![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
PONTUS MESELESİ 1912-1923 Stefanos Yerasimos Günümüzde Pontus sorunundan söz edilmesi, uzun bir geçmişi olan Türk -Yunan anlaşmazlığına, birbirleriyle bağdaştırılması olanaksız iki görüş daha eklemekten başka bir işe yaramamaktadır. Türklere göre sorun, Yunanlıların emperyalist megalomanyalarının yol açtığı ve dolayısıyla hak ettiği akibete varan bir yanılgıdan ibarettir. Yunanlılara göre ise Yunan soyunun Türklerin barbarlığı sonucu katlanmak zorunda kaldığı büyük acılardan bir başkasıdır. İki tarafın tek anlaştıkları nokta, olaylara olguların incelenmesini önleyen kalıpçı bir bakışla yaklaşılmasıdır. Bu yüzden sorunun bugüne dek gerçekten incelendiğini söylemek olanaksızdır. Oysa, Pontus meselesinin, Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında patlak veren ulus çatışmaları çerçevesinde, pek çok nedenle, örnek değeri taşıyan bir olay olduğunu düşünmek mümkündür. Zaman ve mekan yönlerinden sınırlı oluşu, çerçevesinin çizilmesini kolaylaştırmaktadır. Geniş kamuoyu tarafından unutulmuş bir olay oluşu, heyecanlardan arınmış bir biçimde ele alınmasını ve böylece Cumhuriyet Türkiyesi ile Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan öbür halkların birbirine karşı bıkmadan yönelttikleri isyan ve baskı suçlamalarını değerlendirecek bir kıstas bulunmasını sağlayabilir. Bu anlamda Ermeni meselesi gibi karmaşık olayların aydınlatılmasına da yardımcı olabilir... Dönemin büyük güçleri tarafından, Ortadoğu politikasında doğurduğu zaman önemli sonuçlara rağmen, oldukça önemsiz bir olay görülmesi, arşivlerde Pontus belgelerinin ayrı bir başlık altında sınıflandırılmasına yol açmıştır. Nitekim bu olayla ilgili belgeler Türkiye, Kafkasya, Yunanistan vb. dosyalara dağılmış durumdadır. Öte yandan bildiğim kadarıyla bu konuda hiç bir inceleme yapılmamıştır...Atina'da bölgeden göçedenlerin kurdukları özel bir kuruluş olan ve 1930'lu yıllardan beri Pontus arşivi diye, ama daha çok etnografik çalışmalara yer veren bir dergi yayınlayan aynı adlı arşivden söz edilebilir. | ||
![]() |
|
![]() | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Pontus bölgesi kabaca, Osmanlıların Gümüşhane, Lazistan, Samsun (Canik) sancaklarını kapsayan Trabzon vilayetini içine almaktadır. Cizye kayıtlarına göre bu bölge 16.yüzyıldan beri Anadolu'daki hristiyanların en kalabalık olduğu yerdi. Bunların büyük bölümü Ortodoks hristiyan idiler, yani Ermeni değildiler ama o dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarını söylemek güçtü. Çünkü bunların esas olarak 4. yüzyıldan itibaren Gürcülerin Hristiyanlaştırılan iki ana gurubu olan Tzanlar (Canik bölgesinde) ile Lazların (Lazistan bölgesinde) soylarından geldikleri, genellikle Rumca konuşmakla beraber yerel bir dialekt kullandıkları ve kendilerine özgü pek çok adetlerinin olduğu bilinmekteydi. Bunlara birde kıyı şeridindeki Yunan kolonileriyle bölgeye özellikle Trabzon İmparatorluğu (1207-1461) döneminde yerleşen, Helenleşmiş büyük Bizans ailelerinin soyundan gelenleri eklemek gerekir. Türk fethinden sonra Tzanların ve Lazların büyük bölümü İslamiyeti kabul etmiş, bir bölümü de 19. yüzyılda uyanan Yunan milliyetçiliğinin etkisi altında yeniden Hristiyanlığa dönen Of yöresinde yaşayanlar, yani Oflular gibi, iki din arasında, iyi belirlenmemiş bir inanca bağlı kalmışlardır. Bu Ortodoks Hristiyan nüfus, 19.yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan, Türkçe yada Rumca konuşan bütün Ortodoks Hristiyanlar gibi, Yunan Ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaklardır. ... Sorunun niceliksel yönüyle ilgili olarak, sonu gelmez sayılar savaşına girmeden, 19.yüzyılın sonunda, bundan böyle Yunan ulusal etkisine tabi oldukları için Rum diye adlandıracağımız nüfusun, 1890'lara doğru Cuinet'in verdiği rakamlara göre toplam nüfusun yaklaşık beşte birini (800bin müslüman ve 50 bin Ermeni'ye karşılık 200 bin Rum) oluşturduğunu söyleyebiliriz... | ||
![]() |
![]() | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ekonomik güç ister istemez siyasi istekleri de harekete geçirecekti. Aydınların ulusal Helen ideallerini benimsemeleri 19.yüzyılın ikinci yarısına dek gider ve 1870'te İstanbul'da yayınlanan Pontus'la ilgili bir kitapta bu inancın hayli kökleştiği görülür. Ancak siyasi bir eylemin mümkün olduğu fikri 1908 Jön Türk devriminden sonra doğacak, 1912 Balkan savaşıyla gelişecek ve 1914'te 1. Dünya savaşının başlamasıyla siyaset gündemine girecektir. O dönemde artık önemli bir ekonomik ve aydın çekirdeğinin bulunmasına rağmen, eyleme geçme sırasında liderliğini dayatan hala kilisedir.Osmanlı İmparatorluğunda baş gösteren milliyetçi hareketler içerisinde dini liderlerin rolleri henüz incelenmemiştir ve milliyetçiliğin sisleri arasında kaybolup gitmektedir. Bu liderlerin Yunanlıların gözünde "kutsal bir şehit", Türklerin gözünde"iğrenç hain" olarak görülmesi , bu iki vasfa sahip olsalar bile başka pek çok özelliği olan bu insanların siyasi kişiliklerinin gerektiği gibi çözümlenmesine olanak bırakmamaktadır. Oysa Pontos olayının başını çekenler, gerek mizaçları gerek siyasi bağlılıkları bakımından birbirlerinin tam zıddı olan iki din adamıdır. O sıralarda Ortodoks Kilisesi içerisinde karşıt iki eğilimin bulunduğu kimse için bir sır değildir. Bunlardan Neo Emperyalist diyebileceğimiz birincisi, yeni Yunan Devletinin Osmanlı İmparatorluğu ile yeni kurulan Balkan Devletlerinin topraklarına dağılmış olarak yaşayan bütün Rumları içine alacağı noktaya kadar yayılmasından yanadır. Bu seçenek hem Venizelos'un politikasıyla hem de sonradan Britanya İmparatorluğu'nun Lloyd George'un başkanlığı sırasında benimseyeceği liberal politikayla özdeşir. Daha çok eski (paleo) emperyalist diye görülebilecek olan ikinci eğilim ise kilise hiyerarşisinin çevresinde ve Ortodoks Patriği'nin denetimi altında Bizans İmparatorluğu'nun yeniden kurulmasını hedeflemektedir. Ve Patrik 3. Yuvakim'in güçlü kişiliği ve kilit noktalara yerleştirdiği sadık adamları sayesinde ağır basan eğilim bu ikincisi olacaktır. Yunanistan'ın Osmanlılardan kopardığı her vilayetteki metropolit makamının, Yunanistandaki bağımsız kiliseye bağlanmak üzere Patrikliğin denetiminden çıktığı gözönüne alınırsa, oraya buraya dağılımı, Rum halkının İstanbul'daki Kutsal Sinod'u (Patrikhane meclisini) neden mutlu etmediğini almak kolaylaşır. | ||
![]() |
![]() | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Samsun makamından sorumlu Amasya metropoliti Ghermanos Karavangelis ilk eğilimden yanadır.1900 ile 1907 yılları arasında Kastoria (Kesriye) metropoliti iken, Osmanlıların Makedon topraklarında Rumlarla Bulgarların birbirine karşı verdikleri gizli savaşı kışkırtanlardan biri de odur. Yörede Yunan etkisinin artmasından çekinen Rus elçisinin ısrarı üzerine Türk Hükümeti metropolitin merkeze alınmasını karar verir, ama Karavangelis bir yıl sonra, 1908'in Ocak ayında Amasya metropoliti olarak atanır. Yeni atandığı görevinde de eski faaliyetlerine başlamakta gecikmiyecektir. Kadıköy, halkının çoğunluğu hatta tümü kısa bir süre önce kırdan göç etmiş Rumlardan oluşan Samsun'un bir varoşudur. Germanos, 1908 devriminin ardından, görünüşte bir öz savunma örgütü kurmayı gerektirecek herhangi bir yerel huzursuzluk yokken, ilk silahlı milis teşkilatını bu mahallenin gençleri arasında kurar....Yunanlı Destounis şirketinin bir gemisiyle getirilen ve Kadıköy'de Mercanis'in kahvehanesine depolanan elli kadar Manlicher marka tüfek, Pontus'ta ilk milis teşkilatını silahlandırmaya yarayacaktır. Ortada dolanan rivayete göre metropolit iki siyah atın çektiği kapalı arabasında güya kimliğini gizleyerek, kırda çalışan birliklerini denetlemeye gidermiş ve Balkan savaşı patlak verince de milislerinde yirmi kadarını Yunan ordusunun yanında çarpışmak üzere cepheye göndermiş. Aslında Pontus meselesi denilen olay dizisinin kökeninde Balkan savaşı yer almaktadır. Anadolu köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulun propagandasının kurtarıcı olarak tanıttığı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğunda Pontus'lu Rumlar tarafından daha da kötü algılanmıştır.O tarihe kadar silah altına alınmamış insanların düzenli orduya besledikleri nefretle, ulusal duyguların bunda ne kadar etkili olduğunu birbirinden ayırmak zorsa da, savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bir olgudur. Silahlarıyla yada silahsız olarak memleketlerine dönen köylüler, köylerinde yaşamaya cesaret edemezler ama, yine de ailelerini korumak ve tarla işlerine yardımcı olmak amacıyla köylerinin civarında kalırlar. Böylece kendiliğinden kurulur. | ||
![]() |
![]() | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Hükümetin bölgede Balkan göçmenlerinin bir bölümünü yerleştirmeye çalışmasıyla, olayların ikincibir aşamasına geçilir. Rum köylülerin göçmenleri kendi köylerine kabul etmemekte kararlı olmaları otoritelere ilk başkaldırı eylemlerini başlatır. Çarşamba yolu üzerindeki Kirazlık köyüne bir grup göçmenin yerleştirilmek istenmesi girişimi, jandarmalarla silahlı çetelerin ilk kez karşı karşıya gelmelerine yol açar. Göçmenlerin Çırahman, Ökse, Tevkeris, Çinit, Andreandon, Çınarlı köylerine yerleştirilme girişimleri de aynı şekilde, silahlı çatışmalkara neden olur ve sonunda söz konusu köylerin eşrafına uygulanan baskıya rağmen göçmenn yerleştirme girişimi önlenir. Böylece Birinci Dünya Savaşı'na, yalnızca Samsun yöresiyle sınırlı görünmekle birlikte bir ön ayaklanma havasında girilir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde başlatılan genel seferberlik ve Hristiyan yükümlülerin "amele taburlarına "yazılmaları da doğal olarak asker kaçaklarının sayısını arttırır. Kaçakların köylerin civarında saklandıklarını ve ailelerince beslendiklerini bilen jandarma, aileler üzerinde baskı yapar, bu da çetelerin bireysel ya da örgütlü olarak cezalandırma eylemlerine girişmelerine neden olur; böylece her baskı ve eylemin etnik açıdan yorumlandığı şiddet eylemleri giderek tırmanmaya başlar. Aynı dönemde metropolit de kaçaklara mali yardım sağlamak üzere devreye girerek Samsun'lu eşrafı seferber eder. Hükümetin işe karışması bunlardan bazılarını yeraltına geçerek çetelere katılıma zorlar ve bu da çetelerin ekonomik olduğu kadar siyasi bakımdan yapılanmalarını doğurur. Durumun vehameti karşısında hükümet 1915 sonbaharında, olaylara en fazla karışan ve göçmenlerin yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı ( Ökse, Çirahman ve Tevkeris) ilk cezalandırma harekatına girişir. Köyler ateşe verilir, nüfus dağıtılır ve işe yarar erkekler, en tanınmışı Vasil Usta olan şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan çetelere katılırlar. Karısının namusunu korumak için çeteci olan bu asker kaçağı, doğrulanması zor bazı bilgilere göre1915'te Sivas askeri hapishanesine saldırmış ve bir Rus generalini kurtarmıştır.Kimin hesabına ? Bunu cevaplamaya olanak yoktur ama, ister gerçek ister efsane olsun bu eylem, Pontus olaylarının ilk aşamsına damgasını vuran bir siyasetin niteliğini ele veren bir eylemdir: Rusya etkisi. | ||
![]() |
![]() | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1916 yılının başında, Ruslar Karadeniz kıyısında Trabzon'un işgali ve Çarlık ordusunun Tirebolu yakınlarındaki Harşit nehrine kadar ilerlemesiyle sonuçlanan bir saldırı başlatırken, Londra'da Sir Mark Sykes ve François Georges Picot, Osmanlı İmparatorluğu'nunbölüşülmesiyle ilgili taslağın son rötüşlarını yapar ve Rus hükümetinin onayını almak üzere Petrograd'a giderler. Görünüşte gafil avlanmış olan Rus hükümeti konuyla ilgili tavrını belirtmek amacıyla alelece toplanır. Tartışılacak sorunlardan biride Anadolu'nun Karadeniz kıyısındaki Rus - Türk snırıdır. 17 Mart 1916'da yapılan ilk bakanlar kurulu toplantısında Donanma sınırın Sinoptan başlamasını ister, fakat Kara Kuvvetleri gerisi sağlama alınmış olmayan çok uzun bir kıyı konusunda endişelidir... Sazanov Petrograd'daki Fransa elçisi Paleologue'a Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılmasıyla ilgili İngiliz- Fransız - Ru anlaşmalarında "Trabzon'un batısında belirlenecek bir nokta" ibaresine yer verilir. Bununla beraber 2. Nikolas bu belgeye şu notu düşmüştür: İlk nokta hariç ( yukarıda belirtilen durum ) katılıyorum. Eğer ordumuz Sinop'a ulaşmayı başarırsa, sınırımız bu şehirden başlamalıdır. Demek ki söz silahlara bırakılmakta ve bu bağlamda Tirebolu ile Sinop arasında kalan topraklardaki yerel koşullar özel bir önem kazanmaktadır. Bunun üzerine Trabzon'a yerleştirilen karşı casusluk teşkilatı, hiç vakit kaybetmeden, yeni kurulmakta olan Pontus gerilla hareketinin en önemli şahsiyeti olan Vasil Ustayla ilişkiye geçer. Vasil Usta on kadar adamıyla Türk hatlarını seçerek,1916 Haziran sonuan doğru Trabzon'a gelir.Orad karşı casusluk teşkilatının şefi albay Artatov'la buluşur ve 3 Temmuz'da bir Rus torpido gemisiyle Samsun yakınlarındaki Devrent limanına çıkarılır; kendisine Rus hattının gerisinde çeteler kurma görevi verilmiştir.Bölgede gizlenen Vasil Usta başta 1915'te jandarmalarca yıkılan köylerden kaçanlar olmak üzere 35 kişilik bir birlik kurar. | ||
![]() |
![]() | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Zamanla Rumlarla Ruslar arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar; Rumlar hemen yapılacak müdehaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır. Sonradan Vasil Usta anılarında, Sivas'a kadar gidip Niksar, Tokat, Reşadiye havalisinde "genel ayaklanmayı" başlatmak üzere 10.000 kadar gönüllü toplandığını ileri sürmüştür.Çatışmalar eylül ayına kadar yeterince ilerlemiş olmalıki, Vasil Usta Batı Pontus gerilalsının şefi ilan edilir... En sonunda Rusların onu oyalamalarından endişe eden Vasil Usta, 24 Eylül'de büyük bir darbe indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarladığı bir harekat başlatır. Gerçekte bunun, Rusları müdahaleye zorlamak için Türkleri bir şiddet eylemine kışkırtmak üzere girişilmiş bir eylem olduğu anlaşılmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki devrimciler tarafından, her zaman aynı sonucu vermemekle beraber sık sık kullanılan bir yöntemdir. Bu kez Vasil Usta'nın yanındaSamsun'daki Yunan konsolosluğunun sekreteri Lazaros Melidis de vardır. Vasil Usta ve adamları Türk köylerinden geçerken Rumlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldürüp evlerini yakarlar. Vasil Usta jandarmaya saldırma cüretinde bulunur. Sonunda Ordu yakınlarında askerler onları yakalar ve yapılan bir meydan muharebesinin ardından Vasil Usta ve 9 adamı 18 Ekim'de Trabzon'a sığınırlar; savaşın sonuna kadar orada kalacaktır. Türklerin bu olaya iki farklı tepkisi olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı saldırılar ve sürgün. Bunlardan birincisi daha çok yerel kuvvetlerin eseri gibi görünmektedir. Müslümanlar arasında da Hristiyanlar kadar asker kaçağı vardır ve İttihat ve Treakki Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. Türk çeteleri arasında en ünlüsü Topal Osman'ınkidir, ancak Yunan kaynaklarındaki tanıklıklara göre onun Tirebolu ve Giresun yöresindeki Rum köylerine yaptığı ilk saldırıların 1916 kasımında gerçekleştiğine bakılırsa, bunlar Vasil Usta'nın eylemlerinden sonraya rastlar. | ||
![]() |
![]() | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sürgün ise resmi yetkililerce kararlaştırılmış ve uygulanmıştır. Bunlardan ilki o sırada bir sınır şehri olan Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen ekim ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9 kasım'da duyurulmuş ve 16 Kasım'dan itibaren uygulanmaya başlamıştır. Rum nüfus ilk aşamada Giresun'a sürülmüş, ardından içerdeki Şebin Karahisar'a yönlendirilmiş ve sürgünler şehre 3 Aralıkta varmışlardır. ... Bu durumdan endişelenen metropolit Germanos, Kafkasya cephesi kumandanı Vehip paşa nezdinde bir girişimde ulunur, ama hiç bir sonuç alamaz ve aralık ayı başında Bahattin Şakir'in Samsun'a gelmesiyle birlikte sürgün politikası sistemli bir biçimde uygulanır. Bundan sonra Türk çeteleri Samsun bölgesindeki köylere saldırırlar. Aralık sonuna kadar 18 köy tamamen, 15 köy de kısmen yakılmıştır. 9 Ocakta 80 kişi tutuklanır ve ertesi gün Havza'ya gönderilir. Aynı güngenel sürgün uygulaması, Karavangelis'in ilk çetelerini örgütlediği, Samsun Rum varoşundan, Kadıköyden başlatılır.4.000 kişi önce Havza'ya, ardından Çorum'a gönderilir. Giresun çevresindekiRum köylerinin nakli de aynı tarihte başlatılır.Onu Ocak sonunda Bafra çevresi, şubatta da Çarşamba ve Ünye izleyeceklerdir. Buralarda yaşayan 30.000 kadar insan Ankara vilayetine doğru yola çıkarılır.Ordulu Rumlar 1917 Ağustosunda, Sinop Rumları ise 6 Temmuzda nakledilirler. En son olarak metropolit Germanos ile ilgili olarak İstanbuldaki evinde gözaltında tutulma kararı alınır. Rum techiri, bir yıl önce Ermenilere uygulanandan farklı olarak katliama yol açmamıştır; ne Rum ne de başka hiç bir kaynak bu konuda herhangi bir iddia öne sürmüş değildir. Buna karşılık Yunanlı yazarlar sürülenlerin toplam nüfusun üçte birinden fazla olduğunu ve kayıpların da sürülenlerin toplam nüfusun üçte ikisine ulşatığını ileri sürerek, techiri, amacı sürülen nüfusu yoksunluk ve hastalıklar yoluyla ortadan kaldırmakolan "kansız bir katliam" olarak nitelendirmektedirler. Eldeki doğrudan tanıklardan elde edilen bilgiye göre, sürgünün kendisi çok sayıda ölüm olayına yol açmamış olmakla birlikte, sürgünlerin iç bölgelerde yerleştirmelerinden sonra, salgın hastalıklar, özellikle tifüs pek çok kişinin hayatını almıştı... | ||
![]() |
![]() | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Daha önce kurulan çeteler Rum nüfusun techirini önlemeyi bnaşaramamış olmakla beraber, yerlerine, aralarından en önemlisi, Vasil Usta'nın yerini aldığı anlaşılanDimitrios Haralambis'in yönettiği Ayıtepe çetesi olmak üzere, özellikle yakılan köylerden kaçan Rumları biraraya getiren ve dağlarda "kurtarılmış bölgeler" oluşturan yeni çeteler kuruldu. Türk ordusunun peşpeşe saldırıları Ayıtepe'de başarılı olmadı ama, Otkaya'da başkaldıranlar yokedildiler, abşka yerdekiler iç bölgelere çekilmek zorunda kaldılar. Türk ordusunun bu ayaklanma odakları karşısında etkisiz kalması ve başkaldıranların Türk köylerine saldırılarını sürdürmeleri karşısında, yerel bir uzlaşma sağlandı ve türk köylüleri kendi güvenliklerini sağlamak üzere çetelerle Yunan sürgünlerinin yiyecek gereksinmelerini karşılamayı kabul ettiler. Savaş bittiğinde bu "modus vivendi" hala geçerliydi ve 1918'de techire uğrayan Rumlar yavaş yavaş kendi köylerine dönmeye başladılar. Anlattığımız bu olaylar Pontus'un batı kesimiyle, Samsun sancağına tekabül eden bölgesiyle ilgilidir; Trabzon'un kaderi ise çok farklı olacaktır. Bu bölgede yaşayan Rum topluluğu Samsun'daki metropolitin tam tersi bir tutum benimseyen Trabzon metropoliti Hrisatos Flippidis yönetimindeydi. Leipzig ve Lausanne'de tamamladığı parlak felsefe eğitiminin ardından 32 yaşında Trabzon kilisesinin başına getirilen Flippidis, Ortodoks kilisesinin Bizansçı çizgisindeydi. Rum topluluğunun Türk topluluğuyla işbirliği yaparak barışçıl bir şekilde ilerleyebileceğine ve böyle bir evrimin kaçınılmaz olarak İmparatorluk bünyesinde Rum ögesinin üstünlüğüne yol açacağına inanmaktaydı. | ||
![]() |
![]() | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu ilkelerden yola çıkarak, göreve seçilir seçilmez, kendi topluluğuna yönelik yoğun bir kültürel gelişme ve Türk yetkililerle iyi geçinme politikası uygulamaya başladı. 1914 seferberliği sırasında Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'le görüşerek şehrin silah altına alınan Rum halkının, Trabzon'da sivil görevlerde görevlendirilmesini sağladı ve böylece Rus vatandaşlığına geçmiş olan Rumların techire uğramasını önledi. İster Rus, ister Alman olsunlar yabancılar karşısında aynı endişeyi paylaşan vali ile metropolit, şehri birlikte yönetmeye başladılar ve 1916'da Rusların şehre girmeleri üzerine buradan ayrılmadan önce Cemal Azmi Bey, şehrin idaresini metropolite bıraktı. Valiyi yolcu ettikten sonra Hrisantos Büyük Dük Nikolay Nikolayeviç'i kabul etti. 1917'de Trabzon Sovyetine katıldı.Rusyanın Kafkasya cephesinin çökmesinin ardından batılı müttefiklerin temsilcileri bu bölgede Türk ilerlemesini durduracak bir kuşak oluşturmaya çalıştılar; bu kuşağa kuzeyden güneye doğru Pontus Rumlarının, Gürcülerin, Ermenilerin ve Urumiye Nasturilerinin katılmaları söz konusuydu. 1917 yazında Hrisantos Trabzon Rum Ulusal Birliğinin oluşturulmasında başı çekti ve bölgenin iç kesimlerindeki köylüleri Rusların bıraktıkları silahlarla donatmaya girişti. Ancak Hrisantos müttefiklerin Tiflisteki girişimnlerine fazla bir başarı tanımıyordu.... Silahlı Rum köylüleriyle Osmanlı ordusunun öncü güçlerini oluşturan Türk çeteleri arasında ilk çatışmalar başlayınca Hrisantos Vehip Paşa'ya bir heyet göndererek Türklerin memleketlerinegeri dönme koşullarını müzakere etmeye karar verdi. Bu sırada iç kesimlerde de silahlı Türk ve Rum köyleri arasında bir barış yada ateşkes anlaşmasına varılmıştı. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |