|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
08-02-2007, 16:40 | #31 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Kitle iletişim araçları tarafında iletilen dolaylı bilgilerin büyük bir kısmı görüntülüdür ve bizim olayları sanki orada imişiz gibi algılamamızı sağlarlar... Bu tür biçim bozmalar (distorsion) şiddet görüntülerine de uygulanır. Bu yüzden gerçek şiddet yerine, şiddetin öğrendiğimiz ve hayal ettiğimiz kadarı önem kazanır. Araştırmaların belirlediğine göre, güvensizliğin tırmanışından şikayetçi olanların pek azı bizzat saldırıya uğramış ya da daya yemiştir. Fakat falan olayı ya da filancanın başına gelenleri duymuşlardır. Önemli olan yaşanmış gerçek değil, iletişim araçlarının öğrettikleri ya da gösterdikleri ve iletişim araçlarının gösterdiği kadardan öğrenilendir”(Michaud 1991: 54-55). | ||
|
08-02-2007, 16:41 | #32 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 2. Kitle İletişim Araçlarında Şiddet İçerikli Gösterimlerin Sunumu Söz konusu durumun sürdürülmesinde önemli bir ağırlığı, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımında önemli bir yere ve etkinliğe sahip bulunan şiddet içerikli fantazyalar/gösterimler oluşturmakta ve bu alanda en önemli tehlikeyi, sinema ve televizyondaki fantazya görünümlü şiddet gösteriminin, içimizdeki yeterince sublime edilmemiş toplumsallık-karşıtı güçlerin veya huzursuzluk, kırgınlık ve endişelerin zararsız biçimde dışa vurulmasına yol açtığı –bir başka deyişle, şiddet gösterimlerinin izleniyor olmasının gerçek yaşamda şiddete yönelmeyi azalttığı- ve böylece bunlardan hem arınmayı hem de bir eğlenme olanağını sağladığı şeklinde, bu yayınlara büyük ölçüde dayanak oluşturan ve aldırmazcı tutumları içeren Fantazya Kuramı’nın artık günümüzde neredeyse geçerliliğini yitirmesine karşın, hala savunulmakta bulunulması olmaktadır. “Çünkü; bu hipotezin doğru olabilmesi, filmde gösterimi yapılan şiddetin bir fantazya niteliğinde olduğunun izleyici tarafından oldukça belirgin bir şekilde algılanabilmiş olmasına bağlı bulunmaktadır. Bu ise, çoğu kez, ilk yönde; yani, şiddet gösteriminin fantazya niteliğinde oluşunun bilişsel düzeyde algılanmasının önleyici yönde toplanan koşullar nedeniyle olanaksızlaşabilmektedir. Zaten bireysel ve özgün yaşam-deneyimleri ile dünyayı ve realiteyi kendisi açısından görme yeteneği ve bakış açısı gittikçe daralan ve bu yüzden de kazandıkları sınırlı ve birbirine benzer algılamalar etkisiyle de, izledikleri bir şiddet programında gördükleri olay veya dizideki karakterlerden biriyle yaptıkları özdeşleşme ve abartma gibi ekonomizasyon ve rasyonalizasyon aracılığıyla kurdukları ilişkilerde, neyin fantazya, neyin realitenin yansıması olduğunu anlamaları da güçleşmektedir” (Oskay 1982: 375-376-377). | ||
08-02-2007, 16:41 | #33 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Diğer yandan, bireyselliklerini oluşturabilme ve gerçekleştirme olanakları neredeyse kalmayacak biçimde bilinçlerinin bir bölümü kolektifleştirilmiş, bir bölümü ise oldukça bireyselleştirilmiş olan bireylerin, bunlar fark edebilecek bir algılama eşiğine sahip olduklarının da söylemek mümkün değildir. Bireylerin böylesi bir toplumsal yaşam realitesinin değiştirilmemesinden doğan husumet dolu, kıskanmacı ve ezmeye yönelik duyguların yarattığı –ki bu durum alt ve alt-orta sınıf ve katmanlarda daha yoğun yaşanmakta olduğu- ve böylece gerçek yaşamın onlara kazandırdığı saldırgan bir kişiliğin etkisiyle, gerçekleştirdikleri saldırganca davranışlarda hedeflerini, yaptıkları ekonomizasyon ve rasyonalizasyon süreçleri ile ve şiddet gösterimlerinin etkisi altında, varolan sistem yerine kendi konumlarında yer alan kişilere yöneltebilmeleri söz konusudur. Bu nedenle; “Şiddet kullanımının kitle iletişim araçlarında şiddet gösterimi ile hızlandırılması, toplumsal sistemlerin bugünkü koşulları nedeniyle zararlı değil, zorunlu sayılıyor da olabilir. Çünkü, arkalanan şiddet davranışlarını bireyler düzene karşı değil, kendi toplumsal konumları açısından güçlerinin yetebileceği kimselere karşı yapabileceklerdir. Bu ise, gündelik yaşamı kitlelerin gitgide daha güvensiz ve kargalaşalı görmelerini sağlayacak; bu durumda kitlelerin bugüne kadar ki demokratik yönetimler yerine kurulacak yeni yöneten-yönetilen düzenlemelere daha kolay boyun eğmeleri, bunu benimsemeleri kolaylaşacaktır da denebilir. Anomi içine sürüklenecek bu kişilerin, toplumsal denetimin olmadığı yer ve zamanlarda düzene zarar verici edimlerde bulunmaları ise, bu kesimdeki insanların bilinçlerinin bir bölümü kollektifleştirilmiş bilince, bir bölümü de bireyselleştirilmiş bilince dönüştürülerek etkinlikle önlenebilmektedir”(Oskay 1982: 380). | ||
08-02-2007, 16:42 | #34 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bunun yanında, özellikle izleyicilerin şiddet içerikli programları/filmleri yeğlemelerinde, gerçek yaşamda aradıklarını bu tür yapımlarda bulabilmekte oluşlarının önemli bir rolü olduğu söylenmektedir. Bu durumda fantazya görünümlü “Şiddet gösterimini izlemek arınma yaratmak şöyle dursun, saldırganlık eğilimini arttırmakta; yaşamda şiddete yönelmektedir. Bandura ve diğerlerine göre şiddet gösterimini izlemek seyretmek kişiye şiddet patternlerini (kalıplarını) öğretip kazandırmakta; çevremizdeki diğer modellerden olduğu gibi, kitle iletişim araçlarındaki şiddet gösteriminden öğrendiğimiz bu modellerden de ilerisi için davranışa hazırlık biçimleri (predispositions) edinmemize yolaçmaktadır. Ne var ki, bunları edinir edinmez hemen irrasyonel bir biçimde saldırganlık davranışlarında bulunmamakta, fakat kalıcı nitelikte bir başka iş yaparak, yanıtlar (response) dağarcımızda (repertuarımızda) bunlara da yer vermekteyiz. Böylece ilerde, benzer bir durumla (situation) karşılaştığımız herhangi bir anda o zamana kadar unutulmuş gibi duran bu davranışsal hazırlıklarımız, küçük bir belirtkenle uyarı (cue) ile karşılaşır karşılaşmaz aktifleştirilmekte; şiddet davranışlarında bulunmamıza yol açmaktadırlar” (Oskay 1982: 368-369-380-381). “Bu alanda önemli bir tehlikenin de, cinsellik boyutu taşımayan düz şiddet gösterimleri konusundaki bu saptamaların ve sağlanan gelişmelerin aynı ölçüde, şiddeti cinsel boyutunda işleyen cinsel şiddetin uygulamasında ast olan, şiddete dayalı cinsellik değil, cinsellik görünümlü şiddettir. Pornografik şiddet konusunda sağlanamamış olmasıdır. Bu konuda yapılan araştırmaların yöntembilimsel açıdan akıl almaz derecede yanlış kavramsallaştırılmalarını, yanlış kurgulanmalarını ve uygulamalarını, bu yanlışların hala sürmekte oluşunu açıklayabilmek bugün de zordur. Bu araştırmalarda pornografinin kavramsallaştırılmasında olduğu kadar, porno filmlerindeki şiddet öğesinin seyirci durumundaki deneklerce algılanmasında ve bu algılamanın ölçülüp değerlendirilmesinde de aynı yöntembilimsel yanlışlıklar devam etmiştir. Şiddet öğesini doğal olarak içinde taşıyan pornografi gösterimlerinin araştırma konusu edildiği bütün çalışmalarda, yaşamı, yalnızca erkeğin dünyası içinde bir yaşam olarak yaşamaya alışmış erkek ve kadın deneklerin pornografik gösterimlerde şiddet öğesini algılamamaları, bu porno filmlerin içinde şiddet öğesinin bulunmadığı yolunda uzun sürmüş bir yanlış kanıya yol açmıştır. Kadınlar, porno filmlerdeki şiddeti de, yaşanan toplumdan edindikleri machismoyüzünden algılayamamakta, pornografikteki şiddet boyutunun düz şiddet kadar duyarlılıkla algılamamakta, tehlikeli saymamaktadır” (Oskay 1982: 364-365-380-381-383). | ||
08-02-2007, 16:42 | #35 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Bu filmlerin izlenmesi sırasında husumet duyulmaması, filmdeki machismonun bilinçli bir şekilde onaylamasından ya da bunun cathartic bir etkide bulunmasından değildir. Toplumsal yaşamımızın doğru olacağını pratikten bilmemiz ve filme izlerken göstereceğimiz tepkimizi belirleye ‘kültürün’ toplumsal yaşamın diğer alanlarında da benimsenmiş olan kültüre denk oluşudur husumetin ortaya çıkmamasının nedeni. Başka bir deyişle, bu tür porno filmlerde gördüklerimizi gündelik yaşamda da uygulayabilmekte, böylece erkek üstünlüğüne dayan bir kültürde, bu tür filmleri izleyerek öğrendiğimiz kabalığı, şiddet ve eşitsizliği olumlayan bu davranış kalıpları, bizim dışımızdan belirlenen toplumsal ilişkilere gündelik yaşamımızda da daha kolay uyumlanmamıza yaramaktadır”(Oskay 1982: 390). Böylece, bu tür yayınların, bireye, toplumsal realiteyi değiştirmeye yönelik bir meydan okuma olanağını vermeyişi nedeniyle, kendisinde oluşan husumetin yerine ikame edebileceği bir şiddete başvurmasına yönelik bir rasyonel ihtiyaca da denk düşerken, diğer yandan da, söz konusu yayınların bireye kendisi ile gücünün yettiği aynı toplumsal konumdaki kişiler üzerinde ezmeye, horlamaya ve şiddet uygulamaya yönelik bir yaşam üslubunu haklı gösterip, deste verecek bir işlevi de yerine getirdikleri söylenebilir. “Bu nedenle, yalnızca anlatımlarındaki hızla aksiyon akışıyla değil, yaşadığımız hayatın kırgınlık ve öfkelerimizi haklılaştırır göründüğü için de ilgi çekici yayın türlerinin başında gelmektedirler. İkinci olarakta, yaşadığı hayat ya da toplumsal realite karşısındaki husumet duyguları fazla yoğunlaşmamış kimseler, bu yayınlardaki suçluların işlediği suçların aracılığıyla ile fantezi niteliğinde yada tevkil edilmiş (viarious) bir suç ile boşalma (cathersis) elde etmektedir. Ancak, günün birinde hayatlarında büyük sarsıntılarla karşılaştıklarında, hem suça yönelmeleri kolay olmakta, hem de suçun ne olduğu, nasıl gerçekleştirildiği konusunda bilgi edinmiş olmaktadır” (Oskay 1992 b: 57-58). | ||
08-02-2007, 16:42 | #36 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Önemli bir yaygınlığa sahip bu tür filmlerde şiddetin yeralış ve sunum biçimi, yaratabileceği bu tür sorunlara karşın hala etkinlikle sürdürülmektedir. “Comstock, şiddete dayalı öykülerin ister yazılı basın, ister T.V. ve ister filmlerde olsun, aşağıdaki yaklaşımlarla saldırganlığı dürtüleyebileceğini orta koyabilmektedir: Ne zaman ki şiddet 1) Ödüllendirilir, 2) Çekici gösterilir, 3) Gerçek olur ve 4) Haklı kılınırsa; ne zaman ki şiddet yaratan 5) Bu davranışından ötürü eleştirilmezse, 6) Kurbanını incitmeyi (ya da aşağılamayı) eğilim şeklinde gösterirse, basılı yada görsel-işitsel iletişim araçları etkili olmaktadır”(Ergil 1983: 55-57). “Her gün suç işlemenin inceliklerinin estesize edilerek kurgulandığı filmlerle karşı karşıya kalan bireyler, şiddete dayalı filmle diğer gösterileri giderek daha önemseyerek ya da çarpıtarak, gerçek yaşamın bir parçası olarak görmeye başlarken, diğer yandan da, bu tür yayınların belirli bir süre içinde suça yönlendirmediği doğru olsa bile, suç sayılan davranışları olağanlaştırmakta; hayatımızı ve çevremizi suçlarla barış içinde yaşamamız gereken bir hayat, bir çevre olarak tasvir etmekte olduğu da unutulmamalıdır” (Ergil 1983: 55-57). | ||
08-02-2007, 16:43 | #37 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımında, şiddetin vurguladığımız yöndeki etkilerine karşın bu denli etkinlikle yer almasının ve sunulmasının tehlikelerine değinirken, diğer yandan da, “Kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet sorununu gözler önüne sererek, durumun karmaşıklığına, işe karşına birçok etkene dikkat çekmek ve hepimizin üstünde sorunu inceleyip tartışabileceğimiz, normal olarak kullanılandan daha geniş ve anlamlı bir çerçeve çizmek şeklindeki çabamızın da bulunduğunu belirtmeliyim. Kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet olgusunu, aslında, bu olguyu besleyen birbirine bağlı ve karmaşık bir görünüm sergileyen toplumsal yapı dinamikleri ile onu da içine alan bir sistemle olan ilişkilerini göz önüne alacak biçimde incelemek gerekmektedir” (Halloran 1983: 63-84). Çünkü, “Bu sistemin (kitle iletişim sisteminin) genel toplumsal sistemle ve özel olarak ta siyasal sistemle olan ilişkileri ve onun tarafından büyük ölçüde belirlenmesi, kitle iletişim sisteminin kavranması ve anlaşılmasını, önce siyasal iktidarın bir çözümlenmesinin yapılmasına bağlı bulunmaktadır.” (Kaya 1985: 65). | ||
08-02-2007, 16:43 | #38 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İKİNCİ BÖLÜM YAZILI BASINDA BİREYSEL ŞİDDET İÇERİKLİ HABERLERİN SUNUMU I. YAZILI BASININ ŞİDDET İÇERİKLİ HABERLERİ SUNMA BİÇİMİ Günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygınlaşan kullanımı ile şiddetin toplumda yaygınlaşma ve bir anlamda meşrulaştırılması ve/veya içselleştirilmesi olgusu gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Çünkü; izlediği TV’de, sinemada, okuduğu gazetede şiddet içerikli birçok gösterim ve haberle yüz yüze gelen bireyin, gerçek yaşamda bu denli şiddetle karşılaşması mümkün değildir. Ancak, “av/avcı”, “ezen/ezilen”, “yöneten/yönetilen”, “horlayan/horlanan” görünümleriyle ortaya çıkan ve “göreceli” bir boyutta kendini gösterdiğinden dolayı aynı oranda da farkına varılması zor olan şiddet dayalı sistem realitesini, bu arada gözden uzak tutmamamız gerekiyor. Zaten kitle iletişim araçlarının, tek başına şiddete dayalı bir toplumsal yaşamı oluşturabileceğini ya da toplumdaki şiddetin düzeyi üzerinde etkili olabileceğini söylemek tutarlı da gözükmemektedir. Çünkü, bireyler, kitle iletişim araçlarının etkilerine maruz kalmadan önce, yer aldıkları toplumsal sınıf ve konumlarının gerektirdiği ve de egemen sınıf kültürünün (kitle kültürünün/başat kültürünün) onlara yüklediği değer ve davranış değerlerini benimsemelerini sağlayacak biçimdeki düzenlemelerle maniple edilmektedir. Böylece, sınıflı bir toplumsal yaşamda sınıfsal bir bilinçten uzak bir biçimde kazanılan böylesi bir yanlış bilincin etkisiyle, içinde yaşadıkları toplumsal realiteyi değiştirebilecek yeterli parasal, zamansal ve kültürel olanaklara sahip olamamanın getirdiği husumet ve saldırganlık eğilimlerinin, bunları elde edebilme yol ve yöntemlerindeki temel mantığın şiddete dayalı bir kültürel yaşam içinde gerçeklemesine yol açmakta ve bu durum, sözü edilen kültürün yaşayabilmesi için gerekli desteğin verilmesi anlamına gelmektedir. “Bu kalabalık, haşinlik ve kiniklik ortamı içinde yaşanan bütün insan ilişki biçimlerinde insan bir başka insanla insanca bir ilişki kuramıyor. Bütün insan ilişkiler, iş hayatında da, siyasal hayatta ya da aşk da av/avcı ilişkisi olabiliyor. Sevişenler ilişkisine bugünkü tarzımız olanak tanımıyor. Horlamak ve horlanmak bir marazi tatmin biçimi oluşturuyor. Kendimizi başkalarının (gücümüzün yettikleri) üzerinde şiddet uygulamakta (dövmek, sövmek, horlamak, ikili ilişkilerde inisiyatifi hep kendi elimizde tutmak) haklı görmeye başlıyoruz. Şiddetle örülü bir biçimde çeşitli boyutlarda yaşanan insansal ilişkilerin yer aldığı böylesi bir toplumsal ortam içinde yaşayan ve aynı zamanda, yer aldıkları toplumsal konumu değiştirebilecek olanaklara sahip olamamanın getirdiği güvensizliğin ve husumetin etkisiyle, benzer konumda yer alan insanlara uygulanan şiddeti haklı görmeye başlayan ve bu nedenle de şiddete dayalı çözümler dışında alternatif bir toplumsal realiteyi düşünmekten alıkonulmuştur. Sorunlara böylesi bir hayat tarzının olağan saydırdığı bir bakış açısı içinde bakmaya alışmış insanlara, kitle iletişim araçların bunu zorlayacak yönde bir eleştirel yayın politikası gütmeleri, okuyucuya/izleyiciye itici geleceği düşünüldüğünden, “haber verme ve bilgilendirme” işlevi, şiddete dayalı sistem mantığının meşrulaştırılması, kültürel yönden normalizasyonu yönünde olacaktır” (Oskay 1992 a: 8-11). | ||
08-02-2007, 16:43 | #39 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu ilişki biçimlerini gazetelerin betimleyişlerine birkaç örnek; “Hasmını öldürmeye giderken trenin altında kalıp öldü. Dün gece Zeytinburnu’nda Yahya Özkaya (45) adında bir şahıs aralarında eski bir düşmanlık bulunan hasmını öldürmeye giderken banliyö treninin altında kalarak ölmüştür”. Olay fotoğrafının altındaki sözler aynen şöyle: Ava giden avlandı, Ava giderken avlanan Yakup Özkaya’nın Mustafa adındaki bir arkadaşına pusu kurmuş olduğu anlaşıldı” (Günaydın 06.01.1976: 1). Bir başka örnek; “Uyanık kuyumcu, soygunculara sahte altınları verdi. Fetih kuyumcusunun sahibi Sıtkı Şapka, ‘Onları faka bastırdım’ dedi. Kuyumcu Sıtkı Şapka’nın elinden gerçek zannettikleri 152 sarı madeni kaplama zincir alan soyguncular, ‘Büyük bir vurgun yaptık’ diye sevinç içinde kayıplara karışırken, uyanık kuyumcu arkalarından kahkahalar attı, ‘Her zaman biz mi faka basacağız? Bu onlara iyi ders oldu’ dedi” (Hürriyet 04.01.1990: 3). Bir diğer boyutta yaşanan ilişki biçimlerine örnek olarak, “Kaçan karısının evini buldozerle yıkan koca hırsını alamadı. ‘Dünyayı başına geçirsem de azdır’. Evliliğin ikinci ayında delicesine sevdiği karısı tarafından terkedilen ve yüreğine çöreklenen acı, zamanla nefrete dönüşen çılgın koca, yönetimindeki buldozerle genç kadının kaldığı “Baba ocağı”nı yerle bir ettikten sonra gözlerini hastanede açmış, ‘bana acı çektiren kadının başına dünyayı geçirmem gerekiyordu’ demiştir... Canından çok sevdiği karısından ayrılmak istemeyen, ancak tüm uğraşlarına rağmen soruna bir çözüm kazandıramayan makine operatörü, şeytanın dahi aklına gelmeyecek bir ceza şekli bulmuş ve bunu kısa sürede gerçekleştirmiştir” (Hürriyet 01.06.1976: 1). | ||
08-02-2007, 16:44 | #40 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Liseli kız, babasını satırla doğradı. 17 yaşındaki Neriman, ‘Babamı sevgilimle buluşmamı önlediği için öldürmek istedim’ dedi... İzmir’de hazır elbise satıcılığı yana Nevzat Eltepe, komşulardan Neriman’ın sık sık sevgilisi İzmirsporlu futbolcu Eldem ile buluşup dolaştığını işitmiş ve buna sinirlenerek Kınık’a hareket etmiştir. ‘Tatil bitti’ deyip eşi ve 3 çocuğunu alıp İzmir’e gelen hırslı baba, bir şişe rakı içtikten sonra Neriman’a sofradaki ekmek bıçağını göstererek, ‘Beni rezil ettin, bir gençle buluşup dolaşıyormuşsun, bundan sonra bunu yaptığını görürsem seni bu bıçakla kıtır kıtır keserim’ demiştir. Devamlı korku içinde kalan genç kız da, sabaha kadar uyuyamamış ve babasını öldürmeyi planlamıştır. Babasının yatak odasına giren genç kız elindeki satırı divanda uyumakta olan Mevlüt Eltepe’nin kafasına olanca kuvvetiyle indirmiştir... Nermin gözaltına alındığı Eşrefpaşa Karakolu’nda, ‘Bıkmıştım bana yaptığı baskılardan... Sevdiğim gençle buluşmamı, konuşmamı önlüyor, beni tehdit ediyordu’ demiştir.” (Günaydın 10.02.1976: 1) “Evlenmesine izin verilmeyince sevdiği kızlı birlikte altı kişiyi vurdu! '‘Bulabilsem, Aliye’nin bütün ailesini vuracaktım. Bana kız vermeyen ailenin kökünü kurutacağım’ dedi” (Günaydın 19.03.1976: 1) “Hayatında tavuk bile kesmeyen adam, karısın kıtır kıtır doğradı... Baltayla doğrayan katil kendisini yıllardır ilk defa mutlu hissettiğini söyledi.” (Günaydın 15.01.1976: 1) “Döven kocasını bıçakla öldürdü. Kendisini sık sık dövmesine dayanamayan Mesude, kocasını ekmek bıçağıyla öldürdü... Eşini korkutarak bu tartışmaların bir daha yaşanmamasını sağlamak isteyen genç kadın üzerine yürüyen M. Karataş’ı karnından bıçakladı.” (Hürriyet 18.02.1990: 3) “Boşanmak isteyince hastanelik oldu. Hastanede kıstırdığı eşini döverek yüzünü morartan öfkeli koca kayıplara karıştı” (Hürriyet 02.01.1990: 1) “Dayak cinayeti. 4 çocuk annesi Mualla kendisini düven mühendis kocasının uyuduktan sonra eşarpıyla boğarak öldürdü. “Akşam eve geldikten sonra yok yere beni dövmeye başladı. Yüzümü, gözümü morarttı. Bu işkenceden, eziyetten kurtulmak için başka çarem yoktu” (Hürriyet 08.01.1990: 3) “Binbaşı kocasını bıçakla öldürdü. Olay günü alkollü vaziyette, tekme-tokat evden sokağa atması bardağı taşıran son damla oldu. Kocasının kendisini yarı çıplak vaziyette döverek dışarı atmasına içerleyen iki çocuk annesi Ayşe B. Eline geçirdiği ekmek bıçağı ile kocasının delik deşik ederek öldürdü” (Sabah 23.01.1990: 3). | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |