. Doğal olarak bu ülkenin proletaryası iktidarı eline geçirse, sosyalist inşa için eşsiz bir maddi temele ve örgütsel ve teknik öncüllere sahip olurdu. Bir sonraki ülke Büyük Britanya’dır; Rusya ise, eğer en sonda değilse bile (çünkü Asya ve Afrika da var) her durumda Avrupa sınırları içindeki ülkeler listesinde en diptekilere yakın bir yerlerde olurdu. Ancak tarih, sizin de bildiğiniz gibi, bu arapsaçına dönen yumağı ters ucundan, yani Rusya’nın yer aldığı uçtan, kültürel ve ekonomik anlamda büyük kapitalist ülkeler arasındaki en geri ülkeden, ekonomik ve teknolojik anlamda son derece bağımlı ve buna ek olarak savaş tarafından tamamen viraneye çevrilmiş bir ülkeden çözmeye başlıyor. Ve eğer bugün kendimize Birleşik Devletler’deki proleter devrimin politik öncüllerinin ne olduğunu sormak zorunda olsaydık, o zaman doğal olarak olayların, Amerikan proletaryasının iktidarı fethetmesini görülmedik ölçüde hızlandırabilecek şekilde gelişebileceği varsayılabilirdi. Ancak durumu olduğu şekliyle ele alırsak, o durumda bu en güçlü, en büyük ve en önde gelen kapitalist ülkede, politik öncüllerin, yani sistematik parti ve sınıf örgütlerinin yaratılması düzlemindeki öncüllerin en az hazır olduğunu söylemek zorundayız. Tüm bir raporu, tarihin devrim yumağını niçin bizimki gibi ekonomik anlamda geri ve zayıf bir ülkeden çözmeye başladığını açıklamaya ayırabilirdim, ancak bu durumda ne Dördüncü Dünya Kongresi ne de Sovyet iktidarının Beşinci Yıldönümü hakkında konuşamazdım. Bize ölümüne düşman olan kapitalizm, ekonomik olarak bizden çok üstün olan burjuva ülkelerde varlığını sürdürürken, beş yıl boyunca ekonomik olarak en geri ülkede sosyalist inşa işinin peşinden koşmaya zorlanmışlığımızı söylemek şimdilik yeterli. Bu temel olgudur ve doğal olarak iç savaşımızın korkunç şiddeti buradan kaynaklanmıştır...
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:42   #17
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Dördüncü Dünya Kongresi Raporu

[28 Aralık 1922’de, partili olmayan delegelerin de katılımıyla gerçekleşen Onuncu Tüm Sovyetler Birleşik Kongresinin Komünist Fraksiyonunun toplantısında sunulmuştur.]

Yoldaşlar,
Benden, Komünist Enternasyonal’in son Dünya Kongresi üzerine bir rapor hazırlamam ricasında bulundunuz. Bundan, benden istediğiniz şeyin, son Kongrenin çalışmalarına ilişkin bir değerlendirme olmadığı (çünkü bu durumda, bir raporu dinlemektense, oturumların tutanaklarına dönmek, halihazırda basılı bulunan bültenlere göz atmak daha uygun olurdu) sonucunu çıkarıyorum. Anladığım kadarıyla görevim, sizlere, devrimci hareketin genel durumunun, bu olgular ışığında devrimci hareketin perspektiflerinin ve Dördüncü Dünya Kongresinde yüz yüze geldiğimiz sorunların bir değerlendirmesini sunmaya çalışmaktır.
Doğal olarak bu, uluslararası devrimci hareketin durumu ile az ya da çok bir benzerliği önceden varsayıyor. İzninizi rica ederek şunu da parantez içinde belirtmek istiyorum; basınımız ne yazık ki bizi, Sovyet inşamızla, ekonomik yaşantımıza ilişkin olgularla olduğu kadar,dünya işçi hareketinin, özellikle de komünist hareketin olguları ile bilgilendirmek için yapması gerekenlerden çok uzaktır. Bugün bunlar bize göre, eşit önemdeki şeylerin ifadeleridir. Bana gelince, (alışkanlıklarımın tersine) basınımızın, her gün dersler, vaazlar ve (bunlara yalnızca zaman zaman gereksinimimiz olduğundan) genellemeler yapmaksızın, yalnızca her Komünist Partinin iç yaşamından olgular ve materyaller sunarak, partimize devrimci mücadele alanında olup bitenlerin tam, somut ve kesin bir tasvirini vermek için elimizin altındaki istisnai olanaklardan yararlanmasını sağlamak amacıyla gerilla eylemlerine başvurmak zorunda kaldım.
Bu noktada, parti kamuoyunun, editörleri yabancı gazeteleri okuyan ve bu basın temelinde zaman zaman genellemeler ileri süren, ancak fiilen olgusal bir materyal sunmayan basınımız üzerinde baskı yapması gerektiği kanısındayım. Ancak burada toplanan, Sovyet Kongresi ve dolayısıyla hayli nitelikli parti unsurları olduğundan, raporumun amacı doğrultusunda komünist partilerin ve işçi hareketi içinde halen elle tutulur bir etkiye sahip diğer partilerin güncel koşullarına ilişkin genel bir hatırlatma yapacağım. Görevim, yeni olgulardan, özellikle de Komintern’in Dördüncü Kongresinin bizlere sağladığı olgulardan yola çıkarak, proleter devrimin gelişim temposu ve durumu hakkındaki görüşlerimizin, genel kriterlerimizin doğruluğunu kanıtlamaktır.
Yoldaşlar, en başından söylemek isterim, eğer amacımız şaşırmamak ve perspektiflerimizi kaybetmemek ise, o zaman işçi hareketini ve bunun devrimci olanaklarını değerlendirirken şunu aklımızda tutmalıyız ki; aralarında bağlantı olmasına rağmen birbirlerinden tamamen farklılaşan üç büyük alan mevcuttur. İlki Avrupa; ikincisi Amerika; ve üçüncüsü sömürge ülkeler yani birincil olarak Afrika ve Asya. Dünya işçi hareketini bu üç alanın kavramlarıyla çözümleme gereksinimi, bizim devrimci kriterlerimizin doğasından kaynaklanıyor.
Marksizm bize şunu öğretiyor; proleter devrimin olanaklı olması için, şematik konuşacak olursak, üç öncül ya da koşulun olması bir zorunluluktur. İlk öncül üretim koşullarıdır. Üretim tekniği, kapitalizmin yerine sosyalizmin geçmesinden ekonomik kazanımlar sağlanacağı bir noktaya gelmiş olmalıdır. İkinci olarak, bu değişimi gerçekleştirmeye niyeti ve yeterli gücü olan bir sınıfın, yani sayıca gerekli büyüklükte olan ve bu değişimi başlatmak için ekonomide yeteri kadar önemli bir rol oynayan bir sınıfın olması gerekir. Buradaki referansımız şüphesiz işçi sınıfıdır. Ve üçüncü olarak, bu sınıf devrimi gerçekleştirmek için hazırlanmış olmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için gerekli isteğe sahip olmalı, yeterince örgütlenmiş olmalı ve bunu gerçekleştirebilecek bilinçte olmalıdır. Bu noktada, proleter devrimin öznel öncülleri ve öznel faktörler olarak adlandırılan alana geçiyoruz. Eğer sözü edilen üç alana bu üç kriterle –üretimsel-teknolojik, sosyal-sınıfsal ve öznel-politik– yaklaşacak olursak, bu alanlar arasındaki farklılık çarpıcı biçimde gözle görülür hale gelecektir. Şüphesiz, insanlığın sosyalizme hazır oluşu sorununa, bugün yaptığımızdan çok daha soyut olarak üretimsel-teknolojik bakış açısından bakmaya alışık olduğumuz doğrudur. Eski kitaplarımıza ve hatta şu an daha eskimemiş olanlara dahi bakarsanız, kapitalizmin, 15 veya 20, 25 ya da 30 yıl önce çoktan ömrünü tamamladığı yolunda bütünüyle doğru bir değerlendirme bulursunuz.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:42   #18
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bununla anlatılmak istenen şey neydi? Şu: 25 yıl hatta daha uzun bir süre önce, kapitalist üretim tarzının yerini sosyalist üretim tarzının alması daha o zamanlar nesnel kazanımlar sunuyordu, yani insanlık kapitalizmde ürettiğinden daha fazlasını sosyalizmde üretebilirdi. Fakat 25-30 yıl önce bu halen, üretici güçlerin artık kapitalizm altında gelişme yeteneğinde olmadığı anlamına gelmiyordu. Biliyoruz ki dünyanın her tarafında, özellikle günümüze kadar karşılaştırmalı olarak dünyadaki önde gelen ekonomik ve mali rolü oynayan Avrupa’da, üretici güçler büyümeye devam etti. Ve şu an Avrupa’da üretici güçlerin büyümeye o ana kadar devam ettiği yılı saptayabiliyoruz: 1913 yılı. Bu şu anlama gelir; o yıla kadar kapitalizm üretici güçlerin gelişmesinin önüne mutlak değil göreli bir engel koydu. Teknolojik anlamda, Avrupa 1894’den 1913’e kadar eşi görülmemiş bir hızla ve güçle gelişti, daha açık söyleyelim, Avrupa emperyalist savaşı önceleyen 20 yıl boyunca ekonomik olarak zenginleşti. 1913’ten başlayarak –bunu olumlu anlamıyla söyleyebiliriz– kapitalizmin, onun üretici güçlerinin gelişimi, savaşın patlak vermesinden bir yıl önce bocalama noktasına geldi, çünkü üretici güçler, kapitalist mülkiyetin ve mülk edinmenin kapitalist biçiminin koyduğu sınırlara karşı hızla ilerlemişlerdi. Pazar bölünmüş, rekabet en şiddetli ölçüye ulaşmıştı ve bundan böyle kapitalist ülkeler, birbirlerini pazardan yalnızca mekanik araçlarla bertaraf etmenin yollarını arayabilirlerdi.
Avrupa’da üretici güçlerin gelişimine dur diyen savaş değildir, savaşın kendisi, kapitalist egemenlik koşulları altında Avrupa’da üretici güçlerin daha fazla gelişmesinin olanaksızlığından çıkmıştır. 1913 yılı, Avrupa ekonomisinin evrimindeki büyük bir dönemeç noktasına işaret eder. Savaş, yalnızca, kapitalizm koşullarında daha fazla ekonomik gelişimin tamamıyla olanaksız olmasından doğan krizi derinleştirici ve keskinleştirici bir biçimde davrandı. Bu bir bütün olarak Avrupa’da yaşandı. Sonuç olarak, eğer 1913’ten önce sosyalizmin kapitalizmden daha avantajlı olduğunu söylemekte şartlı olarak haklıysak, bundan, 1913’ten beri, sosyalizm biricik ekonomik kurtuluş olanağını sunarken kapitalizmin çoktandır Avrupa’nın parçalanması ve mutlak bir tıkanıklık durumu anlamına geldiği sonucu çıkar. Bu, proleter devriminin ilk öncülüne göre görüşlerimizi daha da kesinleştirir.
İkinci öncül, işçi sınıfıdır. İktidarı elde edebilmek ve toplumu yeniden inşa edebilmek için ekonomik anlamda yeterince güçlü bir hale gelmelidir. Bu koşul bugün sağlanmış mıdır? Rus devrimimizin deneyiminden sonra bu sorunu ileri sürmek artık mümkün değildir, çünkü Ekim Devrimi bizim geri ülkemizde olmuştur. Ancak geçtiğimiz yıllarda, proletaryanın toplumsal gücünü dünya ölçeğinde az çok yeni bir yoldan ve çok daha kesin ve somut olarak değerlendirmeyi öğrendik. İktidarı almadan önce proletaryanın, nüfusun yüzde 75 ya da 90’ını oluşturmasını talep eden bu naif, sahte-Marksist görüşler tamamen çocukça görünüyorlar. Nüfusun çoğunluğunu köylülüğün oluşturduğu ülkelerde bile proletarya, iktidarın fethini başarabilmek için köylülüğe ulaşmanın yollarını bulabilir ve bulmalıdır. Bize kesin olarak yabancı olan şey, köylülüğe ilişkin her türden reformist oportünizmdir. Aynı zamanda, dogmatizm de bize daha az yabancı değildir. Tüm ülkelerdeki işçi sınıfı, köylü kitlelere, ezilen uluslara ve sömürge halklara giden bir yol bulunabilmesini sağlayacak ve bu şekilde çoğunluğu garantiye alabilecek derecede yeterince büyük bir ekonomik ve toplumsal rol oynamaktadır. Rus devrimi deneyiminden sonra, bu, bir spekülâsyon, bir hipotez, bir indirgeme değil, su götürmez bir gerçektir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:58   #19
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ve son olarak üçüncü gereklilik: İşçi sınıfı altüst oluşa hazır olmalı ve bunu gerçekleştirme yeteneğinde olmalıdır. İşçi sınıfı yalnızca bunun için yeterince güçlü olmak zorunda değildir, aynı zamanda gücünün bilincinde olmalı ve bu gücünü kullanabilmelidir. Bugün onun öğelerini ayrıştırabiliriz ve ayrıştırmalıyız, bu öznel faktöre daha kesin bir biçimde eğilmeliyiz. Savaş sonrası yıllar boyunca, Avrupa’nın politik yaşamında gözledik ki, işçi sınıfı altüst oluşa hazırdır, öznel bir gayret anlamında hazırdır, azmi, ruhsal durumu, özverisi anlamında hazırdır, ancak hâlâ gerekli örgütsel liderlikten yoksundur. Sonuç olarak, sınıfın ruh hali ve örgütsel bilinçliliği her zaman çakışmıyor. Bizim devrimimiz, tarihsel faktörlerin istisnai bir bileşimi sayesinde, geri kalmış ülkemize, köylü kitleleri ile doğrudan bir ittifak içinde, iktidarın işçi sınıfının ellerine geçmesi fırsatını verdi. Partinin rolü hepimizin gözünde tümüyle açıktı ve bereket versin, bugün bu rol Batı Avrupa komünist partileri için de yeterince açıktır. Partinin rolünü dikkate almamak, devrimin katıksız nesnelliği ve otomatikman hazırlanışının muhtelif çeşitlerini koşul olarak getiren ve böylece devrimi belirsiz bir geleceğe havale eden sahte-Marksist nesnelciliğe düşmektir. Böylesi bir otomatizm bize yabancıdır. Bu, Menşevik, Sosyal demokrat bir dünya görüşüdür. İşçi sınıfının devrimci partisinin sunduğu bilinç faktörünün, öznel faktörün devasa rolünü kavramayı biliyoruz, bunu pratikte öğrendik ve diğerlerine öğretiyoruz.
Partimiz olmaksızın 1917 devrimi şüphesiz gerçekleşemezdi ve ülkemizin bütün kaderi tamamıyla farklı olurdu. Bir sömürge ülkesi olarak ot gibi yaşamak üzere bir kenara fırlatılır, dünyanın emperyalist güçleri tarafından yağmalanır ve bölüşülürdük. Bunun gerçekleşmeyişi, işçi sınıfımızın emsalsiz bir kılıçla, Komünist Partimizle silahlanmış oluşuyla tarihsel olarak garantilenmiştir. Savaş sonrası Avrupa’da bu gerçekleşmedi.
Üç gerekli öncülden ikisi hâlâ mevcuttur. Savaştan çok önceleri, sosyalizmin göreli üstünlükleri ve 1913’ten bu yana ve dahası savaştan sonra, sosyalizmin mutlak gerekliliği kanıtlanmıştı. Sosyalizmin başarısızlığı Avrupa’yı ekonomik olarak parçalamakta ve çürütmektedir. Bu bir olgudur. Avrupa’daki işçi sınıfı artık büyümeye devam edemez. Avrupa’nın kaderi, onun sınıf kaderi, ekonominin gelişimine paralel gitmekte ve bu gelişmeye denk düşmektedir. Avrupa ekonomisi, kaçınılmaz dalgalanmalarla, durgunluğa ve hatta parçalanmaya uğradığı ölçüde, toplumsal olarak gelişmesi sekteye uğrayan bir sınıf olarak işçi sınıfının sayısal artışı o ölçüde son bulur ve işsizlikten, yedek emek ordusunun korkunç kabarışından o ölçüde zarar görür. Savaş, işçi sınıfını devrimci anlamda tepeden tırnağa canlandırdı. İşçi sınıfı, toplumsal ağırlığından ötürü, savaştan önce devrimi gerçekleştirme yeteneğinde miydi? Neden yoksundu? Kendi gücünün bilincinden yoksundu. Gücü, Avrupa’da neredeyse alttan alta, sanayinin büyümesi ile birlikte otomatik olarak artmıştı. Savaş işçi sınıfını sarstı. Bu korkunç ve kanlı kargaşa nedeniyle, Avrupa’nın tüm işçi sınıfını, savaşın bitmesinin hemen ardından devrimci bir ruh hali sarıp sarmaladı. Sonuç olarak, öznel faktörlerden biri, bu dünyayı değiştirme isteği, halihazırda mevcuttu. Olmayan şey neydi? Parti; işçi sınıfının zafere ulaşmasında ona önderlik edebilme yeteneğindeki bir parti.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 14:58   #20
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Şimdi ülkemizde ve dışarıda devrim olaylarının nasıl geliştiğine bir bakalım. 1917’de Rusya’da Şubat-Mart devrimini yaşadık ve dokuz ay sonra da Ekimi. Devrimci parti işçi sınıfına ve yoksul köylülüğe zaferi garantiliyordu. 1918’de Almanya’da devrim; tepedeki değişimlerin eşliğinde işçi sınıfı ileri atılmaya çabaladı ve tekrar tekrar püskürtüldü. Almanya’daki proleter devrim zafere yol açmadı. 1919’da Macar devriminin patlak verişi: Dayandığı zemin çok dardı ve parti çok zayıftı. Devrim 1919’da birkaç ay içinde ezildi. 1920 ile birlikte durum çoktan değişmişti ve halen çok daha keskin olarak değişmeye devam ediyor.
Fransa’daki tarihi gün; 1 Mayıs 1920. Bu gün, burjuvazi ve proletarya arasındaki güç dengelerinde gerçekleşen keskin bir dönüm noktasına işaret ediyor. Fransız proletaryası bütünüyle devrimci bir ruh hali içindeydi, ancak zaferi çok hafife almıştı. Bu devrimci ruh, kapitalizmin önceki barışçıl ve organik gelişimi döneminde olgunlaşan örgütler ve parti tarafından yatıştırıldı. 1 Mayıs 1920’de Fransız proletaryası genel grev ilân etti. Bu, onun Fransız burjuvazisiyle ilk büyük çatışması olmalıydı.
Tüm burjuva Fransa titredi. Siperlerden henüz çıkmış olan proletarya Fransa’nın yüreğine korku saldı. Fakat eski Sosyalist Parti, devrimci işçi sınıfına karşı koymayı göze alamayan ve genel grev çağrısı yayınlayan eski Sosyal Demokratlar, aynı zamanda onu boşa çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar; öte yandan, devrimci unsurlar, Komünistler, çok zayıf, çok dağınık ve çok deneyimsizdiler. 1 Mayıs grevi başarısızlığa uğradı. Ve eğer 1920’nin Fransız gazetelerini gözden geçirirseniz, başyazı ve makalelerde burjuvazinin direncinde çabuk ve kesin bir iyileşmenin olduğunu görürsünüz. Burjuvazi kendi kararlılığını duyumsar duyumsamaz, devlet aygıtını kendi ellerinde topladı ve devrim tehdidine ve proletaryanın taleplerine gittikçe azalan bir ilgi göstermeye başladı.
Aynı yıl, 1920 Ağustosunda, daha yakınlarımızda, güç dengesinde devrim lehine olmayan bir değişikliğe neden olan bir olay yaşadık. Bu, Varşova önlerindeki yenilgimizdi. Ki uluslararası açıdan bu yenilgi, işçi sınıfının çoğunluğunun güvenine sahip olan güçlü bir devrimci partinin olmayışından ötürü, o dönemde Almanya ve Polonya’daki devrimci hareketlerin zafer kazanma yeteneğinde olmamasıyla sıkı sıkıya bağlı bir yenilgidir.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 21:55 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580