![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #21 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Öte taraftan Sévres antlaşması, Batı’da Yunanistan’ın kudretini arttırdığı için, İtalya’yı çok rahatsız bir duruma sokmuştu. Bu sebeple daha Sévres antlaşmasının imzalandığı gün, İtalya Parlamentosunda Dışişleri Bakanı Kont Sforza, “İtalya, Türk milleti gibi şanlı bir maziye ve tarihe malik bir milletin tahakküm altına girmesi ma’nasını tazammun edebilecek bir şekli hiç bir vakit kabul ve tasvib etmeyecektir. İtalya’nın arzu ettiği şey, Türkiye’nin hakimiyyetine, tamamiyyetine riayet etmek suretiyle iktisadi sahada Türklerle ma’nevi ve maddi bakımlardan işbirliği yapmaktır” demişti. Fakat Türk Kurtuluş Savaşı sırasındaki İngiliz diplomatlarının çoğu, “Helenizm’in idealleri ve Gladstone’un, Türklerle konuşulmaz yolundaki düşünceleriyle aşılanmış” oldukları için, Türkler hakkındaki duyguları olumlu değildi. Bu sebeple Kuvâ-yi Milliye’yi bir çete, Mustafa Kemali de çete başkanı olarak kabul etmişlerdi. Halbuki, yüksek rütbeli İngiliz askerleri bu görüşte değillerdi. Onlar Mustafa Kemal Paşayı çok daha iyi değerlendir dikleri için, İngiltere’nin çıkarlarını, onunla anlaşmakta buluyorlardı. Onun için askerlerle diplomatlar, Türkiye meseleleri üzerinde 1921 yılı başlarına kadar derin bir anlaşmazlık içinde kaldılar. Fakat bu tarihlerde İngiliz diplomatları da, çeşitli sebeplerden ötürü, Türkler hak kındaki düşüncelerini, lehde olarak, biraz daha değiştir diler ve Ankara Hükümetini de, “İstanbul Hükümeti yerine geçtiği ma’nasına alınmayacak şekilde”, bir kuruluş olarak dikkate almak lüzumunu duydular. Nitekim, İstanbul’daki İngiliz yüksek komiseri Rumbold, 20 Ocak 1921 de “...Mustafa Kemali bir çete reisi olarak görmek artık lüzumsuzdur, | ||
![]() |
|
![]() | #22 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| , Ankara Hükümeti bütün devlet fonksiyonlarını yapmaktadır” demek suretiyle bunu açığa vurmuş oluyordu. Bu anlayış ve görüş, İngiliz hükümetince de benimsenmiş olmalıdır ki, 25 ocak 1921’de Lord Curzon, Paris’teki bir toplantıda, Osmanlı delegeleriyle birlikte Ankara temsilcilerinin de Londra’da yapılacak bir Konferans’a da’vet edilmelerini teklif etmişti. Onları bu yöne döndüren türlü sebepler arasında Ankara’nın gittikçe güç kazanması, Müttefikler arasındaki bağlantıların zayıflamaya başlaması, İstanbul ve Hilafet meseleleri yüzünden, Müslüman tebaalarıyla aralarının açılması, elbette başta gelen sebeplerdir. Bu arada Irak’taki durumun da, İngilizleri rahatsız ettiği görülmektedir. Gerçekten, İngiliz işgalinden sonra bu bölgede bir sükunet meydana gelmemiş, Iraklıların bir kısmı onlara karşı cephe almış ve Cemiyyet-i Hilâliyye adı ile kurulmuş olan bir dernek de İngilizler aleyhine harekete geçmişti. Irak’ın sözü geçer kişilerinden, ulemasından kurulmuş olan ve Irak’ın tekrar Osmanlı hâkimiyyetine girmesini isteyen bu cemiyyetin, İngilizler aleyhindeki propagandası çok etkili olmuş, hatta bu yüzden bazı aşiretlerin ayaklandıkları görülmüştü. Onlar İngilizleri ve Şerif Hüseyin soyunu da istemiyor, “Hükümet-i Osmaniyyeden,, başka hükümet kabul etmiyorlardı. Onun için İngilizlerin zayıf durumda bulunduğunu ve beş altı tabur askerle iki batarya top gönderilirse Irak’ın yeniden Türkiye’ye bağlanabileceğini Türk hükümetine bildirmişlerdi. | ||
![]() |
![]() | #23 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Şeyh ül meşayih Uceymi Sa’dun Paşa” da, 5 Haziran 1920’de Mardin’e gelerek Mutasarrıf’a, Irak’taki büyük kabilelerin Osmanlılara bağlı bulunduklarını, bunlara az miktarda para ve asker yardımı yapıldığı takdirde faydalı sonuçlar alınacağını söylemişti. Bunun üzerine Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 20 Haziran 1920’de bu paşa’ya 10000 altın, iki top, iki makineli tüfek, 400 mavzer ve yeteri kadar cephane vermek suretiyle yardımda bulunmuş, ayrıca bazı Türk su baylan da paşanın emrine girmişti. Bundan sonra ki, aşiretlerin İngilizlere karşı birleşmesinde büyük payı olan Uceymi Paşa’nın, Urfa’nın kurtuluş hareketine yardım ettiği, Aneze aşiretinin de Arappınarında Fransızlara saldırdığı, Arappınarı - Cerablus yolunu tahrip ettiği görüldü. Irak “Sévres Büyük Millet Meclisine gönderilen telgraf ise gerçekten ilgi çekici idi. Bu telgrafta, İngilizlerin verdikleri sözü tutmadıkları, “Hükümet-i Arabiye’nin hukuk-ı siyasiyye ve meşruasını gasb” ettikleri, bu yüzden Iraklıların savaşa başladıkları, Fırat’ı baştan başa, Dicle’yi de kısmen ele geçirdikleri söyleniyor ve “Din düşmanlarının” kovulması için, “Siyaseten ve diyaneten tamamiyle Türklere bağlı olan Irak kutsal beldeleri hak kında, milli ve dini görevlerin yerine getirilmesi istirham ediliyordu. Öte taraftan Süleymaniyye, Revandiz, Zebar, Akra ve Kerkük halkı da, Musul’un ve bölgelerinin İngilizler tarafından işgal edilmesinden memnun değillerdi. Özellikle Revandiz yöresindeki ahali arasında İngilizlere karşı yer yer ayaklanmalar oluyordu. Bazı yerlerde ise hâlâ Türk idaresi sürüyor, Türk memurları ve Türk jandarması görev başında bulunuyordu. 1920 ortalarında Revandiz’de meydana gelen çarpışmalardan sonra İngilizler burayı bırakmak zorunda kalmışlardı. | ||
![]() |
![]() | #24 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bunun üzerine Türkler, Revandizlilerin isteğine uyarak, 1920 yılı sonlarında oraya 3 subay ve 100 kişilik bir kuvvet yolladılar. 1921’de Süleymaniyye ve çevresi komutanlığına da bir Türk binbaşısı gönderildi. İşte bütün bu haller, Türklerle bir uzlaşmaya varılmasının zorunlu olduğunu gösteriyordu. Onun için Müttefik Devletler, İstanbul, Ankara ve Atina’dan gönderilecek delegelerle kendi delegelerinin 21 şubat 1921’de Londra’da toplanmalarını kararlaştırdılar ve durumu 26 ocak 1921’de Babıâli’ye duyurdular. Bundan ötürü Sadrazam Tevfik Paşa, 27 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek, İ’tilâf Devletleri kendi delegeleri ile Osmanlı ve Yunun delegelerinden kurulu bir konferansın, 21 Şubat 1921’de Londra’da toplanmasına karar vermişlerdir. Bu konferans’ta, Sévres antlaşması üzerinde “Zaruri görülen ta’dilat” yapılacaktır. Ancak, İ’tilâf Devletleri, Osmanlı delegeleri arasında “Mustafa Kemal Paşa’nın ve yahud me’zuniyet-i lâzimeyi haiz” Ankara Hükümeti delegelerinin bulunmasını da şart koşmuşlardır. Bu sebeple, “Karar ve cevabınıza intizar ediyorum” demişti. Fakat 28 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen cevap, İstanbul hükümetince benimsenecek bir nitelikte değildi. Çünkü bu cevapta, “Türkiye’nin mukadderatına vâzı’ul yed olan yegane meşru’ ve müstakil kuvve-i hâkime” | ||
![]() |
![]() | #25 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Büyük Millet Meclisidir. Böyle olunca da “Türkiye ile ilgili bütün meselelerin halline memur ve her türlü dış ilişkilere muhatap ancak”, bu meclis tarafından kurulmuş bir hükümet olur. Onun için İstanbul’un hemen yapması lazım gelen “Vatanî ve vicdanî vazife”, Türk milletini temsil eden meşru’ Hükümet’in “Ankara’da olduğunu kabul ve ilan etmesidir”.... İ’tilâf Devletlerine gelince onlar eğer “Londra’da akdedecekleri konferans’ta şark meselesini” hak ve adalet kaidelerine uygun bir şekilde çözmek istiyorlarsa o takdirde doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini Londra’ya davet etmelidirler deniliyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Sadrazam’a gönderdiği özel telgraf ise bundan daha ilginçti. O, bu telgrafında, birlik halinde hareket etmenin lüzumuna işaret ettikten sonra, Padişah’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisini resmen tanıdığını i’lân etmesini ve İstanbul’un Ankara’ya katılmasını istiyor, bu tekliflerin kabul edilmemesi halinde ise Padişah’ın durumunun sarsılacağından korkulabileceğini ve bundan doğacak sorumluluğun da Padişah’a ait olacağını yazıyordu. Yine Mustafa Kemal Paşa tarafın dan 28 Ocak’ta gönderilen bir başka telgrafta, Padişah’ın Türkiye Büyük Millet Meclisini tanıdığını bir “Hatt-ı Hümâyunla i’lân etmesi istendi ve bu takdirde ise İstanbul’da artık bir hükümetin mevcut olamayacağı belirtildi. | ||
![]() |
![]() | #26 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bunun üzerine Tevfik Paşa gerekenlerle ve hükümet üyeleriyle durumu tartışmış ve 29 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği cevapta, çeşitli sebepler den ötürü İstanbul Hükümeti’nin devamının zorunlu olduğunu, belirttikten sonra bu hükümetin, şimdiki müsait durumun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin çabaları sonucu olarak meydana gelmiş olduğuna ve Ankara ile birlik halinde hareket etmenin lüzumuna inandığını, “Şimdiye kadar Anadolu’yu tanımaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükümetlerinin”, Anadolu delegelerini konferansta görmeyi şart kılmalarının çok önemli bir hal olduğunu, bir şekil meselesi sebebiyle bu mutlu değişiklikten faydalanmamanın, “Millete karşı der-uhde” edilen göreve aykırı düşeceğini söylemiş ve hemen delegelerin İstanbul’a gönderilmesini istemişti. Bu yazışmalardan sonra gerek İstanbul gerekse Ankara’nın, inandıklarından her hangi bir fedakârlık yapma niyetinde olmadıkları anlaşıldı. Nitekim, bu sıralarda Ankara’da adeta tutuklu gibi bulunan eski Sadrazamlardan Ahmet İzzet Paşa’nın, İstanbul’a gönderilen ve Ankara’yı destekler görünen telgrafı ile “İcra Vekilleri Hey’eti Reisi” Fevzi Paşa’nın, yine İstanbul’a gönderilen ve Londra Konferansına yollanacak hey’etin “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından intihab ve i’zam edileceği”ni, bu hey’etin “Umum Türkiye menâfiini temsil edecek yegane heyet olduğunun” ilân edilmesi gerektiğini belirten, 30 Ocak 1921 tarihli yazısı da iki tarafın uzlaşmasına hizmet etmemişti. | ||
![]() |
![]() | #27 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bununla beraber İstanbul’un, Ankara’ya karşı sempati l bulunduğu anlaşılıyordu. Çünkü 5 Şubat 1921’de, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir yazıda Sadrazam Tevfik Paşa, Yunanlıların, Anadolu’da bir Alman he’y’eti’nin Türklerle işbirliği halinde bulunduğunu söylemek suretiyle, Fransızlar katında propaganda yaptıklarını, Papalık makamının da Hıristiyanların, Müslümanlar tarafından öldürülmekte olduğunu kabul ederek, kurtarılmaları için, Hıristiyan milletlerin parlamentolarına baş vurduğunu bildirdi, üç gün sonra da Yunanlıların, 21 şubat 1921’de 70 -80 bin kişi ile Anadolu’da harekete geçeceklerini haber verdi. Bundan başka Mustafa Kemal Paşa hakkında, daha önce verilmiş olan ölüm kararı kaldırılmış, İstanbul gazetelerinde milliciler için yasaklanmış olan paşa ve bey gibi unvanlar yeniden kullanılmaya başlanmıştı. Öte taraftan, İstanbul Hükümetinin da’vetine uymamakla beraber Ankara, Müttefikler tarafından çağrıldıkları takdirde konferansa katılmayı kararlaştırmış ve bir hey’et bile seçmişti. Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in başkanlığında bulunan bu hey’et, 6 Şubat’ta Ankara’dan Antalya’ya hareket etti ve oradan da bir İtalyan savaş gemisine binerek Brendizi üzerinden Roma’ya vardı. Burada İtalya Dışişleri Bakanı ile görüşen Bekir Sami Bey, Londra Konferansına İstanbul Hükümetinin aracılığı ile da’vet edilmiş bulunduklarını, “Halbuki Anadolu’yu temsil edecek hey’etin” sadece kendileri olduklarını, eğer bu konferansta Türkiye meseleleri konuşulacaksa o takdirde kendilerinin doğrudan doğruya çağrılmaları gerektiğini söyledi ve bu hususta bir de nota verdi. Bu nota İtalyanlar tarafından ilgililere duyurulduktan sonradır ki, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Ankara’yı konferansa çağırmıştı. | ||
![]() |
![]() | #28 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 2 — 21 Şubat 1921 ile 12 Mart 1921 tarihleri arasında toplantılar yapan bu konferansın ilk günü, Ankara delegeleri henüz Paris’te idiler. İstanbul delegeleri ise o günkü toplantıya çağrılmamışlardı. İngiliz, Fransız, Yunan, İtalyan ve Japon temsilcileri ile bazı tanınmış askerlerin katıldığı bu toplantıda Lloyd George, Yunanlıların Anadolu savaşını devam ettirme hususundaki isteklerini Fransızlara ve İtalyanlara anlatmış olmak için, ustaca tertiplediği bir takım sorunları Yunanlılara sor muştu, bunların başlıcaları şunlardı: 1) Yunanlılar Küçükasya’da yaşayan Rumları kurtarmak için istekli midirler? 2) Yunanlılar, bayraklarının Asya’dan çekilmesine razı mıdırlar? 3) Venizelistlerle Kralcılar arasında Anadolu savaşı hususunda bir ihtilâf var mıdır? Yunan Kralında, İzmir’in muhafaza edilmesi hususunda Venizelos kadar istek mevcut mudur? Bu sorulara Yunanlıların verdikleri cevaplar tamamıyla olumlu idi. Halbuki Fransız Başvekili Briand, Kilikya’da kendilerine karşı büyük bir direnme göstermekte olan Türklerin küçümsenemeyeceğini ve bu sebeple de Küçükasya işinin kolayca halledilebilecek bir mesele olmadığını belirttikten sonra sözü General Gouraud’ya bıraktı. | ||
![]() |
![]() | #29 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türkleri yakından tanıyan bu ünlü general ise, Yunanlı1ar adeta öğüt verir gibi konuştu ve Küçükasya meselesinin güçlükleri üzerinde önemle durdu. Fakat ne onun bu tarzdaki konuşması, ne Fransız albayı Jorj’un ekonomik güçlükleri belirtmesi ne de Mareşal Foch’un, Küçiıkaasya meselesinin halledilebilmesi için bütün Anadolu’nun işgali gerektiğini, bunun için de bir milyonluk düzenli bir orduya ihtiyaç olduğunu söylemesi, bir fayda sağladı. İtalya Dışişleri Bakanı Sforza’nın, bazı önemli noktaları belirtmesi de Yunanlıları uyarmağa yetmemişti. Nitekim, Anadolu üzerindeki tatlı hayallerinden uzaklaşmak istemeyen ve fakat gerçekleri asla göremeyen Yunan ikinci Kurmay Başkanı Sarıyanis, Avrupa’nın bu tecrübeli ve sayılı komutanlarının mütâlaalarını yerinde bulmamış, Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerini dağıtmak için büyük bir güce lüzum olmadığını, bu kuvvetleri sadece Yunan birliklerinin dağıtabileceğini söylemiş ve Ankara’ya kadar gitmek niyetinde olduklarını açıklamıştı. General Gouraud’nun, “Kuva-yı Milliye deyip geçmemeli”, bu kuvvetler Fransızların bile uzun süre Antebi işgal etmelerine engel oldu demesi üzerine, gururları kırılan Yunanlılar, “Yunan askeri Fransız askeri değildir” demek suretiyle General’e ters bir cevap bile vermişlerdi. Bunun üzerine konferansta hoş olmayan bir hava esti. | ||
![]() |
![]() | #30 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 23 Şubat 1921’de konferans Türkleri dinledi. Yunanlıların çağrılmadığı, fakat hem İstanbul hem de Ankara Hükümetlerinin temsilcilerinin bulunduğu bu oturum cidden ilgi çekici idi. Ancak,Türk hey’etleri arasın da önceden bir fikir birliğine varılmış gibi idi. Çünkü, toplantıdan bir gün önce Türk hey’etlerinin kaldığı aynı otelde Ankara’dan gelmiş olanlar bir toplantı yaptılar ve ertesi gün Saint James sarayında yapılacak olan toplantı’da İstanbul delegelerinin nasıl bir davranış içinde bulunacakları üzerinde durdular, hatta onların tutumunu öğrenmek üzere kendilerine Hüsrev (Gerede) Bey’i gönderdiler. Sonuç çok memnuniyyet verici olmuştu. Çünkü İstanbul hey’etinin başkanı Tevfik Paşa’nın, “Vicdan-ı milli icabını ifâ edeceği” anlaşılmıştı. Gerçekten, 23 Şubat’ta konferansa, hasta olarak katılan Osmanlı delegasyonu başkanı Tevfik Paşa’ya söz verildiği vakit onun, “ Söz asıl Milletvekillerine aittir. Bin Anadolu hey’etine söz verilmesini teklif ve rica ederim” demesi, belki de konferanstaki delegeler tarafından hayretle karşılandı. İşte konferansın bu ortam içine girdiği sırada Ankara delegasyonunun başkanı Bekir Sami Bey, Ankara’nın nokta-i nazarını umumi surette” gösteren bir bildiri okudu. Bu bildiride, Birinci Dünya Savaşına çok ağır şartlar içinde devam etmekte iken, büyük devletlerin barış için ileri sürdükleri va’dlara inanarak silahlarını bırakan Türk milletinin, sonucun va’dedilenlere uymadığını görünce, yeniden silaha sarıldığı açıklandıktan sonra Türk istekleri aşağıdaki şekilde özetleniyordu: | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |