Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > Marşlar > Popüler

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 09-12-2006, 00:30   #21
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yüreğimiz ruhunuzladır

02-10-2004


Geçmişe dönüp baktığımızda hep kahramanlık türküleri söylenir Beşiktaş tribünlerinde. Ve hep yiğitlik şarkıları ezberletilir bebelere. Zulamızda terleyen binlerce siyah beyaz resim vardır, arkadaşımıza göstereceğimiz. Ve duvarlarımıza en güzel siyah beyazı biz asarız. Beşiktaş kapalısı ve efsanesini yaratmak ve ona gıpta ile bakmak sırf siyah beyaz bir düşünce değildi. Taraflı tarafsız herkesin parmakla gösterdiği bir tribün yaratmıştık. Bu süreçte yüzlerce düşmanla savaştık. Aklınıza hangi türlüsü geliyorsa. Ve kafa tuttuk imparatorluklara. Asla yalnız yürümedik. Yüzlerce delikanlı davamıza ortak olmuştu. Beşiktaş aşkının verdiği güçle daha sıkı, daha sağlam, daha siyah, daha beyaz bağlanmıştık birbirimize. Ve onlarcası aramızdan ayrıldı. Göç ettiler bu dünyadan. Kritiği (Müfit) hala görürüm, İstanbul'un herhangi bir caddesinde. Elinde bayrağı, boynunda atkısı ve şapkası hiç eksik olmazdı kafasından. Belki şimdi gökyüzünde bize yukarıdan bakıyor ama ben hep görürüm onu. Öylesine siyah beyaz herhangi bir yerde. Çatal yürekli cüceyi (Ayhan) görürüm, Beşiktaş'ın herhangi ber sokağında. Hayatını adamış bir Beşiktaş bayrağına. Ve elinden düşmeyen o çanı ile bizlere seslenir: "Yürüyüüün laan!" Hacı babayı görürüm, sürünüyorum şarkısının laylayını söylerken. Bir ömüre sığdıramamışken Beşiktaş'ı, ille de ille, söylememizi ister: Beşiktaş'sın seen bizim canımıız... Dağ gibi Soner'imi görürüm, hayatının baharındayken arkasına bakmadan yürüyüp giden. Mühendis Oktay'ımı görürüm, bir Galatasaray maçı çıkışında otobüs beklerken... Sapsarı saçlarıyla Süleyman'ı görürüm, kokuşmuş bu dünyaya her esprisi ile ders veren. Ve kızların sevgilisi Serkan'ı görürüm, Kuzguncuk sokaklarından İstanbul'a taşan. Bu tribünün kurulmasında çok büyük payı olan kokoyu (Cavit) görürüm. Hayatını tırmalayarak kazanan ve saçma sapan kaybeden! Ve Ece'yi görürüm, gökyüzünün herhangi bir kavşağında. On yıllık kısacık ömründe Beşiktaş'a şiirler yazarken. Benim hanımın gelinliği ve onun duvağı hala elindedir belki... Ve o da terkeder suratında maske ile dolaşan bu iğrenç dünyayı. Cennetlik bu kardeşlerimizi siyah beyaz kefenlere sararak gömdük. Mezarlıklar doldu taştı her seferinde. Göz yaşımızın her damlasında bir okyanus gizliydi. Tutamıyorduk... Boncuk boncuk yanağımıza süzülen o gözyaşlarından yıkılmayan bir kale yapmıştık. Ve and içmiştik mezarlarının başında. Ve ağlayarak bağıran, bağırdıkça ağlayan delikanlılar gördüm perşembe akşamı tribünlerde. Duyguları göz pınarlarına taşmış. Ve stadın her yerinden alkış yağmuru gördüm, kapalıyı tebrik eden. Şanımıza san veriyorlardı. Sonra meydanı boş bulduklarını zannedenleri gördüm. O aç yırtıcılar irinlerini dışarıya fışkırtıyorlardı. Beşiktaş'ı yok etmek için önlerindeki tek engeldi Beşiktaş taraftarı. Asla yıkılması mümkün olmayan bir kaleye saldırıyorlardı. Akılları sıra bizi de çökertip arzuladıkları cumhuriyetlerine! kavuşacaklardı. Ve siz cennetin herhangi bir penceresinden bizi seyreden yolu siyah beyaz bütün arkadaşlar. Verdiğiniz onca emek boşa gitmeyecektir. Sinsi zulümlerle gizli gizli düğmeye basan üç beş paçası yırtık, Beşiktaş taraftarını asla lekeleyemez ve yıkamaz. Haklılar her zaman boş arazilerde, teke tek dövüşlerde ortaya çıkarlar. Perşembe akşamı tribünlerden verilen cevap hakkın ve doğrunun ta kendisidir. Ruhunuz şad olsun...
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:30   #22
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Beşiktaş ve İrlanda!..

05-10-2004


Bütün Britanya'yı ele geçirmek isteyen İngiltere'ye karşı İrlandalılar, Galliler ve İskoçlar birleşirler. İngiltere Krallığı'ndan istedikleri yalnızca adalettir. Bu istekleri dikkate almayan bu krallık, daha da ileri gidip, insanların topraklarına hatta namuslarına bile, namussuzca göz diker. Ve uyuyan bir devi, yüreğinde sadece sevgi olan İrlandalı William Wallace'ı uyandırırlar. Ve bu üç saç ayağıyla İngiltere arasında, film kopar. Uçsuz, bucaksız boş bir arazide kapışılır. Anlayacağınız tam bir er meydanı. Kılıçlar çekilir, okçular gider, atlılar gelir, mızraklar atılır, piyadeler koşar, koşar, koşar... İngiltere'ye muhalefette başı İrlanda çekmektedir. İngiliz piyadeleri savaş nidaları atıp, depara kalkınca İrlandalılar da kendi cephelerinden karşılık verirler. Ve göğüs göğüse gövde gövdeye mücadele başlar. Tam istediğimiz gibi. İngilizler ise bu olaya başka bir savaş taktiği ile cevap verirler. Ve işte o anda ihanet 32 dişiyle gülmeye başlar. Buram buram kokan bu hayınlık bütün Britanya'yı sarar. İkinci İngiltere saldırısına cevap vermesi gereken, hatta bütün araziyi çevrelemesi planlanan İskoçlar ve Galliler, o er meydanı dediğimiz savaş alanından İrlandalılar'ın göz bebeklerine baka baka kahpece ayrılır. Taraftar pardon savaşçılar ne yapacağını şaşırmıştır. Meğer İngilizler, İskoçlar'ı da, Galliler'i de kilolarca altına satın almışlar. Kahpece kurulan bu tuzakla İrlanda'yı alt ederler. Üstüne üstlük ismi yedi düveli aşmış William Wallace'ı da yakalarlar. Ve İngiltere'ye getirirler Wallace'ı. İdam sehpası kurulur. Celladın salyaları akmaktadır. Kesici aletler yan yana dizilir. Paçalarımın asaleti ile kral belirir birden... "Yaşasın İngiltere Krallığı, diye bağır İşkence yapmayalım sana" der. William Wallace bağırır; Öz-gür-lük... Son şans verir Kral ve Wallace yine bağırır. Öz-güür-lüük... Hiç bitmesini istemediğim bu film Wallace'ın parçalara bölünen vücudunun, İngiltere'nin meşhur meydanlarında sallanmasıyla son bulur. Filmin ismi Braveheart. Ha unutmadan söyleyeyim: Filmde bir de cüzzamlı adam var. Aslında çatı tam oradan su alıyor. Fetbazın, yılanın, hayının ve sinsinin en önde flama taşıyanı o... Çok az rol almasına rağmen filmin bayağı bir yükü onda. Şimdiiii... Britanya Adası'nı Türkiye Ligi, kabul edersek, İrlanda'yı da Beşiktaş olarak alırsak, Galler kimdir, İskoçya nedir, William Wallace kime benzetilebilir? İngiltere hangi kurum olabilir? Birazcık düşünün ve cevap verin. Sanırım bulmakta fazla zorlanmayacaksınız... O cüzzamlı adamı da unuttuğumu zannetmeyin. Onu da beynime kazıdım.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:31   #23
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sosyete Eczacı!

08-10-2004


"Ne Eczacı, ne Tofaş, en büyük Beşiktaş" diye bağırırdık o yıllar basketbolun biraz cilveli, biraz karizmalı ama çokça paralı hegomonyalılarına. Genelde müessese takımlarının yapmacık zaferleriyle biterdi maçlar. Jum shoot atardık, hook shoot atardık, sayı atardık, hatta kendimizi yere bile atardık maçı kazanalım diye. Ne mümkün! İki düdük ya da bir steps ya da düzmece bir faul çalardı hakemler. Bütün salon ayağa kalkardı. Küfürün bini bir para! Hakem aşağı, hakem yukarı. Ve isyan ederdi basketçiler, çepeçevre itirazlara boğarlardı hakemi. Tabii malum karar çıkardı. Teknik faul! Ve salon patlardı: "Müessese uşağı inme hakemler." Aldığımız ne maçları verdik böyle altın tepside. Oysa kurulu düzene oyuncak yapıyorlardı bizi. Ne hüzünler yaşardık bir bilseniz... Hatırladığım kadarıyla Ahmet, Hurşit, Battal, Erman ve Tom Davis'li kadrosuyla bir şampiyonluk koparmıştık Spor Sergi Sarayı'nın parkelerinden! Hey gidi Spor Sergi Sarayı... Nelere şahit oldun sen. Ne maçlar yaşadın. Dilin olsa da !? Ne dili, külün bile kalmadı ki konuşasın. Sen gittikten sonra basketbolun da tadı kalmadı. Eczacıbaşı, müessese olabilmenin avantajıyla hüküm sürüyordu ligde. Onlarla oynadığımız her maçta 5-6 bin basıyordu Sergi Sarayı. Onlar bizi hakemlerle eziyordu, biz de taraftarımızla. "Hapçı, kapıcı, sosyete Eczacı" sloganı her maçta teknik heyeti biraz sinirlendiriyordu. Rahmetli Aydan hoca ile uğraşmadan çıkmazdık salondan. Affetsin bizi. "Bombarasi bombarasi bom bom bom, siyah-beyaz güm güm güm" sloganı o zamanki tezahürat anlayışının en skorer sesiydi. Kamera, bayrak, skorboard, sosyete ve üst kattan oluşan beş tribünü vardı Sergi Sarayı'nın. Sahaya hakimiyet, genişlik ve büyüklük bakımından bayrak tribünü en makbulüydü. "Neler oluyor hayatta, bir de şu rüyam gerçek olsa" diye başlayan "Beni arıyor, beni soruyor, hayırdır inşallah" diye biten bu şarkı bir Spor Sergi geleneği haline gelmişti... Aslında basketbol nostaljisine gömüldüğüm bu yazıda hatırlatmak istediğim yaklaşan basketbol ligi midir, yoksa futboldan hiç bahsetmemem, altı çizilmesi gereken bir protesto çeşidi midir? Hiç bitmek bilmeyen isyanım, hakkımızı alana kadar feryatlarıma kardeş olacaktır. Basketbol camiasına hürmetlerimle...
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:31   #24
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İstenmeyen adamlar!

12-10-2004


Yozlaşan dünyamızda farklı meskenlerde çeşitli duygularla karşılaştığımız olmuştur. Gerçek hayata bakış açısından son derece önemlidir bu randevular. Artık sırça saraydan çıkılmıştır. Yer yoktur maskeyle gezenlere. Ve kalleş cirit atarken sokaklarda söz delikanlının hakkıdır. Kocaman yürekli, kocaman adımlı adamlar gördüm pazar günü Ahmet Fetgeri'de. Basketbol topu değildi elleriyle oynadıkları, sıkı sıkı sarıldıkları hayatın ta kendisiydi. Sandalyenin üzerinde oynuyorlardı. Ve o sandalyenin bilek hakkıyla dönen tekerlekleri vardı. Ayaklarıyla yere basamıyorlardı belki ama yürekleri dolaşıyordu salonun her santimetrekaresinde. Maskesiz, tertemiz ve bir o kadar da asil duruşları vardı gözlemlediğim. Kazanma hırsını sadece ama sadece alınteriyle birleştirmenin haklı vakurluğu vardı üzerinde. Kendisiyle böyle barışık Yüreği böyle altı okka Ve hayata böyle feyk atan Engelli basketbolcu kardeşlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum. Yiğitlerin harman, yüreklerin civan olduğu, buram buram alınteri kokan Ahmet Fetgeri Salonu'ndan ayrılırken aklım büyük nezaket gösterip maça gelen ve o maçı pürdikkat gözlerle seyreden Del Bosque'ye takıldı. Ve bayağı gerilere gittim. Aklıma filinta boylu Pascal'ım düştü. Akrep dolu kuyulara itmişlerdi. İlkinde arkasında durmuştuk ama ikincisinde 100. yılımızdan vurmuşlardı. Yakışıyordu bize ve çok yararlıydı. İstemediler. Sonra Toshack düştü aklıma. Adam birkaç kişinin yerini değiştirmiş, birkaç kişi de yedek bırakmıştı. Oysa ileriye dönük büyük yatırımları vardı. Beşiktaş'a 10 senelik bir takım yaratacaktı. İstemediler. Ve Daum'a ilk defa sinirlendim. Ona bir gelecek hediye etmiştik kimyasalı (!) olmayan. "Lösemili çocuklar seni çok özledi" flaması hala gözlerimin önündedir. Beşiktaş'a hizmet ederken kokainman, bu ülkeye girmemesi lazım, 'Benim olduğum yerde çalışamaz' diyenlere hep göğüs gerdik. Oysa şimdi 'dahi' diyorlar. Onu bile hazmedemediler. Gönderdik. Zago'yu bile alet ettiler emellerine. Kuşadası'ndaki seminerlerinde linç ettiler adeta. Çünkü en iyi defans oyuncusunu transfer etmişti Beşiktaş. Heryerden saldırdılar. 'Cani' dediler, 'cellat' dediler. Halbuki çok yararlıydı bize. Yükselen bir değerdi. Maalesef gönderdik. Ellibir maçta bir mağlubiyet alan, geldiği sene şampiyon olan, dönen entrikalara delikanlıca dikilen, başarıları arttıkça korkaklıkla suçlanan ve avucumuzun içinden alınan şampiyonluğa isyan eden Lucescu ilişti hayallerime. Onu da istemediler. Hiçbirisinin arkasında duramadık. O kadar hızlı, o kadar sinsi dönüyordu ki çarklar alev alan yeri söndürürken öte yanı su basıyordu. İnce hesaplanmış milimetrik tezgahlanmış bu oyunlar devam etmektedir. Bize iyi olan hiçbir şey istenmemektedir. Ve kötüye ısrarla iyi denmektedir. Ve bu düzenin son oyuncağı Alex Ferguson'un yere göğe sığdıramadığı Steaua Bükreş'in patronunun 'Hayalimdeki tek şey elini sıkmaktır' dediği Vicente del Bosque'dir. Yanında mı yürürüz, arkasında mı dururuz bilemem. Elimizdeki takdire şayan taşlardan bir tanesidir. İnanılmaz kıskanılmaktadır. Şahsına desteğimiz sürdükçe mutlaka başaracaktır. Ve bu sefer kıskananlar çatır çatır çatlayacaktır.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:32   #25
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Vicdan azabı!

15-10-2004


Zulamda kan ter içinde bekleyen kan kırmızısı iki şişe köpek öldüreni, bir kuzu gibi yatırıverdim ayaklarımın dibine... Amacım, kötü gidişten mütevvellit, az bir şey efkar dağıtmaktı. Yoksa ne bir plazanın 12.katındaydım, ne elimde bir duble Macallan vardı, ne de püfür püfür tüttürülecek Cohiba marka purom, ne de hayalini bile kuramayacağım 20 milyon dolarım... Sahip olduğum yalnızca alnımın akı, anamın helal sütü ve babamdan miras şanlı Beşiktaşıma gönül üyeliğimdi. Zulmedilmenin, itilmenin, her seferinde ezilmenin haksız yumruklarına gard alarak büyüdük. Steven Spielberg'in hayal senaryolarına kafa tutan pırıl pırıl bir delikanlılığımız vardı. Gerçekle kolkola yaşayan, asla sanal olmayan bir dünyaydı bizimkisi. Perde arkalarında dönen dolapları görmezden, adam başı verilen şahinleri duymazdan gelirdik. Yüreğiyle mücadele edip, bileğiyle kazanmanın, haklı onurlarını kaç kez yaşadık şarkılı, türkülü, şenli(!) eğlencelerimizde. Afganistan çöllerindeki sinsi sinsi döşenmiş mayınlar bile kıskanır olmuştu, bize kurulan namert tuzaklarını. Yiğitliğe verilen madalyaları çöplüğe atanlar, çöp tenekelerini başarı kürsüsüne çıkartıyorlardı. Gak dendiğinde ağzımızdaki peyniri düşürmemizi isteyenler tırnaklarımızla, dişlerimizle sökerek koparttıklarımıza burun kıvırıyorlardı. Hava kirliliğinden sonra, adam fakirliğine de mi yenik düşüyorduk yoksa. "Haklının yanındayım, güçlünün değil" diyecek birileri yok muydu etrafımızda. Ayaklarımın dibindeki köpek öldüren, sosyete kulvarındaki Macallan'a nispet yapıyordu. Ciğerlerimi zıplatan bu şişe içimi de ayrı ısıtmıştı. "Yak bakalım, yak bakalım puroları yak bakalıııımm" diye tempo tuttuğumuz, yoksa şampiyonlarımızı da çalan markası Cohiba olan purolar mıydı? Salı günü Fanatik Gazetesi'nde Necil Ülgen imzalı o yaşanmamış(!) hikaye bir yazarın vicdan azabı mıdır, yoksa herhangi bir vatandaşın kendisiyle bir iç hesaplaşması mıdır? Yoksa toplumsal çöküntü yaşadığımız bu günlerde üstü yaşanmamış hikaye örtülü gerçeğin ta kendisi midir? Futbol kamuoyuna hürmetlerimle!
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:32   #26
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sinsi siyaset!

19-10-2004


Uzun uzun düşünmüştü... Bunca zaman beraber yaşadığı çocuğa ne diyecekti? Çare yoktu. Emir kesindi. Ve vakit tamamdı. Terk edecekti, terk etti. Terkedilmişliğin verdiği acı, yerini kayıp rüzgarlarına bıraktı ve onca yıllık "Çarşı" Boyner oldu. İşte o anda tek oluşumuzun ve var oluşumuzun sayın Cem Boyner tarafından tescillenmesi(!) futbol kamuoyunu ne kadar ilgilendiriyor, ilgilenemem ama beni ayrı düşüncelere itti. Beşiktaş taraftarını Çarşı'ya yüklenerek bölmeye çalışmanın sinsi düşünceleri, siyaset sayfalarına bile taşınmıştı. Yapılan onca provoke, verilen onca ara gaz, "Terk ettirilememenin" rüküş kıyafetlerini andırıyordu. Oysa biz sevdanın ağır ağır kavrulduğu bir memleketten geliyorduk. Güneş bir dilim ekmeğin bölünmesine bile şahitti. Ve masmavi gökyüzünü hep bulutların arasından görüyorduk. Terk edilemeyen bir sevdanın altın prangalarını taşıyorduk yüreğimizde. Yağmur yağdığında altına girilecek bir şemsiyeydi "Çarşı" o kadar. Yoksa şanlı Beşiktaş taraftarından ayrı bir mukayese kantarına çıkarılmak zaptedilmiş köşelerin yılanlarla takviyesi değil de neydi?.. Aç ve susuz kalan, karanlık gecelerde ihaneti yaşayan ve can'ın binbir türlüsünü gerçek hayatında hisseden Ahmed Arif "Terk etmedi sevdan beni" derken Beşiktaş taraftarının sesi soluğu mu olmuştu yoksa?.. Arzulanan terk ediş, istenilen maça gelmeyiş ve istifa seslerinin bir türlü duyulamaması birçok kişiyi derinden yaralamıştır. Kurulan tuzaklar hep boş kalmıştır. Tek bir Beşiktaşlı bu tuzaklara düşmemiştir. Yedisinden yetmişine, bilinçli desteklemenin ne olduğunu yedi düvele göstermiştir. Sayın Cem Boyner "Çarşı"sını belki ticari bir amaçla terk etmişti ama saygıdeğer bazı büyüklerimizin medya desteğini de arkalarına alarak Beşiktaş camiasına sundukları "Çarşı'yı terk ediş" senaryoları ve kampanyaları, sayın Umur Talu'nun dediği gibi "Gazeteciliğin ve haberciliğin hakkıyla yapılamadığı" bir ortamda dahi iflas etmiştir
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:35   #27
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bir de benden dinleyin

22-10-2004


Şiddetin önlenmesi ve asgariye indirilmesi konusunda hazırlanan yeni yasa tasarısı hakkındaki bazı çalışmalarımı futbol kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. İzninizle...

1- Taraftarlar için uygulanan bütün yasakların, medyaya ve yöneticilere de uygulanmasını (ki yeni çıkan yasada var) uygun görmekteyim. Bence bu madde en etkili sistemlerin ana iskeletini oluşturacaktır. Böylelikle hafta sonu oynanacak olan maça hafta içinden pompalanacak kışkırtma ve tahrik operasyonları en aza inecektir. Ve taraftar maça daha aklı selim gelecektir.

2- Diğer etkili olacak hususların bir tanesi de yetkililerin rahmane bir tavır sergilemesidir. Bir müsabakadaki etkili ve yetkili kişilerin daha sağduyulu davranması gerekmektedir. Örnek, elinde kartı olduğu halde maça giremeyen taraftarın haleti ruhuyesini anlamak ve ona kızmamak!..

3- Ayrıca kültürsüz-cahil olarak gösterilen tribünlerin aslında hiç öyle olmadığı (aksini iddia eden varsa Beşiktaş tribününü araştırsın) tribünü oluşturan kişilerin tamamına yakınının tahsilli fertlerden oluştuğunu herkese açıklamalıyız. Açıklamalıyız ki adeta paranoya haline gelen "Çocuğumu maça göndermem" psikolojisi değişsin. Avrupa daha beter

4- Şiddete Avrupa penceresinden baktığımızda, karşımıza milliyetçilik ve ırkçılığı arkasına alarak çıkıyor. Konuşulanların ve söylenenlerin aksine Türkiye'de milliyetçilik ve ırkçılığa verilen örneklerin hiçbirisinin uymadığını görüyoruz. Avrupa ülkelerindeki Real Madrid-Atleticho Madrid, Barcelona- Real Madrid, Ajax-Feyenoord ve Glasgow Rangers-Celtic maçları "din savaşları" nispetinde geçmektedir. Oysa ülkemizdeki derbi maçlarda veya doğudaki takımla, batıdakinin mücadelesinde geleneksellik, hırs ve rekabet ön plana çıkmaktadır. Bir hakemimizin Pascal Nouma'ya sarfettiği "Zenci" kelimesi Beşiktaş tribünlerinde "Hepimiz zenciyiz" şeklinde cevap bulmuştur. Bu da gösterir ki bazı Avrupa ülkelerindeki ırkçılık ülkemizde yoktur. BJK, GS, FB, üçgeninde yapılan derbiler seneler önce başlatılan bir tribün mücadelesinin ufak kırıntılarını taşımaktadır. Öyle ki bir GS'li babanın çocuğu FB'li olabilir, ya da FB'li babanın çocuğu BJK'li olabilir. Ama hiçbir Celtic taraftarı babanın çocuğu Glasgow Rangers'ı tutamaz.

5- Şiddete bir pencere daha açalım. Çocukların ve geç dimaların akıllarının ve beyinlerinin bir fotoğraf makinesi gibi olduğunu biliyoruz. Yani gördüklerini çok çabuk kaptıklarını ve bunun etkisiyle büyüdüklerini biliyoruz. 90'lı yıllarla birlikte çok kanallı hale gelen televizyonlar ekrana koydukları şiddete, hiddete, kana, ölüme, korkuya, gerilime dayalı Amerikan filmleri gençler üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Öyle ki atari salonlarında play-station'lar vurdularla, kırdılarla doludur. Görmekte ve okumaktayız ki nice banka soygunları, cinayetler bu filmlerden esinlenerek yapılmıştır (Sen kalk ilgi çeksin diye spor programlarının fragman ve jeneriklerinde meşalelerle yanan tribün kareleri göster, sonra da meşaleyi statlarda yasakla). Bu bağlamda yukarıda gösterdiğim örneklere çözüm amaçlı panel ve brifingler düzenlemeliyiz. Merci sahibi kişileri değil bu işin içinde büyümüş tribünlerin tozunu yutmuş aklı başında kişilere söz hakkı verip, fikirlerini almalıyız. Problemler işin ehli insanlarla çözülür, yüzeysel çözümler her zaman kısa vadelidir. Saygılarımla...

-----------------------------------------------------------------------
Siz kargaları güldürün

26-10-2004


Bazı spor yazarlarımızın 3-5-2'si ile bizim Del Bosque'nin 4-4-2'sini bu sayfalara taşımak abesle iştigal olur herhalde. Bütün dünya 4-4-2'ye dönmüşken ve o sistemin içinde başka bir sistem kurmuşken!.. Hala mı, diyesim geliyor. Ama sonra düşünüyorum, bunları yazan, Del Bosque'ye "Git" diyen, "4-4-2 bu takımın şablonuna uymaz" diyen, Beşiktaş'ı kötüleyen ve içimizden gelip adam olmasına rağmen "Onlar" diyebilen ve de "Kazandıkları penaltılara baksınlar, Trabzon'da verilmeyenlere değil" sazanlığı yapanlar, baksanıza hepsi Beşiktaşlı! İçlerindeki aydınlığı köşe başlarını tutmuş çıyanlara kaptıranlar bir gün şanlı Beşiktaş taraftarı önünde yargılanacaklardır. "Beşiktaş'ın lobisi yok" diye sayfa sayfa yazı yazanlar, sizlere sesleniyorum: Hu huuuu orda mısınız? Lobisizliğimizi size borçluyuz. Uzaktan racon kesmeyle, ahkamı yanlızca kalemle yazmayla malesef bu işler olmuyor. Elalemin yazarları kanının son damlası pardon mürekkebinin son damlasına kadar takımını savunuyor. "Yolun bittiği yerde yol bitti" dersiniz olur biter (Korkmayın yollar hiç bitmez). Belki iyi bir şey değil bu. Kabul ama oyun bu mahallede böyle oynanıyor. Gelelim beterine; 1. Tan Sağtürk adındaki balet arkadaşımız bir söylemde bulunmuş. Futbolcuların "gay"liğine müteakip: "İçlerinde de vardır" demiş. Malzeme sıkıntısı çeken medyaya da gün doğmuş. "Vay efendim nasıl der? Nasıl söyler? O görür gününü. Hemen mahkemeye vereceğim" diyenler oluşmuş. Sanki çocuk "Futbolcuların hepsi katil" dedi. Yapmayın etmeyin abiler; siz milletin cinsiyet belirleyicisi misiniz? "Gay"lik insanların genleri ve hormonlarıyla alakalı bir durumdur. Sakallı, bıyıklı, devasa adamlardan da "gay" çıkar. Bu bir suç da değildir. Ne olur yapmayın ya! Siz 4-4-2'ye, Del Bosque'ye falan saldırın. Hatta deyin ki, Beşiktaş taraftarı, "Beşiktaşım benim, biricik sevgilim" tezahüratını çok yüksek sesle söylüyor. "Futbolcular da korkuyor" deyin. Yani kargalara komiklik yapın, onlar da gülsünler. Humanist olalım efendiler, humanizme yelken açalım. Çünkü bir gün mutlaka insanlık kazanacak.
-----------------------------------------------------------------------
Yüreğimizi hissedin

29-10-2004


İnsanlar kirlenen futbol hikayelerine neden kızarlar anlamam. Bütün dünya donuna kadar kirlenmişken, sevgisizlik alıp başını yürümüşken ve o rant denen canavar virüsü beyinlere kadar girmişken kurşun, hiçbir geceden geçmez üstad. Rahat uyu ama maalesef böyle üstad. Yaşasaydın da şu çirkinliklere de bir şiir yazsaydın. "Futbol" denen bu sanayi değirmeni, bütün iyileri yok etti, kötüleri ununa kattı. Televizyonda başlığı ve sıradanlığı adı altında, ne aile entrikaları, türlü sinkaflarla ifade edilirken o programı izleyen çocuklarımızdan ve gençlerimizden stadlarda küfür edilmemesi isteniyor. Gelinler, kaynanalar, hakaretlerle içiçe yaşarken, başına kese kağıdı geçirilmiş genç kızların acılı hikayeleri (!) göz yaşlarına mendil olurken, çiftliklerde dönen binbir türlü gece masalları prim yapıyor. Bir adet kaliteli program seyredilemiyor! Neden? Çünkü kaliteli insanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Neden? Çünkü izleyenler, kan istiyor, gözyaşı istiyor, o berikiyle ne yapmış onu bilmek istiyor. Ve gençlik böyle büyüyor, büyüyor, büyüyor! Etik değerlerimiz, geleneklerimiz ve bütün maneviyatımız elimizden alınıyor. O puşt ölümün bütün boranzancıları sıraya girmiş tek tek kuyuya atıyor bu saydıklarımı. Yiğitlerini kaybetmiş bütün analar ağlarken, ellerini ovuşturuyor şeytanın yavruları. Ve ben ne yaptığımı sorguluyorum, bu gece yarısı FB maçı arifesinde. Ağırlaşan göz kapaklarıma teslim olurken ve bu tükenmez kalem en sonunda tükenirken, 25 sene evveline gidiyorum. Herşey berrak, TRT 1 tek, kirlenme oranı sıfır ve stadlarımız tertemiz. 45 bin biletli seyirci, maçlarda yarı yarıya olan stadlar, aşıklar gibi, ozanlar gibi neşeli atışmalar. 2 sıra polisin ayırdığı tribünler ve kavganın da haklı yapıldığı delikanlı ortamlar. Hepsi mertçeydi. Dedikodusu olmayan alnı bembeyaz gecelerdi. Oysa şimdi kendimi okyanusun ortasında devrilmiş bir kayıkla yaşam mücadelesi verir gibi hissediyorum. Ve bir el uzanıyor cumartesi akşamından. Hatta birkaç el. Hepsi tanıdık, hepsi bildik. Ve beni devrilmiş kayıktan kurtarıp, güverteye alıyorlar. Mehmet Ekşi, Şaban, Zeki, Nejdet hatta Wilson bile orada. Metin, Feyyaz ve Ali'yi saymıyorum. Madida, Ferdinad ve Pascal karanlıkta görünmüyorlar ama yüreklerini hissediyorum. Siz de bizim yüreğimizi hissedin çocuklar. Ve yeryüzündeki bütün girdaplara inat, çıkın sahaya. Ve altı okka yüreğinizi koyun. Ve ne olur anlayın bizi...
-----------------------------------------------------------------------
Yüreğinize sağlık

02-11-2004


Yiğitçe savaşmanın meydan okumuşluğu vardı gözlerinde... Dürüst ve mert olmanın gururlu, onurlu izleri peydahlanmıştı adeta... Beyinlerine vurulan prangayı söküp atmışlardı medyanın çok bilmişlerine. "Yüreğimizi hissedin" demiştim, bir gece önce Ümraniye'de. Öylece dinliyorlardı bizi, dostça, arkadaşça ve sevecen... "Asla" dedim içlerinde en hırslı olanına. Gözlerindeki çocuksu ama kendinden son derece emin ifadelere bakarak devam ettim: "Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur, şarkısı sizi hiçbir şekilde kapsama alanına alamaz. Formanız kutsaldır, üstünüze giydikten sonra başımızın üstüne" diye konuyu açtım. Size moral vermek, kafanızdaki soru işaretlerini silmek ve içimizde bir kanser gibi büyüyen yarayı çekip almak için buraya geldik. O şarkı, Del Bosque'ye kurt kapanı hazırlayıp, göndermek isteyenlere. O şarkı Beşiktaş'ın bölünmezliğini çekemeyenlere ve o şarkı ihaneti soyadı edinenlere (Bir de isimlerini bilseniz) hazırlanmıştı. Lakin, birçok kişi üstüne aldığından büyüklerimiz de, sevdiklerimiz de etkilendiğinden bu şarkıyı söylememeyi planladık. Yüreklerindeki kıvılcımdan o kadar etkilendim ki gaza gelip "Omuz omuza yürek yüreğe verip, bizimle cenk meydanına çıkar mısınız" diye konuşmamı tamamladım. Dünyanın en karakterli taraftarına sahip olunduğu, arkadaşlar tarafından hatırlatıldıktan sonra müsaade istedik. İçimi haftalardır kemiren o stres topunu Çekmeköy Ormanları'na doğru fırlatmıştım. Hele topçunun yüreğini, gözlerinde hissettikten sonra iyice gevşemiştim. Ve gözlerinizin önüne Okan'la Mustafa'nın tribüne gelişini, Sergen'in maça nasıl asıldığını, Carew'in profesyonelliğini, Emre'nin her topa meydana okuyuşunu getirin. Sonra da aynı gözlerinizin önüne Del Bosque'yi göndermek isteyenleri "Okan'ın posasını aldınız" diyenleri Juanfran, "Futbolcu mu" diye soranları ve araştırmadan soruşturmadan bilgi sahibi olmadan spor yazarı olanları getirin. Karar sizin!.. Yoksa siz hala 4-4-2, 3-5-2, blok arası boşluklar, tandem, çift stoper duraklarındaysanız size bir önerim var: Teknik direktörlük kursları açılmış, oraya gidin. Gol sevincini uzun zamandır böyle yaşamamıştık. Topçular üst üste, taraftar sarmaş dolaş. Ve tek yumruk. Teşekkürler çocuklar...
-----------------------------------------------------------------------
Yiğitler harmanı

06-11-2004


İnanmak başarmanın yarısıdır. İnanmak olan tarafı taraftarındır bu başarıda. Kan kustuğumuz gecelerde bile, gözyaşlarımızla arkadaş olmuşken bile inancımız tamdı biricik aşkımıza. Başarmak tarafı da taraftarındır teveccühünüzle. Felsefe dersi vermiştir şanlı Beşiktaş taraftarı sakalıyla dolaşıp gözlüksüz gezenlere! Kaç gece ağlamaklı olmuşuzdur, bilmem kaç gece uykulara düşman kesilmişizdir. Bir tıp öğrencisi gibi, bir kadavraya neşter sallar gibi başarmaya meydan okumuşuzdur. Ve başarmışızdır da. Simsiyah karanlığı arkasına alıp bembeyaz aydınlıklara yürümektir Beşiktaşlılık. Yenililen maçlarda utançlarından soyunma odalarına adeta kaçan futbolcularını onbeş dakika tribünde gırtlak patlatıp tekrar sahaya çıkartıp moral vermektir Beşiktaşlılık. Köşelere kurulan kan değirmenlerini hiçe saymaktır Beşiktaşlılık. "Bu kadar kötü giden takımın arkasında duruyorlar. Bunlar kesin para almıştır" diyenlere gülüp geçmektir Beşiktaşlılık. Ve ölümüne inandığımız bu takım bizi mahcup etmedi. Bizi kan kokan ağızlara, aç yırtıcılara muhatap etmedi. Sevmenin yanlızca sevmenin bütün mükafatlarını beş gün içerisinde iki kere tattık. Athletic Bilbao taraftarının haklı alkışını aldık ve gururlandık. Bugün mütevazı olmak istemiyorum. Ey futbol kamuoyu ve futbola gönül verenler. Şanlı Beşiktaş taraftarı önünde lütfen ceketinizin önünü ilikleyiniz ve alkışlayınız. Yok yok takımın arkasında dimdik durduğu için değil,

YÜCE TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne böyle bir takım kazandırmıştır onun için.
-----------------------------------------------------------------------
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:45   #28
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İkinci çinko

09-11-2004


Ne kederli geliyor şu elimdeki kalem, ne zavallı geliyor şu kağıt parçası bana bir bilseniz. Şimdi ne yazayım üstüne, ne çizeyim bilmem ki... Tam vitese takmışken, bu fren de nesi, yarabbim. Öylece bakıyor kağıt bana... "Hadi yaz, birşeyler karala" diyor. Tam sevişmeyi düşünürken yazılarda, tam aşkı yakalamışken, 'nedir bu Cemler'den çektiğimiz' diye iç geçiriyorum. Birinci Cem Papila vakasından sonra, ikinci Cem Deda vakası. Penaltı kolik bir bananın, bir o kadar kolik çocuğu... Bana çekecek değil ya... Tabiki babasına çekecek. Ceza sahasında sinek uçsa, penaltı çalardı Sadık Deda. Ne bir yorum, ne bir gözlem... Ve tribün ayağa kalkardı: Sadık yeter artık. Genç ve yürekli olmasına sevindik, ikinci Cem'in. Lakin, bütün bu yürekliler, Beşiktaş'a mı rast gelir? Hepsi bize mi kuşanır, çözemedim. Beşiktaş'a karşı oynayan takımlar, futbolcular, hakemler hemen hemen hepsi hırslı, hepsi agresif ve iştahlı... Beşiktaş'ı kıskandıklarından mı, göze girip Beşiktaş'ta oynamak istediklerinden mi, yoksa Beşiktaş'a karşı birilerinden icazet aldıkları için mi: Bunu da çözemedim. Fenerbahçe galibiyetini Emre'nin parmağı ile örtmeye çalışanlar, şimdi kınayla mı gezecekler, gazete köşelerinde. Yoksa Hooijdonk'un ellerinin, Pascalvari dolaşımı, ikinci çinko mu dedirtecek bazılarına... Yasaya göre tacize giriyormuş Emre'nin yaptığı. O da 6 ay ceza gerektiriyormuş. O zaman maçlarda atılan bütün kasıtlı, bel üstü tekmeler öldürmeye teşebbüs. Gerektirdiği 20 bilmem kaç yıl ceza... Dünyanın bütün sahalarında yapılan bir olayı nerelere getirdiler. Pes doğrusu. İster misiniz, Pancu gitsin, Ernani'yi mahkemeye versin. Öyle ya adam geldi, durup dururken Pancu'yu ayağından sakatladı. Ama önce bir kamuoyu araştırması yapsınlar, bir avukata, bir sosyolağa danışsınlar. Bir psikoloğa sorsunlar. Öyle mahkemeye veririz. Perşembe akşamı hiç sabah olsun istememiştim. Nasıl mutluydum; nasıl coşkulu ve arzuluydum. Ama doğa kanunlarına kimse karşı gelemezdi. Mutlaka sabah olacak. Ve mutlaka sabahla birlikte güneş de doğacak
---------------------------------------------------------------
Ya diğerlerine ne demeli!

12-11-2004


Yalnızca köşe yazarlarına verilen bir iftar yemeğine katıldım. İtina ile hazırlanmış yemekler, titizlikle kurulmuş masalar ve cana yakın misafirperverlik, en göze çarpanlardı. Görmek ve birkaç soru sormak istediğimiz birçok yüz de göze çarpmayanlar arasındaydı. Masadaki komşularım arasında sayın büyüğüm Attila (Gökçe) ağabey de vardı. İstişare halindeyken bana "tribünde neden oturarak bağırmadığımızı" sordu. Ben de bir şarkıcıya oturarak şarkı söyletmenin bir işkence olduğunu nedeninin ise oturarak şarkı söyleyenin diyaframının kilitlendiğini, dolayısıyla ayakta tezahüratın daha güçlü, daha kitlesel ve daha hazır kıta olduğunu belirttim. "Bir şarkısın sen", "Arkası gelmez", "Dertlerimi zircir yaptım" gibi şarkılarda vardı oysa oturarak söylediğimiz. Attila ağabey bu dostane söyleşimizi yine dostane boyutlarda geçen akşam Lig Tv'de tartışmaya sunmuş. "Sevgili Alen" diye söze başlayan, sayın Hıncal Uluç, İngiltere'deki maçlara bir göz atmamı, oralarda nasıl oturarak bağırıldığını takip etmemi istemiş. Saygı duyarım... Lakin, İngiltere'deki bu düzenin yıllar evvel kurulan alt yapıya borçlu olunduğu unutulmamalıdır. Sistematik düzende oturan bu seyirciler bilete en çok para ödeyendir ayrıca. Ama bütün bu sistemlere ve düzene karşı kale arkaları hep ayaktadır. Bunun yanı sıra İtalya'da bırakın oturmayı Milan taraftarı, atılan golü koşarak kutlar. Yunanistan'da bir Olympiakos maçı, bir Panathinaikos maçları salkım saçaktır. Fransa'da Marsilya, Almanya'da Dortmund maçlarında karşıdan tribüne baktığınızda yalnızca insan kafası görürsünüz. Arjantin'i, Portekiz'i saymıyorum. Oradaki taraftarlar üzüm salkımı gibidir. Gelinen noktada görüyoruz ki, AB'de bulunan birçok ülkede taraftar ayakta. Oturan da var ama bağıranlar ve destekleyenler hep hazır kıta. Millet, taraftarı maça çekmek için elinden geleni yaparken (İngiltere'de bir ara radyo yayınıyla okullara çağrıda bulunuluyordu) bizde ise tam tersi. Abartılmış medya görüntüleri, kulaktan dolma süni haberler ve psikolojisi bozuk sunumlarla insanlar statlardan kaçıyor. Bir gün gelir de statlar bomboş kalırsa birçok spor yazarı işsiz kalır. Birçok kulüp de kepenk indirir. Türkiye'deki maçlar da insanların oturmadığı ve hep ayakta maç seyredildiğine dair yanlış bir kanı var ve insanlar böyle yönlendiriliyor. Halbuki İnönü'de oturarak maç seyredilen tribün yok mudur? Vardır tabiki... Numaralı ve kale arkaları bunlardandır. Yoksa hep beraber söylemek istediğimiz bir tezahürat öncesi "Ayağa, ayağa, bütün stat ayağa" diye neden bağıralım ki?
------------------------------------------------------------------
Zavallı

16-11-2004


Haklı kavgalarımız olmuştu. Hep haktan yana tavır almıştık. Ve her seferinde yüreğimizi koymuştuk ortaya. Zaman it gibi ilerlerken, dünya pasak pasak kirlenmişken dimdik ayakta duran bir şerefimiz bir de onurumuz kalmıştı. Çocuklarımıza bayramları anlatmak vardı. Elma şekerlerini, rengarenk pamukları, ellerini öptüğümüz komşuları, İbo'nun balonlarını anlatmak vardı. Barış Manço'nun "Bugün bayram erken kalkın çocuklar" ını ezberletmek vardı. Ama biz kanımızla beslenenlerle uğraşmaktan, suratında maskeyle dolaşanları teşhis etmekten ve popülizm uğruna insanları zan altında bırakan zihniyete cevap vermekten çocuklarımız büyümesin istiyoruz. Kalleşliği mi, hokkabazlığı mı, hayınlığı mı öğretelim çocuklarımıza? Hiç kimsenin tenezzül edip programa katılmadığından dolayı, toplama bir kadroyla, düzmece telefon bağlantılarıyla halka gerekli bilgileri vermeyen sözde spor sunucusunu esefle kınıyorum. Bizim iyiyi bulmak adına hep okumaktan yana, hep gülmek için kavgalarımız olmuştu. Ben Beşiktaşlılığım ve onun adına yaptığım amigoluktan şeref duyarım. Amigo sıfatıyla köşe yazarlığı yapmamı bile çekemeyenler, bu yazıları benim yazmadığımı düşünenler, gazetecilere verilen iftar yemeklerinde benim oraya çağrılmamı hazmedemeyenler var. Ben bu satırlarda Beşiktaş taraftarının takımına olan aşkını, sevişmesini, koklaşmasını yazarken, siz tribün terörünü her seferinde hortlatıp, aklınız sıra o programdan nemalanmak istiyorsunuz. Ben ve arkadaşlarım burada ve tribünde insanları iyiye teşvik ederken, çok önemli bir derbi maçta Ümit Özat'ı Beşiktaş tribünlerine çağırma cesareti gösterirken, sırf (fairplay adına) sen en az iki senelik kasetlerle halkı kandırmaya çalışıyorsun. Hiç bekleme ismini söylemeyeceğim. Sen buna layık bile değilsin. Sen ve senin gibilerin ömrü bir kere klip çekip, bir şarkıyla meşhur olanlar gibidir.

Kapalıçarşı'da geçti,
Tam 15 senem.
Kuyumcuyum yani,
Adamı gözünden tanırım.
İnsan sarrafıyımdır hani.
Onun için derim ki,
Senin yüzün kalleş,
Gözlerin hayın..
Ve demi yoktur,
İçtiğin çayın.
-------------------------------------------------------------
"Narodnizm"

19-11-2004


Salı sabahı saat 9'u gösterirken ben hala şekerleme yapıyordum. Bugün miskinlik günümdü. Kafam rahattı. Bayramın üçüncü günüydü ve ben yeni tatil yapacaktım. Tuana kız, o minicik elleri ve anlamsız agu'larıyla beni uyandırdı. Gözümü açtığımda aklıma ilk gelen, bugün yazımın çıktığıydı. Ne yalan söyleyeyim, ayrı bir keyif alıyorum. Ufaktan narsisizm pozisyonları yani... Gazete ve kahvaltı kısmını ekspres geçiyorum. Sıra, en sevdiğim kahvaltı sonrası Tuana ile oynamaya gelmişti. Yerde şöyle bir iki yuvarlandık. Evde minyatür bir basket topu var. Onu atıyoruz birbirimize. Birden "Basketbol topu mu?" diye kendi kendime irkildim. "Olamaz!" dedim. Birden terlediğimi hissettim. Eşime sözüm vardı; annem Tuana'ya bakacak biz de eşimle akşam başbaşa yemeğe gidecektik. "Çiğdeeem akşam Beşiktaş'ın basket maçı var, ben onu unutmuşum" diye kekelediğimi hatırlıyorum. Ve kızcağızın haklı isyanıydı evin içinde çınlayan... Gönlünü almaya çalıştım ama nafile. Tadım kaçmış, yüreğim ezilmişti. Ama gitmemek gibi bir lüksüm yoktu. Takımın taraftara ihtiyacı vardı. Ve gitmeliydim. Sokağa çıktığımda saat 17.00'yi gösteriyordu. Ve maç 20.30'daydı. Bir yandan yürüyor bir yandan da "Çiğdem de gelse miydi", "Keşke maç yarın olsaydı", "Dükkana mı gideyim, Akatlar tarafına mı!" diye kendi kendime konuşuyordum. Uzun etmeyelim, salonun hemen arkasında bulunan ve ne zamandır görmek istediğim Mayadrom'a gittim. Çay içmek için kafama göre bir kafe ararken, bir kitapçı dükkanı ilişti gözüme. Nasıl olsa daha vakit var deyip içeriye daldım. Yalçın Küçük'ün Sabetayizm'le ilgili kitaplarını karıştırıyorum. Bu arada satıcı kızın "Yardım edebilir miyim" dercesine bakan gözlerine de aldırış etmiyorum. Şebeke adlı kitabın sayfalarını gelişigüzel açıp kaparken bir sayfaya özel ilgi gösteriyorum. Sayfada, "Çarlık dönemindeki Rusya'da zengin aile çocukları ve sıfat sahibi kişilerin halktan yana tavır alması ve onlarla beraber hareket etmesine 'narodnizm' denirdi" diyor ve ülkeye Kurtuluş Savaşı döneminde halkçılık ve popülizm adı altında geldiğini anlatıyordu. Zaten narod Rusça'da "halk" demekmiş. Ve ben bu yazıyı çarşamba gecesi milli maçtan bayağı bir sonra yazarken aklımda kalan ne Ersun Yanal'ın yanlış kadro seçimi ne bir türlü topu içeri itemeyen futbolcular ne de Emre'nin mükemmel futbolu vardı. Dikkat ettiğim maç başlamadan hemen önce rahmetli Şeref Görkey'e yapılan saygı duruşuydu. Bu federasyonun Beşiktaş camiasından bir çeşit gönül alması mıydı yoksa Çarlık Rusyası'ndaki gibi sıfat sahibi kişilerin halka inip, narodnizm sergilemesi miydi? Yoksa biz mi çok fesattık! Basket maçı ne mi oldu? Görevimizi yaptık, maçı aldık. Ama siz de biraz maça gelin lütfen!..
----------------------------------------------------------------
İnsanlığın sonu

23-11-2004


Gittikçe kirlenen bu dünyada sevişmeleri unuttuk. Aşkı hikayelerde dinler olduk. Sevdayı şiirlerde anımsar olduk. El ele tutuşup omuz omuza yürümeyi hayallerde yaşatır olduk. Ne oluyor bu insanlara, nedir bu civisi çıkmışlık? Nedir bu vurdumduymazlık? Sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, alıp başını gitmekte, herşey kavga ile, savaş ile halledilmekte. Pazar günü İnönü Stadı'nda yaşanan bu vahim olay, bence bütün insanlığın sonudur. Çaresizlik gün geçtikçe büyümektedir. Gençliğimiz nereye sürüklenmektedir. İşte gencecik bir beden el sallamıştır, bu çamur içindeki dünyaya... "Belki de ben ölmedim" diyordur yukarıdan bakıp. 32 dişiyle gülüyordur bizlere "Ben kurtuldum, alın başınıza çalın dünyanızı" diyordur.

Hayaller kararmış
Sevdalar tükenmiştir
Ağlamaklıdır bütün gözler
Ve.. Yürekler yaralıdır
Lakin yiğitler ölmez
Sevdayla yazılmıştır
Gönüllere
Aşklara
Şiirlere

Geride kalan bütün bedenlere... Binbir azap ve ızdırapla yazdığım bu yazı, bu sevdaya tutunuş, belki binbir yüreğin acı sesidir. Yavrusu şehit olmuş, binbir ananın feryadı, binbir babanın haklı haykırışıdır. Tanımadığım bu kardeşimizin anası bizim anamız, babası bizim babamızdır. Lakin "Bütün anaların yüreği çataldır" derler. Anam; bütün bu kirlenmiş dünyaya inat, bütün bu insanlık ayıplarına inat, taş bas yüreğine, yetiştirdiğin oğlunla övün. Haklısın, sana ne desem nafile... Ama acını paylaşmak isterim, acın "Bizim acımızdır" demek isterim. Hepinizin başı sağolsun.
---------------------------------------------------------
Yürümek

03-12-2004


Boynumuzda siyah-beyaz kaşkol, zulamızda hangi marş, hangi mısra, yürürüz namus bildiğimiz bu yolda, yürürüz yine de yalın ayak ve ayaklarımız yanarak. Yürümek, Dost omuz başlarına, omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere yumruklarının içine koyup, öyle yürümek. Yürümek, Yolunda pusuya yattıklarını, arkadan çelme taktıklarını, bilerek yürümek. Ve yürümek, Yürekten gülerekten yürümek. Şairimize atfedilen bir şiir ve bir şaiirimizin duygu dolu bir başka şiirini düz yazı ile sizinle paylaşmak istedim. Sevdayı bir kardeş, bir arkadaş gibi hep yüreğimizde taşırken, insanlığı bu satırlarda hep canı gönülden işlerken, bir şeyi unuttuk. Yürümeyi... Üstüne üstüne yürümeyi, rest çekerek yürümeyi ve yüzlerine tükürmeyi, bütün cellatların. Beşiktaş sahipsizmiş gibi düşünenlerin iki büyük yaratılmak istenirken, burada Beşiktaş'ı devre dışı bırakanların içindeki şeytana diklenmeyi unuttuk. Halbuki Beşiktaş, bütün takımların ve yandaşlarının ana temasını oluşturur bünyelerinde. Hem de reddemeyecekleri bir özellikle. Çünkü "halktır" Beşiktaş. Bir mühendis gözlemlerim hemen yanı başımda, ağzı salya sümük. Bir doktor hemen berisinde gözleri ağlamaklı. Hemen yanında manav Orhan ağlıyor bağırırken. Bir marina müdürü tanırım, yumruklarını sıkmış heyecanından yerinde duramayan. Bir şaseci tanırım elleri hep siyah. Devre arasında çay içerken 5 vakit namazında bir kardeşim vardır büfeci, hep "Alacak mıyız maçı" diye sorar. Sonra "Falanca hakemi, filanca gazeteciyi mahkemeye verelim" diye bir avukat belirir yanımda. O da belli ki sinirlenmiştir hakeme... Sonra reklamı çok bir bluejean firmasının sahibi elleri çatlayıncaya kadar alkışlar Beşiktaş'ı. İşte o onun için bölemezler Beşiktaş'ı. İşte onun için gelin abiler, ağalar, dostlar gelin, bütün Beşiktaşlılar... Gelin tek yumruk bir yürek olalım. Gelin düşman çatlatalım. Ve yürüyelim üstüne üstüne...
--------------------------------------------------------------
07/12/2004

Bize borcun var!


Bugün size engelli basketbol kardeşlerimizin onurlu mücadelesini yazacaktım. Pazar günü 14.00 itibariyle oynadıkları maçın genel profilini çizecektim. Bileğiyle, yüreğiyle oynamanın zerafetini anlatacaktım kendimce. Yürek nedir, yiğitlik nasıl bir şeydir, onu paylaşacaktım sizlerle. Devrilen tekerlekli sandalye ve üstündeki oyuncunun hiç kimseden yardım almadan tek başına kalkışının öyküsü saklıydı bu köşede. Acıdan paramparça olmuş o yüreklerin, yüzündeki yansımalarını görecektiniz. Adeta 32 dişiyle gülen tek başına hayata dikilen. Onları okuyacaktınız burada... Tekerlekli sandalyeyle adeta tango yapan, sapsarı saçlarıyla Murat'ı yazacaktım. Amatör ruh, profesyonel düşünceyi Ahmet Fetgeri Salonu'nun parkelerine kazıyan Aytaç'ı anlatacaktım. Ve... "Yalnızca Basketbol Birinci Ligi'ni mi anlatacaksınız" diyecektim İsmet Badem'e... "Gelin gerçek hayattan kesitler sunun Türk halkına" diye seslenecektim. Bilirim koşa koşa gelecekti İsmet ağabey, "Bir daha ki sefere söz" diyecekti. Ancak pazar akşamki maçtan sonra Tümer düştü aklıma. Sezar'ın pardon Tümer'in hakkını yiyemezdim. Son iki haftada oynadığı futbola şapka çıkartıyorum. Sanki hakemlere "Siz haksız yere Pancu'yu atın, Toraman'ı atın, ben de iki kişilik oynayıp gol atayım" diyordu. "İlle de Alex" diyenlere, nazire yapıyordu aslında. "Ben de varım" diyordu Ersun Yanal'a. İlhan defterini de kapatmış gözüküyordu. Onsuz da oluyormuş be Tümer. Bir iftar yemeğiydi ve sen herkesten uzakta oturuyordun. Sanki hayata kırgındın, küsmüştün ve elindeki çay fincanıyla uzaklaştın gittin. O gün gitmiştin ama dönüşün muhteşem oldu. Attığın bacak arası ve sol ayağının dışıyla tokatladığın o top hakikaten gözlerimizin pasını sildi. Yalnız bir sorun var. Bu futbol resitalini yaparken tribünlerde hiçbir Beşiktaşlı taraftar yoktu. Hiç kimse yaşayamadı seni. O yüzden Beşiktaş camiasına borcun var Tümer. Hadi o zaman, asıl küreklere.
--------------------------------------------------------
10/12/2004

2004


İlk çeyreği şöyle böyle denilebilirdi. Ama sonraki periyotları "İllallah" dedirtti bize. Meşhur Papila ve Papilizim süreci ile başlayan aksilikler zinciri çıplak bedenimizden bir an olsun ayrılmadı. Hep tökezlediğimiz bir çakıl taşı yığınının üstünde yürümeye çalışıyorduk. Önce birkaç yöneticinin istifasıyla başlayan çatırdamaların seslerini işittik. "İnşallah takıma yansımaz" dualarının bir numaralı yakarışçısıyken son bir yılda abonesi olduğumuz sürgün cezalarından biri olan Kocaeli'deki İstanbulspor maçına çıktık. Hani 65 dakika santrforsuz oynayıp 2-1 kaybettiğimiz. Sonra yalnızca ismi olağanüstü olan olağan bir kongre yaşadık. Kongre izlenimleri sanki bir çok şeyin habercisi gibiydi.
Ve Fenerbahçe derbisinde yenildiğimiz yetmiyormuş gibi, Beşiktaş Başkanı da istifa ediyordu. Birlik ve beraberliğin mihenk taşlarından olan camiamız bölünmüşlüğün nefesini her ortamda rahatça hissedebiliyordu. Derken 4 adaylı bir kongrede Beşiktaş yeni başkanını seçmişti. Kendimi ilk yarısını mağlup bitiren ama maçı almak için hırslanıp, ikinci yarı sahaya çıkan futbolcu gibi hissediyordum. Yapılan transferler, kariyeri bir hayli iyi hoca inanılmaz iyi niyet, "sesi gür, yümrüğü sıkı" felsefesi ve kazanma iştahı bizi umutlandırmış ve sevindirmişti. Ama çıplak bedenimizde hissettiğimiz aksilikler zinciri halkalarını arttırarak uzuyordu.
Tabi art niyetli hakem yönetimleri ve atamaları omur iliğimizi kelepçeye almıştı. Sosyal hayattan yansıyan bazı özel handikaplar da (tecavüz gibi) Beşiktaş'ı yıpratmaya çalışanların ekmeğine kaymak sürüyordu. Ve Malatya maçıyla başlayan topun bizi istememesi hep bize rastlayan hakem hataları, havada uçuşan kırmızı kartlar ve onların futbolcu üzerindeki negatif yansımaları hakikaten bize "İllallah" dedirtti. Gençlerbirliği maçında Ahmet Yıldırım, "topu yere vurdu" diye, Toraman, Trabzon'da "hakemin omzuna dokundu" diye, Samsun'da Pancu, "yerçekimine karşı gelemedi" diye, yine Toraman, seyircisiz maçta "koşuyor" diye kırmızı kart görmüştür. Tayfun'a gösterilen kartta ise "Papila gösteriyorsa ben de gösterebilirim" mantığı yatmaktaydı. Ve son periyotta ise yaşanan o üzücü olay. İyilik adına aklımızda kalan şanlı Beşiktaş taraftarının, takımına takdire şayan sahip çıkışıydı. Hoş bu da bazı çevrelerce değişik algılandı ve yorumlandı ya! Neyse!.. Söylemek istediğim şudur ki: 2004 Beşiktaş'a yaramamıştır. Baksanıza ne varsa terslikten yana hep Beşiktaş'tan yana... O yüzden sevemedik 2004'ü. Onun için 2004, sırf bu yüzden 2004 düş yakamızdan
-----------------------------------------------------------------
14/12/2004

Sandalyenin efendileri

"Bırakın hayat sizden ders alsın" yazılı pankart ilişmişti gözüme salona ilk girdiğimde. Anlamı maçın içinde gizliydi bence... O yarım bedenler dev adımlar atıyordu hayata. "Beşiktaş aşkı engel tanımaz" ikinci gözlemlediğim flamaydı. Hakikaten yalnızca ligin adı engellilerdi sanki. Birbirlerine tekerlekleriyle baks koyuyorlar, düşüyorlar, parkeleri yumruklayıp, kendi başlarına yine hayata göz kırpıyorlardı. Ya bir mayın tarlasında, ya fütursuzca fırlayan bir şarapnel parçasında, ya da içkiden beyni uyuşmuş bir adamın gaz pedalında bırakmışlardı ayaklarını. Ama bırakmadıkları bir şeyleri vardı: Şerefleri ve onurları... Aytaç'taki kazanma azmini gözlerim dolu dolu izledim. Kaan'daki marur olma hali ona özgü olsa gerek. Hele 5 saniye kala attığı şampiyonluk sayısı ve onun sevinci görülmeye değerdi. Ya Mehmet Arpak'ın profesyonelliğine ne demeli... Düştü, düşürdüler, kalktı sayı attı, en sonunda da kupaya uzandı. Sinan Erdem, adına düzenlenen turnuvayı bulutların arasından seyrediyordu. Bence gözleri yaşla dolmuştur. Gururlanmıştır, sevinmiştir ve çılgınca alkışlamıştır ter dökenleri. Kayseri'de bir maç oynandı hiç merdiven boşluğu gözükmeyen. Bence merdiveni bile yoktur ki o tribünün, boşluğu olsun. Yalnızca basamak vardır ve insanlar -12 derecede birbirlerine sokulmuşlardır. Ama bundan bahsetmeyeceğim. Luciano'nun, "Şiddede kırmızı kart" kampanyasından haberi yoktu herhalde. Salladığı tekme şiddet içeriyordu oysa. Ama esas şiddet kırmızı karttan hemen evvel Ayhan Akman'ın dudakları arasındaydı. Papilizm kurucusuna "Lastiktir!" deyip durdu. Lakin ona "Ne lastiktir çocuğum" diye soran çıkmadı. Bunları anmayacağım bile. Dünyanın gerilimi yüksek olan 3. derbi niteliğindeki maç (!) 780 rakip taraftarıyla, bir tarafı yıkılmaya müsait tribünüyle, herhalde birinci sıraya yükselmiştir! Nereden çıktığı belli olmayan bu sıralama iki büyük yaratma teorilerini de bir hayli kuvvetlendirmiştir. Bunları da es geçiyorum. Ben sandalyenin tekerleğini çevirmekten nasır tutmuş avuçları, karda kışta, bu soğukta, taa Muş'tan İstanbul'a manevi destek için gelen sayın Vali'nin hassasiyetini yazacağım. Ben Beşiktaş'ın ping pong maçı bile olsa oraya da koşacak olan ve her gittiği yere neşe ve sıcaklık getiren şanlı Beşiktaş taraftarını yazacağım. Ben kupa töreninde Karagücü, İzmir Belediye, Diyarbakır ve Muşlu Engellileri topyekün tribüne çağırıp onlarla tek tek kucaklaşan Çarşı ruhunu yazacağım. Kürsüde söz aldığında "Galatasaraylı olmama rağmen, her seferinde hayranlık duyduğum, Beşiktaş taraftarını yürekten alkışlıyorum. Döneklik olmasaydı Beşiktaşlı olabilirdim" diyen TESYEV Başkanı Yavuz Kocaömer'i yazacağım. Ve tekerlekli sandalyenin efendileri; bu hayata inat, bu kokuşmuşluğa, bu çivisi çıkmışlığa inat, daha fazla desteği hak ediyorlar. Unutmayın, hepimiz birer engelli adayıyız.
-----------------------------------------------------------
18/12/2004

YANGIN

Yangın

87. dakikada bulmuştuk ikinci golü. Parma'nın kalecisi Berti yediği golden sonra çirkefliğe naz yapıyordu adeta. Topu kucağına almış 'ille de vermem' diyordu. Bizimkilerle it dalaşına bile girmişti. İşte o anda Beşiktaş'ın her zaman iyiliğini düşünen medya (!) düşüverdi aklıma. Hafta başından beri futbolcuya verilen konsantrasyona inat "Parma kupayı istemiyor" "Parma için önemli olan lig" "Parma kalecisi güya 'yedeklerle çıkacağız' demiş miş!" diye bir sürü uydurma haber yayınladılar. Biz de dinledik. Biz bile ciddi ciddi umursamadık Milano'ya 40 dakika olan bu şehrin takımını. Neyse! 87. dakikaya geri döndüğümüzde beddua sahneleri, lanet senaryoları 'böyle takım olur mu' değerlendirmeleri yerini 3- 3 kehanetlerine bıraktı. Dükkanda herkes 'ben dememiş miydim' diye birbirine bindirmeye başladı. Lakin İtalyanlar bildiğimiz çamur İtalyanlar. Tümer'in ensesine tokat attılar, İbrahim'i demoralize ettiler, kolundan çektiler. Meğer bizim medyanın tam aksine iyi tetiklemişler kendilerini. Bir de sahada olanlar yetmiyormuş gibi maçı anlatan spikerin boşboğazlıkları, maçı devamlı aleyhimize okuması, Beşiktaş taraftarına meşale ile ilgili Parmaspor analizleri yapması çıkmaz mı... Zaten mağlup takımın taraftarı pozisyonundayız. İllet olmuşuz iyice. Bütün filikalar batmak üzere. Spiker beyefendi Babil'in Asma Bahçeleri'ni anlatıyor! İsyan.. İsyan.. İsyan.. Nasıl isyan etmeyeyim. Her şey karşımızda Tek bir şans O bile değil yanımızda. Dört aya yakındır yazı yazıyorum. Hiçbir zaman taktiksel ve teknik konulara girmedim. Yine de girmeyeceğim. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. İlk geldiği günden beri arkasında dimdik durduğumuz sayın Del Bosque, Juanfran, Sergen, Tümer ve Ahmet Yıldırım gibi dört aynı karakterdeki adamı yan yana nasıl oynattığını bize anlatırsa sevineceğim. Ve bir de Pancu niye oynamaz bilmem. Delireceğim! G-mall'deki yangından ötürü herkese geçmiş olsun diyeceğim. Ölüm olmaması sevindirici bir sonuç. Ama korkumuz devam etmekte. Nede olsa G-mall İnönü'ye 300 metre mesafede. Yangını biz mi çıkardık falan diye paranoya hallerdeyiz. İster misiniz federasyon, G-mall'deki büyüyle İnönü'deki büyüleyici atmosferi karıştırsın!!! Neyse... Biz yüreğimizdeki yangına bakalım. Kim söndürecek bilmiyorum. Yoksa Gülşen, 'kömür gibi yanıyorum...' derken...
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 00:50   #29
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

21/12/2004

Sadece bir soru!


Hiç alışık olmadığım bir şeydi televizyondan yaşamak Beşiktaş'ı. Ama kaderden kaçılmaz, derler ya, işte o hesap. 3-4 senede yapamadığımı zorunlu olarak yarım sezona sığdırıveriyordum maalesef. Büyülü cam dedikleri kutuya mahkum bırakılmanın ağır boşluğunu yaşıyorduk. "Şimdi orada olmak vardı" iç çekmelerinin yanına "O topa öyle mi vurulur be oğlum" hayıflanmaları eşlik ediyordu. Kimisi antrenöre, kimisi hakeme, kimisi de yorumcuya çıkışıyordu. "Sanane kardeşim sen maçını anlatsana", "Hepiniz Beşiktaş düşmanısınız", "O adamı niye orta sahada oynatır" anlamam bağırtıları ve otoriteleri, etten satır kıyması çeken, Cemal ustanın takırtılarına karışıyordu. Esas ızdırap televizyonun alt kısmına gelen reklam bantlarındaydı. Soldan bindiren Tümer'in çoğu zaman, ne yaptığını göremiyorduk. Defanstan atılan uzun bir top gide gide bahsettiğim reklam bandının arkasına gitmez mi? İki rakip futbolcu da topun peşine takılmaz mı? Top reklam bandının arkasında ama sahanın neresinde belli değil. Ne oluyor, ne bitiyor, görebilene aşk olsun. Tabi homurtular yükseliyor hemen. "Hay reklam bandınızın..." diye söze başlayan birine "Kaç metre olduğunu merak ettim de!" sorusu ve tamamlaması geliyor arka masadan. Devre arası konuşulan konu ise beni her görenin sorduğu sualle aynı konu başlığını taşıyordu. "Ne olacak bu Beşiktaş'ın hali?"; "Ne yapalım, bu sene böyle" cevapları kimseyi tatmin etmiyor, istifalar konuşuluyor, yorumlar yapılıyordu. İkinci yarıda gelen goller, bozuk olan moralleri biraz olsun düzeltiyor, Ahmed Hassan'ın attığı golden evvelki pas kombinasyonlarına, dükkandaki herkesten alkışla karşılık veriliyordu. "Kebabçı mısın, reklam yıldızı mısın" diye bağıranlarsa, "Alen abi çok kazıkçısın" diye espriyi patlatınca, gollerle gelen neşe ayyuka çıkıyordu. Nihayet kırmızı kart görmeden, penaltı yaptırmadan, bir maçı bitirmenin mutluluğunu yaşadık. Bu galibiyetin hayırlara vesile olmasını dileyip, 2005'i beklerken, yazımı şu soruyla nihayetlendiriyorum: Juventus-Milan maçını seyreden var mı?!!
--------------------------------------------------------------
24/12/2004

İzafiyet Teorisi

Sırça köşklerdeki sıcacık odalarından hedef göstererek konuşan zat-ı muhteremin sesi hala kulaklarımdadır. "Beşiktaş böyle giderse aç kalacağız."


Geçtiğimiz sezonun bu dönemlerinde yapılan bu talihsiz açıklama, FB-Rize maçının ikinci defa oynatılmasıyla tuhaf bir hal alıyordu. Samsun ve Ankara maçlarındaki bariz, kasti hakem hataları ve yönetimleri, 51 maçta sadece bir kez yenilen futbolcular üzerinde derin yaralar açıyordu. Psikolojik olarak tahrip haldeki futbolcular hakemlere olan güvensizlikleri ve bunun paraleninde inançsızlıkları nedeniyle, yakaladıkları 11 puanlık farkı koruyamayıp, lig sonunda 14 puan da geriye düşüyorlardı. (Hiçbir detay ve faktöre değinmiyorum, nasıl olsa bir şey çıkmıyor.)


"Atı alan Üsküdar''ı geçti" mantığıyla buralarda değilim. Çok başarılı geçen bir buçuk sezonun öbür yarısında kaybettiğimiz 32 puan da hiç önemli değil (Bu bağlamda). Asıl üzerinde durduğum böyle bir tablo örneği herkesin belleğinde varken, hiç sorgulanmadığıdır. Lakin bu dönemde varılan 14 puanlık fark, herkes tarafından sorgulanmaktadır. Başarısızlık apoleti takılan Beşiktaş''ın, derin bir futbol analizinde 17 maçın tam 10 tanesini deplasmanda, 2 tanesi de seyircisiz oynadığını görüyoruz. GS ve FB derbileri dahil, sadece 5 maç yapmış, taraftarının önünde. Geçen seneden kalan hakem fobisi ve güvensizliği nedeniyle kan değişikliğine giden yönetim, mazbata alımı ve transfer sezonu bitimi arasındaki, yaklaşık 40 günde 13 yeni futbolcu almış ve bunların uyum sürecini beklemiş. Lucescu''yu yıpratma politikasının bir benzeri, Del Bosque''ye yapılmış, adam bildiğini unutma m****a girmiş.


17 maçın, 7''sini 10 kişiyle, birini 9 kişiyle bitirebilen Beşiktaş, liderden sonra 40 golle en fazla gol atan takım olmuş. Son 9 maçın, 7''sini galibiyet, 2''sini de beraberlikle tamamlamış. Bilbao maçından önce, "Emre" olayıyla konsantrasyon bozulmaya çalışılmış, Bükreş maçında ise vahim olayın yansımaları futbolcu ve camia üzerinde etkili olmuş. Bu arada inönü Stadı büyütülmüş, Akatlar Kompleksi Avrupai tesis haline gelmiş, Türk sporunun hizmetine sunulmuş. Basketbol takımının ligde ve Avrupa''da 9''ar maçta, bir yenilgisi bulunuyor. Ligde averajla 3., Avrupa da ise lider. "Hayata inat, yaşasın hayat" parolasıyla engelli basketbol takımımız rekor üstüne rekor kırmaktadır. Hentbolde rakip tanınmamaktadır. Önceden play tuşuna basılmış parmakların doğrultusunda yerden yere vurulan Beşiktaş''ın bu izafi bakış açısıyla bakıldığında, yorum sizce nedir? Buyrun kahvaltıya
-------------------------------------------------------
28/12/2004

DUVARA KARŞI

Kayınpeder ile aramız iyidir. Ara sıra oturur tavla atar, muhabbet ederiz. Laf aramızda iyi de zar tutar. Nasıl olduysa şans benden yana. "Fırsat bu fırsat kızdırayım" dedim. "Sizin oturduğunuz yerler trafiğe kapatılacakmış" diye mevzuya girdim. "Nereden çıktı, hayırdır" cevabını zaten bekliyordum. "Onu Merdiven Köy''de otururken düşünecektiniz" dediğimde yıkılıyorduk.

Şaka bir yana neydi gündemimize bir anda futboldan öte ayrı oturan. Neydi bu merdiven boşlukları. 70''li yılların sonuna doğru, 5- 6 milyon insan yaşıyordu İstanbul''da. Ve İnönü Stadı, 45 bini biletli, 50 bini aşkın seyirciyle adeta şov yapıyordu. Tam 25 yıl sonra Beşiktaş''ın 100. Yıl''ını kutladığı, 2003 tarihli İnönü Stadı''nın dolum kapasitesi ise 21 bin 500''dü. Ve İstanbul, 20 milyona göz kırpıyordu. Şehrimizde insan sayısı çoğaldıkça artması gereken stat kapasitesi yarı yarıya azaltılıyordu. Merdiven boşlukluklarına oturulmayacak yaptırımları, 50 sene evvelki stadı inşa eden mimarlarca, tahmin edilebilir miydi? Azıcık araştırdığımızda statlarımızın yaşlı, dizayn ve sistemlerinin eski olduğunu görüyoruz. Belki de birkaçı hariç özellikle futbol için bile yapılandırılmamışlardır. Kaldı ki, Sebat''ta olmayan merdiven boşluğu, Kayseri''de Beşiktaş maçında var mıydı ki?

Futbolun beşiği lakaplı ülkesi İngiltere, meşin yuvarlakla ilgili bütün konularda örnek gösterilir oldu. Merdivenlerin boş kalmasıyla bütün örnekler, bu alt yapısı yıllar evvel hazırlanmış, oturma düzenleri ona göre hazırlanmış ve öyle olmasına rağmen her statta istenilen düzeye ulaşılamamış İngiltere''den verildi.

Milano''da gol sevincinin nasıl yaşandığı, Palermo''da, Roma''da, Napoli''de nelerle karşılaşıldığı Juventus derbisinde neler olduğu, Dortmund kale arkasının ürkütücülüğü, Olympiakos maçları hiç irdelenmedi. İlle de İngiltere örnek olacak diyenlere, ufak bir anekdot sunayım: 24 Aralık gecesi, 1-2''si hariç Hıristiyan aleminin, noeliydi. 20 takımlı İngiltere de noelini kutladı. Ve 26''sında lig maçlarını tv''den seyrettik. Ufak bir yılbaşı eğlencesinden sonra da lig aynen devam edecek. Oysa bizde "yabancı futbolcular, noelini kutlayacak" diye erken paydos ediyoruz. Ve 40 gün arayla, rekor kırıyoruz. Neden hayata dair bulguları, örnek almayız da!..

Yoksa gidip "Duvara karşı" filmini mi seyretsek?
------------------------------------------------------------------
31/12/2004

Son Gün Kazığı

Hakikaten önlem alınamayan bir sonun başlangıcıysa bütün bu yaşananlar. Hatırı sayılır irilikte bir göktaşıysa şu deprem dedikleri. Binlerce ışık yılından kopup hızla dünyanın üzerine yürüyen ve Hint Okyanusu'nun göbeğine "şofurt" diye çakılan. Uydudan çekilenleri saklayıp, yalnızca okyanusun öfkesini gösteriyorlarsa bize. 2006 yılında "Fotus" denen bir manyetik alana girecek olan bu yerkürenin ilk sızlanmalarıysa bu gördüklerimiz. Ve "Tsunami" diye bize yutturdukları yıllarca insanlıktan birçok şeyi saklayan NASA'nın bir tiyatrosuysa bu içler acısı felaket. Ve biz yalnızca ağıt yakıyorsak ölenlere, rahmet diliyorsak tanrıdan. Ve siz "Bu deli yine ne saçmalıyor" diyorsanız, ihtisas alanımıza geri dönelim.

Bu yazıyı dün oynanan Efes maçından, bir gece evvel kaleme aldığımdan dolayısıyla skoru da bilmiyorum (İnşallah yenmişizdir). Zaten bütün sorun, maçın dün 15.00'te oynandığıdır. Fikstür falan da anlamam. Elin oğlu, Pazar günü cümbür cemaat istediği gibi sahaya çıkacak, bize de üvey evlat muamelesi yapılacak. Millet yılbaşı üstü işten mi kaytarsın, okulunu mu assın, anlamadım ki!.. Hangi akla hizmettir, hangi zihniyettir çözemedim ki!.. Yoksa 2004'ün bize uğursuz olduğuna uyandılar, son gün kazığı mı çakıyorlar ne? Bir gün Ahmet Cömert'teyiz; Ülker'le de maçımız var. 200 Beşiktaşlı'yı almışlar içeri, 400'ünü de dışarıda unutmuşlar!.. Bir aşağı, bir yukarı yırtınıyorum, "çocukları içeri alalım" diye. Basketbol Şubesi de bizle beraber seferber durumda. Bütün yetkililere rica ediyoruz, ama nafile: "201 olmaz" diyorlar. Demiri kesecek tek şeyin, emir olduğunu bildiğimden, Ülkerspor Başkanı'na bizzat başvuruyorum. Salonun boş olduğunu, buna mükabil taraftarın bilerek dışarıda bekletildiğini, üstelik bunun her sene yapıldığını dile getiriyorum. Seyirci avantajını bize kaptırmak istemediklerini ve bunun için böyle bir uygulama yaptıklarını da açık yüreklilikle söyleyen Ülkerspor Başkanı'na, söylenecek bir şey kalmıyor. Ülkerspor Başkanı'dır, takımının menfaati açısından da Beşiktaşlı taraftarları içeri almayarak bir dereceye kadar haklıdır. Bu tamaaam.

Peki, aynı uygulamayı, Federasyon Başkanı yapıyorsa, yani maçı perşembe günü saat 15.00'te oynatarak, birçok Beşiktaşlı'yı, bu önemli maçtan mahrum bırakıyorsa, bu da bir nevi, Beşiktaşlıları içeri almamak değil midir? Bu taraftar avantajını kullandırmamak adına çifte standart değil midir? Nasıl ki, Asya faciasının 2.5 saatlik kaçma ve kurtulma fırsatını, ölen onbinlerce insandan esirgeyen yetkililerden, insanlık adına hesap istiyorsak, sizden de Beşiktaş camiası olarak açıklama yapmanızı bekliyoruz, beyefendi... Lütfen...
-----------------------------------------------------------
04/01/2005

El Oğlu Duymasa

Gordon Milne ve Del Bosque'nin ortak özelliklerini anlatan Güven Taner imzalı bir yazı okudum geçenlerde. İlgimi çekti.

Milne, "Röportajlarında futbolcularla ilgili sorulara yanıt vermezdi" diyor Sayın Taner. Tipik İngiliz katılığı ile. Del Bosque de ise durum, futbolcuların hep iyi yanlarını söyleyerek değişmekte. Tipik Akdeniz yumuşaklığı ile. Ve iki hocayı aynı yerde buluşturan, ortak özelliği futbolcularını asla satmamaları. Benim anladığım kadarıyla söylüyorum, kapıyı kapatıp, perdeyi çekiyorlar ve tabiri caizse belki yumruklaşıyorlar bile. Ama dışarıya ellerinde çiçek, yüzlerinde gülücükle çıkıyorlar.

Ve biz bu iki değerli insanın hayat ve futbol felsefesini, her gün baktığımız aynanın bir köşesine yerleştirsek ve her aynaya baktığımızda Beşiktaşlı yazarları, muhalefeti, iktidarı, taraftarı, bilumum bütün Kartallar'ı, eskileri yenileri aklımıza getirsek... Şer cephelerine bir su damlası kadar malzeme vermesek. Ve yüreğimizi avuçlarımızın içine koysak. Öyle yürüsek üstüne. El ele verip düşman çatlatsak. Yılandan korktuğumuz kadar, yalandan da korksak. Ve tek bir koltuğa, 4 başkan adayı da otursa. Bütün güçler birleşse. Sırça saraylardan tutun da Sıradan insanlara kadar Herkes ama herkes kolkola girse Ve çekili perdeler ötesinde el oğluna hiçbir şey hissettirmeden, birbirimizi yesek... Tipik Beşiktaş asaletiyle... Fena mı olur?
----------------------------------------------------------------
14/01/2005

NAFİLE SEVDALAR

Eğitimin iyi olması için eğitimcinin eğitimli olması şarttır. Bu felsefi olguyu ben 13 yaşındayken Kapalı Çarşı'da çırakken öğrendim. Yani iyi usta olmam gerekiyorsa ustamın "usta" olması esastır. Öyle değil mi usta!..

Kar gibi tane tane iğrençlik yağarken üstümüze kan kırmızısı yediverenleri görmek isterdim, davet edildiğim panelde. İğdiş etmek isterdim futbolumuzu sayın büyüklerimle... Bir spikerin "Maç anlatırken, yorum yaparken, içki içmesi ne demektir" diye sormak isterdim. Soramadım... Üç büyük kanalın yorumcuları oturuyordu panelist koltuğunda... Semra Hanım, denilen virüs kelimeyi doladılar dillerine... Bir saat "Semranım" dinledik.

"Ya bırakın Semra'yı futbol elden gidiyor" diyecek oldum. Dinlemediler bile... Mikrofona öyle yapışmışlardı ki, topu topu 10 kişi olan dinleyicilerin dışarıya kaçarak gittiklerini görmediler bile... Allah rızası için bir su, pardon "soru" sorayım hallerine düşmek üzereyken, lütfedilip dikkate tabi tutuldum.

E!.. Hadi sor bakalım edalarında, "buyrun" ikramını aldım. Soruyu sormam için giriş bölümünü bir anektodla hatırlatmalıyım. Tam mevzuya gireceğim, o ne! Adam, yargıç Wilkinson edasında, Zagor'un tokmağını masaya vurur gibi, "Soruyu sor" diye çıkışmaz mı?

"Allahım nereden geldim" buraya diye iç geçirmekteyim, inanılmaz rahatsızım ama denize atladık bir kere... Çaresi yok, yüzeceğiz. Beyefendi sizin "Semranım"ınızı bir saat dinledik. Siz de benim, "Salazar'ımı dinlemek zorundasınız" deyince kaşlar çatıldı. Ve ben bir kaş çatımı boşluğu yakaladım ve sazı elime aldım.

Bir zamanlar Devlet Başkanı Salazar olan Portekiz'den tutun da, teşvikiye'ye "uslu uslu" geldim. Etrafımızda "caart cuurt" diye sesler duyduğumuzu, bu seslerin Ayşe Teyze'den değil, "teşvik yok" diye yırtınanlardan geldiğini, teşvik-i mesainin teşvikiyede başladığını, teşvikçilerin, teşvikiyeden geçtiğini, teşvikiyeden geçebileceklerini ama teşvikten geçemeyeceklerini vurgulamaya çalıştım ama "nafile sevdalar."

Lakin beklenen şarkı şey "soru"yu sorduğumda "Terör halkın kanında var" diye cevap geldi. "Sorumun cevabı bu değil" diyecek oldum. Umursamadılar bile.


Bahsettiğim insanlar "eğitim" diye popilizm yapanlar, eğitimci kulvarındaki kalemlerdi. Üzüldüm. Beşiktaşlı unvanını aldığım o yüce duygunun, bendeki sorumluluğunu anımsadım. İrkildim. Ve paltomu alıp oralardan uzaklaştım
------------------------------------------------------------
21/1/2005

Parkedeki Delikanlı

Müessese takımlarının kayrılmışlığına ve o cüretle ligimize vurdukları icazetli damgalara başkaldıran, isyan eden ve açık açık dikilen bir delikanlı vardı. Parkelerin cilalı yüzüne kanmayan, alın terinin harman olduğu, salonlarda birebir dövüşmeye çıkan bir delikanlı. Salkım saçak tribünlerde insan nefesinden oynanmaz hale gelen nemli parkeler üzerinde ne maçlar alındı elimizden!. Ne alın terine saygı vardı, ne de onca emeğe. Bir keresinde sahaya truva atı getirmedikleri kalmıştı. Ne çirkinlikler yaşanıyordu bir bilseniz.

Sizce, ilk yarı şov yapan iki Amerikalının ikinci yarı hiç sayı atmamasının anlamı nedir? 29 sayılık fark, hangi akla hizmet bir senaryoyla çöpe atılabilir? Direnme kimliği altında asil tavırları, asalet kokan duruşuyla her seferinde dikildi delikanlı. Alnı açık, göğsü dik, yılmadan, kimseden korkmadan.. Ve yavaş yavaş, eze eze yürüyerek tüm aşıklarını ruhunda hissederek meydan okudu delikanlı. Ahmet Cömert ve Haldun Alagaş Spor salonlarında tribünler bomboş olduğu halde dışarıdaki binlerce Beşiktaş taraftarını içeriye almayan zihniyet, hangi IQ testine sokulabilir. Tabii ki tarih bütün bunların hesabını soracaktı, hatta yargılayacaktı bile. Ama tarih sırasını beklemeliydi.

Çünkü geçtiğimiz pazar, infaz vardı Akatlar'da. Alın terine saygıyı öğreneceklerdi. Binlerce yiğidin başkaldırışına yalnızca şapka çıkartacaklardı. İkinci yarı yalnızca 22 sayı atabilen Ülker'e, tokat gibi bir cevap vermişti delikanlı. Güney Asya felaketini salondaki 4 bin kişiyle 1 dakikalık saygı duruşuyla da olsa yüreğimizde hissettik. Yazılı ve görsel basının bu olaydan hiç bahsetmemesini de, aynı acıya vakıf kalbimize taşıdık. 150 sanatçının yardım amaçlı verdiği konsere 500 kişi gelmişken, bir alkış yazısı hak etmiştik oysa. O konsere gelmeyenlere inat.. Heyecan doruklarında ribaund aldık. Ter okyanuslarında tam saha pres yaptık. Ve hücum organizasyonlarında 4 bin kişiyle beraber potaya girdik.

Onu bunu kayırmadan, peşkeş bayırında koşmadan, "Adil maç" yöneten hakemleri, gördüğünü aktararak hatasız ve eyyamsız sunum yapan İsmet Badem'i yanaklarından öpüyorum. Her zaman söylüyorum; biz iyiler mutlaka bir gün kazanacağız. Basketbol camiasına hürmetlerimle..
-------------------------------------------------------------------
28/1/2005

Nükleer karınca


Kan tarlalarında beslemişlerdi seni... İhanet fırtınalarında bir filikan bile yoktu. Hemşehrilerinden ilk defa ayrı kalışın ve sılada oluşun hep garipsendi. O göbeğin ve bıyığın hep dillere dolandı. Bir tek iyi adamlığın vardı pozitif. Ona hürmet yalnızca "Yeniköy Kasabı"nı yapıştırıverdiler. Yoksa "Cubali'de lağımcı" bile yapabilirlerdi seni. Tabi bir de bu linç değirmenlerinin ortasında bütün asaletiyle bir delikanlı vardı. Ayağa kalkıp "Viçente" diye bağırdığında cümle alem, azar işitmiş çocuk gibi köşesine çekiliyordu. Real Madrid'i "Ben bile çalıştırırım" diye ukalalık yapıyorlardı ama kendi ayakları üzerinde durup, tuvalete bile gidemiyorlardı. Bu blender kılıklı heriflere kimse "dur" demedi. Yağma operasyonlarında seni de tuzla buz yaptılar. Ben bunları senin iyi hocalığından ya da kötü oluşundan mütevellit yazmadım. 3-5 köşe gardiyanının ellerini ovuşturup sinsi sırıtışlar içerisinde emellerine kavuşmasına içerliyorum. Tıpkı 2. Dünya Savaşı'nda Alman subayların öldürdükleri esirlere bakarken, duydukları haz gibi. Korkum buna paraleldir ki, "Büyük Kaptan"ı da bu çarkın dişlerine takmasınlar. Ne Atom Karıncalığı'nı bırakırlar, ne de iyi insanlığını... Onlar için 15 seneyi aşkın Beşiktaş forması giymen bile basit bir iştir. "O takımda ben bile oynardım" deyip inerler otobüsten. Seni öteki durağa kadar azraile teslim ederler. Yırttın yırttın. Yırtamadın başka hocaya koltuk hazırlarlar. Etrafımızda birçok insan kime inanacağını bilmiyor Kaptan. Onun için hep kaybediyor. Umarım ve isterim ki atom karıncalıktan terfi edip, nükleer karınca olursun. Sana da bu yakışır. Sevda bayırlarında bize el uzatanı hep bildik. Hizmet edeni, hem de karşılıksızca sırtımızda taşıdık. Okyanuslarda dev dalgaları dert etme. Boğuşur ve kazanırsın. Ama ne olur, sığ sulara dikkat et. "Ayağım yerde dersin" harcanırsın. Seni seviyoruz, "Büyük Kaptan." Rastgele...[/b]
------------------------------------------------------------
04/2/2005

Kaşkolum ve Ben

Boynundaki zulaya siyah-beyaz kaşkolu aşikar eden bir neslimiz doğmaktadır. Yalan etmektedir, tüm araştırma otoritelerini. Ciğerimiz yansa da delikanlılığımıza gram leke sürdürmeyiz demektedir. Ve taparcasına sevmektedir, ölürcesine itaat etmektedir. Cadde cadde dolaşın, sokak sokak gezin, arşınlayın bütün vapurları o zaman anlayacaksınız; bu adam neler söylemektedir.. Tüm paltoları sayın, bütün montlara bakın, boyun kısmında siyah-beyaz bir kaşkol göreceksiniz. O kaşkol, her ilkbahar geldiğinde özenle tertemiz yıkanır. Ya anaya, ya da yare teslim edilir. Boynundan çıkarasın gelmez, biraz duygulanırsın ama öteki kışı bir başka beklersin. O kaşkolun boynunda oluşu, göğsünü ya da boynunu ısıttığından değildir o gencin. Ruhunu sarmalamıştır adeta, sıcacık etmiştir benliğini. Ve kuvvet vermiştir yüreğine. İşte onun için.. Ne zülumler çektik, ne zalimler gördük stat kapılarında. Yağmurlar düştü üstümüze. Kar yağdı lapa lapa. Şampiyonluk dahi görmemiştik oysa. 40 binlere rakam bile demiyorduk. Bir Rize maçı hatırlarım 2-1 yenildiğimiz.. Rahmetli Bora'nın kemikleri hala sızlamaktadır. Bora gol attıkça, hakem saymamaktadır. İnönü'de fırtınalar kopmaktadır ve gökyüzü haset içindedir. Çünkü 40 bini aşkın taraftar üstüne düşen kar parçacıklarını hissetmemektedir bile. Ve zaman.. İşte o zaman, hatta zaman zaman yenik mi düşüyoruz zamana? Yıllar eskidikçe, yollar uzadıkça, haller mi değişmekte yoksa? Bırakın maç anındaki kar yağışını, yağmuru, doluyu.. Ya saatler evvel bilet almak için beklediğimiz kuyrukta yediğimiz soğuk.. O yürekler dağlayan cefa, o bitmek bilmeyen kuyruk ıstırapları. Ve şimdinin 18.30'una ayarlanmış meyhane çıkışları, maça 10 dakika kala turnike senaryoları. Takım 18.20 sahada, batılaşacağız diye batıyoruz, futbolcuyu tribüne çağıracak taraftar yok statta. Futbolcu öksüz ısınıyor, yetim vuruyor topa. Ama neymiş efendim! Avrupa'da diye başlayan onlarca hikaye.. Ve ruhumu sıcacık yapan o siyah-beyaz kaşkolum. Boynumda.. Ve ben maça gitmekteyim.. Kar da yağsa, yağmur da düşse üstüme.. Kutuplardan buzullar kopup da gelse.. Pazar günü maça gitmekteyim.. Onbinler kesmez beni.. Dışarıda kalmalı insanlar, Ancak öyle gözlerim yaşarır, Tüylerim diken diken olur.. Ve boynumdan çıkar.. İki elimin arasına gerilir kaşkolum.. Ve ben söylemeye başlarım.. "Bir şarkısın sen!.."
-------------------------------------------------------------
09/02/2005

Sahte Reçete


Düdüğünün içine kan dolmuştu.. Her üfledğinde, bembeyaz zambak tarlalarında kan kırmızısı gelincikler bitiyordu. İrin dalgalarında neşter sallayan doktor gibiydi. Ameliyatın risksiz bölümünü orta sahada yapıyordun da, en uska makas figürlerini kaleye yakın bölgelerde gerçekleştiriyordun.

Bu eyyamcılık, bu yetim hakkı; boğazına dizilmez mi arkadaş! Bir karıncayı ezdiğimizde günlerce vicdan azabı çekiyoruz da; sen milyonlarca taraftarın yüreğine, emeğine ihanet ederken bitmek usunmak bilmeyen gecelerde rahat uyuyabilir musun?

Asıl sen operasyonunu en cafcaflasını Trabzon'da yapmıştın zaten. O zaman neşteri acemi kullanıyordun, hep yara izi bıraktın. Bu sefer iş temiz olsun istedin. Tek vuruşta kelleyi gövdeden ayıracaktın, soranlara da "Çok uğraştık, kurtaramadık!" diyecektin. Kaşla göz arasında Tayfur'a da ince iplikli sarı bir dikiş atayım dedin. Basitleşip bir "Gol" diye bağırmadığın kaldı.

Daha önce aynı kutsal topraklarda İbrahim Üzülmez'e darptan dolayı adam yaralamadan şartlı tahliyesi olan Ali Tandoğan'ın, bu sefer adam öldürmeye teşebbüs dolu resim karelerine Hitler'in o narsist kişiliğinde gülüverdin. Anladığım kadarıyla hastanın vücudunda kan dolu bir düdük unuttun. Yani, suç aletini!! Onu, abilerine teslim edip seni babana şikayet edeceğiz.

Bir daha sana düdük müdük yok. İlle de düdük diye inat edersen, evde bir tencere var, düdüklü!! Onunla idare edersin. Babanla iki kelam edelim istiyoruz ama o bize hep LÜTFEN diyor. Demezler mi adama; sen şiddet nasıl önlenir panellerine katılma, sonra da LÜTFEN de...

Ne veriyorsunuz ki, ne istiyorsunuz insanlardan... Doktorun verdiği reçete sahte çıktı. O nedenle doktorun diplomasının iptaline ferman çıka! Reçete de baştan yazıla! LÜTFEN...
---------------------------------------------------------------------
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 01:00   #30
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

11/02/2005

BU DAVA HEPİMİZİN


Yine duygu dolu nöbetlere çıkmışım. Başım ağır, yüklüyüm iyice. Hafif de güzel olmuşum. Ve gözlerim dolu dolu. Çok sevmenin cezalarını çekmekteyiz. Hırsım, isyanımı bastırmış adeta. Birkaç dostla beraberim ve adımlamaktayız geceyi. Kar, bembeyaz tüfekleriyle esir almış İstanbul'u. Ve gece simsiyah heybetiyle kol kanat germiş şehre. Yolda yürürken kar ve gece, ufuk çizgisi siyah ve beyaz. Aynı alnımdaki yazı gibi. 16'da 16 yapın diye bağıran şanlı Beşiktaş taraftarı ve futbolcu takımı. Üçgenin öteki cephesi Akaretler. Anlamıyor musunuz, Saldırdıkça güçleri bitiyor, güçleri bittikçe sinirleniyor ve sinirlendikçe hata yapıyorlar. Görmüyor musunuz, Bu taşı kımıldatamıyorlar bile. Taktik senaryolar aynı. Üretkenlik sıfır ve tükenmek üzereler. 49 maçlık yenilmezliğimize kan doğrayan Sabri Çelik'in, 14. dakikada Recep'e faul yaptın diye gösterdiği sarı, verdiği frikik, bozduğu baraj ihlali ile ikinci sarıdan kırmızı gösterdiği tiyatro sahnesi gözlerimizin önünde. Sayın Kuddusi'nin 58'inci dakikadaki film karelerine bakın. Tıpkısının aynısı. Pozisyonun gol olmamış halini düşünün. İlk düdük top oyunda.. İkinci düdük Tayfur baraj ihlali ve sarı.. Tayfur "Yeter artık" deyip el kol hareketleri yapar ve kırmızı.. Alın size defalarca çalışılmış intikam enstanteneleri. Ve adımladığımız gece sabaha karşı gökyüzünün rengini almış denize götürdü bizi. Tam karşısındaydık denizin. Beleştepe'de.. Sol karşımda 'Kapalı' bütün haşmetiyle bize bakıyordu. 'Cefakar açık' sırt vermişti bize, biz de onlara söz verdik.. Tek bir Beşiktaşlı evde seyretmeyecekti maçı. Meyhaneler, restaurantlar kusura bakmasın ama bomboş olacaktı. Biz halk takımıydık ve halkın asaleti çektiği çilelerdendi. Onun için stada koşacak, tribünlere yürüyecektik. Hem de bu asi başımızı, yumruğumuzun içine koyarak. Bu dava, Akaretler'dekilerin değildir yalnızca. Bu dava yürekleri çatal bütün yiğitlerindir. Bu işin yazarı, çizeri, muhalefeti, iktidarı yoktur. Çocuklarımıza bırakacağımız yegane miras olan bu münevver ve güzide camia hepimizindir. Beşiktaş camiasına hürmetlerimle.
------------------------------------------------------------------
16/02/2005

HAYATIN ANLAMI

Karısından ayrı yaşıyordu. Mahkeme onları bir celsede boşamıştı ve 11 yaşındaki delikanlı anneye verilmişti. Karısının, duruşma salonunda hakime anlattıkları, dudaklarında gülümseme, kulaklarında çınlama yapıyordu. "Hafta içi basket, hafta sonu futbol maçlarına gider, bize hiç vakit ayırmazdı. Uykusunda hakem isimleri sayıklar, federasyonu istifaya davet ederdi. Evin içinde Beşiktaş'tan başka bir şey konuşulmazdı. Meğer bu adam benimle değil, Beşiktaşla evliymiş" sözleri; İnönü'nün bütün koltuklarına kazılıydı sanki. Bütün bunlar yetmezmiş gibi haftada bir gördüğü oğlu babasının elinden tutarken "Baba, beni maça götürme. Çünkü hakemler Beşiktaş'ı sevmiyor, ben de hakemleri sevmiyorum" dediğinde, dudaklarının arasından "Beşiktaş'ın Beşiktaş'tan başka dostu yok" mırıldanmaları ancak çıkabilmişti. 11 yaşındaki çocuğun bile sevgisinden yoksun bu hakemler, nefret bahçelerinde mi büyümüşlerdi acaba? Bu sefer adaletli maç yöneteceklerdi.. En azından öyle umuyordu.. Ve çocuğuna söz vermişti hakemler adına.. Beyninde, karısının hakime söyledikleri vardı.. Yüreği ise inadına Beşiktaş diyordu. Çocuk, 12. dakikada verilmeyen penaltı sonrası babasına şöyle yandan bir bakış attı. Baba mahcup ama azimliydi, ses etmedi. 19. dakikada Ronaldo sahada, adam da çocuğunun yanında kıpkırmızı olmuştu. Çocuk aklıyla işi çözmüştü. Ama babasını kıramıyordu. Onu, en sevdiği tribüne "Kapalıya" getirmişti. Babasının omuzlarında ilk maça gelişi ve tribünün onu "Yavru Kartal" diye selamlamasını asla unutamazdı. Babası, tribünle beraber iyice galeyana gelmişti. Futbolcu onur mücadelesi veriyordu. Beşiktaş ruhunu iyice hissetmeye başlamışlardı. "Hep böyle oynayın canımızı verelim" nidaları, 2-0'ın coşkusuyla tavan yapmıştı. Adam çocuğunu kavrayarak "İşte bu ruh, bu onur mücadelesidir aşık olduğum. Ama annene bunu bir türlü anlatamadım" derken gözleri nemlenmişti. Aynı gece çocuğun annesi, baba ocağında TV'den Beşiktaş maçını izliyordu. Yaşadıkları gözünün önünden film şeridi gibi geçmeye başladı.. Kocasını ilk gördüğü yer kapalı tribünün C kapısıydı. Şakır şakır yağmur yağıyordu ve delikanlı çubuklu bir forma giymişti. Birbirlerine aşık olmuşlardı.. Delikanlı, kutsal apoletli formayı oracıkta kendisine hediye etmişti.. Genç kadın, babasının şaşkın bakışları arasında o kutsal formayı üzerine giydi. Hayatın anlamını, iş işten geçtikten sonra anlamıştı. Volume tonlaması sonda olan TV'den Beşiktaş taraftarının sesi bütün odayı sarıyordu: "Bir anda tutuldum aşık oldum ben, hayatın anlamı siyah-beyazdı.."
-----------------------------------------------------------------------
20/02/2005

Kim Bilir ?

Rıza'nın talebeleri çatal yürek çıkmışlardı sahaya. Hissedilmesi gerekeni hissediyorlardı. Öyle ya sevmek için önce hissetmek gerekiyordu. Aşksız geçen günlere isyan eder gibiydiler. Her yerde adeta bittiler. Ne boş bir alan bıraktılar, ne de sahada basmadık yer. Dönülmesi gereken virajlardan biriydi. Belki de tünelin ucundaki ışıktı. Kim bilir? Belki de uyuyan devlere kalk borusuydu. Sesiydi belki isyanların. Lakin! Dönüşü olmaz bu seferlerin. Tadı damağımızda kaldıkça isteriz. İlle de ille sevdaları düşleriz. Antep'in acılı diyarlarından şen şakrak baklava börek döndüler. Isınma turları on numara geçti. Cicim ayları kazasız belasız son buldu. Her şeyden önemlisi kazanmayı öğrendiler. Belki de ölü toprağı kalkmıştı üstümüzden. Kim bilir? Belki Rıza'nın gönlündekiler ayna olmuştur sahaya. Rekor bile çıkar bu sevdadan. 16'da 16 yapın diyen taraftar bir şey mi biliyor yoksa? Kim bilir? Geçen senenin hırsız ilahları kendini affettirecektir belki de... Baksanıza son 13 haftanın 1 maç eksikli lideri konumundaki şanlı Beşiktaş, taraftarlarının da kayıtsız şartsız desteğini almış durumda. Gol dağlarına çabuk çıktık. İnişi uzun oldu. Çetin bir mücadele sonrası dimdik ve zaferle ayrıldık oralardan. Laf aramızda ne zamandır gol de yemiyoruz. Onu da öğrenmişler. Bırakın gol yemeyi pozisyon bile vermiyoruz. Heyecanlanacak bir dost bile nafile ceza sahamızda. Rıza bildiğiniz üzere çift karbüratör çalışırdı İnönü'nün çimlerinde. Köpek ciğeri gibi cümlesi hep onun için kullanılırdı. Cuma gecesi gördük ki koşmaları, ısırmaları ve kazanma arzuları ile kendini baştan yaratmış. Rastgele dedik kaptan Yolun açık olsun...


------------------------------------------------------------------
23/02/2005

Hepiniz Suçlusunuz

Yayık ayranı misali çalkalanan futbolumuz utanç dolu söylemleri de aşina ediyor gözlerimize. Kulaklarımıza alenen söylenenler yıllardır cesaret edilemeyenler. Bilinmez değiller aslında. Ne doping ilaçlarını getirenler, ne teşvik iğnelerini yapanlar. Masum değiller asla. Görmezden gelenler, ayıp kapatanlar ve emek çalanlar. Ve günahkarmıdırlar. Çöken futbolumuza parmağını bile kıpırdatmayanlar, yolda yürümesini bilmeyen Letonya'ya elenip finallere gidemeyenler, milyon dolarların uçuştuğu transfer odalarında yorulup aşk yuvalarında final yapanlar. Ve yıllardır Avrupa semalarında bir tek maç dahi yönetemeyenler. Kahrolmaz mısınız ki Bir tek düdük çalamamak ne esef verici bir yüklemdir. Ve sizin eyyamcılığınızdandır 12. Zaragoza'nın 1. FB'yi kendi evinde yenmesi. Sayenizde rahatlığa alışan futbolcularımız bayan voleybol takımı gibi. Elin oğluyla oynadıklarında da yer cimnastiği yapıyorlar. Yuvarlan babam yuvarlan. Bir de her düştüklerinde elinin baş parmağıyla işaret parmağını birleştirip kart göstersene diye hakeme koşmaları yok mu? Hepsi birer pandomimci. Hepsinden hepiniz suçlusunuz. Ligimizin kalitesi istatistiklerde. Avrupa'da sıramız 15. Maça gelen seyirci ahde vefası olanlar. Siz çöken futbolumuzu düzeltmeye uğraşmayın, merdiven boşlukları ile uğraşın. Yarın onları da bulamayacaksınız! Ben bu filmin sonunu biliyorum diyen sinemasever bir daha o filmi seyreder mi? Bir pastayı hep aynı üç kişi mi yer? O zaman kıtlık olmaz mı, kıran olmaz mı? Aç kalmaz mı insanlar? Benim futbolum vardı her hafta sonu evimi süsleyen. Her sabah gazetenin arka sayfası vardı işe giderken okuduğum. Hepsini çaldılar. Şimdi yorumcular ve hikayeleri var. Masal masal yoğuruyorlar bizi. Aynı cadının yalan hamurunu dağ dağ yoğurduğu gibi...

---------------------------------------------------------------------
27/02/2005

Boşuna Çalkalamayın

Anlamlı kalabalıkların toplumlara verebileceği özel mesajlar vardır. Topyekün hareket edebilmenin ayrıcalıkları olduğu gibi... Artniyetsiz Beşiktaş'ı sahiplenmenin "maddi kulvarlar bölümü" özel bir diyet gerektiriyor. Oluşan sinsi girdaplara düşmemek, göğsünü gere gere hür iradeyi özgür düşünceye ifade edebilmek gibi... Beşiktaş camiası bugün mesaiye erken başlayacak. Lakin şer cepheleri ve dedikodu atölyeleri bir haftadır kesintisiz çalışmakta. Bir kişinin bile hakkını "ret" olarak belirleyip yönetimleri ibra etmemesi şırınga edilmekte halkın gözünün içine. Enjekte edilen aslında kötü niyetin sulandırılmış hali. Ucuz malı işportadan alıp belli olan nihai ve etik karardan zarar etmemek asıl amaçları. Sayın kurnaz derebeyleri; boşuna çalkalamayın bu yoğurttan size ayran olmaz. Yani hiçbir Beşiktaş Genel Kurul Üyesi, kavgasını gösteri sirkinde yapmaz. Biz kavgamızı çocukların duymayacağı odalarda yaparız. Bütün yönetimler vermesi gereken hesabı tabii ki verecektir. Ama dedik ya; hesabı yanınızdaki bayanın görmesine gerek yok. Sessizce ödeşiriz. Anlamını layıkıyla bütünleştireceğimiz mali kongrenin maddi çıkar ve rant kapılarına mahal vermeden sonlandırılması ve oradan vardiyanın ikinci bölümüne hızla geçilmesi en büyük temennimizdir. Sakarya maçı Ali Sami Yen'deki mücadeleye açılan ince bir koridordur. Futbolcunun belli bir amaç portresi çizmesi için Sakarya maçı birinci önceliktedir. O yüzden bırakın hakemler kendi yaktıkları kazanlarda yansınlar, ellemeyin. "Hakem" kelimesinin geçtiği bir cümle bile duymak istemiyoruz, bugünkü maçta. Bizim hakkımızda her kim ne düşünüyorsa Allah onlara iki katını versin. Bugün anlamlı kalabalıkların stadı dolduracak olması spor kamuoyuna özel mesajdır. Beşiktaş camiasına hürmetlerimle.
-----------------------------------------------------------
02/03/2005

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz

Duyulması kargalar arası gülüşmelere yol açan buna müteakip mide kramplarıyla sonlanan TERRÖR kelimesi, ille de birilerine yakıştırılacaksa bu önce futbolu yöneten sonra da yazarak ve yorumlayarak yönettiğini sananlara yakıştırılmalıdır. Futbol yorumculuğunun kompleks tüccarları tarafından sürklase edilmesi ve RTÜK''ün bu tekeliyet karşısında üç maymunu oynaması Türk toplumunda izah edilemeyecek yaralar açmaktadır. Statlarda edilen küfürler yıllardır tartışılmaktadır ancak köşe başlarını tutmuş yorumcuların halka yanlış bilgi vermeleri ve ağır tahrikleri görmezden ve duymazdan gelinmektedir. İnsanlık adına söyleyin, kan değirmenlerini andıran, buram buram eyyam kokan, vatandaşı çıldırtan bu programlar ve yorumcular yokken tribünlerde bu küfürler ediliyor muydu? Sıkılan dişlerin gıcırtısını, akan salyaların görüntüsünü evimizin içine kadar getiren ve hiç kimseye cevap hakkı tanımayan, Şenol''a edilen küfrün pozisyon halini uygulamalı ve açıklamalı anlatan (!) zat-ı muhteremin ruh halini tartışmak üzere bütün psikologları göreve davet ediyorum. Ve bundan sonra İnönü Stadı''nın localarında kim bu adama viski ısmarlayıp goygoyculuk yaparsa, ki bu insanlar kendilerini biliyor, kendilerini Beşiktaş düşmanı ilan edeceğim. Futbolcu kan kusturur, hakem çıldırtır, federasyon racon keser, yorumcular idam ederler. Peki taraftar haklı duruşunu nerede verecek? Nerede kendini savunacak? Yetim, hakkını kime soracak? Be ağalar!.. İşte statlardaki asi ruh, haksızlığa isyan ve fütursuzca haykırış bu sorumsuzluklaradır. Taraftarlara uygulanan zulüm ve cezalar, tahrik musluklarını sonuna kadar açmış bu futbol ulemalarına da yansıtıldı mı? Rivayet odur ki Carew''in tükürüğüne kellesi, güvenlikçinin kafasına İnönü Stadı''nın anahtarlarını isteyen zihniyet, Kadıköy''de Ömer''e atılan şemsiyenin, Trabzon''da sahaya atlayan taraftarın faturasını göstermelidir. Beşiktaş''ın önlenemez yükselişine el freni çekmek isteyenler, Sakaryalı yedeklerle güvenlikçilerin en kötü adliyelik kavgalarını görmezden gelip Şenol''un affedilemez tahriklerini ellerinin kenarıyla köşelere itmektedirler. Biliyorlar ki; Beşiktaş''ın ayak sesleri, saltanat kayığından, taraftarın o hür iradesi sırça köşklerinden edecek onları. Yazık! Ben de Mali Kongre''de yaşadıklarımı anlatacaktım hesapta. 25 senedir camianın içinde olmama rağmen hiç görmediğim yüz ve çehreleri dile getirecektim. Evin teyp ve televizyon kumandalarını kaybetmiştim, onları şikayet edecektim ki meğer o kumandalar kongreye gitmiş... Yüreği Beşiktaş için çarpan yiğitlere saygısızlık yapanlar ve hançeri sırta saplayanlar... Bilir misiniz ki, Gün gelir eşkıya diz çöker ve yetim hakkı sorulur adalet önünde...
---------------------------------------------------------
08/03/2005

Yarı Açık Cezaevi

Milattan önce 1903 tarihinde Avrupa yakasında bir köy varmış. Köyün de bir tarafı inşaat halinde hapishanesi. Hapishanenin de, tesadüf bu ya hiç suçu olmayan 763 adet mahkumu varmııış. Koğuşlarında dışarıdan bakıldığında siyah, kaynar suya atılınca kırmızı renk veren, maliyeti 150 bin lira civarı bir bitkiyi satan terbiyesiz bir ihtiyar bulunuyormuş. Maliyeti 150 bin liraymış ama ihtiyar o bitkiyi 3 milyona satıyormuş. Aynı koğuşta o ihtiyara yan tezgahta eşlik eden, kıymaları misket büyüklüğüne getirip dörder et parçalı halinde ekmeklerin içine koyup 6 milyona satan bir genç mevcutmuş. (Meğer bunlar diplomalı gaspçılarmış) Bu hapishanenin en ilginç yanı, içinde mahkumdan çok gardiyanın olmasıymış. Gardiyanlar, 8'er sıra halinde mahkumların arasında dolaştırılır ve oturtulurmuş. Lakin gardiyanlar da rahatsızmış bu işten ama ne yapsınlar, emir demiri kesermiş. Sonra, mahkumlar monotonluktan kurtulsun diye yuvarlak bir nesneyi 22 kişinin kovaladığı, onları idare etsin diye de sağa sola koşuşturan bir adamın olduğu bir oyun peydahlamışlar. Ama oyunu seyretmeyi de ücretli yapmışlar. Hem de tam 66 milyon lira.. Hikaye bu ya, mahkumların hepsi tahsilli, uyanık ve civa gibi.. İşi oracıkta çözmüşler!!! Devir hesap devriymiş. Rakamları bu kadar yüksek tutmalarının ana sebebi, bir tarafı inşaat halinde olan hapishaneye finans sağlamak. Mahkumlar, hapishane yönetimini protesto amaçlı o oyunu seyretmeyeceklermiş ama "Manevi mecburiyet" zorunlu kılmış hallerini. Özgürlük ve hürriyet düşünceleri süslermiş düşlerini. Saz çalmışlar, davul çalmışlar hücrelerinde. Ve beklenen gün binbir zahmet ve binbir suratla ıkınarak, sıkınarak kapıya yaslanmış. İkisi de üzgünmüş?! Mahkumlar ve hayalleri. Lakin, hapishaneden dışarı çıkmak, içeri girmekten zormuş. İçeri girerken 3 kere aranıyormuşsunuz, sonra nüfus kağıtlarınız kontrol ediliyormuş, en sonunda ikametgah istiyorlarmış. Yoksa, en yakın muhtara gardiyan gözetiminde gidip, çıkartıyormuşsunuz. O kadar!!! Ya dışarı çıkarken.. Sizi, inşaat halindeki yere davet ediyorlar. Önce yürüyorsunuz, sonra kocaman bir su birikintisi. Çare yok, yüzeceksiniz. Akabinde, 1.5 metre yüksekliğinde demir set.. Oradan da atlayacaksınız. Atlarken düşünüyormuş mahkumlar.. Pentatlonda mıyız, triatlonda mıyız? Durun bitmedi.. Basık bir odaya giriyorsunuz. Arkanızda binlerce gardiyan. Evhamlıysanız, yandınız. Nefes dahi alamazsınız. Tam kapıyı görüyorsunuz, "yaşasın özgürlük" diye bağıracaksınız; kapı kapalı.. Tek tek çıkartılıyorsunuz. Ve nihayet temiz hava, bol oksijen. Ama o da ne.. İstediğiniz yere gitmek mümkün değil. Oklar ve tabela, istikamet olarak aşağıyı gösteriyormuş. Tabana kuvvet.. Ama yalnızca marş! O hapiste ceza çekmeyenler için bir örnek vereyim.. Cezanız bitti, kapının önündesiniz, eviniz de hemen bir arka sokakta.. Evine gidemezsin hemşeriiiiim! Önce istikamet nereyi gösteriyorsa, oraya. Taaaa öbür şehre.. Ya dostlar, işte böyle.. Neler yaşanmış o köyde neler. Sahi.. Hiç yoktu aklımda bu hikaye.. Lakin Cumartesi, ALİ SAMİ YEN'deykene!!!
-----------------------------------------------------------------
16/03/2005

O Koltuklarda Rahatmısınız?



Yağan karın İstanbul hükümdarlığı az sürmüştü. Güneş, hava durumuna el atmıştı. Mavi gökyüzüne hasret benliğimiz, paltoları bir celsede boşamıştı. Nakkaştepe güzergahında her adım atışım bir telefon çalışına eşlik ediyordu. Malum, Beşiktaşımın aşırı kan kaybedişinden dolayı bir burhan dönemi yaşıyorduk. Ankara'nın yolları taşlıydı. Ve biz oralarda istenmiyorduk! Lakin bitmek bilmeyen bir isyanın haykırış nakaratındaydık. Her çalan telefon sesi "İmdat" diyordu. Ankaralı, İstanbullu ama Beşiktaşlı hiçkimse stada alınmıyordu. Tepki telefonları Ankara ahalisindendi. Tribünler boş olmasına rağmen 14.30 itibariyle kapılar kapanmıştı. Gişeler paydos etmiş, biletler aforoz olmuştu. Beşiktaş'ı seyretmeye gelen binlerce taraftar kapı dışarı bırakılmıştı. Bu muydu sayın Melik Gökçek'in misafirperverliği!! Ya da 5149 sayılı madde ne demekteydi. Hatırlayalım! Hiç bir kulüp toplu bilet alamaz ve dağıtamaz. Oysa bütün belediye çalışanları, Büyükşehir Belediye Ankara sevgisiyle tribünlerdeydi!!! Samet Aybaba'nın, "Beşiktaş'ı ciddiye almadığımızdan yenildik" beyanatı ise benim gibi yüzbinlercesini kendine getirdi. Biz potansiyel düşmandık. Cemlerden Papila olanı, Kayseri-Samsun maçında Mike Tyson'ın (yumruğunu görmezden geldi ve sarı kartını nezaketen çıkardı. Oysa, İbrahim Üzülmez'e Samsun maçında gösterdiği kırmızı kart, Teksas İlçe Düellosu'nda çekilen silahlara benziyordu. Kin, nefret ve intikam (Aferin hocam devam)! Cemlerden Deda olanı ise, play-station kabiliyet katiliydi. Penaltıların ön plana çıkardığı hakemlerin kablosuz yayınıydı. Lakin UEFA'ya şikayet dilekçesinde yeni bir kuralda ısrar ediyordu. "Ceza sahasında topa vurulan her tekme penaltıdır!?" Wederson'un bize attığı penaltının tekrarı, Carew'in Sakarya'ya attığı penaltıyla örtüşmüyor mu ? Tekrarlattık diye yaygara yaptınız. "Alın sizinkini de tekrarlatıyoruz" mantığı içermiyor mu? Ve biz nereye gidiyoruz. Milyon dolarların uçuştuğu ligimizde, maç sonuçlarını futbolcular yerine hakemler mi belirleyecek? O zaman futbolculara verilen astronomik rakamlar niye? Bu işe kimse dur demeyecek mi? Ekmeğini futbol sektöründen kazanan tüm insanlar, rahatsız olmuyor musunuz? Nedir bu, "Ben tuttuğum takımın analizini ve kritiğini yaparım" mantığı. Futbol elden gidiyor, yanında basketbolu da götürüyor. Bir adamcılık, bir eyyamcılık almış başını gidiyor. Tahrik adeta açık arttırmada. Çifte standart karaborsada. Ve siz futbolun patronları, Merdiven boşluğu diye zıplıyor, küfür ediliyor diye milyarlarca ceza kesiyorsunuz. Bir sürü kampanya da cabası. Arızalı maç yöneten hakemlere, 10'ar bin dolar ceza kesebiliyor musunuz, oturduğu maç yorumcusu koltuğunu hükümet koltuğu zannedenlere hak mahrumiyeti verebiliyor musunuz, yanlı yayın yapanları RTÜK kapatabiliyor mu? Siz ondan haber verin. Önce yukarıları temizleyin sonra göreceksiniz ne küfür kalmış ne de merdiven boşluğu.
-----------------------------------------------------------------
21/03/2005

O Yosun solucan harcıdır

Onlar kötü günlerin vazgeçmez bekçileriydi. Ülke ekonomide, "Titanik"i oynarken para tarlalarında tırpan sallar gibiydiler. Onlar yoktan var etme savaşının yenilmez kahramanıydılar. Acımasızlık sahnelerinde diş sıkan dublörü oynuyordular. Beşiktaş taraftarının yıllardır süren bu onur mücadelesine ve evelsi gün başlayan küfürsüzlük eylemine herkesin destek olması şarttır. Borsanın kara lakaplı olanı Cuma günü ellerinin kirini 25 milyona satıyordu. Akatlar, Fener maçıyla tarihi gün yaşarken, karaborsacıların müthiş zaferi insanı canından bezdiriyordu. 3 bin kişinin dışarıda kaldığı basket maçının belleklerdeki dedikodu örnekleri FB TV'nin yaptığı yanlı yayındaydı. Bakın dostlar derbi maçlarda tansiyon, içilen tuzlu ayranlara bağlıdır. Azınlıkta kalan tarafın psikolojisi bilinç altıyla beraber dikkat çekmek ister. Hoplar, zıplar, agresif olur. Bu her yerde böyledir. Velhasıl 150 kişilik Fener taraftarı da 7-8 civarı maytabı sahaya fırlatarak Beşiktaş takımının konsantrasyonunu bozmaya çalıştı. Buraya kadar herkesin canı sağolsun. Normaldir. Ama! FB TV'nin kendi taraftarlarının attığı maytapları Beşiktaş tribünlerine mal edip ekranlardan sarı-laci haykırması kendi günahlarıyla iç hesaplaşmasıdır. Vebali kendi boyunlarınadır. Yetkili ve etkili şahısların televizyonlarından cihat çağrılarını andırır vaziyette Beşiktaş camiasına potansiyel düşman sağlaması bizi fazla düşündürmez. Düşünmesi gereken kurumlar vardır. Önce federasyon, RTÜK. Hatta pek renkli basın. 3 hafta önce Beşiktaş'tan sabıkalı Selçuk Dereli'yi başkanın başlattığı kampanya akabinde hemen ve tekrar sahaya süren, küfür olayı sanki sırf Beşiktaş'ın sorunuymuş gibi davranan, başkanınızın "küfür etme" kampanyasını bütün gazeteler dahil 3. sayfalarda işleyen bütün sorumlular düşünmelidir. 88 dakika tek bir küfür etmeyen Beşiktaş taraftarını zorla küfüre teşvik eden Selçuk Dereli de düşünmelidir. Zira tahrik çok önemli bir suç ve bugüne kadar edilen küfürlerin altyapısıdır. Böylesi önemli derbi öncesi bir ilki başarıp 22 futbolcuyu tribüne çağırdıktan sonra bize "Katil" diye bağıran Trabzon taraftarı da düşünmelidir. Beşiktaş taraftarının sırtındaki yargısız kamçı izleri şevkimizi, şafkımızı, bulut güllerinden daha bir suna yapmıştır. Lakin yosun solucan harcıdır. Bunları da düşünün. Her hattığıyla hedef halinde olan bu camia yaşlısıyla genciyle travma yaşamaktadır. Federasyonun bizzat kendisi arabayı üzerimize sürmektedir. Selçuk Dereli bu maçta neyin nesidir, hatta ne demektir!
------------------------------------------------------------------
Kaldırım Ciğer ve Zar

26/03/2005

Sumakla yoğrulmuş, ince ince kıyılmış soğanın kızarmış patatesle koluna girdiği, servisinin uzun kayık tabaklarda yapıldığı, kare kare doğranmış bir yakışıklı vardır... Arnavut ciğeri. Siyah-beyaz resimlerde hissettiğimiz, kokusunu büyüklerimizin anı defterlerinde aldığımız ne aşkların son bulduğu, şairlerin ilham kaynağı İstanbul sokakları. Buram buram tarih kokan bu şehir sokaklarının, kare kare taşlarla döşenmiş mistik bir yapısı vardır... Arnavut kaldırımı. Hilenin olamayacağı, masaların hakimidir. Kendine göre ters raconu, değişik kuralları vardır. Barbutu heyecanlı ve canlı kılar. Köşeleri kırık olduğundan masa üzerinde cilve yapar, naz eder... Arnavut zarı. İnsanların para harcamaya korktuğu, dolayısıyla ekonominin yerlerde olduğu, ama milli değerlerin sıkı sıkı sarmalandığı, hocasına bir tek futbolcu yüzünden cephe alınabilen, maneviyatı her dönem yüksek bir ülkeyle karşılaşacaktır,

Arnavutluk Milli Takımı
Biz bu ülkenin evlatları olarak milli duygularla karışık, milli hasretlerimiz vardır. İlk basamak bu gecedir. Futbolla yaşayan bir gençliğin bireyi olarak Almanya'ya gitmek istiyoruz. Yüreği çatal, yumruğu sıkı, bu ülkeye borcu olan bütün futbolcuların bu akşamki mücadelesi onuruna ve şerefine olmalıdır. Bu ülkenin bu akşamki galibiyete şiddetle ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak da, başaracak da futbolculardır. Hem de gayrisiz. Aslında bu yazı 500 Beşiktaşlı delikanlının Abdi İpekçi Salonu'na terk edilip, oradaki türlü maceradan geçtikten sonra ayakta ve hayatta kalabilmesiyle ilgili bir yarışmaya ait olabilirdi. Ağızlarında "Terörü engelleyeceğiz" diyenlerin tatbik emir ve uygulamada (Mesela su satmayarak işkence) beyinsel olarak terörü körüklediklerini okuyabilirdiniz. Ama ben bugünümü Türk Milli Takımı'na ayırdım. Hadi bakalım, milyon dolarlık futbolcular, gösterin hünerinizi, kırın şu, Arnavut inadını.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 15:32 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580