|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
07-02-2007, 09:50 | #31 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 24 Temmuz 1908 sabahı gazeteler sansürden kurtulmuş, ancak sonsuz bir özgürlük içinde değil. Son 30 yılda, son 300 yılda söylenmemiş şeyleri söyleme hırsına kapılan basın, ilk şokla 31 Mart 1909’da karşılaşmıştır.69 Derviş Vahdeti adlı bir yobazın kışkırtmasıyla bir kısım halk ve bazı askeri birliklerin katılması ile Sultanahmet Meydanı’nda gösteriler yapılmış. Tanin ve Şurayi Ümmet gazeteleri tahrip ve yağma edilmiş. Bazı nazırlar ve mebuslar öldürülmüştür. Böylece 9 ay süren sonsuz özgürlük ortamı sona ermiştir. Mahmut Şevket Paşa komutasında Selanik’ten gelen Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırmış, Derviş Vahdeti ve arkadaşları idam edilmiştir. 31 Mart Olayı’nın bastırılmasından sonra bazı gazeteler kapatılmış basına sansür konulmuştur. 14 Temmuz 1909’da Millet Meclisi’nden Fransız Basın kanunundan örnek alınarak yeni bir basın kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun oldukça özgürlükçü bir kanundan ve 1931 yılına kadar sonradan yapılan bazı değişikliklerle yürürlükte kalmıştır. Daha sonra yapılan değişiklikler özgürlük yönünde olmamıştır. 1909 Basın Kanununun başlıca hükümleri şunlardır: - Gazete çıkarmak için hükümete bir bildiri verilmesi yeterli olup, ruhsat alma zorunluluğu yoktur - Meclislerin ve mahkemelerin gizli oturumlarındaki konuşmaların yayımlanması yasaktır - Kanun ve yönetmeliklerin, hükümetçe resmen açıklanmadan önce gazatelerde yayımlanamayacağı hükme bağlanmıştır - Osmanlı ülkesinde tanınmış dinlerden, mezheplerden ya da unsurlardan herhangi birine yazıyla hakaret suçtur - Vatandaşları suç işlemeye kışkırtan yazıların yayımlanması yasaklanmıştır | ||
|
07-02-2007, 09:50 | #32 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| - Basın yoluyla şantaj yapmak ya da başka türlü çıkar sağlamak suçtur - Asılsız sahte bilgilerle başkaları suçlanamaz - Ahlak kurallarına uymayan yazı ve resim yayımlanamaz - Yayından zarar görenlere cevap hakkı tanınmıştır - Basın yoluyla halkı suç işlemeye kışkırtmalarda, dava sonucunu beklemeden hükümetin güvenliğini korumak amacıyla gazeteyi kapatabileceği hükmü getirilmiştir - Padişaha, meclis üyelerine ve resmi kişilere yazı ile hakaret edenlere hapis cezaları konulmuştur.70 Anayasada “Matbuat kanun dairesinde serbesttir. Hiçbir veçhile basımdan önce teftiş ve muayene edilemez” hükmüne rağmen bundan sonra zaman zaman gazetelere sansür uygulanmıştır. Kabul edilen 13 maddelik “Matbualar Kanunu” ile de, her Osmanlı vatandaşına basımevi açma hakkı tanınmış, basımevi açabilmek için İstabul’da İçişleri Bakanlığı’na, taşrada valiliklere bir bildiri verilmesi yeterli görülmüştür.71 Basın Kanunu’nun yürürlüğe girmesine rağmen, ülkedeki askeri yönetimin uyguladığı basın sansürü, 1912 yılına kadar sürmüştür. Aynı yıl sansürün kaldırılması kısa olmuş 22 Ocak 1913 tarihinde İttihat ve Terakki yanlısı subayların gerçekleştirdikleri “Bab – ı Ali Baskını” sonrası Kamil Paşa sadrazamlıktan düşünce , oluşturulan yeni hükümet tarafından yine basına sansür konulmuştur. Sansür, İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenlerinin, I. Dünya Savaşı yenilgisi sonrası yurtdışına kaçmaları üzerine kaldırılmıştır.72 Söz konusu yasa, yapılan 15 kadar değişiklikle, 8 ağustos 1931 tarihine kadar, 22 yıl yürürlükte kalmıştır. Bu değişikliklerden başlıcaları şunlardır: 1 – 3 Mart 1912 tarihli geçici kanunla, siyasal gazete imtiyazı almak için İstanbul’da 500, taşrada 200 lira depozito yatırılması, askerlerin yazı yazmalarının yasaklanması hükme bağlanmıştır. | ||
07-02-2007, 09:51 | #33 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 16 Şubat 1913 tarihli geçici kanunla, ahlak kurallarına aykırı yazı ve resimlerin yasaklanıp toplatılması kabul edilmiştir. 3 – 9 Mart 1913 tarihli geçici kanunla mebusların Ayan Meclisi üyelerinin gazete sorumlu müdürü olmaları yasaklanmış ve gazete satıcılarının polisten belge almaları zorunluluğu kabul edilmiştir. 4 – 9 Kasım tarihli geçici kanunla, devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek biçimde yayın yapan gazetelerin, bakanlar kurulu kararıyla kapatılabilmesi öngörülmüştür. 5 – 25 Ağustos 1914 tarihli geçici kanunla, askeri sansür memurlarının izni olmadan, ordu hareketiyle ilgili haberlerin yazılmaması hükme bağlanmıştır. 6 – 5 Şubat 1919 tarihli kararnameyle, sıkıyönetim bölgelerinde sansür kurulunun izni olmadan yayınlanmaması öngörülmüştür. 7 – 5 Ağustos 1920 tarihli kararnameyle, iç güvenlik ve dış ilişkilerle belge yayınlanmaması kabul edilmiştir 8 – 19 Ekim 1921 tarihli kararname ile Kur’an ayetlerinin ve hadislerin hiçbirinin basılmaması kararlaştırılmıştır.73 | ||
07-02-2007, 09:52 | #34 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 2. 2. 1. 11. Mütareke ve Kurtuluş Savaşı Döneminde Basın (1918 - 1923) 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra galip devletler Osmanlı topraklarını işgale başladılar. Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlatmıştır. Anadolu’nun çeşitli illerinde vatansever aydınlar tarafından mücadeleyi destekleyen gazeteler çıkarılmaya başlanmıştır. Anadolu basını büyük bir çoğunlukla Mustafa Kemal’i desteklemiştir. İstanbul basını ise iki kamplı bir görünüşteydi. Bir kısım İstanbul basını, Milli Mücadele aleyhinde hatta işgal kuvvetleri yanında yer alacak kadar hainlik içindeydiler. Diğer birtakım İstanbul basını ise Mustafa Kemal’i hararetle desteklemiştir. 5 Şubat 1919 tarihli Osmanlı Hükümetinin çıkardığı kararname ve işgal kuvvetlerinin uyguladığı sansür vatansever basının çalışmalarını güçleştirmiştir. Buna rağmen “İleri, Vakit ve Akşam” gazetelerinin cesurane çalışmaları yadsınamaz. Kurtuluş Savaşı ve bu savaşı yürütenlere karşı amansız bir biçimde saldıran gazeteler, İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetleri tarafından olabildiğince desteklenmiştir. Bu gazetelerin arasında İstanbul, Alemdar, Peyam –i Sabah’ı saymak mümkündür.74 Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra, Milli Mücadele’yi desteklemek amacıyla bazı gazetelerin çıkmasını emretmiştir. Bunlar arasında Sivas’ta çıkarılan İrade – i Milliye, Mücadele – i Milliye, Gaye – i Milliye ve Ankara’da çıkarılan Hakimiye - Milliye gazeteleri vardır. | ||
07-02-2007, 09:52 | #35 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Matbuat Kanunu’ndaki 1912, 1913, 1914 değişiklikleri padişahın, sadrazamın ve iki nazırın imzasıyla, geçici yasa olarak yayımlanmıştı. 1919 Şubat’ında çıkarılan ise kanun hükmünde kararname idi. Bu kararnamenin bazı maddeleri şunlardır: 1. madde, Matbuat Kanunu’nun ilgili maddelerini askıya alarak her türlü yayının ve basılı kağıdın askeri yönetim ya da Sansür Kurulu’nun özel yazılı izni olmadan basılıp yayınlanmasını kesinlikle yasaklıyordu. 2. madde, bu yasağa aykırı olarak yayınlanan herşeyin hemen zabıtaca toplatılıp zorla alınmasını, gazete ve dergi sorumlu müdürleriyle, basımcılarının aynı suçu işlemiş sayılarak 6 aydan 3 yıla kadar hapis ve 25 liradan 100 liraya kadar para cezasıyla ya da bunlardan yalnız biriyle cezalandırılmasını öngörüyordu. Süreli olmayan yayınlarda yazar,, basımcı ve dağıtımcılar aynı suçu işlemiş sayılacaktı. 3. maddeye göre, önceden sansürden geçirme kuralına aykırı hareket edenlerle, sansür kurulunun çıkardığı yayımların gazete ve dergileri uygun bir süre için geçici olarak kapatılacak ya da bunlar uyarılacak, tekrarlanması durumnda güvence parasına el konulmakla birlikte gazete ve dergi için çıkarma yasağı uygulanacaktı. 4. madde, askeri yönetimce yayımlanması ve dağıtılması yasaklanan her türlü kitap, dergi ve basılı kağıdı, durum gazetelerde ilan edildikten sonra satanların ve yayımlayanların aynı suçu işlemiş sayılarak hapis ve para cezalarıyla cezalandırılmalarını öngörüyordu. 5. madde, bu yasaklara aykırı hareket edenlerin sıkı yönetim mahkemesinde yargılanmalarına ilişkindi. İstanbul’un işgalinden sonra sansür kurulunda işgal komutanlığı temsilcileri de yer aldı. Burada İngiliz subayları etkin rol oynuyorlar ve basına en küçük hoşgörü göstermiyorlardı.75 | ||
07-02-2007, 09:52 | #36 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 6 Mayıs 1920 tarihli Ankara Hükümeti’nin çıkardığı bir kararname ile İstanbul’la her türlü haberleşmeye sansür kondu. Ankara’nın koyduğu bu sansür, Anadolu’daki gazete ve dergileri kapsayan geniş anlamda bir sansür değil, yalnız İstanbul’dan gelecek yayınlara yönelik bir önlem niteliğinde idi. 2. 2. 2. Türkiye Cumhuriyeti Döneminde Basın Özgürlüğü ve Sansür Cumhuriyet Dönemi basınını iki bölümde inceleyeceğiz. 1. Bölüm 1923- 1945 Tek Partili Dönem; 1945’ten sonra Çok Partili Dönem. 2. 2. 2. 1. Tek Partili Dönem Basını (1923 - 1945) Cumhuriyetin ilanından sonra ülke yönetimine, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyleri hariç tek bir parti Cumhuriyet Halk Fırkası egemen olmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkası, yeni kurulan laik Cumhuriyeti korumak, hilafet yanlısı, şeriatçı akımlar ile aşırı sol akımlara karşı sıkı bir baskı rejimi uygulamıştır. Dönemin sonunda çıkan (1939 – 1945) İkinci Dünya Savaşı sırasında, savaşın kendine özgü koşulları yüzünden ister istemez basın birtakım kısıtlayıcı önlemlerle karşı karşıya kalmıştır. | ||
07-02-2007, 09:52 | #37 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1945 yılı sonuna kadar, yeni çok partili düzene geçinceye kadar, basın sürekli olarak CHP’nin denetimi altında tutulmuş, dini yazılara izin verilmemiş, sol eğilimlere de “Kemalist Çizgi” aşılmamak kaydıyla göz yumulmuştur. Bu çizgiyi aşan sosyalist ve komünist yayınlar sık sık kapatılarak, yazarları da tutuklanarak engellenmiştir. Bunun yanı sıra ülke basınının temel haber kaynakları sayılan Anadolu Ajansı ile radyo yayınları da tek yanlı olarak kullanılmıştır. Gazete sahiplerinin çoğu milletvekili yapılmış, kağıt ve resmi ilanlar, gazeteler üzerinde baskı aracı olarak kullanılmıştır.76 Türkiye 1923 – 1945 tarihleri arasında tek partiye dayalı otoriter bir siyasi rejim tarafından yönetilmiştir. Bu siyasal rejimin özelliği gereği, aynı yıllarda Türkiye’de yürürlükteki basın rejimi de otoriter bir yapıya sahip olmuştur.77 İstiklal Mahkemeleri 1920’de Kurtuluş Savaşı’na karşı eylemde bulunanları ve asker kaçaklarını yargılamak üzere kurulmuş; 1921’de 1 nolu mahkeme dışındakilerin görevleri sona ermiştir. 8 Aralık 1923’te TBMM, Cumhuriyet döneminin ilk İstiklal Mahkemesinin kurulmasını kabul etti. Buna İkinci Dönem İstiklal Mahkemesi de denir. Bu mahkemenin kurulmasına ilişkin olaylar şöyle gelişti; Cumhuriyet’in ilanından sonra yetkileri kısıtlanmış bir halife kalmıştı. Fakat halife yandaşlarının sayısı oldukça fazla idi ve bunlar halife Abdülmecid’i kışkırtıyorlardı. | ||
07-02-2007, 09:53 | #38 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 10 Kasım 1923 tarihli Tanin gazetesinde, İstanbul Barosu Başkanı eski milletvekillerinden Lütfi Fikri Bey’in halifeliği savunan ve halifenin asla görevinden istifa etmemesini isteyen açık mektubu yayımlanmıştır. Ertesi gün de yine aynı gazetede, Hüseyn Cahit Yalçın’ın bir yazısı çıkmıştır. O da şöyle demektedir yazısında: “Hilafet bizden giderse beş - on milyonluk Türkiye devletinin İslam alemi içinde hiçbir önemi bulunmayacağını, Avrupa siyaseti gözünde de, en küçük ve değersiz bir hükümet yerine düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir dirayete lüzum yoktur. Milliyetperverlik bu mudur? Gerçek milliyet hissini kalbinde duyan her Türk, hilafet makamına dört elle sarılmak mecburiyetindedir.”78 Bu arada, Hintli Müslümanlar’ın önderlerinden Ağa Han ile Emir Ali, İsmet Paşa’ya bir mektup göndermişler ve halifeliğin desteklenerek güçlendirilmesini istemişlerdir. Bu mektup da, aynı gün Tanin, İkdam ve Tevhid – i Efkâr gazetelerinde yayımlanmıştır. Gazetelerin İstiklal Mahkemelerine verilmelerinin nedeni budur.79 Hilafet yanlılarının sebep olduğu bu gelişmeler üzerine Aralık 1923’te Tanin, İkdam ve Tevhid – i Efkar gazetelerinin yazı işleri müdürleri ve yazarlardan Hüseyin Cahit, Ahmet Cevdet, Velid Ebuzziya ve baro başkanı Lütfi Fikri Bey İstiklal Mahkemesi’ne verilmiştir. Böylece İstiklal Mahkemelerinde ilk basın davası açılmış olmaktadır. | ||
07-02-2007, 09:53 | #39 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mahkeme başkanının yayımladığı İstanbul halkına seslenen bildiride, kuruluş nedeni şöyle belirtiliyordu. “Bazı kışkırtmaların eskisi gibi fesat çıkarmaya başladığı anlaşıldığından, Cumhuriyetimizin varlığına ve esaslarına hareket ve girişimlere cüret edenleri varolan yasayı uygulayarak şiddetle cezalandırmak...”80 15 Aralık 1923’te başlayan duruşmalar 2 Ocak 1924’te sona erdi. Mahkeme, Baro Başkanının açık mektubunun yayımlanmasını suç saymakla birlikte, sanıkların bunu suç işleme kastıyle yayımlamadıkları gerekçesiyle yazarlar ve yazı işleri müdürleri hakkında beraat kararı verdi. Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey açık mektubundan dolayı ayrı bir davada yargılandı ve 5 yıl sürgüne mahkum edildi. Ancak kısa bir süre sonra TBMM’de affedildi.81 2. 2. 2. 1. 1. Takrir – i Sükun Kanunu (1925) 13 Şubat 1925’te doğuda Şeyh Sait ayaklanması başladı. Sıkı yönetim ilan edilerek hareketin bastırılması için gerekli önlemler alındı. Daha sonra 4 Mart 1925’te 4 Mart 1928 tarihine kadar üç yıl yürürlükte kalarak tek maddelik Takrir – i Sükun Kanunu kabul edildi. Bu konuda şöyle denilmiştir: İrtica ve isyana ve memleketin sosyal nizamını, huzur ve sükununu, güvenlik ve asayişini bozmaya yönelen her türlü teşkilatı, tahrikleri, teşvikleri, teşebbüsleri ve yayınları, hükümet, cumhurbaşkanının onayıyla yasaklamaya yetkilidir. Sanıkları, hükümet İstiklal Mahkemelerine verebilir.82 Bu kanunun yayınlanmasının ardından, Tanin, Son Telgraf, İstiklal, Kahkaha, Orak – Çekiç gibi birçok gazete ve dergi kapatıldı. Şark sıkıyönetim mahkemesinin kabul ettiği Sansür Talimatname’sinin bazı maddeleri şunlardı: | ||
07-02-2007, 09:53 | #40 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| - Sıkıyönetim bölgesi içinde yayımlanan bütün gazete ve dergiler basımdan önce sansüre tabidir. - Sıkıyönetim bölgesine dışarıdan ithal olunacak bütün gazete ve dergiler sansürce görüldükten sonra dağıtılır.83 27 Haziran 1927’de “Küçükleri Muzur Neşriyattan Koruma Kanunu” kabul edildi. Bu, Ceza Kanunu’ndaki müstehcen ve hayasızca yayınlar dışında olup da on sekiz yaşına kadar küçüklerin maneviyatı üzerine, zararlı etkide bulunacağı anlaşılan yayınların sınırlanmasına ilişkin bir yasaydı.84 2. 2. 2. 1. 2. Matbuat Kanunu (1931) Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Tek Parti İktidarı, gerek Cumhuriyetin kuruluşu ve hilafetin kaldırılışı sırasında gerekse Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası deneylerinde bazı İstanbul basını tarafından ağır eleştirilere maruz kalmışlardı. Bu yüzden Cumhuriyet Halk Fırkası içinde otoriter rejim arayışları başlamıştı. Fırkaya bağlı yazarlar da bunu destekliyorlardı. Sözgelimi Falih Rıfkı Atay İnkılap Fırkasını komünist ve faşist, yani eski bir nizamdan yeni bir nizama geçen memleketlerin fırkalarından örnek alarak kurmaktan söz ediyor; muhalif gazetecileri şöyle suçluyordu: “Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktırlar. Balkan’lardan Amerika’nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi iğrenç mücrimlerle bir şuraya konur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilmez. Biz ise gazete denilen müesseseyi temsil etmişiz.”85 | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 6 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 6 Misafir) | |
| |