![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
|
![]() | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Alışılmamış Uğraşlar Mustafa Kemal'in bütün askeri eğitimi boyunca, yabancı dil, dans, şiir, hitabet gibi o zamanın bir askeri öğrencisi için pek de olağan sayılmayacak konularla uğraştığını görüyoruz. Örneğin, çocukluk arkadaşı Asaf İlbay onun, zamanının moda dansları olan valsi, polkayı, mazurkayı, kadrili çok iyi yaptığını belirtiyor (Gençosman, Banoğlu, 1971:37). Rüştiye'den sonra, idadi eğitimini İstanbul Kuleli Askeri Lisesi'nde sürdürmek isteyen Mustafa Kemal'e bir hocası, daha sonra ona başka biçimde de yardım eden Kurmay Subay Hasan Bey, Manastır'a gitmesini, orada daha iyi yetişeceğini söyler. Manastır İdadisi'nde İttihatçıların ünlü hatibi Ömer Naci ile tanışır. Şiir, edebiyat ve hitabet ile ilişkisi böyle başlar (Kılıç Ali,1955:20) . Manastır Askeri İdadisi'nde ilk devrimci düşünceleri ve eylemleri filizlenmeye başlar. Burada hem sonradan sürekli işbirliği yapacağı Nuri Conker, Salih Bozok, Fuat Bulca gibi arkadaşlarıyla dostluğunu pekiştirir, hem de Ömer Naci'nin de etkisiyle, Tevfik Fikret, Namık Kemal gibi ozanların devrimci şiirleriyle düşünce yaşamı biçimlenmeye başlar. Yine buradayken Fransızcasını ilerletmek için iki üç ay, Frerler okulunun özel sınıfına gider. Kendisi bu çabasını Fransızca hocasının sert sistemlerine bağlamakla birlikte asıl inancın, iyi bir kurmay subayın yabancı dil bilmesi olduğu açıktır (Baydar, 1967:32; Gençosman, Banoğlu, 1971: 38-39) . | ||
![]() |
![]() | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Manastır'da Askeri İdadi bittikten sonra, İstanbul'da Harbiye yılları başlar. Mustafa Kemal Atatürk, Ahmet Emin'le yaptığı konuşmada bu yıllardaki tutum ve davranışlarını şöyle anlatır: --Şiir yazmak hakkında idadi hocasının vazettiği memnuiyeti unutmuyordum. Fakat, güzel söylemek ve yazmak hevesi bakiydi. Teneffüs zamanlarında hitabet talimleri yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, --Bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim-- diye müsabaka ve münakaşalar tertip ediyorduk.-- Görüldüğü gibi, lider, kendisini son derece bilinçli olarak geleceğe hazırlamaktadır. Atatürk, siyasal düşüncelerinin yavaş yavaş Harbiye yıllarında olgunlaştığını söylüyor. --Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başlamasını-- ise erkan-ı harp sınıflarına geçtiği döneme bağlıyor. Bu dönem aslında onun artık devrimci eyleme başladığı sıralardır. Yine kendisi bu eylemi ve eylemin örgütlü niteliğini şöyle anlatıyor: --Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi (memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğu konusundaki keşfi) anlatmak hevesine düştük. Mektepte el yazısıyla bir gazete tesis ettik. Sınıf dahilinde ufak teşkilatımız vardı. Ben heyet-i idareye dahildim. Gazetenin yazılarını ekseriyetle ben yazıyordum.-- (Baydar, 1967:33). | ||
![]() |
![]() | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sonradan, Mustafa Kemal ve arkadaşları okul yönetimince yakalanırlar. Fakat eylemlerine ara vermezler. Dışarda bir ev tutarak aynı işleri sürdürürler ve sonunda bir muhbir tarafından ele verilerek, tutuklanırlar. Birkaç ay sonra salıverilirler ve Mustafa Kemal, Suriye'de bir göreve sürgün olarak atanır. Gerillacılık Hazırlığı Harp Akademisi yıllarını, yabancı dilini geliştirerek, Namık Kemal'in düşüncelerini izleyerek ve bunları, okul içinde de yayarak geçiren Mustafa Kemal Atatürk, bu arada, sonradan çok işine yarayacak başka bir hazırlığın içine de girmişti: Gerilla savaşı. Gerilla savaşını, azınlıklarla Osmanlı İmparatorluğu'nun hesaplaşması çerçevesinde, Yıldız Sarayı'nın basılarak Padişah'ın tahtından indirilmesi eylemine dek, hemen her niteliği ile incelemişti (Abadan,1964:15-17). Bu konuda hocası Nuri Bey'i Mustafa Kemal'in tahrik ettiği ve konuyu enine boyuna tartışmaya açtırdığı anlaşılmaktadır (Gündüz, 1973:21-22; Afetinan, 1968:35-36) . Üstelik, bu tartışmalar sırasında bir --aydın kişiler komitesi-- gibi örgütsel ve doğrudan doğruya devrimci eyleme yönelik düşünce ve önerilerin de ortaya atıldığını anlıyoruz. Sonradan, bu hazırlıklarından yararlanarak, henüz düzenli ordunun güçsüz olduğu 1920 yılında, --Uzun müddet çarpışabilmek ve halkın savaş şevkini ayakta tutmak için, Harb-ı Sagir yapacağız. Buna başladık. Hedefimiz düşman maneviyatını kırmak; kendi maneviyatımızı ayakta tutmaktır.-- demişti (Atay, 1969:242). | ||
![]() |
![]() | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yarının Adamı Olmak Hapisten çıktıktan sonra, Suriye'ye sürgün olarak atanan Mustafa Kemal Atatürk, staj için 30'uncu süvari alayında bölük komutanı olarak göreve başlar. Okul arkadaşı olan ve Şam'a birlikte atandığı Lütfü Müfit Bey de 29'uncu süvari alayında bölük komutanlığına verilir. İki arkadaş Şam'da tuttukları bir evde yaşamaya koyulurlar. Bundan sonrasını Kılıç Ali şöyle anlatıyor (Öykü, Mustafa Kemal'in hem kişilik niteliklerini, hem de liderlikle ilgili beklentilerini belirler. Bu açıdan aynen aktarıyorum.) : --Aradan bir müddet geçtikten sonra, günün birinde kumanda etmekte oldukları bölüklerinin alaylarıyla birlikte vazife alarak Havran havalisine hareket etmek üzere olduklarını haber alınca her ikisi de hayretler içinde kalmışlar. Kendilerine haber vermeksizin kıtalarının hareket etmiş olmalarına hiçbir mana verememişler. Bu vaziyet karşısında Mustafa Kemal fena halde sinirlenmiş. Kendilerine karşı lakaydi gösteren kıtalarının kumandanına yaptığı şikayetten bir netice alamayınca doğrudan doğruya ordu kumandanına şikayete karar vermiş. Fakat bu sefer de ordu kumandanından beklediği hassasiyeti görememiş. Bunun üzerine işi enerjisiyle halletmeye karar vererek harekete geçmiş ve arkadaşı Lütfü Müfit Bey'e de kendisini takip etmesini tavsiye etmiş. Kumandanların istihfaf ve istememelerine rağmen onlar da bu harekata iştirak etmişler. Meğer süvari kıtasının aldığı vazife aynı zamanda on senelik verginin tahsiliymiş. Atatürk, bu vergi tahsilatı esnasında köylülerin çektiği zahmetleri, uğradıkları mezalimi ve o sırada yapılan suiistimalleri nefretle, hırsla anlatırlar ve kıtanın aldığı vazifeyi --haydutluk-- diye tavsif buyururlardı. | ||
![]() |
![]() | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir gün alay zabitlerinden biri Lütfü Müfit Bey'e de yapılan yolsuzluklara göz yumması için altın para teklif etmiş. Müfit Bey bu teklifi reddetmekle beraber Mustafa Kemal Bey'i de haberdar etmiş.-- İşte öykünün bu noktasında Mustafa Kemal Atatürk'ün geleceğe ilişkin beklentileri bütün çıplaklığı ile ortaya çıkıyor: --Mustafa Kemal, Müfit Bey'e sormuş: --Müfit, sen bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?-- Müfit Bey derhal bu suale: --Elbette yarının adamı olmak isterim-- demiş. Müfit Bey'in bu cevabı o zaman Atatürk'ün o kadar hoşuna gitmiş ki, bunu daima anlatırlar ve: --Elbette o teklif edilen parayı alamazdı ve almadı. Çünkü o, bugünün adamı olmak istiyordu-- diye Müfit Bey'e iltifatta bulunurlardı (Kılıç Ali, 1955:24-25). Bu öyküden de açıkça anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün kafası gelecek düşüncesiyle doludur. Bir rüşvet olayını bile, namustan önce, tarih ve gelecek bilinci içinde değerlendirmektedir. | ||
![]() |
![]() | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çok Önceden Hedeflenen Tek Adam Liderliği Nasıl bir gelecek? Gelecekte nasıl bir rol? Bu sorunun yanıtı ünlü öyküde vardır. Yer: Selanik. Sahne: Olimpos birahanesi. Başkahraman: Kolağası Mustafa Kemal. Yine Kılıç Ali anlatıyor: --Mustafa Kemal, Selanik'te yine bir akşam o zaman sıhhiye müfettişi olan eski Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok Beylerle birlikte Olimpos birahanesinde oturmuşlar, içerlerken devletin dış siyaseti bahis mevzuu oIuyormuş. Bu arada Mustafa Kemal Bey birtakım acı tenkitler yaptıktan sonra işi latifeye dökmüş ve Tevfik Rüştü Bey'i göstererek: --Bu sakim siyaseti bir gün doktor vasıtasıyla düzelttireceğim!-- deyince, yakın ve teklifsiz arkadaşı olan Nuri Conker: --Ne?.. Ne?.. Sen mi düzelttireceksin?-- diye istihfafla sormuş. Bunun üzerine Nuri Bey'le aralarında şöyle bir muhavere geçmiş: | ||
![]() |
![]() | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Evet, ben doktoru Hariciye Nazırı yapacağım, bütün falsoları ona tamir ettireceğim.-- Nuri Bey latife ederek sormuş: --Demek sen, doktoru Hariciye Vekili yapacaksın, o halde ya beni?-- --Seni de Vali ve kumandan, yaparım!-- Bu muhavereye hazır bulunan Salih Bozok da karışıyor: --Herhalde bu arada beni de bir şey yaparsınız?-- Mustafa Kemal Bey, Salih'in bu sualine, biraz düşündükten sonra: --Salih seni yaver yapacağım ve yanımdan ayırmayacağım.-- cevabını verince, Nuri Bey yine dayanamamış, tekrar atılarak: --Allahını seversen sen ne olacaksın ki hepimize şimdiden böyle birtakım mansıplar veriyorsun?-- demiş. Mustafa Kemal, Nuri Bey'in sorduğu bu suale gülerek: --Bu memuriyetleri, bu mansıpları veren ne olursa işte ben o olacağım-- diye cevap vermiş-- (Afetinan, bu konuşmanın 1908 yılında Selanik Askeri kulübünde geçmiş olduğunu söylüyor (Afetinan, 1968:77).) (Kılıç Ali, 1955-a:32-33). Gerçekten son derece şaşırtıcı bir biçimde geleceği yansıtan bu konuşma aslında gerek toplumbilimsel, gerekse psikolojik bakımdan hiç de olağan dışı değildir. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun bir çöküş ve bu çöküşe bağlı olarak bir arayış içinde olduğu hemen anımsanmalıdır. Ayrıca, yine iki önemli öge bu çöküşün ve yılların getirdiği arayışın şiddetini iyice arttırmıştır: Birinci öge, İmparatorluğun Birinci Dünya Savaşı'na girmiş olması ve bu durumun yeni çözümleri hem daha olanaklı, hem de daha gerekli duruma getirmiş bulunmasıdır. İkinci öge ise, Batılaşma eylem ve düşüncelerinin özellikle Batı etkilerine ve bu tür düşüncelere açık olan orduda ve ordunun çekirdeği olan Harbiye'de etkin bulunmasıdır. Bütün bu etkenler sonunda, her Harbiye öğrencisi, kendini bir kurtarıcı gibi algılıyordu. Örneğin, gerilla savaşına hazırlık bölümünde aktardığım öykü, bu eğilimin hocalar arasında bile egemen olduğunu gösterir. | ||
![]() |
![]() | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Psikolojik ögelere gelince, bunlar, Mustafa Kemal'in kişiliğine bağlı olan niteliklerdir. Buraya dek aktardığıin kişilik özellikleri düşünüldüğünde, O'nun bu uygun siyasal ortam içinde, kendi liderliğinde bir eylemi planlamaması ya da hiç olmazsa düşlemiş olmaması düşünülemez. Karizmatik liderlik bölümünde anlattığım özellikleri, --keramet--inden soyutladığımız zaman, bu gerçek açıkça ortaya çıkar. Ayrıca, gerek Vahdettin'e Veliaht iken yaptığı komutanlık önerileri, gerek Padişah olduktan sonra, Başkomutanlığı doğrudan doğruya üzerine alarak, kendisini kurmay başkanı yapmasını istemesi, gerekse çeşitli defalar yinelediği siyasal girişimleri de bu özlem ve isteklerinin birer kanıtıdır. Bütün bu noktalar birlikte düşünüldüğü zaman, Olimpos birahanesi konuşması son derece doğallaşmakta, olağanlaşmaktadır. Burada önemli olan nokta, Mustafa Kemal Atatürk'ün adeta gökten zembille inme bir liderlik psikozu yerine, toplumsal, tarihsel ve siyasal koşulları doğru değerlendiren bir liderlik hazırlanışı içinde olmasıdır. Bir başka deyişle, Mustafa Kemal, çevre koşullarını gerçekçi bir tutumla değerlendirmiş ve bu koşulların kendisine tanıdığı olanakları bilinçli bir hazırlık içinde değerlendirmiştir. Kazım Nami Duru, 1908 yılında aralarında geçen şu ilginç konuşmayı anlatıyor: --Meşrutiyet ilan edildi. Aradan biraz zaman geçti. Bir gün ikimiz Olimpos meydanından kalktık, rıhtım üzerinde beyaz kuleye doğru yürüdük. Yolda bana: --Kazım Nami (Duru) senden bir şey soracağım; bana düşündüğün gibi doğru cevap ver.-- dedi. --Kendimde askerlikten çok yönetim ve siyaset işlerinde bir yetenek görüyorum. Askerlikten çekilmek istiyorum, ne dersin?-- -- (Arıburnu, 1976:182). | ||
![]() |
![]() | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu öyküden de açıkça anlaşılacağı gibi, Mustafa Kemal, toplumun biçimlendirilmesi bakımından çok önceden kendi rolü hakkında karar vermiştir. Anafartalar Kahramanlığına Hazırlık İtalyanlara karşı savaşmak için Trablusgarp'a giden Mustafa Kemal, Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine yurda döner. Daha Kuzey Afrika'ya gitmeden önce Asım Gündüz'e: --Asım,-- demiş, --biz gidiyoruz, ama korkarım ki dönüşte Rumeli'yi bile elimizden çıkmış bulacağız.-- (Gündüz, 1973:24). Nitekim, gerçekten de bu yargı doğru çıkar. İşte Balkan Savaşı başlar başlamaz yurda dönmeye çalışan Mustafa Kemal, ancak savaşın ikinci bölümüne yetişir ve Bulgarlarla yapılan savaş için özel olarak hazırlanan Kuvayi Mürettebe Harekat Şubesi Müdürlüğüne atanır. Aynı kuvvetin kurmaybaşkanı, yakın arkadaşı Fethi Bey'dir. İşte bu görevinde, Mustafa Kemal, Gelibolu'nun savunmasını ayrıntılı bir biçimde inceleme ve Türkiye'nin genel durumuna ek olarak Bulgar ordusunun eylemini de dikkate alarak önerilerde bulunma olanağına erişti. 17-18 Şubat 1913 tarihinde Fethi Bey ile birlikte hazırlayıp, Harbiye Nezareti'ne yolladıkları raporda, ordunun genel tutumunun bir değerlendirmesi yapılarak, özelde de --evvelemirde Çatalca'daki Bulgar kuvveti külliyesini duçarı inhizam eylemek, saniyen muhasarayı cebren refetmek, salisen dört aydan beri mahsurinin tahribatını izale için külliyetli erzakı serıan şehre yetiştirmek-- öneriliyordu (Türkiye Ansiklopedisi, 1:243) . | ||
![]() |
![]() | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Anafartalar kahramanlığı hiç kuşkusuz, onun genel askerlik yeteneklerine bağlı olduğu kadar, yaptığı ön hazırlıkların da bir sonucuydu. Daha önce Gelibolu yarımadasının savunmasına çalışmış olması, ona mutlaka çok zaman kazandırmış ve kendine güvenini pekiştirmişti. İlerde değineceğim Anafartalar savaşı sırasındaki komutanlığı ile ilgili beklentisi ve isteği hiç kuşkusuz, bu tür hazırlıklarına ve bu hazırlıkların ona verdiği kendine güvene bağlıydı. Toplumsal Devrimlere Hazırlık Batı'dan aktarılan Fransız Devrimi düşünceleriyle beslenen ve devrim eylemiyle yoğrulan bir kurumdan, Harbiye'den, mezun olduktan ve başarılı komutanlığını gerçek savaş alanlarında kanıtladıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün liderlik özlemleri daha bir gerçeklik kazanır. O, artık yalnız Abdülhamit'e karşı özgürlükçülük ve devrimcilik düşüncelerini Fransız Devrimi modeline göre biçimlendirmiş romantik bir prototip Harbiye mezunu değil, başarısı hem savaş, hem siyaset alanlarında kanıtlanmış biridir. Fakat, siyaset onu geri plana itmiş, savaş alanlarındaki başarı ise, henüz göz kamaştırıcı boyutlara erişmemiştir. Anafartalar kahramanlığına daha birkaç sene vardır. İttihat ve Terakki içinde sürekli olarak Enver Paşa ile çatışmaktadır. İşte bu hava içinde tasfiyesi düşünülürken, yakın dostu Fethi Bey imdada yetişir. Fethi Bey o sırada Bulgaristan'da Büyükelçidir ve İttihat ve Terakki'nin egemen çevrelerinde sözü geçer. Mustafa Kemal'in kendi yanına verilmesini ister. Böylece Atatürk, Sofya'ya Ataşemiliter olarak atanır. Bu, onun, Batı uygarlığı ile ilk somut temasıdır. Örneğin, burada gördüğü operadan ve Bulgarların başarısından çok etkilenir. Toplum ile sanat ilişkileri üzerinde düşünmeye başlar (Paruşev, 1971:78-81) . Nitekim, 1930 yılında 11 Nisan Cuma akşamı Türk Ocağı Tiyatrosu'nun açılışından sonra Muhsin Ertuğrul'a: --Siz, benim ta ataşemiliterlik çağımdan beri, memleketimde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz.-- demiştir (Arıburnu, 1976:224). | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |