![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
![]() | #21 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| V. YENİÇERİ İAŞELERİ ve MAAŞLARI Yeniçerilerin iaşeleri kendilerine aitti. Her orta veya bölüğün yemek kazanı ayrı idi. Et ihtiyaçlarını belli yerden alan yeniçerilere et zamları yansıtılmaz, fazlalığı devlet sübvansiyon ödeyerek karşılardı. Buna “zarar-ı lahm” denirdi. Yeniçeri kazanları kendilerince kutsal sayılır ve isyan öncesinde bunlar Et meydanına çıkarılırdı. Buna “Kazan Kaldırma” denilirdi. Yeniçerilerden bazısına ayrıca hergün “fodula” denilen ekmek verilirdi. Yeniçerililer acemi ocağından gelip ocak defterine kaydedilirken iki akçe yevmiye ile kütüğe yazılırlar ve sonra hizmetlerine göre gündelik artardı; en yüksek yevmiye sekiz akçeye kadar olurdu. Maaş üç ayda bir çıkar ve divan-ı hümayunda her ortaya ayrı ayrı verilirdi; bu ulûfe divanına gabele divanı denilirdi. Her orta kendisine ait maaşını meşin keseler içinde divandan alır ve omuzlarında odalarına getirirler, orada çorbacı denilen bölük kumandanları tarafından tevzi olunurdu. Bundan başka yeniçeri ocağına ara sıra ikramiyeler verilirdi.[1] VI. YENİÇERİ ORTALARI ve SANCAKLARI Yeniçeri ortaları bugünkü bölük veya tabur, demek olup her ortanın numarası, anahtar, kalyon, balık... gibi alâmeti vardı. Her nefer, mensup olduğu ortanın alâmetini, mürekkep ve barutla kollarına veya baldırlarına döğer, külâhında da bir pilav kaşığı bulundururdu. Her ortanın da muhtelif zabitleri vardı : Çorbacı orta kumandanı, odabaşı ikinci amir, Vekilharç idare memuru, Bayraktar bayrak taşıyan, Başeski en kıdemli zabit, Usta aşçıbaşı, Başkarakullukçu aşçı muavini, Saka su taşıyan,Karakullukçu çavuş makamında idi.[2] | ||
![]() |
|
![]() | #22 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yeniçeri ortalarının kendi sembolünü taşıyan flamaları vardı. Her ortaya ayrıca bir sancak verilir ve seferde bu sancak, o orta kumandanının çadırının önüne toprağa saplanırdı. Bütün ocağa şâmil iki büyük sancak ise, hazarda ve seferde kullanılan bayraklardı. Hazarda Ağa Kapısında dalgalanan sancak sarı-kırmızı idi. Seferde açılan ve çok kutsal sayılıp “İmâm-ı Âzam Bayrağı” denilen sancak ise beyaz atlastan muazzam bir şeydi. Seferde yeniçeri ağasının, o İstanbul’da ise sekbanbaşının otağasının önüne dikilirdi. Üzerine altın sırma ile Fetih âyet-i kerimesi işlenmişti. Seferde ağanın otağı önüne, büyük sancağın yanına iki, ağa vezir ise üç tuğ dikilirdi. Büyük sancağın, beyaz olması, ocağın Sünni ve Sünniliğin şampiyonu olduğunu gösteriyordu.[1] VII. YENİÇERİLERİN SAYISI Yeniçerilerin XV.yüzyıl ortalarına kadar mevcudu ortalama onbin kadar olup bundan sonra Kanuni’nin vefatına kadar bu miktarın on iki bini aşmadığını görmekteyiz. Bunların orta veya bölük mevcutları bir olmayıp bir kısmında az ve bir kısmında çok efrad vardı; özellikle ağa bölüklerinden birinci kethüda bey bölüğünün mevcudu pek çoktu. VIII. YENİÇERİLERİN CÜLÛS ve SEFER BAHŞİŞLERİ Padişah tahta cülûs ettiği zaman sultan Yıldırım Beyazıd tarafından ihdas edilen kanun gereğince Kapıkulu ocaklarına cülûs bahşişi ismiyle para dağıtılırdı. Bu para miktarı sonralar, artmıştır. Bundan başka padişah ilk defa sefere çıkmış ise Kapıkulu ocaklarına sefer bahşişi adıyla ayrıca bahşiş vermesi de kanun oldu.[2] | ||
![]() |
![]() | #23 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| IX YENİÇERİ ÜNVANLARI ve SANATLARI Yeniçeri generallerine, albaylarına ve daha bazı subaylara “ağa” denilirdi. “Ağa” büyük unvandı ve mutlak mânada “Ağalar” şeklinde kullanılırsa yeniçeri generalleri ile diğer kapıkulu ocakları generalleri anlaşılırdı. Hatta “ağavât hazarâtı” denilirdi. Hiçbir yeniçeri için “bey” unvanı kullanılmazdı. Paşa unvanı da öyle yalnız bütün yeniçerilik tarihinde 29 yeniçeri ağasına vezir gayesi verilmiştir; onlara “paşa” veya “ağa-paşa” denmiştir. Yeniçeri efendisi olan maliye tümgenerali ile yeniçeri imâmı olan din albayına “efendi” denilirdi. Yeniçerilerin Bektaşi tarikatine girmeleri çok yaygın bir gelenekti. Ocağa “Hacı Bektaş Ocağı” denilirdi. Ocağın Hacı Bektaş Veli tarafından kurulduğu sanılırdı. Ancak Mevlevi, Halvetî, Nakşî, Melâmî olan yeniçeriler de vardır. Bektaşî tarikatı, ocakla iç içe girdiği için, II.Mahmud bu tarikatı da kapatmış, çeyrek asırdan fazla Bektaşî tekkeleri kapanmış veya gizil çalışmıştı. Yeniçeriliğin kaldırılmasını tenkıyd eden Bektaşî dervişleri cezalandırılmış, bir ikisi asılmıştır.[1] Yeniçeriler içinde değerli şâirler ve her sahada sanatkârlar, hatta ilim adamları da çıkmıştır. Yeniçeriler, Türk halk şiirine ve musikisine çok düşkündüler, iyi saz çalanları çoktu. Yeniçeri mezar taşları, Türk taş sanatının müstesna eserleri arasındadır. | ||
![]() |
![]() | #24 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| X. YENİÇERİLERİN TAYİN, TERFİ ve CEZALARI Uzun süre ocakta hizmet eden veya savaşlarda yararlılık gösteren yeniçeriler “kapıkulu savariliği” veya “timar tercihi” gibi terfilerle ödüllendirilirdi. Yeniçerilerin cezalının suçuna ve suçlunun kıdemine olurdu. Küçük suçların cezası yeniçeri odalarında, büyük suçlar ise Ağa Divanında görüşüldükten sonra verilirdi. Bu da genellikle dayak, hapis veya idam şeklinde olurdu. Sefere gitmeyen yeniçeriler cezalandırıldı.[1] XI. YENİÇERİ İTFÂİYESİ Tulumbacı Ocağının, görevi İstanbul yangınlarını söndürmekti. Yeniçeri ocağına bağlıydı ve yeniçeri ağasından emir alırdı. Başında “tulumbacıbaşı” denilen binbaşı bulunurdu. Gümüş miğfer giyerdi. 1804’de bu teşkilâtta 531 tulumbacı vardı. Bu Teşkilât, 1720’de Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından kurulmuştu.[2] Bu ocağın sayısı XVIII.yüzyılın ortalarında 150’yi, sonlarında 300’ü bulmuş ve daha sonra bu sayıyı çok aşmıştır. XII. YENİÇERİ ARŞİVİ Yeniçeri Ocağı arşivi, yeniçeri efendisinin nezâretinde, Efendi Dairesi’nde idi. Oldukça geniş bir arşivdi. Efendi’nin emrinde 80-100 kâtip çalışırdı. Bu muazzam arşiv, Vak’a-i Hayriye’den sonra, ocağın kökünü kazımak iin, Ayasofya’da Mimar Sinân’ın meşhur çifte hamamının külhanında, bir kısmı da meydanlarda halkın gözleri önünde yakılmıştır. | ||
![]() |
![]() | #25 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| III. BÖLÜM YENİÇERİ OCAĞINI ISLAH ETME ÇALIŞMALARI ve KALDIRILMASI Yeniçeri ordusu, zamanının en üstün savaş gücüne sahip bir orduydu. Gök kubbe göçse, mızraklarımızın ucunda tutarız diye böbürlenen haçlı orduları, altı saat içinde paniğe uğratılıyordu. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da hiçbir kuvvet karşısında barınamıyordu. Kaleler, çömlek kapları gibi parçalanıyor, Sina çölü gibi aşılmaz sahralar, kolaylıkla geçiriyordu.[1] Ocağın kurulmasının üzerinden bir asır geçmeden ve sayıları daha 8000’den ibaretken, padişahların yeniçeri askerlerinden şikayetçi oldukları görülür. Şikayet edenler, Fatih ve Yavuz gibi önemli padişahlardır. Ocağı çok iyi düzenleyip kullanan Kanuni’nin bile bir iki şikayeti görülür. Fakat III.Murat zamanına kadar bunlar önemsizdir. Bu yıllara kadar yeniçeri, görevi ve görevleri neyse, en iyi şekilde yerine getirmiş bir sınıftır. Bir ağır piyade tümeni olarak, en büyük savaşlarda sayıları ve imkanları neyse, fedakarca kullanmışlardır. Kahraman, disiplinli, milli ve askeri geleneklere, padişaha itaata yakın derecede bağlı bir tümendir. Kanuni’den sonra bütün kurumlarda, bir gerçek cihan devletinin getirdiği üstün nimet ve ferah alametleriyle gevşeme başlar. Fedakarlık ve disiplin duygusu zayıflar. Türk toplumunun ateşli çağı küllenmiştir. Millet bu cihan devletini gerçekleştirmek için çok yorulmuş, çok zorluklar çekmiştir. Artık işin keyfine kaçmaya başlamışlardır. Padişah ve vezirlerde bile bu durumu sezmemek mümkün değildir. Halbuki devlet, bir dakika gaflet uykusuna dalmaksızın kurulmuştur. Bu ortamdan yeniçeri ocağı da nasibini almıştır. Asker kesimi dejenere olmaya başlarsa, devlet elden gidiyor demektir. Devlet elden gidince de hiçbir şey yoktur. Onun için Osmanlı-Türk toplumu, ordunun dejenere olması üzerinde, herşeyden fazla durmuş, herşeyden fazla buna önem vermiş, orduyu ıslah edebilmek için her türlü fedakarlığa göze alabilmiştir. Bizzat padişahların davranışları böyle olmuş, ordularını düzeltmek için altın tabaklarını, gümüş şamdanlarını satmışlar, icab ettiği yerde başlarını da vermişlerdir.[2] | ||
![]() |
![]() | #26 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kanunî devrinin önemli fikir adamlarından, bizzat yeniçeri efendiliği yapmış olan Âli’nin, ocak hakkında, o zamana kadar yazılmamış şekilde, ağır tenkitlerde bulunduğu görülür. Aynı yılların büyük fikir adamlarından Şeyhulislâm ve Hâce-i Sultanî tarihçi Sadettin Efendi, uzun zaman ve çeşitli cephelerde yeniçerilerin ne yaptıklarını araştırdıktan, Haçova muharebesinde de onları gözleriyle gördükten sonra kararını verir : Bu ocak adam olmaz, ortadan kaldırılıp yeni bir ocak kurulmalıdır. Halbuki Sadettin Efendi’nin tanıdığı yeniçeri, sonraki yüzyılların yeniçerisine göre üstün niteliktedir ve çok daha disiplinlidir. Ama Efendi, Kanunî devrini yaşamış adamdır. O devirdeki kalitesini kaybetmiş askere tahammül edememektedir.[1] Ömer Efendi “Türk ve Türkmen’den asker yazmak” fikrini Hoca Sadettin’den öğrenmiş ve bunu II.Osman’a aşılamıştır. II.Osman, ocağın kaldırılması için herşeye teşebbüs eder. Herşeyin iki dudağı arasında olduğunu sanacak kadar genç ve tecrübesiz olduğundan yeniçerilerce öldürülür. Kardeşi IV.Murat, Koçi Bey’in tesirindedir. Koçi Bey’in tavsiyesi, ocağın ortadan kaldırılması değil, ıslah edilmesi yolundadır. IV.Murat öyle yapar. IV.Murat’ın kurduğu düzen 1644’e kadar kendisinden sonra ancak 4 yıl devam eder. Kardeşi Sultan İbrahim’in saltanatının ikinci yarısı ile IV.Mehmed’in çocukluk yılları düzenin bozulduğu devirdir. 1656’da Köprülü Mehmed Paşa iktidara gelir. Ocakta IV.Murat’ın yaptığı ıslahatı biraz daha dar bir açıdan gerçekleştirir ve bütün köprülüler onun izin takip ederler. Lâle Devri’ni yaratan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, ocağın ıslahı gibi meselelere elini bile bulaştırmak istemez. O derecede ocağın geleceğinden ümitsizdir. Ocağın yanında ikinci bir modern asker kurmak fikri İbrahim Paşa ile başlar. Yeniçeriler bunu anlamakla gecikmezler. Çok kazan kaldırmışlardır ama, Patronu İhtilâli, en yüz kızartıcılarından biridir; açık bir medeniyet düşmanlığıdır.[2] | ||
![]() |
![]() | #27 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| I.Mahmut ihtiyatla adım atmasını bilen bir hükümdardır. Hem babasının, hem amcasının nasıl iki ihtilal ile tahttan indirildiğini görmüş, bu olayların içinde yetişmiştir. III.Ahmet İbrahim Paşa ekolünün takipçisidir. Teknik sınıflardan başlayarak ıslahat yapar ve yeni birlikler vücuda getirmeye çalışır. III.Mustafa’nın (1757-1774) yeniçeriler hakkındaki fikirleri hiç de dostça değildir. Babası III.Ahmet’le amcası II.Mustafa’yı tahttan indiren bu güce karşı oldukça sert tutum gösterir. Yeni teknik sınıfları geliştirmeye büyük önem verir. Bu devir Osmanlı tarihini çok iyi bilen d’Ohsson’a göre, yeniçerilerden ıslah kabül etmediği için nefret etmektedir, eyalet askerine güvenmektedir ve yeniçeri ocağını bilerek zayıf durumda bırakmış, diğer sınıfları geliştirmeye çalışmıştır. Fakat bu tutum 1768-74 Rus harbinde kötü sonuç verir. I.Abdülhamîd (1774-1789) ağabeyinden biraz daha ihtiyatla gene teknik sınıflar yetiştirmekten başka bir yıl bulmaz. Yeniçeriler, bu sınıflara, Mühendishâne-i Berrî Hümâyun, Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’dan yetişen topçu, istihkâm ve deniz subaylarına diş bilerler, ama kazan da kaldıramazlar. Zira yeniçeri generalleri, hattâ albayları, padişah ve sadrazamın adamlarıdır. Yeniçeriler yalnız başlarına değillerdir. Onları tutan ciddi bir kamuoyu vardır. Padişah ve Sadrazam, bu kamuoyunu gözden kaçırmamak durumundadır.[1] III.Selim (1789-1807) babası II Mustafa’nın yeniçerilere karşı duygularını biliyordu. III.Selim, yalnız ordunun düzenlenmesiyle işin bitmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bütün müesseselerin ıslahı ve yenilenmesi lazımdı. Nizâm-ı Cedîd’e başladı. Büyük mesafe aldı. Ama asilere karşı “vur” emrini verebilecek kararlılıktan yoksundu. Kardeş kanı akıtmak istemedi. Modern ordusu zamanla ortadan kalktı. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, bir yıl önce efendisi III.Selim’in bıraktığı yerden devam etmek istedi. Ama bunu yapacak yeterince güçte değildi. | ||
![]() |
![]() | #28 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yeniçeri ocağını kaldıracak kapasite, III.Selim’in sevgili talebesi II.Mahmud’ta vardı. Ama artık yeniçeriler işin ölüm kalım savaşı olduğunu anlamışlardı. Hükümdarın, bilhassa bu yenisinin haklarındaki fikirlerini iyi biliyorlardı. Eskimiş, çağ dışı kalmış, meselelerinden uzaklaşmış olduklarının farkında idiler. Ama talim kabul etmiyorlardı. Kabadayılık ve haraççılık daha kolaydı. Mermere avuç çalmakla işin biteceğini iddia ediyorlardı. Ama buna kendilerinin de inandığı sanılmaz. Cihanı titreten ataları, bu frenk usulü talimlerle mi yetişmişlerdi? Bu “gâvur padişah” ne yanmak isterdi? Böyle halife olur muydu? Ulemâyı kışkırtıyorlardı. Ama ulemâ da artık onların aynında değildi. Onlar da bu ocağın çok eskidiğine karar vermişlerdi, halkın yeniçerilerden nefretine karşı çıkamazlardı. İstanbul halkı,yeniçeri şerrinden sokağa çıkamaz hale gelmişti. Belli başlı bütün tüccar ve esnaf, haraca bağlanmıştı. Her orta, belirli ticaret yerlerinin “koruyucusu” idi.[1] XVII.yüzyılın ikinci yarısında Lord Paul Ricaut, ocağın nasıl bozulduğunu anlatır. Söyledikleri şunlardır : Acemi oğlanları eskiden ortalama 6-7 yıl, daha eskiden 8-10 yıl bir talim ve terbiye geçirdikten sonra, yeniçeri neferi olabilirdi. XVII.yüzyılda bu müddetin bir yıla, hatta altı aya indiği görüldü. Esasen artık devşirme yapılmadığı için, yeniçeri çocukları ve bazı iltimaslı şehir çocukları, acemi ocağına yazılıyorlardı. Bunlar askerliği ve disiplini öğrenmeden yeniçeri olup muharebe meydanına gönderiliyor, kumandanları yumuşak olduğu takdirde, harbden kaçmak için fırsat arıyorlardı. Yeniçeri ulûfesi yüksekti ve cazipti. Böylece Anadolu’dan birçok Türk çocuğu gelip ocağı girme yolunu buldu. Yeniçeriler, İstanbul’da ticaretle de uğraşmaya başladılar ve böylece askerlik vasıflarını mühim ölçüde kaybettiler. II.Osman ocağı kaldırmak istedi, başını verdi. Kardeşi IV.Murat, herkes gibi yeniçerileri de korkutmuştu, ona karşı bir şey yapamadılar. IV.Murad ekolünün adamı olan Köprülü Mehmet Paşa ocağı düzenledi ve sayılarını indirdi. Ama gene de oğlu Ahmet Paşaya ölürken ilk fırsatta bu ocağı ortadan kaldırmasını vasiyet etti. Fakat Fazıl Ahmet Paşa, büyük dış olaylarla meşguldü. Zamanın da ocakta düzene girmişti; onun için böyle birşeye teşebbüs etmedi.[2] | ||
![]() |
![]() | #29 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Vak’a-i Hayriye’nin şahidi olan ve son yeniçerileri görmüş bulunan Sir Adolphus Slade, bu olayı şöyle anlatır : “Müslümanlık ve Türklük gururu, orduda Avrupalı subayların tam sorumluluk ve salâhiyetle görev almasına mâni oluyordu. Sultan Mahmut’un büyük bir sabır ve dikkatle hazırlayıp bir günde başardığı yeniçeri ocağının kaldırılması işi sırasında, kışlalar topa tutulmuş ve bilhassa bu ocakların küçük rütbeli subayları katledilmiştir. (Büyük yeniçeri Subaylar, padişahın adamı idiler). Bu badireden sonra, yeni orduyu yetiştirmek için ayrılan subaylar, gerekli bilgi ve kabiliyete sahip değillerdi.[1] Sonuçta Yeniçeri Ocağı XVI.yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı ordusunun talimli, mükemmel bir yaya kuvveti iken, bu tarihten itibaren bozulmaya başlamıştır. Yeniçeri ocağının bozulmaya başlaması III.Murat devrinde başlayıp, bu hükümdar zamanında devşirme kanununa aykırı olarak ocağa yabancı kişiler kaydedilmiştir. Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askeri teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahtan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştır. Zaman zaman ocağın düzeltilmesi için yapılan çalışmalar da bir netice vermemiştir. Bu sebeple II.Mahmut devrinde 15 Haziran 1826’da ocak kaldırılmıştır. Osmanlı tarihinde bu hadise “Vak’a-i Hayriyye” olarak adlandırılır.[2] Vak’a-i Hayriye’den 3 yıl sonra, 1829 yılında, II.Mahmut’un saltanatı tehlikeye girmiş bulunuyordu. Halkın büyük bir kısmı memnun değildi, olup bitenlerden Yeniçerilere değilse bile yeniçerilik örf ve âdetlerine mânen bağlı olan halk kitleleri, padişahın bu teşkilatı kanlı bir şekilde ortadan kaldırmasının manasını pek de anlamamıştı. Halbuki II.Mahmut, çağının en önder hükümdarlarından biridir. Devletin içinde bulunduğu geriliği görmüş, batılılaşmasına gayret etmiş, eğitim ve fen sahalarında olduğu kadar, tıp ve sanatta da başarılar kazanmıştır. Kaldırdığı Yeniçeri ocağının yerine Asâkir-i Mansûle-i Muhammediye adlı batı tarzında yeni bir askeri teşkilat meydana getirmiştir. | ||
![]() |
![]() | #30 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| SONUÇ Yeniçeri Ocağı, Osmanlı Devlet Teşkilatının çok önemli bir kurumudur. Yeniçeri Ocağının iyi işlediği dönemlerde Osmanlı devleti birçok savaştan galip çıkmış ve topraklarını genişletmiştir. Yeniçeri Ocağı Osmanlı halkını da kültürel açıdan etkilemiştir. Disiplini ve gücü ile bu teşkilât birçok Avrupa devleti tarafından örnek alınmıştır. Fakat her yükselişin bir de inişi olduğu gibi Ocakta zaman içinde bozulmaya ve devlet işlerine karışmaya başlamıştır. Ocağın düzeltilmesine çalışıldıysa da sonuç vermemiştir. Padişah II. Mahmut zamanında kaldırılmış ve yerine yeni bir teşkilât kurulmuştur. Yeniçeri Ocağının kaldırılması çabuk olduysa da, izleri kolay kolay silinememiştir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |
![]() | ![]() |