![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #61 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ancak, dış sömürü yapan ülkeler için, bilinçlenen işçiye daha çok pay vermek önemli bir sorun olmaktan çıkar. Örneğin, İngiltere, Hindistan'daki sömürüsünden elde ettiği gelirin bir bölümünü, ülke içindeki kapitalist sınıfı büyük ölçüde zarara uğratmadan işçi sınıfına aktarabilirdi. Nitekim, genel gelişmeler de böyle olmuştur. Sömürgesi olan ülkelerde, hele bu ülkeler bir de gelişmiş kapitalist ülke niteliğindeyseler, işçilerin isteklerini karşılamak çok daha kolay olmuş, bu da bir sosyalist devrimin önünü, onu anlamsız bırakarak, kapamıştır. Aynı olguya, (endüstri devrimi olgusuna) dikkatle bakarsak, bu döneme öncülük eden ülkelerde, sömürünün çok hızlı ve çok yüksek oranlarda olduğunu görürüz. Böylece, işçi bilinçlenmeye pek de zaman bulamadan, ulusal gelir, artık proleteryayı bile memnun edecek bir bölüşüme uygun düzeye gelebilmiştir. Yine aynı tür ülkelerde, toplumsal akışkanlık (meslek, gelir ve statü bakımından toplumun alt katlarından, üst katlarına doğru hareket) oldukça yaygın gözükmekte ve gösterilmektedir. Bu bir de, --bir adam-bir oy-- ilkesine göre işleyen demokratik mekanizma ile birleştirildiğinde, insanlar, gerek siyasal bakımdan yönetimi denetledikleri, gerekse toplumsal bakımdan her türlü olanağın erişilebilir olduğu konusunda oldukça belirgin yargılara sahip olurlar. Bu durumun, her türlü devrimci tutumu anlamsız kılacağı açıktır. | ||
![]() |
|
![]() | #62 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Dış Dünyanın Etkileri Sınıfsal devrim kuramının yaygınlığı konusundaki tartışmalarda dikkate alınması gereken bir başka nokta, hiç kuşkusuz dış dünyanın etkileri ve özellikle savaş durumu gibi özel hallerdir. Günümüzde gittikçe belirgin sınırlarla bölünen dünyada, büyük devletlerin onayı olmadan, herhangi bir önemli değişme çok güç gözükmektedir. Ayrıca, savaş gibi her değişmeyi bağrında taşıyan bir durum, her an söz konusu değildir. Bu nedenle de büyük ölçüde belirsizlik, kuralsızlık ve kargaşa anlamına gelen savaş dahil, bir devrimi doğuran dış koşullar, günümüzde, ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın birinci yarısı kadar egemen değildir (Ulusal kurtuluş savaşları konusunu ayrı bir başlık altında ele aldığımı hemen belirtmeliyim). Zaman ve Mekan Sorunu Aslında sınıfsal devrim modeline yöneltilebilecek olan en temel eleştiri bütün devrim modelleri için geçerli olan bir eleştiridir: Belli bir zamanda (ondokuzuncu yüzyılda) ve belli bir mekanda (Batı Avrupa'da) geliştirilmiş olmasına karşın, her zaman ve her yerde geçerli olduğu savı ile ortaya çıkmış, bundan dolayı da başka yer ve zamanlarda ya genel kurama uygun olmayan uygulamalar görülmüş, ya da hiç uygulama aşamasına gelememiştir. Fakat burada hemen eklenmesi gereken nokta, genel kurama uygunluğu ne denli tartışma konusu olursa olsun, dünya ülkelerinin bir bölümünün bu kurama göre yaptıkları devrimler ile yönetildikleridir. Bu açıdan, sınıfsal devrim modeli, uygulamada en çok yansıması olan modeldir. | ||
![]() |
![]() | #63 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| E) Sınıfsal Devrim Modeli ve Türk Devrimi Sınıfsal devrim modelinin ilk uygulaması ile Türk Devrimi hemen hemen aynı yıllara, Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar. Bu açıdan her iki devrim arasında çok yoğun bir etkileşim vardır. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın unutulmaz Çanakkale savunması, İngiliz ve Fransızların Rusya'ya ulaşmasını önlemiş, böylece, güçsüzleşen Çarlık rejimine karşı, devrim çok daha da kolaylaşmıştı. Bütün bunlara ek olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emperyalist ülkeler ve bu ülkelerin ajanı olarak Anadolu'ya girmiş olan Yunanlılara karşı yürüttüğü savaşta tek ve sürekli yardım da yine Sovyetler Birliği'nden gelmişti. Sınıfsal devrim modeli ile Türk Devrimi arasındaki ilişkilerin yoğunluğu, Türkiye ile Rusya'nın sınırdaş olmalarından da kaynaklanıyordu. | ||
![]() |
![]() | #64 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aslında, sınıfsal devrim modeli ile Osmanlı İmparatorluğu'nun teması Cumhuriyet'ten önce başlamıştı. Örneğin, 1910 yıllarında Sosyalist Hilmi ve Baha Tevfik, Osmanlı Sosyalist Fırkası'nı kurmuşlar ve dergi yayınına başlamışlardır (Çapanoğlu, 1964:48-57) . Bir yandan Marxçı düşünceler, İmparatorluk sırasında içeri girerken, öte yandan, örneğin Parvus Efendi gibi Marxçı kuramın önde gelen kişilerinden biri uzun bir süre, Osmanlı İmparatorluğu'nun durumunu, sınıfsal devrim açısından çözümlüyordu (Parvus, 1977) . Mustafa Kemal eyleminin başarıya doğru yol aldığı sıralarda, sınıfsal devrimin de Rusya'da oturma ve yerleşme döneminde olması, iki olay arasındaki etkileşimi daha yoğun yapmıştı. Anadolu'da bir yandan sosyalist düşünceler ve akımlar çeşitli kişi ve gruplar tarafından savunulurken, öte yandan Sovyetler Birliği'nde de Türk Devrimi'ni etkileyecek oluşumlar ortaya çıkıyordu. Eski İttihatçı liderlerden Enver Paşa'nın Sovyetler Birliği'nde bulunması bu etkileşimi son derece ilginç bir duruma sokuyordu. | ||
![]() |
![]() | #65 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türk ve Sovyet Devrimlerinin İlişkileri Türk Devrimi ile sınıfsal devrim kuramı arasındaki ilişkilere bakarken, hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gereken nokta, Mustafa Kemal Atatürk zamanında da, bugün de olayın temelini Türk-Sovyet ilişkilerinin oluşturduğudur. Bir başka deyişle, Bağımsızlık Savaşı sırasında da, bugün de Türkiye açısından konu, yalnızca kuramsal bir olay değil, somutta, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler konusudur. Bu gerçeğin bilincinde olan Mustafa Kemal Paşa'nın da konuya esas olarak ulusal bağımsızlık açısından yaklaştığını artık elimizde olan TBMM'nin gizli oturum tutanaklarından açıkça anlıyoruz. Aşağıdaki konuşma, Meclis'in hemen açılışından sonra, 24 Nisan 1920 günü yapılmıştır. O aşamada, konunun kuramsal değil, somut ulusal bağımsızlık ile ilgili yönü önemlidir. Bütün büyük devrimciler gibi Mustafa Kemal Paşa da, değerlendirmesini işin pratik yanı ve kendi amacıyla ilgisi yönünden yapmaktadır: --Malumu aliniz bolşeviklerin kendilerine mahsus birtakım esasları, noktai nazarları vardır. Ben şahsen bütün vuzuhile ve teferruatile bunlara vakıf değilim (bilmiyorum) ve yakın zamanlara kadar bolşevikler nereye temas ederse, nereye gelirse daima kendi noktai nazarlarını (görüşlerini) kabul ettirmek azmindeydiler. Her ne olursa olsun bu noktai nazarlar; bizim milletimizin de kendine mahsus birtakım noktai nazarları vardır. Bu noktai nazarların siyasi esasatı (esasları) ihtimal ki maruzatımda zikrettiğim ve cümlemizce malum olan noktaları göstermedim. Milletimizin adatı, muktaziyatı diniyesi (adetleri ve dinsel gerekleri) ve memleketimizin icabatı vardır ki, biz her ne yaparsak kendimizi, kendi adetimizi, muktaziyatı diniyemizi nazarı dikkatte tutmak, ona göre kendimize mahsus esaslar vazetmek (koymak) mecburiyetindeyiz. İşte bu itibarla alelıtlak (mutlaka) bizimle bolşevikler arasındaki münasebet şayanı tetkik ve teemmül (düşünme) olur. Bir zamanlar oldu ki, bolşevikler noktai nazarlarını daha umumileştirdiler. Hiçbir kimsenin, hiçbir milletin adet ve ahlaki hususiyetlerine ve milliyet esaslarına muarız değiliz. Yalnız istibdata karşı, emperyalistlere karşı düşmanız. Biz, Avrupalıların bolşevizmden korktuklarını ve bizim bolşeviklerle tevhidi efkar (düşünce birliği) ve harekat edeceğimizden daima kuşkulanmakta olduklarını nazarı dikkate alıyor ve daima düşünüyorduk ki, böyle bir şeye mecbur olmaksızın amali milliyemiz (ulusal amaçlarımız) dahilinde muayyen bir hudutta bizim şeraiti hayatiyemiz (yaşam koşullarımız), şeraiti istiklalimiz (bağımsızlık koşullarımız) temin olunursa... Böyle azim (büyük) bir maksat için, böyle uzak bir daiye (dava) için herhangi bir devleti ecnebiye ile münasebatı ihtilafata; anide girmek belki bizi nedamete mecbur edebilir ve zaten hepimizde de, kendimizde de böyle bir salahiyet mevcut değil. Filhakika bu hududu millimiz dahilinde arzettiğim şeraitle muhafazai mevcudiyet edebildiğimiz takdirde başka bir şey istemek bendenizce doğru değildir. Yalnız her ihtimale karşı, muhafazai hayat ve mevcudiyet için hariçten kuvvet, bir menbaı kuvvet (dışardan bir kuvvet kaynağı) aramak lazım gelirse yine daima kendi noktai nazarlarımız baki kalmak şartile her menbadan istifade etmeyi de caiz gördük. İşte sırf bu nokta daima bolşeviklerin ahvalini, harekatını ve kendilerinden icabında ne dereceye kadar muavenet (yardım) görebileceğimizi anlamaya teşebbüs ettim. Bu teşebbüsat neticesinde şüphe yok bazı temaslar hasıl olmuştur. Fakat bu temaslarımız şimdiye kadar, yani bolşevikler bizimle demin izah ettiğim... manen ve maddeten beraber olan Dağıstan'a kadar temas ettiği halde hiçbir kat'i mevat üzerine müstenit bir şey yapılmamıştır. Fakat böyle bir şey yapmak imkanı mevcuttur.-- (TBMM,I, 4-5 ) . | ||
![]() |
![]() | #66 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mustafa Kemal Paşa'nın Tutumu Meclisin açıldığı günlerde yapılan bu konuşmaya dikkatle bakıldığında, birtakım çok önemli noktaların göze çarpmaması olanaksızdır. Birinci olarak, Mustafa Kemal Paşa, Sovyetler Birliği'nden, sürekli bir biçimde --bolşevikler-- olarak söz etmektedir. Bu da kendisinin muhatap olarak, Rusya ya da komünizm gibi, somut ülke ya da soyut ideolojiyi değil, iktidar partisini aldığını gösterir. İkinci olarak dikkat edilmesi gereken nokta, kendisinin, bolşeviklerin görüş açıları konusunda yeterince ve ayrıntılı bilgi sahibi olmadığını söylemesidir. Oysa, biraz aşağıda, örneğin --emperyalizm-- ve --milliyetler sorunu-- gibi konuları iyi bildiğini görüyoruz. Öyle sanırım ki, ortaya koyduğu --bilgisizlik--, --bilgisizlik--ten çok bir --güvensizlik-- belirtisidir. Bir başka deyişle, Mustafa Kemal Paşa, Lenin ve arkadaşlarının ne söylediklerini iyi bilmekte, fakat ne yapacaklarını tam kestirememektedir. Büyük komşu ile yakın işbirliğinin ulusal bağımsızlık ilkesine gölge düşüreceği korkusunu içinde taşıdığı anlaşılmaktadır. | ||
![]() |
![]() | #67 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Üçüncü nokta şudur: Dikkat edilirse, tüm konuşmanın ana teması, ulusal bağımsızlık düşüncesidir. Bu konuda o denli duyarlıdır ki, pek sempati beslemediğini bildiğimiz dinsel ilkeleri bile, ulusal bağımsızlığımıza temel olarak kendimize özgü bir ulusal yapımız bulunduğunu vurgulamak için kullanmaktadır (Bu konuda, Atatürk döneminde A.B.D.'nin Türkiye büyükelçiliğini yapmış olan Sherrill'in şu yargısı oldukça ilginçtir:--Türkler, Rusya'daki Sovyet Hükümet tarzının memleketlerine girmesine kat'iyen müsaade etmemişlerdi. Aynı şekilde, İtalya'nın faşist sistemine de kesinlikle karşı çıkmışlardı.-- (Sherrill, tarihsiz:119). Dördüncü bir nokta, ulusal bağımsızlık ilkesi için gerekirse herkesle işbirliğinin yapılabileceğini vurgulamakta oluşudur. Beşinci bir nokta ise, o güne dek, Sovyetler Birliği ile bazı temasların yapılmış olduğunu belirtmesidir. Fakat bu konuşmanın tarihine kadar, henüz somut bir işbirliği söz konusu değildir. Bu aşamada, Mustafa Kemal Paşa'nın --sınıfsal devrim-- kuramı ile tüm ilişkisi, somut bir sıcak savaşa yol açan emperyalist işgaline karşı, Sovyetler Birliği'nde iktidarı ele geçirmiş olan bolşeviklerin Anadolu eylemine karşı alacakları tutum ile sınırlıdır. Nitekim, konu tümüyle savaş açısından ele alınmaktadır. Yine gizli oturum tutanaklarından öğreniyoruz ki, Mustafa Kemal'in Kafkasya'da --adamları-- vardır: | ||
![]() |
![]() | #68 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Efendim bizim bidayetten beri (başlangıçtan beri) Kafkasya dahilinde birtakım adamlarımız vardır ve oraya gitmiş olan zevata verilen salahiyetlere göre Azerbeycanlıların bizim noktai nazarımız dahilinde bizimle tevhidi mesai (işbirliği) etmelerinin temini kendilerine havale edilmişti. Son aldığımız bir malumat vardı ki (belki 15 günlük bir malumattır) bu malumatta Azerbeycan-Türkiye ittifakı tasdik edilmiştir ibaresi vardır. Fakat bittabi nasıl şerait mevzubahs olmuştur, ona dair tafsilat olmadığı için arzetmiyorum. Azerbeycan Hükümeti'nin teşriki mesaisini temin etmek lehimizedir.-- (TBMM, I, 33). Görüldüğü gibi, konu bir savaş sırasındaki dış ilişkiler çerçevesinde ele alınmaktadır. Yine aynı gizli oturumda bakın bir milletvekili, Çorum delegesi Haşim Bey ne diyor: --Paşa Hazretleri, Ermenilerin Bolşeviklerle ittifakı bizim aleyhimize olur. Biz, onlardan evvel itilaf etsek (anlaşsak) acaba mümkün değil mi? Bolşeviklerle ittifak etsek olmaz mı? (TBMM, I, 33) . Oysa, bir süre sonra Anadolu'da sosyalist eylemler ve akımlar güçlenmeye başlayacaktı. Özellikle Mustafa Suphi olayı ile doruk noktasına ulaşacak olan olaylar resmi bir Komünist Partisi'nin kuruluşuna bile yol açacaktı. Bütün bu olaylar dizisi içinde iç dinamik kadar dış dinamik de etkendi. | ||
![]() |
![]() | #69 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| adolu'da Sol Akımların Gücü Gerek Osmanlı'nın son döneminde, gerek Kurtuluş Savaşı sırasında, gerekse, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, sınıfsal devrim kuramının temsilcileri olan sol akımlar için en önemli etken hiç kuşkusuz (özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında) dış dünyaydı. İç dinamik bakımından ise durumu Mete Tunçay şöyle çözümlüyor: --Aslında, 1908-1925 yıllarındaki siyasetin genel akışı içinde, bunlar (sol akımlar) pek az önem taşıyan hareketlerdir. Hemen hiçbir zaman, bir halk hareketi olmak boyutlarına yaklaşılmamış, bazı küçük aydın çevrelerinde kalınmıştır. Burada yapılan yorum yanlış değilse, Türk toplumunda İkinci Meşrutiyet'in ve Cumhuriyet'in ilanıyla denenen, altyapının elverdiği olanakların ilerisine devrimci sıçrayışlar, Batı'nın -temelinde kapitalist endüstriyalizmi bulunan- yaşam biçimine özenişten kaynak almışlardır. Etkili bir biçimde herhangi bir toplumsal tabana basamayan bütün ilk sol akımlar ise, esas itibarıyla bu yönelimi desteklemekten öteye gidememişlerdir. Bu destekleyiş, daima iktidarları hazır olduklarından daha ileriye itmek suretiyle ortaya çıktığı için, hükümetlerin solculara karşı susturucu tavırlar takınmalarında ve solcuların da hükümetlere karşı genel bir özgürlük savaşına katılmalarında şaşılacak bir şey yoktur.-- (Tunçay, 1978-a:29-30). Aslında, Kurtuluş Savaşı'mız sırasında gerek dış dinamik, gerekse iç dinamik açısından tarihsel ve toplumsal gerçeğin ne olduğu sorusunun sürekli tartışma konusu yapılmasının nedeni, bugünkü siyaset sahnesinde çatışan görüşlerin, tarihi yeniden yorumlama çabalarından doğmaktadır. Bugünkü yeniden yorumlama çabaları ne olursa olsun, Kurtuluş Savaşı'mız sırasındaki birtakım tarihsel ve toplumsal gerçekler yadsınamaz. Bunları şöyle özetlemek olanaklıdır: | ||
![]() |
![]() | #70 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birinci olarak, Mustafa Kemal Paşa, sınıfsal bir devrim modelinden hareket etmemektedir. Bunu pek çok kanıtın yanında, Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'daki Sovyet temsilcisi olan Aralov'a söylediği şu sözlerde de görüyoruz: --Sizin Rusya'da, mücadeleci, emektar bir işçi sınıfı var, ona dayanmak mümkündür ve dayanmalıdır. Bizde işçi sınıfı yoktur, köylüye göre ağırlığı çok azdır. Sizde endüstri gelişmiştir. Bizde ise yok gibidir. Fabrikalarımız, parmakla sayılacak kadar azdır.-- (Bu yıllarda, ülkede, daha önce de olduğu gibi, aslında işçi eylemleri vardı. --Etingü, 1976; Sencer, 1969; Sülker, 1973; Çıladır, 1977). Fakat bu eylemlere karşın, gelişmiş bir işçi sınıfından söz etme olanağı yoktur.) (Aralov, 1967:92). Sovyetlerin Görüşü İkinci olarak belirtilmesi gereken nokta, Sovyetler Birliği'nin Türk Kurtuluş Savaşı'nı, anti-emperyalist bir eylem sayması ve bu nedenle de Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardımcı olmasıdır. Yine Aralov, bu konuda Lenin'in kendisine, Türkiye'ye yola çıkmadan önce şunları söylediğini yazıyor: --Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız... İngiltere onların üzerine Yunanistan'ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de bir sürü memleket saldırttı... Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bugünlerde Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara'ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye'de karşılaşacaksınızdır. Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye'ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır.-- (Aralov, 1967:38). Yine Lenin, --Her iki halk da son yıllarda emperyalist devletlerden çok çektiler-- diyerek Atatürk'ün eylemi ile kendi eylemi arasında koşutluk kuruyordu (Şemsutdinov ve Bagirov, 1979:44) . | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |