|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-02-2007, 11:44 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
Giriş Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Müttefiklerin Mondros Silah Bırakışması , Sevr Barış Antlaşması gibi dayatmalarından sonra Anadolu’da iyice önem kazanan Kurtuluş Mücadelesi ; Kuvay-i Milliye , Erzurum ve Sivas Kongreleri , Amasya Görüşmesi ve özellikle Misak-ı Milli ( Ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü ilkelerini kabul ediyordu.) gibi süreçlerden sonra öncelikle Türk Yunan savaşını sona erdiren Mudanya Silah Bırakışması ( Mondros’un yerine geçmiştir) ve ardından 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile üç yılı aşan bir süreden sonra son bulmuştur. Lozan Antlaşması Türkiye açısından bir eşitlik belgesi taşıması bakımından çok önemlidir. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmaların tümü aynı Osmanlı İmparatorluğu’nda Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi müzakere yapılmadan ilgili devlete dayatılarak imzalatılmıştır. Fakat Lozan’da gerçek bir Müzakere süreci gerçekleştirilmiş, Misak-ı Milli sınırlarından , ülkenin bütünlüğünü ve özgürlüğünü kısıtlayan taleplerden taviz verilemeyeceği bu süreçte her zaman vurgulanmıştır. Nitekim Ermeni yurdunun kurulması , Kapitülasyonların yürürlükte kalması gibi konularda asla geri adım atılmamıştır. Bütün bunlara rağmen Musul Sorunu ( Musul’un Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer almasına rağmen ) Lozan’da çözüme kavuşturulamamıştır ve 1920’ liler boyunca yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına katılamayan bu bölge İngiltere ile yaşanan ciddi bir sorun haline gelmiştir. Hatta 1926 yılına dek ( Türkiye,İngiltere , Irak arasında soruna çözüm getiren antlaşanın imzalandığı yıl ) sadece İngiltere ile değil, diğer Avrupa ülkeleri ile de olumlu ilişkilerin kurulmasını engellemiştir. Bununla birlikte Musul sorununun 1990’ larda bile Türk dış politikasının gündeminde farklı biçimlerde yer alan bir konu olması ve ilginçtir son günlerde de Bülent Ecevit’in iddiaları ile yeniden tartışılır hale gelmesi bu konunun önemini göstermektedir. | ||
|
19-02-2007, 11:45 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Musul ve Osmanlı Musul , ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti’ne bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul değişik Türk devlet ve beyliklerinin etkisi altında kalmış , bu topraklar vatan toprağı olarak görülmüştür. Osmanlı öncesinde gölgede hüküm süren Türk devlet ve beylikleri sırayla Zengiler , Timurlular , Akkoyunlular ve Safevilerdir. Musul Osmanlı hakimiyetine ilk olarak Yavuz sultan Selim döneminde 1514 yılında Çaldıran Seferi ile girmiş ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Bağdat Seferi ( 1534-1535 ) ile bu hakimiyet etkinleştirilmiştir. Osmanlı Döneminde Musul Süleymaniye ,Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilayetin merkezi olmuştur ( Vilayetin nüfusu 20.yüzyıl başlarında 350.000 civarındadır ) Musul yanında Basra ve Bağdat vilayetlerini de kapsayan bölge (yani Irak) Osmanlının 400 yıl boyunca hükmettiği ve en son kaybettiği topraklar olmuştur. Bu topraklar üzerindeki halklar Osmanlıya sadakatle bağlılık göstermişlerdir. Musul’un Önemi Musul hem ekonomik açıdan ( petrol yataklarına sahip olması nedeniyle) hem de stratejik açıdan çok önemli bir yere sahiptir. İngiltere açısından baktığımızda ( ki yıllarca Ortadoğu’da kendi çıkarları doğrultusunda etkin politikalar izlemeyi hedeflemiştir) Musul sadece ekonomik çıkarlar sağlaması bakımından değil aynı zamanda dünyadaki güç ilişkileri karşısında konumunu güçlendirmesi bakımından da çok önemli olmuştur. Zaten genel anlamda bu bölge ( Irak ) Akdemiz Havzası’nı Hint Okyanusu ve Uzakdoğu’ya bağlayan yolların kavşağında ve İngiltere’nin hem güvenliği hem de dünya gücü olarak konumunu muhafaza etmesi yönünden elde edilmesi gereken bir bölge olarak görülmüştür. Nitekim daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan İngiltere bölgeyi istila planları hazırlamıştır. | ||
19-02-2007, 11:45 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birinci Dünya Savaşı’nda Musul Birinci Dünya Savaşı ile birlikte İtilaf Devletleri’nin Musul üzerindeki siyasi emelleri açıkça ortaya çıkmıştır. Savaşla birlikte Hindistan’dan gönderilen İngiliz birlikleri Basra Körfezi’ne çıkarak kısa zamanda Bağdat’a kadar ilerlemişlerdir. Bu gelişmeler Osmanlının Irak cephesini oluşturmasına neden olmuştur. Bu cephe 4 yıl sürecek bir savaşın en önemli cephelerimden biri olmuştur. İngilizler en büyük yenilgilerinin bu cephede almışlardır. Dört ay içinde 23 bin kayıp veren İngiliz ordusu 29 Nisan 1916 tarihinde Kut el Amara ‘da tam 140 gün süren bir kuşatmadan sonra topyekün esir edilmiştir. Bu ağır yenilgiye rağmen İngilizler Irak’tan vazgeçmeyip daha büyük kuvvetlerle harekete geçmişlerdir. Osmanlı ,Irak cephesinden sonra birliklerini İran cephesine kaydırmış fakat burada yenilgiler birbirini izlemiştir. İngilizlerin 11 Ocak 1917 Bağdat’ı ele geçirmesi bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı ,Irak Cephesinde önemli başarılar elde etmesine rağmen savaşın sonuna doğru diğer cephelerde de olduğu gibi bu cepheden de çekilmek zorunda kalmıştır. Sonunda Irak toprakları elden çıkmıştır. Fakat bundan sonra amaç en azından Musul ve çevresini elde tutmaya yönelik olmuştur. Osmanlı birlikleri Musul’u savunmak için olağanüstü bir çaba göstermiştir; çünkü savaşın yenilgiyle sonuçlanacağı düşüncesi ile İtilaf devletlerinin dayatacağı bir mütakereye Musul elde tutularak girilmek istenmiştir. Böylece savaş bittiğinde Musul’un vatan toprakları içerisinde kalması hedeflenmiştir. Nitekim bu gerçekleştirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı için bittiği ilan eden sözleşme ( Mondros silah Bırakışması ) 30 Ekim 1918 tarihinde imzalandığında Musul ve çevresi hala Türklerin elindeydi. | ||
19-02-2007, 11:45 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Osmanlının kayıtsız şartsız teslimi anlamına gelen ve ilerde yapılacak bir barış antlaşması ile ilgili hiçbir koşul ileri sürülmeyen Mondros Silah Bırakışması’na baktığımızda 25. maddesi Müttefikler ile Osmanlı İmparatorluğu arasında düşmanca eylemlerin 31 Ekim 1918 tarihinden itibaren kesileceğini belirtiyordu. Bununla birlikte sözleşmenin 7. maddesi de ( Lozan’da tartışma konusu yaratmıştır ) Musul sorunu açısından önemlidir. Bu madde Müttefiklerin kendi güvenliklerini tehlikede hissettikleri bölgeleri işgal edebileceklerini hükmediyordu. Savaşın bitmesine ve Mondros’un bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerektiği yönündeki hükmüne rağmen İngilizler 3 Kasım’dan itibaren bu bölgeyi işgale başlamışlar ve işgali 15 Kasım’da tamamlamışlardır. Türk kuvvetlerinin komutanı Ali İhsan Sabis Paşa İstanbul hükümetinin isteği üzerine Musul’u bırakıp Nusaybin’e kadar çekilmiştir Sonuç olarak; Musul üzerindeki Osmanlı hakimiyeti Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Fakat Mondros hükümlerine ve uluslar arası savaş kurallarına aykırı olarak işgal edilmiştir. | ||
19-02-2007, 11:45 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Milli Mücadele Dönemi ve Musul Bu dönemde Musul açısından en önemli belge Misak-i Milli olmuştur. 28 Ocak 1920 tarihinde gizli bir oturumda son Osmanlı Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilen ve bölünmez Türk yurdunun sınırlarını belirleyen bu milli misak , Mondros’un yürürlüğe girdiği tarihteki fiili durumu esas almıştır. Zaten bununla Kurtuluş Savaşı’nın felsefesi oluşturulmuştur. Buna göre mütareke anında işgal altındaki Arap halklarının kendi kaderlerini tayin hakkı kabul edilirken , diğer bölgelerin Misak-ı Milli içinde olduğu ilan edilmiştir.( Bu bölgeler bugünkü Türkiye topraklarına ilave olarak Musul , Kerkük ve Süleymaniyedir. ) İngiliz işgalinden sonraki gelişmelere baktığımızda , İngilizler Irak’ta denetimi Kral Faysal aracılığı ile ( ki kendileri kral ilan etmiştir. ) Musul çevresinde ise Kürt aşiretlerine dayanarak ellerinde tutmaya çalışmışlarıdır. Ancak bu bölgelerde İngiliz yönetimine karşı huzursuzluk iyice tırmanmış ve yer yer ayaklanmalar baş göstermiştir. Bunlara karşılık İngilizler , bir yandan sert tedbirlere başvurmuş bir yandan da aşiretleri kendilerine bağlamaya çalışmışlardır. ( Örneğin Anadoludaki Milli Mücadele Hareketi ile ilişkiye geçen ve bölgenin en güçlü aşireti olan Berzenci aşiretinin reisi Şeyh Mahmut Hindistan’a sürgün edilmiştir) Erbil ve Revandiz’deki aşiretlerin Türk yönetimini tercih etmeleri ve bu yönde faaliyete girişmeleri bölge halkına karşı şiddetli saldırıların başlamasına neden olmuştur. | ||
19-02-2007, 11:45 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu gelişmeler karşısında Anadolu mücadelesinin sesi olan Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara hükümeti de boş durmamıştır. Mustafa Kemal 1 Şubat 1922 tarihinde Milli Müdafaa Vekaleti’ne bir telgraf çekerek Revandiz’e asker gönderilmesini emretmiştir. Kısa zamanda önemli başarılar elde edilmiştir ve aşiretlerin İngilizlere karşı örgütlenmesiyle 8 bin kişilik bir silahlı kuvvet oluşturulmuştur. İngilizler Süleymaniye’yi boşaltmak zorunda kalmışlar ve aynı tehlike Musul içinde hissedilmeye başlanılmıştır. Bu sırada Kurtuluş Savaşı’nın 30 Ağustos Zaferi ile sonuçlanması bölgede büyük bir yankı yaratmıştır. Aşiretler yüzlerini açıkça Türkiye’ye dönmüşler ve İngiltere aşiretlerin desteğini kazanamamıştır. Başka çaresi kalmayan İngiltere saldırılara geçmiştir. Başta Süleymaniye olmak üzere bölgedeki kasaba ve köyler ağır bir hava bombardımanına tutulmuştur. ( bu tarihte sivil halka karşı gerçekleştirilen ilk hava bombardımanı olarak bilinmektedir) Tam bir katliam yaşanmış, aşiretler dağılmış, Türk birliği bir kez daha geri çekilmek zorunda kalmıştır. ( Bölgenin en güçlü ailesi Berzenciler adeta yok edilmiştir. ) Musul Kurtuluş Savaşı’nda kurtarılamadan 11 Ekim 1922 de tarihinde Mondros’un yerine geçen Mudanya Silah Bırakışması imzalanmıştır. Ve Musul sorunu bu koşullar altında Lozan Konferansı’na kalmıştır. Gürün’a göre , Türkiye daha konferans toplanmadan Musul’u silahla kurtarmak harekatına başlama kararını almıştı. Fakat konferansın başlamasıyla askeri yöntemlerden bir süre için vazgeçilip diplomasi usullerine bel bağlanması Londra gibi Ankara’ya da uygun gelmiş olmalıdır.[1] [1] Kamuran Gürün,Savaşan Dünya ve Türkiye,(Ankara,1986),s.391 | ||
19-02-2007, 11:45 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Musul Sorununun Lozan Konferansı’nda Ele Alınması Bölge her iki ülke için de büyük öneme sahip olmuştur.Musul Türkiye için hem güvenlik,hem insani boyut,hem de petrol açısından önem taşırken,İngiltere açısından Hint yolu üzerinde bulunması ve petrol kaynaklarına sahip olması açısından önem taşıyordu[1] Hatta, Lord Curzon “Fırat İngiltere’nin (yani Hindistan’ın) Batı sınırıdır” diyerek buranın stratejik önemini vurgulamıştı.[2] Kısaca;asırlardır çözülemeyen “Şark Meselesi” bu konferansın ağırlık merkezini teşkil ediyordu.[3] Bu arada İngiltere bölgedeki denetimini arttırmak için İngiliz yanlısı Irak Kralı Faysal ile anlaşma imzalamıştır. Lozan görüşmeleri Kasım 1922’de başlamıştır.Fakat yapılan ikili görüşmelerde (ki İsmet Paşa’ nın teklif doğrultusunda gerçekleşmiştir) sonuç alınamayınca Musul Sorunu 23 Ocak 1923’teki oturumda gündeme gelmiştir. Bu oturumda İsmet Paşa,Musul’un Türkiye’ye verilmesinin gerekçelerini dört başlık altında ele almıştır: ilk olarak Musul ve civarı,Mondros Mütakeresi hükümlerine aykırı olarak işgal edilmiştir.İkincisi Musul neredeyse bin yıldır Türk hakimiyeti altında kalmıştır ve hem coğrafi hem de ekonomik olarak Anadolu’nun uzantısı durumundadır. Üçüncüsü bölge halkı sömürgeleştirilmiş bir halk olarak değil, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak yaşamak istemektedirler.Dördüncü ve asıl tez ise bölgenin geleceğinin Arapların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesince belirlenemeyeceği yönünde olmuştur.Çünkü bölge halkının çoğunluğunu Kürtler(263 bin) ve Türkler(146 bin) oluşturuyordu,Araplar (43 bin ) ise azınlıktaydı.Türkiye’nin bu tezlerine karşılık İngiliz heyeti kararlı bir tavır sergilemiştir;hatta Türk görüşlerinin tersini savunmuştur. | ||
19-02-2007, 11:45 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sonuçta taraflar arasında sorunun çözümü yine çıkmaza girerek Lozan görüşmeleri tamamlanmıştır.Lozan Antlaşması’nın hükümlerine göre,taraflar 9 ay içinde bir çözüm yolu bulmadıkları takdirde,sorun Milletler Cemiyeti’ne sunulacaktı[1] Lozan’dan sonra İngiltere Ekim 19232’te Türk hükümetine başvurarak Musul konusunda ikili görüşmelere başlanmasını istemiştir[2] Haliç Konferansı Haliç Konferansı,Türk ve İngiliz hükümetlerinin daha önceki görüşmelerine bağlı olarak 19 Mayıs 1924’te toplanmıştır.[3] Bu konferans İngiltere tarafından daha en başından bir çözüm yolu olarak görülmemiştir; nitekim Musul sorununun kendi çıkarları doğrultusunda çözüme kavuşması yolunda bir basamak olmuştur.Hatta Londra’nın bu tutumunu o dönemde Dışişlerinde Osborne’nun sözlerinden anlayabiliriz, ‘Görüşmelere başlayacağız da ne olacak?Aynı tartışmalar bir daha tekrarlanacak.Nasıl olsa nihai ve bizim için en uygun çözüm Milletler Cemiyeti’nde sağlanacaktır”[4] İngiltere’nin sorunun Milletler Cemiyeti’nde çözümü için açıkça girişimlerde bulunduğunu söyleyebiliriz.Bunun en belirgin örneği İngiltere’nin görüşmeler sırasında Musul dışında bir de bölgedeki Nasturiler (Süryaniler) için Hakkari’yi istemesidir.Bna Türkiye’nin tepkisi tahmin edilmiş ve görüşmelerin çıkmaza girmesi sonucunda Milletler Cemiyeti yolunun görüneceği tahmin edilmiştir;ki gerçekten 5 Haziran’da görüşmeler sona ermiştir. | ||
19-02-2007, 11:46 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tuhaftır ki tam o sıralarda Hakkari’de Süryani isyanı ortaya çıkmıştır.Bunun İngiltere destekli olduğu açıkça ortadadır.Fakat yine de İngiltere bu politikalarla kısa sürede amacına ulaşamamıştır.Toynbee’nin de belirttiği gibi “Musul’daki İngiliz aleyhtarı mahalli ayaklanmayı bastırmada kullandıkları Nasturilerin yardımı bile bildiğimiz gibi. Bölgenin akibetinin 1926’dan önce belli olmasını sağlayamayacaktır”[1] Musul Sorununun Milletler Cemiyeti’ne Götürülmesi Haliç Konferansı’nın başarısızlığa uğramasından sonra İngiltere sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürmüştür.Bu Türkiye’nin davasını açıkça kaybettiğinin göstergesiydi;çünkü Türkiye’nin üyesi dahi olmadığı,buna karşılık İngiltere’nin kurucu ve asli üyesi olduğu Milletler Cemiyeti’nin nasıl bir karar alacağı daha başından belliydi. Milletler Cemiyeti Meclisi 20 Eylül 1924’te sorunu görüşmeye başlamıştır.Türkiye olacakların önüne geçmek için plebisit istemiştir.İngiltere bu talebi bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlayamayacağı gibi gerekçelerle kabul etmemiştir. Sonuçta Milletler Cemiyeti Meclisi bir komisyon kurularak (komisyon kurulmasını İngiltere teklif etmiştir) sorunun yerinde incelenmesi kararını almıştır. | ||
19-02-2007, 11:46 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Komisyon çalışmalarına başladığında İngiltere,kuzeye doğru yeni bir askeri harekata girişmiştir ve bölgede çatışmalar çıkmıştır.Bunun üzerine Milletler Cemiyeti Meclisi o günkü fiili durumu geçici olarak sınır ilan etmiştir.Brüksel Hattı denilen bu sınır Musul’u Hakkari’den ayırmaktaydı. Bu arada komisyonun çok sağlıklı ve objektif çalıştığını şüphe taşımaktadır.Bazı beklenmedik olaylar da Türkiye aleyhinde bir ortam yaratmıştır.Örneğin bunlarından bir tanesi Edmonds’un da vurguladığı gibi “Musul,o yıl şiddetli bir yıl geçirmişti.Karlar altında halkın eğilimini tespit etmek üzere yöreyi karış karış gezmek mümkün olmamıştı”[1]Zaten yine Edmonds’un ifadesiyle Komisyon bir an önce araştırmasını tamamlayıp Avrupa’ya dönmek için sabırsızlanıyordu.[2] Komisyon incelemelerini tamamlayarak 16 Temmuz 1925’te raporunu meclise sunmuştur.Rapor,Musul’un(Brüksel Hattı’nın güneyindeki bölgenin)İngiliz mandasındaki Irak’a ilhakını uygun görmekteydi.Ayrıca Irak’ın 25 yıl Milletler Cemiyeti mandası altında kalacağı belirtilmekteydi. Türkiye komisyonun kararını reddetmiştir ve bunun üzerine Milletler Cemiyeti Meclisi , Milletlerarası Adalet Divanı’nın görüşüne başvurmuştur. Divanın kararı da Türkiye aleyhine olmuştur.Nitekim 16 Aralık 1926 tarihinde meclis Türkiye’nin ısrarla karşı çıktığı raporu benimsemiştir.Ve Musul sadece İngiltere’nin çıkarları gözetilerek Irak’a bırakılmıştır. Alınan karar Türkiye’de büyük tepkiyle karşılanmıştır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |