![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ondokuzuncu yüzyılın sonu, yirminci yüzyılın başı, Osmanlı'nın altı yüz yıllık görkemli, birikiminin iç ve dış ögeler sonundaki iflasına tanık olmaktadır: Toplumsal yapının tüm ögeleri geçmişin İslam Devleti'ni ya da bu devletin kalıntılarını yansıtmaktadır. Buna karşılık kültürel yapı bir yandan yüzyılların getirdiği evrimi, öte yandan Fransız Devrimi ile tüm dünyayı etkileyen değerleri bir ölçüde de olsa kendisine mal etmiştir. Böylece, İslam'ın, merkezi feodal yapıyı yansıtan devlet biçimi ile, Fransız Devrimi'nin kapitalist gelişmeyi yansıtan akılcı, eşitlikçi ve dayanışmacı değer ve inançları tam bir sürtüşme içine girmişlerdi. Bu uyumsuzluğa, bir de İmparatorluğun Batı karşısında önce askeri, daha sonra da mali ve ekonomik alanlarda algılanan güçsüzlüğü eklenince, ortaya çıkan durum toplumsal yapı ile kültürel yapı arasında tam bir çatışmaya dönüşmüştü. Bu çatışma içinde, İmparatorluğun geleneksel güçleri, eski kurumsal düzen içindeki etkili yerleri tutmuş olduklarından ve bu yerlere ilişkin çıkarları somut bir biçimde tehlikede bulunduğundan, toplumsal yapının değişmeden sürmesi yönünde çaba harcıyorlardı. Buna karşılık, Batı etkisine açık olan ve bu yüzden yeni kültürel değerleri benimseme şansı yüksek olan asker bürokrasi ve, bir kısım sivil aydınlar, bir yandan da tarihsel olarak kendilerine yüklenmiş olan --İmparatorluğu kurtarma-- görevinin baskısı altında, yeni inançların, yani değişmekte olan kültürel yapının temsilcisi durumundaydılar. İşte bu uyumsuzluk içinde Weber'in deyimiyle artık meşruluğunu kaybetmiş olan toplumsal yapının savunucuları, ideolojik planda ne yazık ki İslam'a sığındılar. Buna karşılık, yeni gelişmekte olan kültürel değerlerin savunucuları da ideolojik planda, eylemlerini --Batılılaşma-- çerçevesinde topluma sundular. Böylece günümüze dek uzanan talihsiz Batıcı-İslamcı çatışması İmparatorluğun yıkılış döneminde iyice billurlaştı. Çatışmanın talihsizliği, Batıcıların, İslam'ın günümüzde bile işlevsel olabilecek, barış, kardeşlik, paylaşma gibi kavramlarını dahi, tüm İslam'a karşı oldukları için yeterince kullanamamalarında; İslamcıların ise, Batıcılığa karşı oldukları için pek çok çağdaş değer ve uygulamayı yadsımalarında görülmektedir. Bu konudaki tartışmayı ilerdeki bölümlerde sürdüreceğimizi belirterek, şimdi, Mustafa Kemal Atatürk'ün karizmatik liderlik işlevini çözümlemeyi sürdürelim. | ||
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |