|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
07-02-2007, 17:28 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
Globalleşme, Yerelleşme ve Yerel Medya Medya insanları özgürleştiremez, ancak özgürleşim tarifleri yapılmasına yardımcı olabilir. Yerel medyanın imkanları, eşitsizlikçi ve güçlünün özgürlüğünden yana pazar ilişkilerinde sadece ayakta durmayı başarmakla sınırlı değildir, taraf tutmayı gerektirir. ------ BİA (İstanbul) - I. Globalleşme Yaklaşımları Globalleşme kavramı, günümüz dünyasında olup bitenleri açıklama iddiası taşıyan popüler kavramlardan birisi haline gelmiştir. Ancak kavramın ifade ettikleri konusunda bir uzlaşma bulunmamaktadır. Globalleşme kavramı etrafında götürülen tartışmaların, genel olarak birbirine zıt iki yaklaşım etrafında toplandığı görülmektedir. Birinci yaklaşım, globalleşmeyi liberalizmin "zaferini" ifade eden bir "mutlu son" olarak gören yaklaşımdır. Bu yaklaşım, kapitalizmin gelişim süreci içerisinde varılan ve günümüzde Batılı ülkelerinin temsil ettiği noktanın, insanlığın erişebileceği en üst siyasal/ekonomik aşama olduğunu varsaymaktadır. Bu varsayımın arkasında yatan iddia, "dünyanın geri kalan kısımlarının insanlığın ulaştığı bütün olumlu şeyleri temsil eden Batı gibi olmak yolunda, kaçınılmaz olarak evrileceği/evrilmesi gerektiği" biçimindeki, bizim gibi ülke insanlarına çok tanıdık gelen bir iddiadır. Globalleşme böylelikle, üçüncü dünya için tek "doğru" ve "kaçınılmaz" yol olarak görülen Batılılaşma ve modernleşme sürecinin bir başka adı olmaktadır. İkinci yaklaşım bunun tam karşısında yer almaktadır ve globalleşmenin; emperyalizmin günümüzde almış olduğu yeni biçime işaret ettiğini, Batı'nın/kapitalizmin çıkarları doğrultusundaki bir ekonomik, kültürel/siyasal tektipleş(tir)menin adı olduğunu iddia etmektedir. Bu anlamdaki globalleşmeyi, en iyi "hür dünyanın" fast food zincirini oluşturan "McDonald"ların küresel olarak yaygınlaşmasımının temsil ettiği ifade edilmekte ve globalleşme, bir bakıma küresel "McDonaldlaşma" sayılmaktadır. Ayrıca, kavramın kullanımının emperyalizmin yeni-görüntüsünü meşrulaştıran ideolojik bir işlev gördüğü iddia edilmektedir. Bu yaklaşımlardan birincisi, A.B.D'nin politik merkez olduğu bir dünya düzeninin düşünü kuran ve S.S.C.B'nin yıkılmasından sonra alelacele ilan ettikleri "yeni dünya düzeni"nden hoşnut olanların yaklaşımıdır. İkincisi ise, içinde yaşadığımız durumun "yeni dünya düzensizliğinden" başka bir şey olmadığını saptayan eleştirel konumu yansıtmaktadır. Zıt kutupları yansıtıyor olmalarına rağmen, iki yaklaşımın ortak bir noktası bulunmaktadır; bu da globalleşmenin, dünyanın ekonomik, siyasal, kültürel olarak homojenleşmesi/tektipleşmesi gibi bir sonuç yarattığı biçimindeki varsayımlarıdır. Bu yaklaşımlar, globalleşmeyi kapitalizmin gelişim çizgisiyle ilişkilendirirken ve sürecin Batı'nın ekonomik, siyasal sistemi ile düşünce dünyasının evrenselleştirilmesi yönünde işlediğini tespit ederlerken haklıdırlar. Ancak, globalleşmenin işleyiş dinamiklerini ve sonuçlarını değerlendirirken kestirmeciliğe düşmektedirler. Dolayısıyla globalleşmeyi baktığımız yere bağlı olarak, çarçabucak "iyi" ya da "kötü" ilan edip, karşısında "olumlu" ya da "olumsuz" bir tavır almayı sağlamanın dışında, bize fazla yardımcı olamamaktadır. Başka ifadeyle, globalleşme sürecinin dinamiklerini bize açıklayamamaktadır. | ||
|
07-02-2007, 17:29 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Globalleşme kabaca içinde yaşadığımız varsayılan yeni durum ve süreçlere işaret ettiğine göre, özelliklerinin anlaşılması önemlidir. Bu seminer/tartışma konusunun amacı, günümüzde "global" ve "yerel"i nelerin temsil ettiğini ortaya koymaya çalışmak ve kavramların göreliliklerini tespit ederek, global ve yerel olanın tanımlanabilecekleri bir çerçeve geliştirmektir. Bu yapılmaya çalışılırken, global ve yerel olanın birbirleriyle ilişkisinin günümüzde aldığı çeşitli görünümler üzerinde durulacak ve bu ilişkinin çelişkileriyle, dinamikleri belirlenmeye çalışılacaktır. Bağlı olarak, yerel olan(lar)ın, global olan(lar) karşısında kendisini ifade etme, varolma, muhalefet etme aracı olarak yerel medyanın dünyada ve Türkiye'deki konumu ve temsil ettiği imkanlar tartışmaya açılacaktır. Yaklaşım olarak, yukarıda kabaca özetlenmeye çalışılan yaklaşımlardan farklı bir çerçeve içerisinde yol alınacaktır. Benimsenen yaklaşım, globalleşmeyi "iyi" ya da "kötü" bir şey olarak ilan etmeden, onun çelişkili süreçlerini ve bu süreçlerin altında yatan potansiyelleri ortaya çıkarmaya yönelik bir yaklaşım olacaktır. II. Globalleşmenin Anlamı ve Dinamikleri: Birörnekleşme (evrenselleşme) ve Farklılaşma Global durumun özelliklerinin anlaşılabilmesi için, globalleşme sürecinin dinamiklerinin ortaya konulması gerekir. Bu süreç, kapitalizmin gelişim çizgisi içerisinde, özellikle 1960'lı yıllarda şiddetlenen yoğun bir küresel (uluslar-ötesi) akışkanlığa işaret etmektedir: Bugün dünya nüfusunun önemli bir kısmı siyasal sürgün, mülteci, göçmen/kaçak işçi, turist olarak ya da mesleklerinin gereği ulusal sınırlar ötesinde hareket halindedir. Hareket halinde olan, sınır tanımayan bir başka şey, araç ya da bilgi olarak teknolojidir. Aynı şekilde, para/sermaye ulusal sınırları çoktandır aşarak, küresel dolaşıma girmiştir. Medya mesajları, görüntüleri sürekli akış halindedir. Nihayet, bunlara bağlı olarak ideolojiler, fikirler hiç bir sınır tanımayacak şekilde insanlara ulaşmakta, onları etkilemektedir. Özetle söylenirse; nüfus-alanında, teknolojik-alanda, sermaye-alanında, medya-alanında, ideoloji/dünya görüşleri-alanında küresel bir akışkanlık söz konusudur. İşte kapitalist gelişimin ulaştığı noktada, ortaya çıkan küresel ölçekli akışkanlıkların yarattığı dinamikler, çok tekrarlanan ifadelerle; "dünyayı küçültmüştür"; "küresel bir köye"; dönüştürmüştür. İnsanların içinde yaşadıkları mekana ve zamana ilişkin kavrayışlarını derinden değişikliğe uğratmıştır. | ||
07-02-2007, 17:29 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Artık, günümüzün yarattığı yeni mesleklerden profesyoneller sabah bir kıtada uyanıp, öğle yemeğini bir diğer kıtada yiyebilmekte, öğleden sonra iş görüşmelerini tamamlayıp, akşam bir başka yere uçabilmektedir. Singapur'da yaşayan bir işadamı, bilgisayarının başına geçerek New York borsasındaki hisse senetlerini satabilmektedir, Ekonomik nedenlerle uzak düştükleri topraklarda, "memleket" kanallarını, video kasetlerini izleyerek hasret gidermeye çalışan onbinlerce insan, içinde yaşadıkları coğrafya ya da kültürü keşfetmekten çok, kilometrelerce uzaktaki coğrafya ve kültüre sadakatlerini sürdürebilmektedir. Bölgelerinde siyanürle altın çıkarılmasına karşı çıkan Bergama köylüleri, seslerini Türkiye'deki siyasi otoritelere duyuramazken, Avrupa Parlamentosuna ulaştırmakta, o zamana kadar köylerinin dışına çıkmamış olan bu insanlar, kendilerini birden bire uluslar-ötesi çevreci dayanışmanın içinde bulabilmektedir. Büyük kentlerin apartman dairelerinde duvar bitişik komşusunun ölümünden haberi olmadan yaşayan insanlar, "iyi kalpli" bir prensesin TV ekranlarından tefrika halinde yayınlanan ölüm haberi için günlerce gözyaşı döküp, bu ölüm karşısında yeterli tepki göstermeyen "taş kalpli" kraliçeye karşı, TV ekranları aracılığıyla aynı üzüntüyü paylaşan yüz binlerce insanla birlikte "tavır alabilmektedir". Globalleşmeyi yaratan küresel ölçekli akışkanlığın, şu önemli etkileri olmuştur: 1. Globalleşme süreci bir yanıyla insanları ait olduğu yerlerden (belirli bir coğrafya ile o coğrafyanın temsil ettiği bütün herşeyden) koparan bir dinamik yaratmıştır. Coğrafi olarak düşünürsek, dünya nüfusunun önemli bir kısmı kapitalist gelişimin, modernleşme sürecinin gereklilikleriyle, savaş, iç-savaş, politik-sürgün gibi nedenlerle doğup büyüdükleri köylerden, kentlerden, hatta ülkelerden koparak kendileri için bilinmedik yeni ilişkiler, yalnızlıklar, dolayısıyla yeni dayanışma arayışları doğuran diyarlara doğru yola çıkmıştır. | ||
07-02-2007, 17:29 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bunun boyutlarını tasavvur edebilmemiz için sadece Türkiye'de, son 30-40 yılda ne kadar çok sayıda insanın ekonomik ya da siyasal nedenlerle yer değiştirmek durumunda kaldığını düşünmemiz yeter. Globalleşme bireyleri sadece coğrafi değil, aynı zamanda "moral" anlamda da yerlerinden etmiştir. Coğrafi yerinden oluşla birlikte, geleneksel aile ve akrabalık ilişkilerinin, komşuluk,mahallelilik dayanışmalarının koruyuculuğunu kaybeden insanlar, yeni-moral aidiyetler, dayanışma biçimleri arayışına girmişlerdir. Dünyanın bir çok yerinde en çok da gelişmekte olan ülkeler diye anılan ülkelerde, ulus-devletin sınırlarını üstten ve alttan zorlayan radikal İslamın güçlenmesi, cemaatçiliğin yeniden yaygınlaşması, "mikro-milliyetçiliklerin" ortaya çıkması, etnik bağların yeniden güçlenmesi bir yönüyle globalleşmenin ve onun bir zamanlarki aracı olanulus-devletin gelişimi ve modernleşme sürecinde ortaya çıkan coğrafi ve moral altüst oluşla ilgilidir. 2. Globalleşme süreci yarattığı çok boyutlu akışkanlık içerisinde bireyler ya da topluluklar için daha önce hiç olmadığı kadar yeni kültürel karşılaşma fırsatları yaratmıştır. Aidiyet kurdukları fiziki ya da moral yerlerden kopan/koparılan ve yeni dayanışma biçimleri arayışları içerisine giren insanlar, bir yandan kendilerine sunulan yeni modern aidiyetler (örneğin "yüce bir ulusun üyesi olmak") geliştimek zorunda bırakılırlarken, diğer yandan gündelik yaşam pratikleri içerisinde (örneğin, işçi ve işveren ya da kentlerin merkezlerindekilerle, gecekondulular arasındaki ilişkilerde olduğu gibi) yeni karşıtlıklar ya da etkileşimler içerisine girmişlerdir. Bu karşıtlıklar ve etkileşimler kimilerinin sınıfsal örgütlenme, feminist ya da çevreci örgütlenme de olduğu gibi yeni dayanışma biçimlerinin sağladığı yeni aidiyetler oluşturmalarına yol açarken; kimilerinin ise, yitirdikleri din kardeşliği, hemşehrilik duygularını veya etnik kimliklerini yenileyerek içine yerleşmelerine yol açmıştır. Bu arada da global akışkanlığın sağladığı imkanlar, çok farklı coğrafyalarda aynı/benzer sorunlar yaşayan insanları bazen aynı bazen de TV ekranlarının/internet bağlantılarının soyut mekanlarında aynı fikirler/eylemler etrafında buluşturabilmiştir. Bugün Bergama köylüsü kendisini, Eurogold'u destekleyen Türk bilim-insanları ya da politikacılarına değil, çevrelerini koruma mücadelesi veren dilini hiç anlamadığı insanlara daha yakın hissedebilmektedir. Türkiye Çerkesleri, Abhazya'nın özgürlük mücadelesine katılmak için yollara düşebilmekte ya da Türkiye hükümetlerinin diğer etnik gruplara yönelik politikasını değil ama, Gürcistan politikasını etkilemeye çalışmaktadır. Türkiye'deki İslamcı hareket, Cezayir'deki, Çeçenistan'daki, Mısır ve İran'daki hatta ABD'deki İslamcı hareketle yakın ilişki halindedir. | ||
07-02-2007, 17:30 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Globalleşme insanlar/topluluklar arasında daha önce farkında olmadıkları yeni-mesafelere ve/veya yeni-yakınlıklara neden olmuştur. Başka biçimde tekrarlanacak olursa, global akışkanlık insanları yerlerinden ederken, onları yeni karşıtlıklar, dolayısıyla da yeni dayanışma biçimleri arayışı içerisine sokmuştur. Yeni dayanışma arayışları, yerlerinden edilen insanlara alternatif olarak sunulan modern ulus aidiyetini "aşan" (evrensellik/bölgesellik iddiası taşıyan) ve/veya "bölen" (yerellik iddiası taşıyan) aidiyetler geliştirmelerine yol açmıştır. Bunun imkanlarını sunan da yine global akışkanlığın sağladığı karşılaşmalar ve etkileşimler olmuştur. Günümüzde ulus-devlet milliyetçilikleri (global) karşısında, "mikro-milliyetçilik" olarak adlandırılan milliyetçiliğin yükselmesi, etnik ve dinsel (yerel) uyanış; dünya pazarının McDonaldlaşması ve Sonyleşmesi, Disneyland'in gelip de Avrupa "yüksek" kültürünün yüreği olan Paris'e büyük bir fütursuzlukla yerleşmesi (global) karşısında, Avrupa Birliği (bölgecilik/yerellik) umuduna daha fazla sarılınması "global" olanlara, "yerel" olanların tepkisidir. Ancak "global" olan karşısında "yerel" olanın tepkiselliği de, muhalefet etme gücü de problemlidir. Küresel ölçekli akışkanlığın şiddeti karşısında, global olanla yerel olanın gerilimli ilişkisi, ikisinin de biraz birbirine dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle globalleşme sürecinin iki yüzü vardır: bir yüzü evrenselleşme, diğer yüzü yerelleşmedir. Küresel akışkanlığın yarattığı karşılaşmaların şiddeti karşısında, global olan karşıtını/yereli yaratır, sonra onu içine almaya/yutmaya çalışırken kendisi de yerelleşir, yerel olan global olana direnirken ya saf bir yerelliği temsil ederek kendi kendini gettolaştıracaktır (küresel akışkanlığın şiddeti karşısında bu çok zordur) ya da onunla ilişkiye geçecek, dolayısıyla yerelliğini/farklılığını kaybedecektir. Sonuçta global ile yerel olanların ilişkisi bir dışlama ilişkisi değil, birbirinin içine yerleşme ilişkisidir. Saf (tektipleşmiş) bir global ya da saf (tektipleşmiş) bir yerel artık kalmamıştır. | ||
07-02-2007, 17:30 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Özetle, globalleşme süreci evrenselleşme (benzeşme) ve yerelleşme (farklılaşma) yönünde iki dinamiği bir arada barındıran, ikisini etkileşime geçiren, sonuçta ikisini de dönüştüren bir süreçtir. Kimi yazarlar bu dönüşümü melezleşme olarak adlandırmaktadır. Artık global olanın da yerel olanın da bütün görüntüleri melez görüntülerdir. Örnekle söyleyecek olursak: Globalleşme süreci içerisinde, dünyanın merkezi gibi davranan Batı, kendisine evrensel olarak geçerli olanın tanımını yapmak hakkını tanımış, kendi ekonomik/siyasal sisteminin yanısıra, zihniyet dünyasını küresel ölçekte hakim kılmaya (evrenselleştirmeye) çalışmıştır. Türkiye gibi, bu "evrenselin" bir parçası olmak üzere Batılı modernleşme projesini benimsemiş ülkelerde, bu projenin yerinden ettiği insanlar, Batıcı/ulus-devletçi/seküler düşünce dünyaları ve yaşam tarzlarıyla global/evrensel olanı temsil eden ve kendilerini birörnekleştirmeye çalışanlar karşısında tepkilerini, farklıklarını vurgulayan yerel dinsel ya da etnik kimliklerle çıkarak göstermeye başlamışlardır. Ancak, bu yerel kimlikler yukarıda tanımlamaya çalıştığımız küresel akışkanlığı şiddeti karşısında ne saf bir yerelliği temsil etmeyi sürdürebilmişler, ne de aslında bunu arzulamışlardır. Bugün bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de ulus-altı bir eğilimi temsil eden, "mikro-milliyetçilik" olarak adlandırılan etnik canlanış, ya da ulus-üstü bir eğilimi temsil eden İslamcı uyanış yukarıda da değindiğimiz iki nedenle "saf" değildir. İlk olarak, yoğun kültürel karşılaşmalar çağında hiç bir etnik ya da dinsel/mezhepsel hareketin yerel bir saflık içinde kalması mümkün olamamaktadır. İkinci olarak, gettolaştırılmamak, yok olmamak için böyle bir saflığı tercih etmek yerine, küresel akışkanlığın imkanlarıyla hem kendisi gibi olanlarla dayanışma içine girmek zorundadır, hem de yaygınlaşmak. Her ikisi de onu kaçınılmaz olarak melezleştirici süreçlerdir. Kaddafi ile Farakhan'ı, bir araya getiren de bu "ayakta kalmak" politikasıdır, politik İslamı melezleştiren de. Bütün bunlar globalleşmenin birörnekleştiriciliğine tepkiyle ortaya çıkan ya da canlanarak yeni bir ivme kazanan yerelliklerin, global karşısında toparlamış göründüğü gücü problemli hale getirir. Bu noktada artık yerelin tanımı yapılmaya çalışarak, eğer varsa yerelliklerin temsil ettiği "özgürleşim" imkanları üzerine düşünülmeye başlanabilir. | ||
07-02-2007, 17:30 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| III. Global ve Yerel Tanımları Global (küresel) ve yerel olanın tanımlanması ya da tanımlanabilmeleri için bir ölçüt geliştirilebilmesi zordur. İki kavram da etimolojik kökenleri anlamında bir yer/coğrafya/mekana işaret eden kavramlardır. Bu durumda küresel büyüklükte olanı anlatan global, içinde çok farklı yerellikleri (anlamlı bir kültürel türdeşlik gösteren irili ufaklı çeşitli coğrafyaları) içeren en büyük mekan olarak tasarlanabilir. Ancak böyle bir tasarımın global ve yerel olanı anlamak açısından bize pek bir yararı olmayacaktır. Çünkü, yukarıda başka biçimlerde açıklamaya çalıştığımız gibi tam bir türdeşlik gösteren bir global hiç olmamıştır, hiç de olmayacaktır. Bu anlamda global'i, en büyük mekan olarak tasarlamak yerine, onu bu en büyük mekan (yerküre) üzerinde hegemonya kurmuş ve belirli bir türdeşlik gösteren bir kültür olarak tasarlamak daha aydınlatıcı olacaktır. Dolayısıyla kelime tam anlamıyla kullanıldığında, global olan değil ama globali temsil eden ekonomik/siyasal ve kültürel olarak geniş bir dünya coğrafyası üzerinde hegemonyası bugün hala devam eden Batı'dır. Dolayısıyla evrensel olarak geçerli olanı temsil eden/tanımlayan da Batı ya da Batılı paradigmadır. Buradan hareketle kapitalizm, onun siyasal sistemi olarak siyasal liberalizm, ve kültür sistemi olarak tüketim kültürü evrensel olarak geçerli olanı temsil etmektedir. Global olarak hakim olanı bugün hala temsil etmekte olan siyasal birim ise ulus-devlettir. Alttan ve üstten oyulmakla beraber ulus-devletlerin her biri, hegemonik olanın küçük birer kopyası olarak içinde coğrafi sınırlarına denk düşmeyen yerellikleri barındıran birer global olarak davranmaktadır. Yani "geçerli" olanı temsil etmektedir. | ||
07-02-2007, 17:30 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yerel olanın global olanın tektipleştirici sürecine karşı, tepkiyle ortaya çıkan ya da daha görünür hale gelen olduğunu söylemiştik. Günümüzde yerellikler, bazen ulus-devlet coğrafyasını alttan ve üstten zorlayan etnik, dinsel, cemaatçi hareketler, feminist hareketler, çevreci, pasifist hareketler, bölgeci hareketler biçiminde, bazen güçlü bir belirli bir kente ait olmak duygusu biçiminde ortaya çıkan ve bir muhalefet gücü taşıyan hareketlerdir. Ancak bunları yerel olarak adlandırıyor oluşumuzun nedeni, belirli bir coğrafya ile sınırlı türdeş kültüre işaret ediyor olmalarından çok, insanlara globalleşme süreci içerisinde kaybolduğunu söylediğimiz coğrafi veya moral "bir yerdelik" duygusunu sağlıyor olmalarıdır. Feminist hareket, kadınlara duruma göre kendileriyle aynı dili konuşan ya da konuşmayan kadınlarla kimi zaman somut kimi zaman soyut mekanlarda karşılaşma, dayanışma, mücadele etme gücü vermektedir. Etnik kimlik duygusu geliştirdiği ortak tarih ve kültür tasarımıyla insanlara kendisini güvende hissedebileceği bir "yer" sağlamaktadır. Özetle, şimdiki halleriyle yerellikler, global olan tarafından "geçersiz/değersiz" sayılanların, tabi kılınanların muhalefetini, tepkisini temsil etmekte ve ihtiyacı olanlara bir değerlilik ve güven duygusu kazandırmaktadır. Küresel akışkanlık, bireylerin/toplulukların farklılıklarını/yerelliklerini keşfetmelerine, bu farklılıklarını kimliklerinin temeline yerleştirmelerine, uzak coğrafyalarda olsalar bile kendileriyle benzer koşulları paylaşanlarla ittifaklar oluşturabilmelerine, global olanın karşısına çıkarak, ona meydan okuyabilmelerine neden olmuştur. Ancak küresel akışkanlığın yerellikler üzerindeki etkileri paradoksaldır. Daha önce de belirttiğimiz gibi yerel olan için iki seçenek vardır: ya hep yerel olarak kalarak, saflığını korumaya çalışmak ve bir yer arayışındaki insanları kendi içinde sabitlemek ya da küresel akışkanlığın yarattığı etkileşimler içerisinde melezleşmek. Birinci seçeneğin gerçekleşmesi zor, ama mümkündür. Ancak bu tür bir yerellik, bireyler/topluluklar için yeni bir hapishane demektir. İkinci seçenek, insanın çok-kimlikliliğine, bir yerde sabitlenemezliğine, sürekli arayış içinde oluşuna cevap veren seçenektir. Yerel, "evrensel" olan ile ilişkisinde kendisini sürekli olarak yeniden tanımlamalı, özgürleştirici/ilerici yerel kimliklerle ilişki kurmaya, etkileşime girmeye açık olmalıdır. Şimdi bu kurmaya tanımlamaya çalıştığımız çerçeve içerisinde "yerel medyanın imkanları nelerdir?" biçimindeki sorumuzu cevaplamaya çalışabiliriz. | ||
07-02-2007, 17:30 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| IV. Yerel Medyanın İmkanları? Yukarıda bir çok defa tekrarladığımız gibi, günümüzün küresel akışkanlığı içerisinde yer ve zaman duygusu altüst olan bireyler/topluluklar için yerellikler, sığınılabilecek, dayanışma duygusuyla ortak eylemlilik içerisine girilebilecek, hakim olanlar karşısında direnilebilinecek bir "yer" sunduğu; giderek karmaşıklaşan ve kendilerini daha sıradanlaştıran yaşam ile yeni bir bağ kurmalarını sağladığı, hoşnut olmadıkları şeyleri değiştirme yönündeki güçlerini ve umutlarını beslediği için önemlidir. Ancak, bunlar yerelliklerin sadece imkanlarıdır, yerine getirdikleri değil. Yerellikler, bireyler/topluluklar için yeni-hapishaneler haline gelme tehlikesini de içermektedirler, onlara durmaksızın yeni-yerler/hedefler göstererek "özgürleştirme" imkanlarını da. Ancak çoğu örnekte yerellikler, vaat ettikleri "özgürleştirici" imkanları sağlamak yerine, onların önünü tıkamaktadır. Ülkesel-medyanın, ulusal (global) kimliklerin tanımlanmasında, aynı coğrafyayı paylaşan bireylerin ortak bir dil, geçmiş ve gelecek duygusu geliştirmesinde çok önemli bir rolü olmuştur. Türkiye'deki yazılı basının, radyonun en sonunda da televizyonun gelişim sürecine bakıldığında bu rol açıkça görülebilmektedir. Türkiye'de ülkesel-medya, hep "kraldan kralcı" olmuş, yayın ve basın politikası uzun yıllar özellikle de yayın tekelinin söz konusu olduğu dönemde hep yukarıda tanımladığımız türden bir "evrenselliğin" benimsetilmesi hedefi etrafında götürülmüştür. Bir yazarın söylediği gibi, yer yüzünde, "Yurttaşlık Bilgisi" kitaplarının sayfalardaki üslupla, "vatandaşlarına dişlerini günde kaç defa fırçalamaları gerektiğini" söyleyen çok az medya vardır. Klasik Batı müziğini yani "evrensel" ve "değerli" müziği sevdirmek uğruna, radyolarından yerel müziğinin çalınmasını yasaklayan örnek ise galiba hiç yoktur. Yine, Türkiye radyolarının meşhur "yurttan Sesler" programlarında, "temiz"/"evrensel" İstanbul Türkçe'sinin benimsetilmesi uğruna, bütün yerel türküler İstanbul ağzıyla seslendirilmiştir. "Acılı arabesk" müzik önce halkın beğenisini, sonra da moralini bozduğu gerekçesiyle TRT'de yasaklanmış, ancak arabeskin rekabeti dayanılmaz olunca, bizzat devlet "acısız arabesk" ısmarlamıştır. Yayın tekelinin kalkmasından, özel radyo ve televizyonların yayına başlamasından sonra ise durum sadece "görünüşte" değişmiştir. Örneğin artık her yöre ağzıyla Türkü söylenebilmektedir, hatta belirli yörelerin türküleri, "evcilleştirilmiş sanatçılar" tarafından söylenince "iyi rating" de yapmaktadır. Ancak görünüşteki konu ve söylem çeşitlenmesine rağmen, Türkiye'deki ülkesel-medya, öğrencilerine "hal ve gidiş" notu veren başöğretmen konumunu hiç terk etmemiş,sürekli olarak yurttaşlarına "evrensel doğruların" ne olduğunu öğretme, hatırlatma misyonuyla hareket etmiştir. Ülkesel-medya siyasa yapıcıların, Genel Kurmay'ın, İstihbarat teşkilatının yerine geçerek Türkiye için "projeksiyonlar" yapıp, ülkesel/global çıkarlarımızı tanımlama çabasına girişmiştir. | ||
07-02-2007, 17:30 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Örneğin, Körfez savaşı sırasında Türkiye'nin Irak'a yönelik stratejisini Dış İşleri Bakanlığı ya da Genel Kurmay değil, Cumhurbaşkanına danışmanlık yapan gazeteciler belirlemiştir. Türkiye'de basın "Komünizme"; "kalleş Yunan'a", "bölücü hainlere" karşı hep söylem birliği içerisinde olmuştur ve bütün bunları kendisinden menkul bir "evrensel"/"geçerli" tanımı üzerinden yapmıştır. Böyle bir global medya ortamında, yerel medyanın nasıl olmaması gerektiği bellidir. O halde şimdi artık "yerel medyanın nasıl olması gerektiği" üzerine düşünmeye çalışmalıyız. Kanımızca, bu konuda Türkiye'deki kimi özel radyoların deneyimleri çok iyi örnekler oluşturuyor. Batı'da 1970'li yıllar boyunca örneklerine rastladığımız, gerek örgütlenme biçimleri, hedef kitleleri, gerekse söylemleri açısından yaygın-medyaya alternatif bir anlayışı temsil eden yerel basın/yayın örnekleriyle Türkiye'de 1990'lı yıllarda itibaren karşılaşmaya başladık. Batı'daki alternatif yerel yayıncılık anlayışıyla ilgili çalışmalar bulunuyor, ancak Türkiye'de henüz böyle bir çalışma yok. Yaşanan deneyimleri bildiğimiz kadarıyla söyleyebileceklerimiz ise şunlar: 1.Yerel medyanın ülkesel medyadan farklı/alternatif bir söylem kurması gerekmektedir. Bütün yerellikleri/farklılıkları belirli bir rating değeri üzerinden gösterime sokarak, bir "yere" ihtiyaç duyanların yersiz/yurtsuzlaştırılmasına katkıda bulunan ülkesel medya karşısında yerel medya söylem olarak ancak, dinleyici/izleyici/okuyucularına sürekli "yeni yerler" göstererek alternatif olabilir. Yerel medyanın imkanları tam da burada yatmaktadır. Yerel medya seslendiği bireyler/topluluklar için kentli olmak ortak duyusundan başlayarak, diğer yerellikleri dışlamayan, onlarla ittifaklar arayan yeni yerler/kimlikler göstermelidir. Başka ifadeyle, yerel medya, kamusal alandaki bütün diğer sivil örgütlenmeler gibi, sürekli olarak yeni/alternatif yerel ve evrensel tanımlarının izini sürmelidir. Ne bütünüyle "yerel" olanın söylemi içine hapis olunmalı, ne de mevcut "geçerlilik" ve "evrensellik" tanımlarına teslim olunmalıdır. Söylemsel olarak melezleşme burada, yerel ve global olanların yeni evrensellik tanımları peşinde adil bir biçimde eklemlenmelerini anlattığı sürece ne demek istediğimiz anlatan bir kavram olacaktır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |