|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-02-2007, 14:35 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
Osmanlı Tarih Yazıcılığında Türk ve Türkmen İmajı - I - Osmanlı devlet düzeninde gayr-i Türk unsurların egemen güçleri oluşturduğu, Türklerin ise “azınlık” statüsüne düşürüldüğü tezini savunan Mustafa Akdağ’a göre: “... Türk soyuna yabancı olan Osmanlı aydınları da özellikle Anadolu ahalisini her vesile ile yermişler hele devlet düzeni bozulduğu zaman saray ve hükümette kendilerine rakip gördükleri Türkleri gözden düşürmek için bütün kötülüklerin sorumluluğunu onlara yüklemişler Osmanlı Beyliği’nin ilk zamanlarından beri öğüncekli bir anlamı bulunan Türk kelimesini gene XIII. yüzyıldaki anlamına götürerek kaba ve bir türlü uygarlaşmayan insan niteliği kavramı olarak kullanmaya başlamışlardır.” Mustafa Akdağ’a yakın bir görüşü savunan Çetin Yetkin; Türkleri, Osmanlı Devleti’nde azınlık haklarına bile sahip olamamış bir “azınlık” olarak tarif ettikten sonra Osmanlı Devleti’nde Türklere karşı özel bir politika takip edildiğini, onların mal ve mülklerinin ellerinden alınmaya çalışıldığını, Türk sözünün aşağılama ifadesi olarak kullanıldığını, buna karşılık “Etrak-i bi-idrak” olarak küçümsenen Türklerin haklı olarak ayaklandığını ileri sürmektedir. Taner Timur, Osmanlı kimliğinin oluşmasında Türklüğün de mühim bir rol oynadığını kabul etmekle beraber Osmanlıların kendilerini dini kimlik ile tanımlamaya başladıktan sonra Türk teriminin giderek küçültücü bir anlam kazandığını, bu durumun 16. yüzyıl Osmanlı vekayinâmelerine yansıdığını ve “kaba Türk”, “cahil Türk”, “idraksiz Türk” gibi vasıflandırmalara sıklıkla rastlandığını bildirmektedir. Ayrıca, “Türklerden ,Yörük ve Türkmenlerin yerleşik uygarlığın geri kalmış unsurları olarak telakki edildiğini ve sözü edilen sıfatların “göçebe ve yarı göçebe hayat tarzından yerleşik uygarlıklara geçiş sürecinde ortaya çıktığına ve geçişe uyum sağlayamamış unsurlar için kullanıldığına” dikkat çekmektedir | ||
|
19-02-2007, 14:36 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Meselenin sadece “kimlik bunalımı” olarak ele alınması veya salt “Osmanlılar Türk düşmanıydı” veyahud “Osmanlılar Türkleri hakir görüyordu” temelinde izah edilmeye çalışılması halinde Osmanlı tarih yazıcılığı hakkında büsbütün yanlış değerlendirmelere yol açacağı endişesi ortaya çıkmaktadır. Osmanlı tarih yazıcılığında gelenek haline gelmiş olan anlatıma göre; Osmanlı tarihi Türk tarihinin bir parçası olarak başlar. Buna göre, Osmanlılar, Oğuz neslinden olup Kayı boyuna mensupturlar. Osmanlı ailesinin soyu bazen 35. bazen de 52. göbekten Hz. Nuh’a dayanır. Böylece, Osmanlıların Türklüğü İslami bir özellik de kazanır. Osmanlıların atası olarak kabul edilen Süleyman Şah, konar-göçer Türkmen aşireti ile birlikte Anadolu’ya göç eder. Aşiret bir çok maceradan sonra Bizans sınırını yurt tutar. Beyliğin temelleri burada atılır. Osman Gazi, Oğuz töresine göre hanlanırBundan sonra kâfirlerle cihad başlar. Beylik yavaş yavaş aşiret düzeninden devlet düzenine geçer. Böylece Türk tarihi içinde Osmanlı tarihi başlar. Padişahların ve askerlerinin Türklüğü sık sık vurgulanır. Geleneksel tarih yazıcılığında Osmanlıların yaptığı gazalarda "kâfirlere" karşı Türklerin kesin üstünlüğü prensibi işlenmektedir. Mesela, Hoca Sadeddin Efendi, Osmanlıların ilk fetihlerinden bahsederken Osmanlı ordusu için “zaferleri gölge edinmiş Türk askerleri” “savaş günleri yırtıcı arslan “Türk yiğitlerigibi pek çok süslü ifadelere yer vermektedir. Aynı müellif, Osman Gazi’nin savaşlardaki başarısını anlatırken “Bursa yöresindeki bir savaşta Osman Gazi her zaman olduğu gibi yine Tanrı’nın görünmez ordularının desteğini sağlamış bulunuyordu. Bu destek elle tutulmaz gözle görülmezdi. Ama düşmanın gözünde her Türk sipahisi Efrasiyab gibi bir yiğit, Zaloğlu Rüstem gibi pehlivan kesilirdi” | ||
19-02-2007, 14:36 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ifadeleri ile Türk zaferlerine manevi bir boyut da kazandırmaktadır Osmanlı tarih yazıcılığında, Osmanlılar temelde "kâfirlere" karşı gaza ve cihad yapmayı düstur edinmiş bir “İslam Askeri” imajı ile merkezi bir rol üstlenir. Bununla birlikte, Osmanlılar, her zaman kendileri ile iyi geçinen "kâfirler" ile de iyi geçinmekte hatta onlara mal ve mülklerini emanet edebilecek kadar güvenebilmektedir. Osmanlı cihad ve gaza felsefesinde ilginç bir yönü oluşturan bu durumun İslamın yayılmasında rol oynadığını müellif Neşri’de görüyoruz. Neşri, Rumeli’nin fethini anlatırken: "... nice köyler Türk'ün ayin ve erkânını görüp gelip Müslüman oldular” ifadesine yer vererek Türklerin sadece istilacı bir kavim değil yaşama tarzı, görgü kuralları, komşuluk ilişkileri ile örnek bir toplum olduğunu ve bu suretle İslamiyetin yayılmasına katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır. Keza, Türklerin yakıp - yıkıcı olmadığını da “hem bu Türkler nereyi alırlarsa imaret ederler" ifadesi ile açıklar. Tarihlerde, Osmanlıların, Hıristiyanlarla gazası İslam-Hıristiyan çatışmasından çok, Hıristiyanların, Türklerle savaşı olarak takdim edilmektedir. Bu arada,Türklerin yenilmezliği ve kahramanlığı her vesile ile dile getirilir. Neşri, Sırpların Osmanlılara vergi göndermesini Sırp kralının ağzından “'Türkle biz çıkışamazuz' diye ilçi gönderüb yılda bin cebelü ve ellibin vukıyye gümüş virecek oldu” diye ifadelendirir. Yine Neşri, Haçlılar ile Türkler arasında meydana gelen I. Kosova savaşını hikâye ederken Haçlıların kendi aralarında Türkleri nasıl esir edeceklerini, nasıl öldüreceklerini tartıştıklarını anlatır. Kimi urgana bağlayacağından, kimi zincire vuracağından kimi parça parça edeceğinden bahsetmektedir. "Kâfirler"den biri | ||
19-02-2007, 14:36 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Size gülerim zira hiç omren (ömrümde) görmedim ki Türkü kafir zincire veya ipe dize. Amma hemişe Türk gelir kafirleri ipe ve zincire dizip alıp, gider. Ve andan ki sonra Türk hergiz kafir olmaz amma daim kafirleri gelir, alır, gider Müslüman ider. Korkarım ki yine ol Türkler sizi kendi zincirlerinize ve iplerinize dizip, alıp, gide” diye konuşurMüellifimiz burada da Türkleri övme fırsatını değerlendirmektedir. Solakzâde, Cem Sultan’ın Avrupa’ya kaçışını anlatırken, onun için, “Kostantınıyye’yi feth eden Türk’ün oğlu” ifadesine yer verir. Cem Sultan’ın Fransa Kralı ile görüşme talebini engelleyen görevliler, Cem Sultan’a, “bizim kralımız başkentinde Türk ayağının bastığına razı değildir” dediğini naklederAynı müellif Osmanlıların Girit’i fethi hadisesini anlatılırken de “Kale burçları Türk bayrakları ile rengarenk hale geldi"der. Anadolu’nun güney batısında küçük denebilecek bir toprak parçası üzerinde kurulan ve ilk önce batı yönünde - Karesioğlu Beyliği’nin topraklarının alınmasını saymazsak- Hıristiyanlarla gaza yapıp topraklar ele geçiren Osmanlı Devleti’nin Anadolu’ya yönelmesi, buradaki Türk beylikleri ile uzun süreli bir mücadeleyi başlatmıştır. Batıya yaptığı seferler sayesinde askeri ve ekonomik açıdan güçlenen Osmanlıların Anadolu’ya yönelmelerinin stratejik sebebi devlete sıklet merkezi kazandırmak ve askeri kaynaklarını güçlendirmek amacını taşıdığı ortadadır. Buna mukabil, Osmanlılara direnen beyliklerin en önemli gerekçeleri, sahip oldukları toprakların daralmasına veya ellerinden çıkmasına engel olmaktır. Bunlar arasında diğer beyliklere göre daha güçlü ve Anadolu’ya hakim olmaya daha hevesli görünen Karamanoğullarının Osmanlı Devleti’ne karşı direnişe geçmesi, Osmanlılar Rumeli’de iken onlara zarar vermesi, Osmanlı tarihlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Neşri, Karamanoğlu askerlerini | ||
19-02-2007, 14:36 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “cümle kaltak eğerli, yırtmaç kürklü, örmeç kuşaklı, kabalak tülbendli, kayış üzengili, kılıcı bağı ipli, Turgudlu’nun ne kadar at uğrusu varsa anlar” diye tanımlarAynı müellif, Karamanoğullarının Tatar, Türk, Varsak ve Turgudlu Türkmenlerince desteklendiğini kaydeder Karamanoğlu İbrahim Bey’in, I. Murad’a söylediği “leşkerüm leşkerünce vardır. Eğer barışursan barışurın. Uruşırsan uruşırun. Derdine derd merkine merk verirün” sözleri bugün Türk hakimiyet telakkisi içinde izah edilebilecek kadar açık olmakla birlikte, devrinde fitne ve fesad çıkaran bir topluluğun Osmanlılarla boy ölçüşebilecek kadar küstahlaşması olarak yorumlanmaktadır. Buna karşılık, I. Murad, “Bre hey müdbir ve müfsid ve zalim benim kasdum ve işim gice ve gündüz gazaya dürüşmekdir. Benim gazama mani olup müslümanları ben gazada iken incidirsün. Ahd u eman bilür adam değilsin. Seni kam etmeyince ben huzur ile gaza idemezin. Nice barışmak ki mani-yi gazaya gaza , gaza-yı ekberdir. Hazır ol vaktine işte vardım” derBuradan açıkça anlaşılacağı üzere Karamanoğulları, Osmanlıların gazasını engellediği ve osmanlılar için Anadolu’nun fethinin meşruluk kazandığı görülmektedir. Müneccimbaşı, I. Murad’ın, Karamanoğulları ile savaşmak için ulemadan “nifak çıkardıkları için bunlarla savaşmak kafirlerle savaşmaktan evladır” şeklinde fetva çıkardığını kaydederNeşri, Karamanoğullarının Beypazarı’na saldırısını tasvir ederken “beypazarı halkına öyle işler ettiler kim kafir dahi kafirliğince öylesini etmezdi” diyerek onlarla yapılacak savaşta Osmanlıların Müslümanların haklarını koruduğunu vurgulamaya çalışır. | ||
19-02-2007, 14:36 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Karamanoğullarının II. Mehmed zamanında yine Osmanlılarla rekabete girişmesi ise Solakzâde’de “Karamanoğlu dedikleri anlayışsız kaltaban yine isyan suretini gösterip kendine uyan na-pak Türkmenlerin sözü ile oğulları namında olan haramzadelerin her birini bir taifeye serdar kıldı” ifadeleri ile anlatılır Tarihlerde, Osmanlıların Akkoyunlularla mücadelesi yine Osmanlı perspektifinden ele alınır. Hoca Sadeddin, Osmanlı ordusu için “şanlı beyler müslümanların ırzlarını koruyan zaferler kazanmış padişahın gölgesinde hareket eden askerler” tanımlamasına yer verirken, Akkoyunluları “kara elbiselerini karanlık giceler gibi yayıp zaferleri gölge edinen Osmanlı askerlerinin üzerine saldırmak için inlerinden çıktılar” diye tasvir ederOtlukbeli Savaşı’nın sonucu hemen hemen bütün tarihlerde Türkmenlerin hezimeti olarak takdim edilir. Ele geçirilen Türkmen askerlerinin 3000 kadarının ibret için öldürüldüğü övünülerek anlatılır. Solakzade, Dulkadirlilerle yapılan Turnadağ Savaşı’ını hikâye ederken Dulkadirli Türkmenleri “kötü zanlı Türkmenler”, “kötü niyetli Türkmenler” şeklinde vasıflandırır | ||
19-02-2007, 14:37 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tarihlerde, Türkmenlerin tahkir edilmesi ile ilgili en yoğun olaylar fetret devrine tesadüf etmektedir. Bilindiği gibi Timur’un Ankara Savaşı’nda Bayezid’i yenmesi ile Anadolu’da Osmanlı hakimiyeti sona ermiş beyliklerin bir bölümü yeniden kurulmuş, bazı bölgelerde ise istikrar tamamen ortadan kalkmış idi. Fetret Devri hem Yıldırım Bayezid’in oğullarının taht kavgaları hem de onların Anadolu’ya yeniden hakim olma çabaları ile çift yönlü bir mücadele şeklinde geçer. Bu dönemde Kara Devletşah (Amasya çevresi), Kubadoğlu (Canik), İnaloğlu (Tokat), Gözleroğlu (Şebinkarahisar), Köpekoğlu (Kazabad), Mezid Harami (Sivas) ayaklanmaları baş gösterir. Daha çok Anadolu’nun konar-göçer Türkmenlerinin bir bölümü tarafından desteklenen bu ayaklanmaları Osmanlı tarihçileri hemen hemen aynı dil ile eleştirirler. Burada ortak olarak “eşkıya” tanımlaması ağırlık kazanır. Bununla birlikte hakaret ifadeleri de derhal göze çarpar. Neşri, İnaloğlu ayaklanması için “bi-asıl Türkmen” “bi-had Türkmen “Köpekoğlu için ise “bir bed-fiil harami Türkmen"ifadelerine yer verir. Solakzade, İnaloğlu için, "bed-fiil” sıfatını yakıştırır. Hoca Saadeddin’de İnaloğlu ayaklanması “İnaloğlu adındaki aman bilmez sırtlanın imanları zayıf yirmibin kadar Türkmen’e baş olup ininden çıkmış...” Köpekoğlu ayaklanması “işi gücü eşkıyalık olan Köpekoğlu adındaki Türkmen’in ... dağda taşta dolaşan Türkmen ise bazı fesatçı yoldaşları ile köpeklere sokak gerek sözünü gerçekleştirip dağlara düştü...” ifadeleri ile anlatılır. Hoca Saadeddin’e göre bütün bu isyancılar "Osmanlı soyunun eski düşmanlarıdır | ||
19-02-2007, 14:37 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Osmanlı toplumu içinde ekonomik veya dini sebeplerle ortaya çıkan ayaklanmaların, devlet düzenini tehdit eden olaylar olarak değerlendirildiği gözlenmektedir. Şeyh Bedreddin ayaklanmasını destekleyen Türkmenler, Müneccimbaşı tarafından akılları füsun ve efsane ile çelinmiş “cahil ve beyinsiz” olarak tanımlanır. Solakzâde ise bunlara “bazı saf Türkler” der. Güney Anadolu’da patlak veren ve Osmanlı Devleti’ni bir hayli uğraştıran Şah Kulu ayaklanması Müneccimbaşı tarafından “rafıziliğe ve dinsizliğe eğilimli eşkıya güruhu”nun ayaklanması olarak tasvir edilir. Şah Kulu adı daha çok “Şeytan Kulu“ olarak vasıflandırılır. İsyancıları, Hadidi: ”kızılbaş-ı evbaş” ve ”keçi uğrusu (hırsızı)”, Celalzâde: “eşirra vü etrak” ve “kavm-i dall ü gümrah" (yolunu yitiren sapık kavim) olarak nitelendirirCelalzâde, Osmanlı ordusunu “muzaffer Türk ordusu“ olarak vasıflandırdıktan sonra “dağın göğüs ve eteği hilekar Türkmen cesetleri ile dopdolu “ olduğunu belirtir Bu ayaklanmalarda da Türkmenlerin etkin bir rol alması elbette tarihi tesadüf olmayıp, ayaklanma merkezlerinin Türkmenlerin yoğun olarak bulunduğu bölgeler olması ve çoğunlukla da adı geçen topluluğun mensuplarının bir bölümünün Osmanlı idaresinden hoşnut olamayan bir zümreyi teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır. | ||
19-02-2007, 14:37 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buraya kadar verilen örneklerden Osmanlı tarih yazıcılığında iki tip Türk imajının belirginleştiği gözlenmektedir. Birincisi, Osmanlı hanedanının da mensup olduğu ve bunun daima övünç kaynağı olarak zikredildiği “Türklük”tür. Buna göre devletin temel dayanağı Türklerdir. İslami tarih anlayışının da etkisiyle Türklerin soyu Hz. Nuh’a kadar dayanır. Osmanlılar da böyle soylu bir geçmişe sahip olmakla haklı bir övünme vesilesi bulurlar. Osmanlı padişahları Türk, Osmanlı ordusu da Türk ordusudur. Bundan dolayı, özellikle Hıristiyanlara karşı yapılan gazalar daha çok, Türk-Hıristiyan çatışması olarak yansır. Osmanlı kronikleri Hıristiyan devlet veya topluluklara atfen verdikleri bilgilerde genellikle “Türk”, “Türkler” ifadelerine yer verir. Yukarıda örneklendirildiği gibi Batı’nın karşısına çıkan Türk, savaşçılığı, ahlakı, şecaati ve kahramanlığı bakımından daima belirgin bir üstünlük içindedir. İkinci Türk tipi ise Batı karşısında iman, ahlak, şecaat ve kahramanlık örneği teşekkil eden Türk imajının tam aksine Osmanlı Devleti’ne karşı duran, ayaklanmalar çıkaran, köyler basıp yol kesen eşıkyalık yapan Türk tipidir. Bu ikincisi için tarihlerde “aslı bozuk Türkmen”, “Kötü fiilli Türkmen”, “bed fiil Türkmen “ “ kötü zanlı Türkmen” ,” kötü niyetli Türkmen” , “na-pak Türkmen”, “Etrak-i bi-idrak”, “hilekar Türkmen”, “ayak takımı”, “bi-asıl Türkmen”, “bi-had Türkmen”, “aman bilmez Türkmen”, “kafasız Türkmen”, “andında durmaz”, “hırsız kılıklı”, “düşüncesiz Türk”, “sersem Türk” ... gibi sıfatlar kullanılır. | ||
19-02-2007, 14:37 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Taner Timur, bu hususun Türklerin bir kısmı için söylendiğini teyid etmekle beraber bu yakıştırmaların ve Türk sözünün küçültücü bir anlam içinde söylenmesinin en önemli sebebi olarak Osmanlı yönetici zümresinin etnik saflığını yitirmesine (yani gayr-i Türk unsurların yönetici olmasına) ve Osmanlıların da kendilerini dini terimlerle tanımlamasına bağlamaktadır. Ancak Taner Timur, meseleyi sadece “uygarlaşma süreci” olarak ele almakta ve sorunun uygarlaşmaya direnen Türkmen ve Yörük aşiretlerinden kaynaklandığını ifade etmektedir. İki Türk imajının da sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi için Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinin birlikte ele alınmasında fayda vardır. Tamamen yalın bir anlayışla ele alındığında Osmanlılar, Anadolu’nun kuzey-batısında küçük bir toprak parçası üzerinde kurulmuş bir beyliktir. Osmanlı tarihçileri beyliğin genişlemesinde temel felsefe olarak gaza ve cihad anlayışını ortaya koyarlar. Gaza ve cihad Hıristiyanlara karşı yapılacağına göre, beyliğin fetih yönü doğal olarak batıya doğrudur. Din, fetih siyasetinin en önemli meşruiyet kaynağıdır. Aynı Osmanlı Devleti’nin fetih siyasetinde bir yön de sahip oldukları toprakların doğu ve güneyine doğru yani geniş Anadolu topraklarına yöneliktir. 13. yüzyılda etnik milliyetçiliğin -henüz- Türkler arasında yayılmadığı, hanedan taasubunun ve topraklara sahip olma duygusunun daha kuvvetli olduğu göz önüne alınırsa bir yanda fetih siyaseti takip eden diğer yanda topraklarını savunan topluluklar için birbirleri “düşman” olarak ortaya çıkar. Nitekim, Osmanlı tarihçileri Anadolu’da Osmanlılara karşı direnen, savaşan ve ayaklanma çıkaran her topluluğu veya teşekkülü düşman sıfatı ile tanımlamaktadır. Bu cümleden olarak, Anadolu’da Osmanlılara karşı direnecek yegane güç bu toprakların mutlak hakimi durumuna gelmiş olan Türkler (Türk hanedanlar) olduğuna göre “düşman”ın etnik kimliği de kendiliğinden belirmektedir. Daha çok süslü ifadeler ile “düşman”ı küçümsemeyi adet edinmiş olan Osmanlı tarihçilerinin velinimetlerin de aynı kanı taşıyor olmalarını bildikleri halde küçültücü ifadelere yer vermeleri ancak velinimetlerini övdükleri bir olaya -daha açık olarak- Osmanlıların Anadolu’ya hakim olmaya çalıştıkları dönemlere denk düşmektedir. Ortada Osmanoğullarının (hanedan/devlet) Anadolu’ya hakim olmaya çalışması ve buna karşı direnen yerli ahalinin mücadelesi vardır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |