|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
08-02-2007, 16:58 | #101 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ). “Moral bin beş yüz. Polisin terör örgütlerine ard arda ağır darbeler vurması ve teröristleri bir bir ele geçirmesi halkın moralini düzeltti” (Sabah 19.04.1992: 1). “Palavra... Palavra... Palavra... İsimli Basın Toplantısı. Demirel, ‘Fitnenin kökü çok iyi anlaşılmıştır. Bu terörün odaklarını da, nereden beslendiklerini de biliyoruz’ Palavra. Demirel, ‘Bu işin sonu yok. Eşkıya ya devlete uyar ya da uydururlar. Caniler kesinlikle tesirsiz hale getirilecek’ Palavra. Demirel, ‘Terör, geçmiş yıllarda dağlara taşlara kök salmış, halkı arkasına almış. Halkı devletin yanına alacağız’ Palavra” (Hürriyet 25.08.1992: 1). “Çağlar; Yavşak Mesut. Çağlar, siyaset tarihinde görülmemiş bir üslupla, Yılmaz’a savaş açtı. Mesut Yılmaz için “Yavşak” ve “Kumarbaz” dedi. “Mesut denen yavşakla bundan sonra boğuşuruz. Bundan sonra her konuşmamla ona hep yavşak diyeceğim. Mesut kumarbazdır. Bu adam kim yahu? Beni konuşturmasın, sokağa çıkamaz hale getiririm. Ben her şeyimin hesabını veririm. O benimle uğraşamaz. Mesut Efendi’ye sorun bakalım, mebus parası ile mi geçiniyormuş? Mebus parası, karısının döpiyes bus parasına yetmez” (Hürriyet 30.03.1993: 1). “Mesut Yılmaz’dan cevap: ‘Cavit kendi başına savaş açamaz. Herhalde babasından saldır işareti aldı. Biz, Bursa’da Cavit Bey’in altını oyacağız. Herhalde ona da çok sinirleniyor’ dedi” (Hürriyet 30.03.1993: 1). “Özal, ‘İndirsinler de görelim’ dedi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, DYP ve SHP’nin Çankaya’yı boşaltarak kendisini düşürme planına meydan okudu. Özal, ‘Ben buna güler geçerim. Hadi bakalım, indirsinler de görelim’ dedi” (Hürriyet 22.10.1992: 1). “Özal’dan Yılmaz’a ‘Sen Korkaksın’. Cumhurbaşkanı Özal, T.B.M.M. Başkanı Cindoruk’la Güneydoğu’ya gidecek olan ANAP lideri Mesut Yılmaz’ı ağır dille suçladı ve ‘Güneydoğu’ya niye tek başına gidemiyor?’ diye sordu” (Hürriyet 09.09.1992: 1). “Demirel Özal için fino köpeği dedi mi? Amerika’nın ciddi gazetesi Washington Post, Demirel’in, Amerika’nın “fino köpeği” olmayacağını söylediğini yazdı ve “fino köpeği” sözü edilen ile de Özal’ı kastettiğini söyledi” (Hürriyet 23.02.1992: 1). | ||
|
08-02-2007, 16:58 | #102 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Tansu Hanım süs köpeği. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak hükümete giren Tansu Çiller’in yetkilerini, Başbakan Demirel tek tek budadı” (Hürriyet 16.01.1992: 1). “Politika ağzını bozdu. Özal, ‘Babasının ismi olmasa Erdal İnönü fizik profesörü bile olamazdı. Hesap soracakmış. Hadi ordan’. İnönü, ‘Ben dekanken Özal matematik dersi veriyordu. Üniversitede hiçbir şey öğrenmemiş. Sonra Semra Özal cahil’. Semra Özal, ‘Erdal İnönü konuşma özürlü... Demirel hangi yüzle oy istiyor?’. Demirel, ‘Çankaya’nın sakini. Cüce... Yılmaz bana çatmasın, sigara kağıdına çeviririm... Ceketinizi almışlar şimdi pantolonunuza geldi’. Erbakan, ‘Demirel Bush’un sevgililerinden birisi... Yılmaz kısa pantolonlu 23 Nisan Başbakanı... SHP ve DSP mahalle çocuğu... Özal şortla askeri birlik denetliyor... Pavyon kadınlarıyla yol açıyorlar’” (Milliyet 09.10.1992: 1). “Bu valiyi atın gitsin! 12 gün önce Bölge Valiliği’ne atanan Konya Valisi Necati Çetinkaya’nın, görevi teslim alacağı gün, politikaya atılacağını açıklayarak 15 gün izne çıkması şok yarattı” (Hürriyet 17.08.1992: 1). “Kaldırın şu pisliği. İstanbul, Ankara ve İzmir’de çöp dağları yükseldikçe yükseliyor. Sorumsuz sendika, beceriksiz belediyeler, vurdum duymaz hükümet, elbirliğiyle halkın sağlığını tehlikeye sokuyor” (Hürriyet 11.08.1992: 1). “Kaldırın şu fabrikaları. Sularımız, sanayinin kurbanı. Musluklarımızdan akan suya tüm uyarılara rağmen arıtma tesisi kurmayan 933 endüstriyel tesis her gün tonlarca zehir katıyor” (Günaydın 22.08.1993: 1). “Demirel; ‘Vatandaş enflasyona alıştı. Su gibi para harcıyor. Talep çok’ dedi” (Hürriyet 01.06.1992: 1). “Baba, 9 trilyon için dokuz doğuruyor. Hükümet 500 günlük icraat politikasının en kritik günlerini bu hafta yaşayacak” (Hürriyet 18.02.1992: 1). “Ekonominin tepesinde kavga var. Saraçoğlu, Çiller’in ayağına bastı... Merkez Bankası’nda dedikodularla ilgili soruşturma başlatılınca Saraçoğlu patladı, enflasyonda farklı tarih verdi” (Günaydın 27.02.1992: 1). “Demirel Hükümeti’nin Ulaştırma Bakan Topçu, top gibi patladı!. “Tansu Çiller, trilyonluk cep telefonu projesini Amerikalı dostlarına peşkeş çekmeye hazırlanıyor”. DYP’li Ulaştırma Eski Bakanı Yaşar Topçu şöyle devam etti: “Benim dönemimde yapılmış hiçbir çürük çarık iş yoktur. Devleti ve yasaları koruyacağım diye önüme gelen herkesle kötü kişi oldum” (Meydan 19.07.1993: 1) | ||
08-02-2007, 16:58 | #103 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu enforme ediş biçiminin etkileri konusunda Ünsal Cekay şunları söylüyor; “Profesyonel etik açısından gazetelerdeki bir azınlık son on beş yıldan beri bir yandan popüler kültüre müsamaha gösteren, hoşgörüyle bakabilen bir anlayış yumuşaması içindeymiş gibi gözüküyor, öbür taraftan da fiilen bu yayın politikalarına baktığımız vakit seçkinci bir tavrın başat duruma geldiğini görüyoruz. Örneğin şöyle popüler gazetelere, Hürriyet’e, Günaydın’a, Güneş’e baktığımız vakit, politik haberlere doğrudan doğruya bu politiktir diyebileceğimiz, aslında neyin politik neyin politik olmadığını anlamak için çok daha geniş düşünmek gerekir... Bu politiktir dediğimiz haberin dışındaki –artık şimdilerde onun da içinde yer aldığı/benim eklemem- bütün muhtevasında son derece avami bir dil kullanımı, hatta lümpen bir dil, lümpen bir eda var. Bu lümpen eda aslında geniş kitlenin, okuyucu kitlesinin politik bilincinin belirlenmesinde o yukarıdaki nezih, terbiyeli, önemli, hayatımızın önemli bir yanı olduğunu hatırlatmak için değişik bir üslupla yazılmış politik mesajlardan çok daha etkileyicidir... Lümpen eda hem yalnızlık duygusunu, hem sahipsizlik duygusunu, hem etrafa husumetle bakma ve herkesin bize de husumetle bakma zannını arttırıyor... Gazetenin bu yayıp politikası on, on beş yıllık bir dönem sonunda Türkiye’de artık gazete okuyucusu diye bir şeyin kalmamasına yol açabilecek bir boyuta gelmiştir” (Hürriyet 05.01.1990: 1). | ||
08-02-2007, 16:59 | #104 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Bu sunum şeklinde dikkat edilmesi gereken ön önemli boyut ise; toplumsal realiteye hem husumet duyma, hem de onu değiştirememek şeklinde yaşanan baskıcı, yıldırıcı ve şiddet dolu insan ilişkileri içindeki kültür ortamında, hakkını elde etmenin, statünün, yükselmenin ve sorunları çözmenin yasal yollar dışında ve kendi adalet anlayışı içinde güçlü olanın iş bilenin uyguladığı şiddeti meşru görmemize, ona boyun eğmemize yol açan ve sonuçta, kendi geleceğini ve mutluluğunu kendi dışında şekillenen mekanizmalara bırakarak, toplumunda, siyasetin de nesnesi oldukları ve toplumu yönetme işini kendilerinin dışındaki “yönetim” görevini üstlenmiş profesyonel kadrolara bıraktıkları bir sistemi, kendi ellerimizle oluşturmamıza katkıda bulunan bu sunum şeklinin içinde yer aldığı magazin kültürünün kendisi olmaktadır” (Oskay 1983: 42). Bu kültür devam ettiği sürece, “Bizi aşağı konumlarda tutan toplumsal realiteyi değiştiremememizin sonucunda kendimizi horlama isteği de duyuyoruz. Bu ise, bizden daha güçlü olanların bizim üzerimizde uyguladığı şiddeti meşru görmemize, siyaseti güçlü ve bilgili gözüken ehline bırakmamıza neden oluyor (Orta sınıfın alt katmanlarının faşizmin söylemine denk düşen bir gündelik hayat dili içinde yaşadığını gösteren son araştırmalarda bunu gösteriyor.)” (Oskay 1992 a: 8-11). | ||
08-02-2007, 16:59 | #105 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “İtalyan ve Alman faşizmlerinin kitlesel taban bulmadaki başarının nedenlerini inceleyen Amerikan yeni siyaset bilimcilerinin 1976’dan bu yana belirttikleri gibi totaliter siyasi hareketlerinin kalabalıkların yaşadığı sorunları gündelik hayatın söylemiyle ifade etmeleri, iktidarlara gelişlerinde önemli rol oynamıştır. Bu açıdan düşünürsek, magazin kültürünün, kitleler için nitelikli kültür ürünlerinin tüketicisi olma yolunda doğru atılmış bir adım olduğu şeklindeki aydınlarımız arasındaki genel kabul irkiltici bir sabitleştirme sayılabilir.” (Oskay 1989: 12) Bu çerçeve içinde, çağdaş toplumlara geçişten itibaren kültürün hızla görselleşmesi nedeniyle ve bugün dünya ülkelerinde yazılı basının genel haber dolaşımı içindeki oranını % 10 olduğu düşünülecek olursa, Basın 80-84 içinde, Türkiye’deki yazılı basının okumaya fazla zaman ayıramayan okuyuculara “kitleler böyle istiyor” gerekçesinin altına sığınarak bu eğilimi bizzat kışkırtmaları içeriği popülerleştirilmiş ve de boşaltılmış (hatta yalan/uydurma) haber ve fotoğraflarla örülü magazinal bir söylem yoluyla seslenmeleri, bir anlamda, yazılı basının bu alandaki sorumluluğunu göz ardı etmesi, beraberinde önemli sorunlara yol açabilir. Bilinmelidir ki; “Doğru haberin iletilmesi, okura ulaştırılması süreci de sorumluluk gerektiriyor. Kitleselleşme zorunluluğu ve görselleşme eğilimi, bugün Türkiye gibi okuma-yazma oranı hala düşük bir ülkede daha da ciddiye almayı gerektiriyor, haber dilini ve haber sunumunu” (Oktay 1997: 110). | ||
08-02-2007, 16:59 | #106 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buna rağmen, yaşanan umutsuzlukların, yıkımların, hayal kırıklıklarının, sıkıntıların yani, eleştirilmesi gereken bir çok sorun ve konu alanının, hem onu yaratan sistemle olan dolaylı veya dolaysız nedensellik ilişkilerini vermekten hem de bunların çözümüne ilişkin bilgilendirme yeteneğini kazandırmaktan uzak bir biçimde, gündelik hayatı ilgileri ve değer yargılarıyla dolu bir söylemle dile getirilmesi sonuçta, bu sorunların olağanlaştırılmasına, ve kültürel yönden normalizasyonuna yol açabilmektedir. Zaten, konu ve sorunlara, toplumsal realitenin olağan saydırdığı belirli bir bakış açısı içinde bakmak ve anlamak durumunda kalan okura, bunun dışında, yaşamı eleştiriyel bir boyutta düşünebilme ve algılayabilme yeteneği kazandıracak bir söylemle seslenmek, temel kaygıları “daha çok okur/daha çok tiraj ve doğaldır ki daha çok kar” olan gazete yönetimince “itici” geleceği düşünüldüğünden, basının böylesi bir söylemi değiştirmesi de pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, dile getirdiğimiz sorunların çözümünü özellikle basının içinde kalarak arayan ve de onun genel toplumsal sistemle olan ilişkilerini göz ardı eden ve sununla birlikte kitlelerin toplumun gidişatı hakkında bilgilenebilme, görüşlerini dile getirebilme ve iletişim sürecine yaygın ve derinlemesine bir biçimde katılabilmesini engelleyen toplumsal yapının değiştirilmesi gereğini dikkate almayan görüşler, saptamalar ve öneriler anlamlı ve tutarlı olamayacaktır. | ||
08-02-2007, 16:59 | #107 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| SONUÇ Günümüzde, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımı ile şiddet içerikli haberler ve gösterimler, gittikçe artan bir etkinlik ve yoğunlukta sunulmaktadır. Bu sunumda dikkat edilmesi gereken, kitle iletişim araçlarının, şiddetin toplumda meşrulaştırılması, kültürel yönden normalleştirilmesi ve içselleştirilmesi konusunda yaptığı katkıdır. Bu katkı, kitle iletişim araçlarının, şiddete dayalı insan ilişkileri içinde yaşayan ve yaşamı bu ilişkilerle örülü bir dünya olarak görmek durumunda kalan bireylere, bu algılama biçimlerine uygun bir sunma biçimiyle gerçekleştirmektedir. Bu durumda, kitle iletişim araçlarının şiddeti bir davranış kalıbı olarak sunması, öğretmesi, meşrulaştırması ve bir anlamda telkin etmesi, şiddeti yoğun ve etkili bir biçimde sunmasından değil, şiddeti kendine temel almış varolan realitenin anlatılma biçiminden, bir başka deyişle, bu araçların, haberi varolan realitenin etiğinin aynısını haklılaştırıp, meşrulaştıran bir biçimde sunmasından kaynaklanmaktadır. | ||
08-02-2007, 16:59 | #108 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu çerçevede, yazılı basın sözü ettiğimiz katkıyı, şiddete yönelik olaylar üzerinde yoğunlaşan ve olaylar arasındaki nedensellik bağlarını göstermeyen abartılı ve magazinleşmiş bir söylem tarzının kullanıldığı bir sunum şekliyle yapmaktadır. Söz konusu sunumdaki söylemin, bir yandan, olaydaki gerçekliğin hem zaman ve mekan boyutunda, hem de olay kişileri adına yeniden yazımında, imgesele doğru kayan bir dille sunulduğu görülürken, yine bu sunumun, bir şiddet baskısı ve üslubuyla verildiği görülmektedir. Böylece, yazılı basının, özellikle şiddet olaylarını ele alarak, ancak bunları yaratan etkenleri de vermeyecek bir biçimde bir şok görüntüsü altında sunarak, neredeyse çevremizin, dünyamızın kötülükle, felaketle ve krizli olduğu hissini yaratmaktadır. Sonuçta; bir yandan, sorunların şiddet yoluyla çözülebileceği bir şiddet kültürünü yaratırken, diğer yandan, bunlara aklımızın ermeyeceği, gücümüzün yetmeyeceği inancını verecek bir biçimde, yoğun ve peş peşe verilen bu haberler yoluyla gerçekleşen enforme ediş biçimiyle yüz yüze kalan bireylerin, toplumu yönetme görevini yöneticilere/profesyonel kadrolara bıraktıkları bir toplumsal yaşamı kendi elleriyle oluşturmalarına katkıda bulundukları söylenebilir. | ||
08-02-2007, 17:00 | #109 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu noktada unutulmaması gereken, toplumdaki şiddetin yaygınlaşması ve meşrulaştırılması konusunun, sadece basının ve çalışmaya konu olan yazılı basının tek başına işlev ve etkinliklerini içine alan açıklamamalarla sınırlı kalamayacağıdır. Bu nedenle sözü edilen durum, daha önce belirttiğimiz gibi, sorunların çözümünün toplumsal yapıya ve onun değişmesine bağlı olduğunu göstermekten neredeyse vazgeçmiş bulunan kitle iletişim araçlarının, yabancılaşmaya ve şiddete dayalı egemen kültürü benimsetmek, rasyonalize etmek şeklinde işlevlendirilmekte olduğunu söyleyen açıklamalarla yetinilebilecek bir boyutu aşmaktadır. Çünkü; toplumsal yaşamda bireyle, kitle iletişim ortamına “katılmadan” önce, yaşamın diğer alanlarında gerçekleştirilen düzenlemelerle, çoktan şartlanmış, maniple edilmiş durumda olmaktadır. Bu yaşı içerisinde asıl soru, kitleler ile kitle iletişim araçları arasındaki iletişimin kendisi değil, onu da kuşatan ve geniş kesimlerin toplumsal yaşama katılımını ve müdahale etme olanaklarını engelleyen ve bu biçimde tecrit eden toplumsal yapı olmaktadır. Bu durumda sorunu çözümü; basının ve onun genel toplumsal sistemle olan ilişkilerini göz ardı etmeyen ve bununla birlikte, geniş toplumsal kesimlerin, kendi toplumsal konumlarının gerektirdiği biçimde bilgilenebilmeyi, görüşlerini dile getirebilmeyi, iletişim süreçlerine yaygın ve etkin bir şekilde katılabilmeyi ve istem ve beklentilerini duyurabilecek bir kurumsallaşmayı, birey ve toplum düzeyinde sağlayıcı gelişken bir ekonomik ve sosyo-kültürel bir alt yapının varlığını önemseyen bakış açılarına bağlı bulunmaktadır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |