![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
|
![]() | #102 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| kili Yapı Merkez-çevre kuramında, emperyalizmin hem kapitalist, hem de feodal kesim ile bütünleşme içinde olduğu savı, temelde onun kurucularından olan Frank'ın, kapitalizmi ve feodalizmi bir üretim biçimi değil, bir sömürü ilişkisi olarak tanımlamasından doğmaktadır. Oysa salt sömürü, her zaman vardır ve tek başına ne bir üretim biçiminin ne de bir dış ilişkinin ayırt edici niteliği olabilir. Nitekim Laclau da aynı noktaya takılmış ve Frank'ı, tüm kuramındaki tanımlamalarda belirsiz olmakla eleştirmiştir (Laclau, 1975). İkili toplum ya da bir toplumdaki ikili yapı konusunda ise, özellikle Osmanlı geleneğini yaşamış olan Türk bilim adamlarının son derece dikkatli olması gerekir. Hiç kuşkusuz, toplumları kesin ve net çizgilerle, --geleneksel-çağdaş--, --feodal-kapitalist-- biçiminde ayırmak son derece zordur. Her toplumdaki egemen üretim biçiminin yanında geçmişin kalıntıları ve geleceğin filizleri olarak, üç üretim biçimine ilişkin ögeler birlikte görülür. Ayrıca, geleneksel değerlerle, çağdaş değerler de aynı anda aynı toplumlarda egemenliklerini sürdürür. Çünkü, toplumsal değişme, bir toplumun bütün kesim, sınıf ve kurumlarında, altyapısında ve üstyapısında eşit hızla oluşmaz (Kongar, 1979-a: 345-347). Bu nedenle de herhangi bir zaman kesitinde tüm bir toplumda tek bir üretim biçiminin, ya da tek bir özelliğin (geleneksellik gibi) saf olarak egemen bulunduğunu söylemek büyük bir yanlıştır. | ||
![]() |
![]() | #103 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İşte bütün bu nedenlerle, toplumları --ideal tipler--e göre sınıflamak ne denli zorlama ise, bir toplumu, bu --ideal tipler--e göre ikiye bölmek de o denli, hatta ondan da sakıncalıdır. Bu açıdan, --merkez-çevre-- kuramının önemli bir gerçeği dile getirdiğini kabul etmeliyiz. Bir toplumun iki kesimi, iki ayrı nitelik ya da özellik çevresinde örgütlenmiş bile olsa (kır-kent, geleneksel-çağdaş, feodal-kapitalist) herhangi bir toplumun belli bir bütünlük içinde olduğu kesindir. Bu bütünlüğü sağlayan olay, etkileşimdir. Ne denli farklı örgütlenmeler içinde bulunursa bulunsun, aynı toplumun tüm kesimleri, aralarındaki etkileşim sürdüğü sürece (ki sürmemesi olanaksızdır) belli bir bütünlüğe (diyalektik biçimde de olsa) sahiptirler. Bu açıdan, --merkez-çevre-- kuramının, bir toplumun, hem göreli olarak çağdaş, hem de göreli olarak geri ya da geleneksel kesimini, aynı olgunun, emperyalizmin uzantısı olarak ele alması, kuramsal açıdan çok da yanlış sayılmayabilir. Yalnız burada iki sorun vardır: Sorunlardan biri, biraz yukarıda değindiğim, feodal yapı ile göreli olarak kapitalistleşmiş yapının uzun dönemde ittifak içinde bulunmalarının olanaksızlığı sorunudur. Bir toplumu, belli ideal tiplere göre ikiye bölmek ne denli sakıncalıysa, tüm toplumu, tek bir öge çevresinde bütünleşmiş saymak da o denli yanlış olabilir. Hele toplumun çeşitli kesimleri, birbirlerine rakip toplumsal, ekonomik ve siyasal konumdaysalar, böyle bir --ittifak benzeri bütünleşme-- hiç söz konusu olamaz. Yukarıda açıklamaya çalıştığım, zıt ve rakip ögelerin bile bütünleşmesi ancak --diyalektik bir bütünlük-- çerçevesinde olanaklıdır. | ||
![]() |
![]() | #104 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Anadolu'da İkili Yapı ikinci sorun çok daha önemli ve Türkiye'ye özgü bir sorundur. Bu sorun, Selçuklulardan beri süregelen, Osmanlı döneminde doruk noktasına ulaşan ve Türkiye Cumhuriyeti'nde de varlığını kalıntılar biçiminde duyuran, gerçek bir --ikili yapı--nın var oluşudur. Üstelik de bu --ikili yapı-- başlangıcında, emperyalizmle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi olmayan, (ya da ilişkisi, kaba ve özel bir emperyalizmin, sömürülen değil, sömüren ucunda olmaktan doğan) bir nitelik taşır. Bilindiği gibi, gerek Selçuklularda, gerek Osmanlılarda, devlet yapısı İslam inancı ve İran geleneğinden de etkilenerek, kendine özgü birtakım nitelikler taşır (Berkes, 1973:23-25). Felsefi ve geleneksel temelleri ne olursa olsun, özellikle Osmanlı devlet yapısı ve kültürü tümüyle --ikilin bir nitelik taşımaktadır. Hiç kuşkusuz, bu durum, önce devlet yapısında ortaya çıkmış, kültüre yansıması ise bir süre sonra olmuştur. İlmiyye ve seyfiyyeden oluşan yönetici sınıf ile halk arasında hem siyasal ve yasal haklar, hem de ekonomik haklar ve görevler bakımından önemli farklar vardı (Akdağ, 1974:119). | ||
![]() |
![]() | #105 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aslında dikkatle bakıldığı zaman, --ikili yapı--yı Osmanlı devlet geleneğinin pek çok alanında görmek olanaklıdır. Hukuk alanı, bu --ikilik--in en güzel örneklerinden biridir. Kur'an'a dayalı ve İmparatorluğun dinsel niteliğini belirleyen ve yansıtan --şeriat-- ile, devlet yönetimi gereklerinin doğurduğu --Örfi-- hukuk hemen hemen tümüyle --ikili-- bir hukuk sistemini yansıtır (Mumcu, 1963:28-54). Bir yanda --devşirme-- sistemine dayalı yeniçeriler, öte yanda yerel kişilerden oluşan sipahiler, bir başka ikiliğin simgesiydiler. Bir yanda İmparatorluğun --merkez--i, öte yanda --çevre--si yer atmıştı sanki (Mardin, 1973:174). Ayrıca bir başka nokta, yönetim savaşı içinde olan --devşirme-- vezirler ile --asilzade-- vezirler arasında saray entrikaları biçiminde gelişen, fakat tüm toplumsal yapıyı etkileyen --ikilik--ti. Saray kültürü ile halk kültürü arasında ortaya çıkan --ikilik-- ise çok ünlüdür ve buraya dek sayılan tüm siyasal, toplumsal ve ekonomik --ikilik--lerin bir yansıması olduğu için çok da köklü ve belirgindir. | ||
![]() |
![]() | #106 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mardin bu konuda şöyle diyor: --Gazi sisteminin ortadan kalkmasının ve bürokratlaşmasının sonucunda iki tip yaşantı billurlaştı. Biri Sultan'ın ve Saray'ın etrafında toplananların hayatı, diğeri de --çevre--nin hayatı. Burada --çevre-- kelimesi aşiret kalıntılarını, köylüleri ve hatta İstanbul'daki alt sınıfları bile kapsayabilecek bir genişlikte kullanılmıştır. Bu ikili grubun en bellibaşlı özelliği, birinin vergi toplayıcılarından, diğerinin de vergi ödeyicilerinden meydana gelmesidir. Bu temel iktisadi fark nedeniyle metropolle çevrenin kültürü birbirinden ayrı olarak belirginleşti. Bir yanda Saray'ın ve yönetici seçkinlerin kültürü, öte yanda --çevre--nin, yani kitlenin kültürü.-- (Mardin, 1971:434). Osmanlı İmparatorluğu bakımından, --merkez-çevre-- kuramcılarının öne sürdüğü --emperyalizme bağlı ikili yapı-- işte zaten var olan böyle bir ikili yapının üzerine yerleşti. Merkezi bürokrasinin egemenliği arttıkça, ve bu grup, Batı modelini benimsedikçe, emperyalizmin yol açtığı ikili yapı ile Osmanlı'nın geleneksel ikili yapısı tam anlamıyla bir çakışma gösterdi. --İmparatorluğu kurtarma görevi--ni yüklenmiş oldukları duygusuyla işbaşında bulunan merkezi bürokrasi, bu tarihsel görevini, Batılılaşma yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyordu. | ||
![]() |
![]() | #107 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu ögelerin, yani Batılılaşma çabalarının, aslında --İmparatorluğu kurtarma-- girişimleri olduğu düşünülürse, --merkez-çevre-- kuramının günümüzdeki yorumu ile, bu çabaların aslında --kurtulmaya-- değil, --batmaya-- yol açtığı (ki, hiç kuşkusuz bu nesnel tarihsel gerçeğe de uyan bir yorumdur) öne sürülebilir. Burada üzerinde duracağımız konu, --merkez-çevre-- kuramının eleştirisi olduğundan, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kuram açısından incelenmesini daha ilerideki bölüme bırakarak, şimdilik, --ikili-- yapının salt emperyalizme bağlı bir olgu niteliği taşıdığı savının en azından Osmanlı-Türk toplumsal yapısı bakımından çok doğru olmadığını belirtmekle yetineceğim. Osmanlının --ikili yapısı-- İmparatorluk, emperyalizmin pençesine düşmeden çok önce vardı. Olsa olsa, bu --ikili yapı-- emperyalizm olgusu ile birlikte yeni bir nitelik kazandı. Ulusalcılık Merkez-çevre kuramına yöneltilen temel eleştirilerden biri de, bu kuramın, ulusalcılık uğruna, uluslararası işçi dayanışması tezini ve eylemini, yani klasik Marxsizmi yadsıdığı biçimde, Marxçılar tarafından yapılmaktadır. Özellikle Emmanuel'in tezlerinde (eşitsiz mübadele) ortaya çıkan, --yüksek ücretli işgücüne sahip ülkenin, düşük ücretli işgücüne sahip ülkeyi sömürmesi-- düşüncesine Ortodoks Marxçılar şiddetle karşı çıkmakta ve sorunun bir --mübadele-- ve --gelir bölüşümü-- sorunu değil, bir üretim biçimi sorunu olduğunu söylemektedirler (Florian, 1975). | ||
![]() |
![]() | #108 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Oysa, bu eleştiriler, en azından Marxçılık açısından çok da geçerli sayılmayabilir. Çünkü, gerek Marx, gerekse Lenin, kapitalist ülkelerdeki devrimin, kimi zaman sömürgelerdeki bağımsızlık eylemlerinden geçtiğini belirtmişlerdi. İşin ilginç yanı, sosyalizmin, emperyalizme karşı verilecek bir ulusal bağımsızlık savaşı ile kurulacağına ilişkin, yeni sol adına ortaya atılan siyasal kuramlar ve eylemler, merkez-çevre kuramının eleştirilerinin de dışında bırakılmışlardır. Oysa, bu kuramlar, hem uygulama açısından çok zengin ve anlamlı, hem de kuramsal açıdan eleştiriye çok açıktırlar. Örneğin, Afrika'da işçi sınıfının devrimdeki öncü rolünü yadsıyan ve ancak köylülerle, lumpenproleterlerin devrim yapacağına ya da ulusal bağımsızlık sonrası işçilerin ve partinin işe yaramayacağına ilişkin savlar, Afrika'daki siyasal eylemlerin incelenmesiyle çürütülmüş durumdadır (Woddis, 1975:163-186). | ||
![]() |
![]() | #109 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| E) Merkez-Çevre Kuramına Dayalı Karşı-Emperyalist Devrim Modeli ve Türk Devrimi Merkez-çevre kuramı açısından Türk Devrimi'ni değerlendirirken, birkaç noktayı anımsamak gerekmektedir: Birinci olarak dikkate alınması gereken nokta, merkez-çevre kuramının günümüzde eski Batı sömürgelerindeki ayaklanmalar ve devrimlere kuramsal temel yapılmış olmasıdır. Bir başka deyişle, niteliği sosyalist olsun ya da olmasın, hemen hemen, eski sömürgelerdeki her bağımsızlık eylemi --merkez-çevre-- kuramının çerçevesine oturtulmaktadır. Çünkü, merkez-çevre kuramının temelini, yeni emperyalizm modeli oluşturmaktadır. İkinci olarak dikkate alınması gereken nokta, --merkez-çevre-- kuramına dayalı devrimin --sosyalist-- olma niteliğinin, ancak --dünya kapitalist sisteminin dışında kalmak-- anlamında bir --sosyalizm-- olduğudur. Aslında bu devrimlerin çoğunun, kapitalist üretim aşamasının olgunlaşması sonunda ortaya çıkan --sosyalizm-- ile uzak, yakın bir ilişkisi yoktur. Kanımca bu tür --sosyalizm--ler için en iyi ve doğru terimi Türkçede Doğan Avcıoğlu kullanmıştır: --Kapitalist olmayan kalkınma yolu.-- (Avcıoğlu, 1971:35). | ||
![]() |
![]() | #110 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Üçüncü bir nokta da, merkez-çevre kuramının uygulamada, emperyalizme karşı savaşımdan, kuramda ise sınıfsal devrim modelinden esinlenmiş olmasıdır. Bu nedenle, emperyalizm ile yeniemperyalizm ve Marxçılık ile yeni Marxçılık, sürekli bir biçimde --merkez-çevre-- kuramıyla birlikte akla gelirler. Türk Devriminin Karşı-Emperyalist Niteliği Bu kısa anımsatmalardan sonra, Türk Devrimi ile merkez-çevre kuramı ilişkilerine bakıldığında, son derece ilginç bir durumla karşılaşıyoruz: Türk Devrimi, dünya üzerinde hem uygulama, hem de kuram açısından --merkez-çevre kuramına dayalı devrim modeli--nin öncüsüdür. Uygulama açısından bu öncülük Mustafa Kemal Atatürk'ün eyleminde belirgindir. Fakat yazık ki, Türkçenin evrensel bir dil olmayışı, 1930'larda kuramsal olarak yapılan çalışmaların dünya literatüründe yer almasını ve bu konudaki kuramsal üretim onurunun evrensel olarak Kadro'culara verilmesini engellemiştir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |