![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çağdaş toplumbilimin sınıf, değişme, örgüt, kurum gibi tüm kavramları --ilişkiler-- içinde düşündüğü ve bu ilişkileri bir --yapı-- çerçevesinde ele aldığı düşünülürse, (Tiryakian, 1970:112-145; Bottomore, 1970:146; Kongar, 1979:33-34) devrim, siyasal toplumsal, ekonomik ilişkiler düzeninde hızlı değişmeye yol açan olaydır demek yanlış sayılmaz (Burada bir yaklaşım olarak --yapısalcılık--ı değil, toplumsal degişmenin ancak --yapıdaki değişmeler-- biçiminde algılanabileceği düşüncesini aktarmak isteğimi özellikle belirtmek isterim. E.K.). Devrim ile öteki değişmeleri birbirinden ayıran fark aslında kapsam ve hız ayrımıdır. Her toplumun her an değişme içinde olduğu anımsanırsa, --devrim-- olayını yalnız --değişme-- kavramına bağlamak anlamsızlaşır. Çünkü o zaman, her toplum her an --devrim-- yaşıyor demektir. Oysa, her toplumda her an devrim olmaz. Şimdi --devrim-- kavramının üç ögesi ortaya çıkmış olmaktadır. Bunlar sırası ile, --yapı değişmesi--, --bu değişmenin alışılagelmişten hızlı olması-- ve yine --bu değişmenin alışılagelmişten kapsamlı olmasıdır--. --Alışılagelmiş-- terimini öznel bir kavram olarak değil, --tarihsel süreç içinde-- ve --belli bir toplum bağlamı--nda nesnel bir açıdan alıyorum. Sonuç olarak, Türk Devrimi'ni, Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısında (yani, ilişkilerinde) hızlı ve kapsamlı bir değişme yaratma olayı olarak gördüğümüzü ve Atatürk'ün eylemini bu bağlam içinde inceleyip irdelemeye çalışacağımızı belirtelim. ::::::::::::::::::: | ||
![]() |
|
![]() | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| II- MODEL SORUNU Bilimsel düşünce soyut düşünce demektir. Daha doğrusu, soyutlama düzeyi yüksek temeller üzerine kurulmuş düşünce demektir. Somut düşünce bile, ancak, belli bir soyutlama düzeyinin üzerine konduğu zaman bir anlam taşır bilimde. Bir başka deyişle, somut düşünce, bilimsel olabilmek için, belli soyutlamalara dayalı sonuçlar ile karşılaştırmalı olarak anlam taşır. Neden bu böyledir? Neden, bilim soyut düşünceye dayanır, ya da dayanmak zorundadır? Bu sorunun yanıtı çok açıktır aslında: Bilim, uğraştığı ilgi alanında genel kurallara, yasalara ulaşmaya çalışır. Oysa gerçek, ister toplumsal, isterse bireysel olsun, son derece çeşitli ve karmaşıktır. Bu çeşitlilik ve karmaşıklık içinde, belli ilişkileri görebilmek, belli kurallara ulaşabilmek için, ayrıntılardan kurtulmak, genel özellikleri bulabilmek zorunludur. İşte bu zorunluluk içinde bilim, ayrıntıların kendisini saptırmasını önlemek için genel özellikleri, benzerlikleri ortaya koyar. Sonra da bu özelliklerden --soyut modeller-- oluşturur. Soyut düşüncenin en klasik ve ilkel ürünü --renk-- kavramıdır. Yeşil, mavi, kırmızı, doğada tek başlarına bulunamazlar. Yeşil yaprak, kırmızı elma, mavi gök söz konusudur ancak. Bakkala gidip --yarım kilo kırmızı renk-- alamazsınız. Ancak, --kırmızı renkli badana boyası-- isteyebilirsiniz. | ||
![]() |
![]() | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Toplumsal ve siyasal bilimlerdeki durum da böyledir. Nasıl, hiçbir zaman tek başına bulunamayan renkler bize, çevremizdeki varlıkların tanımlanması ve betimlenmesinde yardımcı olurlarsa, bilimsel modeller de aynı biçimde işe yararlar. Örneğin, feodal toplum, ana özellikleriyle, emeğin toprağa bağımlı olduğu, serbest dolaşımının söz konusu olmadığı, piyasa ekonomisinin bulunmadığı, toprak ağalarının aynı zamanda siyasal güç sahibi bulunduğu ve köylünün artı ürününe bu ağaların el koyduğu, esas olarak tarıma bağlı bir toplum olarak tanımlanır. Hiç kuşkusuz bu --soyut bir model--dir. Somut olarak --feodal toplum--, onyedinci yüzyıl İspanya'sı mıdır, onaltıncı yüzyıl Fransa'sı mı? Yoksa onüçüncü yüzyıl İngiltere'si mi? Bu sorunun yanıtı, --hepsi-- ya da --hiçbirisi-- diye verilebilir. Bir toplumun genel nitelikleri belirtilmek isteniyorsa, yanıt --hepsi-- olacaktır. Fakat, her türlü sapmanın ve ayrıntının dikkate alınarak, --soyut model-- ile --bire bir çakışan-- bir somut toplum düşünülüyorsa, yanıt elbette ki --hayır-- olacaktır. Çünkü, her toplumda, mutlaka, soyut modelden sapan küçük ya da büyük, az ya da çok, birkaç özellik olacaktır. Öte yandan, elimizde --feodal toplum--, --kapitalist toplum-- gibi modeller olmasa, toplumları ne sınıflamamız, ne de onları bilimsel kategoriler halinde incelememiz olanaklı olur. Bu açıdan bir --devrim sosyolojisi--nin ancak belli modeller çerçevesinde ele alınabileceği açıktır. Fakat, modeller ile çalışırken, bunların soyut genellemeler olduğu ve --her zaman her yerde geçerli-- kavramlardan oluştuğu için, hemen hemen hiçbir somut toplum ya da olayla --bire bir-- çakışma göstermeyeceği unutulmamalıdır. | ||
![]() |
![]() | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| III- AZGELİŞMİŞ ÜLKELERİN YARATTIĞI SORUNLAR İnsanoğlunun ileri çocukları, gelişmiş teknolojiye sahip toplumlardır. Atomu parçalayan, bilgisayarları üreten ve uzay teknolojisine geçen toplumlardır, insanlığın geleceğini belirleyen toplumlar. Oysa, insanoğlunun çoğunluğu azgelişmiş toplumlar biçiminde yaşamaktadır. Üstelik bunların önemli bir bölümü, yalnız azgelişmiş değil, --geri bıraktırılmış-- toplumlardır. Yani, insanoğlunun bir bölümü, --gelişmiş ülke-- adı altında, başka bölümlerini işgal etmiş ve sömürmüştür. Askeri işgal sonrası kurumlaşan ekonomik sömürü, --gelişmiş ülkeler--in bir bölümünü iyice gelişmiş yaparken, sömürge ülkeler de geri bıraktırılmışlığın pençesinden bir türlü kurtulamamışlardır. Örneğin, Hindistan halkı açlığın pençesinde kıvranırken, bu ülkeyi sömüren İngiltere, insanoğlunun önünde yeni ufuklar açan --endüstri devrimi--ni gerçekleştirmiştir. Böylece, tüm insanlığın malı olan, --endüstri devrimi--nde Doğu ülkelerinin de büyük payı olmakla birlikte, bu devrimin ürünlerinden en büyük yararı Batı ülkeleri sağlamıştır. Teknolojisi ileri olan ülkeler, tüm dünyayı etkileri altına alır. Onların dilleri daha yaygın konuşulur. Kısacası, teknolojisi ileri olan ülkeler, öteki ülkeleri ideolojik açıdan da etkiler. Doğal bilimler de, toplumsal bilimler de daha çok bu toplumların girişkenliğinde ve öncülüğünde gelişir. Çünkü bu toplumların bilime ayırdıkları zaman, para ve beyin gücü, öteki toplumlardan daha fazladır. Sonuç olarak bu toplumların bilimsel üretimleri tüm insanlığı etkiler. | ||
![]() |
![]() | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kuramsal Açıdan Batı'nın Egemenliği Toplumbilim konusunda da bu böyledir. Dikkat edilirse, günümüzde egemen olan bütün toplumsal ve siyasal bilim kuramları gibi, toplumbilim kuram ve modellerinin de Batı'da üretilmiş oldukları görülür. Yukarda açıkladığım gibi, bu bir raslantı değil, ileri teknolojiye sahip olmanın doğal bir sonucudur. Bu durumun bir başka sonucu --devrim toplumbilimi--ne esas olacak kuramsal modellerin de Batı kökenli olmalarıdır. Oysa, Batı, kuramsal modelleri, uzun süre kendi tarihine ve toplumuna bakarak üretmiştir. Çünkü, sorun kendi toplumunun gelişmesidir. Dikkat edilirse, pozitivist yaklaşımdan, sınıfsal yaklaşıma kadar, hemen bütün kuramların, aslında Batı toplumlarının yazgılarını belirlemek amacıyla ortaya atılmış modeller olduğu görülür. Bunlar, hemen endüstri devrimini izleyen yıllarda, teknolojik ilerlemeye ayak uydurmaya çalışan ideolojik atılımlardır. Azgelişmiş ülkelerin gündeme gelmesi, uzun yıllar sonra olmuştur: Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünü yaptığı --azgelişmiş ülkelerin kurtuluş savaşları-- yoluyla gerçekleştirilen devrim, Kuzey Afrika'da ve Güneydoğu Asya'da ancak otuz-kırk yıl sonra dünyanın dikkatini çekmiştir. | ||
![]() |
![]() | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gelişmiş ülkelerin bilim adamları tarafından kendi ülkeleri için geliştirilen kuramlar ile azgelişmiş ülkeleri incelemek, ilk bakışta pek de yanlış bir iş değil gibi geliyor ,insana: Öyle ya, gelişmiş olan ülkeler, insanlığın en ileri teknolojik aşamasını temsil ettiklerine göre, gelişmemiş ülkeler de er ya da geç, onların bulunduğu yere geleceklerdir. Hem de onların geçtikleri yollardan geçerek. Bu durumda, gelişmiş ülkeler için geçerli olan tüm modeller, bir süre sonra gelişmemiş ülkelerin de gündemine gelecektir. Ya da başka biçimde bir mantık yürütülerek şu sonuca da varılabilir: Gelişmiş toplumların tarihleri, azgelişmiş toplumların bugünlerini yansıtır. Bu nedenle de bu tür toplumların tarihleri incelenerek varılan sonuçlar, azgelişmiş toplumlar için de geçerlidir. Azgelişmiş Ülkelerin Özel Durumları Bu düşünceler tümüyle sakat ve geçersizdir. Çünkü etkileşim olayı bugünkü --azgelişmiş ülkeler--in, --gelişmiş ülkeler--in dünkü durumlarına benzemelerini engellemektedir. Bu etkileşimin iki yönü vardır: Birinci olarak, gelişmiş ülkeler, kimi azgelişmiş ülkeleri bilinçli olarak sömürmekte, onların --geri bıraktırılma--larına yol açmaktadır, İkinci olarak, teknolojileri geri ülkeler isteseler de istemeseler de, gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerin teknoloji ve ideolojilerinden etkilenmektedirler. Kısacası, biri bilinçli ve güdümlü olan, öteki kendiliğinden oluşan iki --etkileşim--, gelişmiş ülkelerle birlikte yaşayan azgelişmiş ülkelerin, önlerinde örnek olan gelişmiş ülkelerle aynı gelişme ve değişme çizgisini izlemelerini olanaksızlaştırmaktadır. | ||
![]() |
![]() | #17 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu konudaki bir başka gerçek, günümüzdeki hiçbir --azgelişmiş-- ülkenin gelişmiş ülkelerden herhangi birinin geçmişteki herhangi bir aşamasına benzemediğidir. Bunun en önemli nedeni, azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelerden teknoloji ve ideoloji ithal etmeleridir. Örneğin, --Türkiye, Batı'dan yüz yıl geridir-- desek, bu sözün hiçbir anlamı olamaz. Çünkü, yüz yıl önceki Batı'da ne uçak vardı, ne televizyon. Dolayısıyla gerek hızlı ulaşımın, gerekse hızlı ve görüntülü haberleşmenin etkileri yüz yıl önceki Batı'da yoktu. Oysa günümüz Türkiye'sinde var. Yüz yıl önce Batı'da bilgisayar da yoktu, NATO'da, Marxçı hükümetler de. Oysa, şimdi Türkiye'de gerek teknolojik, gerek ideolojik bütün bu ögelerin etkileri var. İşte ileri teknolojiye sahip ülkelerle, geri teknolojiye sahip ülkeler arasındaki gerek --bilinçli--, gerekse --kendiliğinden-- olan etkileşimler, günümüz dünyasındaki toplumsal bilimleri --gelişmiş ülkeler-- yanında --azgelişmiş-- olan ülkeler ile de ayrıca uğraşmaya zorluyor. Bir başka deyişle, artık Batı için üretilmiş olan modellerin genel geçerliliği, tartışma konusu. Bunlar, tüm dünyayı açıklamaya yetmiyorlar. Biz bu nedenle ileri teknolojiye sahip olan ülkeler için geliştirilmiş olan modeller ile, geri teknolojiye sahip ülkeler için geliştirilmiş olan modelleri ayrı ayrı ele alacağız. (Gelişmiş ülke, azgelişmiş ya da geri bıraktırılmış ülke terimlerini, yalnızca, --ileri teknolojiye sahip ülke-- ve --geri teknolojiye sahip ülke-- anlamında kullandığımı belirtmek isterim. Bu konudaki genel yaklaşımım için Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği adlı çalışmamın --Modernleşme-- ve --Türkiye Gerçeği-- bölümlerine bakılabilir.). | ||
![]() |
![]() | #18 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İleri teknolojiye sahip ülkeler, gelişmiş ülkeler ya da Batı ülkeleri denilen ülkeler için geliştirilmiş olan modeller daha çok tarihsel değere sahiptir. Fakat, bunlar günümüzde olup bitenleri anlamak bakımından incelenmesi zorunlu olan modellerdir. Öte yandan geri teknolojiye sahip ülkeler açısından konuya yaklaşanlar, örneğin, --ulusal kurtuluş savaşları-- gibi çok daha somut olaylara eğilmekte ve belki de Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemini çok daha iyi anlamamıza yardım eden ipuçları vermektedir. ::::::::::::::::::: IV- DEVRİM MODELLERİNİ SINIFLAMA SORUNU Toplumbilim açısından devrim sorununu incelemeye ve irdelemeye çalışanların hemen hepsinin ilk karşılaştığı güçlük, sınıflama olayıdır. Ciddi bir devrim toplumbiliminin altında anlamlı bir sınıflamanın yatması gereği açıktır. Çünkü, bilimsel bilgi bir anlamda karşılaştırmalı bilgidir. Karşılaştırmalı bilgi ise, ancak belli sınıflamalar sonunda elde edilebilir. Ayrıca, bilimsel bilginin soyut olması ve belli tipleri açıklamakta kullanılabilir nitelik taşıması da ancak sınıflama işlemleri sonunda bir anlam taşır. | ||
![]() |
![]() | #19 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Her sınıflama işleminin altında bir temel ölçüt yatar. Şimdiye dek ya eyleme, ya ideolojiye, ya nedenlere, ya sonuçlara, ya da yönteme ilişkin ölçütler kullanılmıştır. Aslında bütün kullanılan ölçütler, anlamlıdır. Kendi içinde tutarlı olduğu oranda, her ölçüte göre yapılan sınıflama, bize bir şeyler öğretir. Toplumsal gerçeği daha iyi algılamamıza yardım eder. Çoğu zaman --devrim-- terimine değer yargıları da eklenir. Örneğin, bir toplumsal olaya --devrim-- denilebilmesi için, onun, ilişkileri mutlaka ileri götürmesi gerektiği öne sürülebilir. Çok da yanlış bir tutum değildir bu. Fakat --ileri-- ve --geri-- kavramları da çeşitli ölçütlere göre belirlendiğinden, zaten kendisi çok kesin olmayan kavramları, bilimsel sınıflamalarda kullanmak, açıklık değil, tam tersine muğlaklık getirir. Bu nedenle bir çalışmada, --devrim-- terimine --iyi--, --kötü--, --güzel--, --çirkin--, gibi değer yargıları eklenmeyecektir. Ayrıca, --devrim-- terimini ilişkilerde temel değişikliklerin oluşması biçiminde tanımladığımıza göre, bu değişmelerin, ileriye doğru mu, geriye doğru mu dönük olduğu sorunu, bizim açımızdan ancak devrimin --niteliği--, açısından önem kazanır. Yoksa bir olayın --devrim-- olup olmadığının belirlenmesinde değil. | ||
![]() |
![]() | #20 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sınıflama sorununun mutlaka çözmesi gereken konu, yapılan sınıflamadaki kategorilerin, evrensel olarak bütün devrim olaylarını açıklayabilecek bir kapsamda olmasıdır. Bir başka deyişle, öyle bir sınıflama yapmalıyız ki, o sınıflamaya girmeyen bir devrim türü olmasın. Tek Ölçüte Göre Devrim Sınıflamaları Bu tür sınıflamaların en klasik örneği, tek bir ölçüte göre --taraftar--, --tarafsız--, --karşıt-- sınıflaması yapmaktır. Örneğin, devrimleri --Marxçılık-- ideoloji ve eylemine göre sınıflarsak, --Marxçı devrimler--, --Marxçı olmayan devrimler-- ve --karşı Marxçı devrimler-- kategorileri, dünyadaki tüm devrimleri kapsar. Fakat tek ölçüte göre yapılan sınıflamalar, kendi içlerinde çok iyi karşılaştırma olanağı vermekle birlikte, o tek ölçütün dışındaki karşılaştırma olanaklarını son derece sınırladıklarından, toplumsal gerçeğin bazı bölümlerini dışarda bırakmak tehlikesiyle yüz yüze gelirler. Konuyu biraz daha açarsak, bir devrimin --Marxçı-- olup olmaması bazen her şeyi açıklamaz. Örneğin, o devrimin bir toplumun içindeki sınıflararası çatışmalardan mı kaynaklandığını, yoksa bir dış güce karşı yürütülen bir kurtuluş savaşı sonunda mı gerçekleştirildiğini ,belirlemez. Böylece --birden çok ölçüt-- kullanma zorunluluğu doğmuş olur. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |