|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
29-01-2007, 11:44 | #31 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kuşlarda Nitrojen Metabolizması İle İlgili Bazı Önemli Durumlar Memelilerin aksine kuşlarda atkı maddesi olarak üre yerine ürik asit meydana getirilir. Ürik asidin yapısı Şekil 15’te verilmektedir. Ürik asidin açık formulünden de anlaşılacağı üzere 4 ve 5 no.lu pozisyonlarda yer alan “C” atomu ile 7 no.lu pozisyonda yer alan “N” atomu glisin amino asidinden gelmektedir. Böylece 1 molekül ürik asit idrarla dışarı atıldığı zaman, bir molekülglisin de dışarı atılmış olmaktadır. Bu nedenle kanatlılar oldukça yüksek düzeyde glisine ihtiyaç göstermektedirler. Glisin kanatlılar tarafından kolaylıkla sentezlenebilir. Yalnız, çabuk büyüme sırasında sentezlenen miktar, doku sentezi ve nitrojen eksresyonu için yeterli olmayabilir. Böylece düşük glisin kapsayan rasyonların, büyümenin ilk döneminde, dışarıdan glisinle takviye edilmeleri gerekebilir. Serin, glisin sentezinde İntermediyer bir bileşik olup glisinin yerini tutabilir. Birçok bakımlardan civcivin glisine olan ihtiyacı, genç memelilerin aginine olan ihtiyacına benzer. Çünkü, memelilerde, arginin amino asidinin nitrojen ekskresyonunu sağlamak üzere parçalanması üreyi meydana getirir. Arginin de memeliler tarafından sentezlenebilir. Fakat sentezlenen miktar genç hayvanda maksimum büyümeyi sağlayacak düzeyde değildir. Kanatlılar ise arginini sentezleyememektedirler. Diyetsel proteinler, kanatlılarda protein sentezi için lüzumlu argininin yegane kaynağıdırlar. Üre, kanatlıların idrarında çok küçük düzeyde mevcut olup, sadece diyetsel arginin’in parçalanmasından meydana gelir. Memelilerde arginin sentezi için gerekli enzimlerin çoğu kanatlıların karaciğerinde mevcut değildir. Böbrekler ise çok küçük miktarlarda bu enzimlere sahiptirler. Strullin kanatlıların rasyonlarında arginin amino asidinin yerine geçebilirse de ornitin bu özelliğe sahip değildir. Memelilerin aksine ornitin sentezi de kanatlılar tarafından yapılamaz. Benzoik asit gibi, bazı aromatik asitlerin ekskresyonu için kanatlıların kendilerine özgü detoksikasyon mekanizmaları vardır. Benzoik asit idrarla dışarı atılmadan önce, ornitinle birleşerek dibenzoil – ornitin bileşiği meydana gelir. Ornitin sadece arginin amino asidinin parçalanmasından meydana geldiğinden civciv yemlerine fazla miktarda benzoik asit sokulması arginin noksanlığı meydana getirebilir. Protein ve Esansiyel Amino Asit Noksanlığında Ortaya Çıkan Semptomlar Büyüyen kanatlılarda, kısmi veya orta derecede protein eksikliği veyahut ta esansiyel amino asitlerden birinin noksanlığı eksiklik derecesiyle orantılı olarak büyümede azalmaya yol açar. Rasyonun protein düzeyinin enerji seviyesine göre ifade edilme zorunluğu göz önünde tutulursa, protein noksanlığı bir bakıma enerji fazlalığı demektir. Böylece, daha önce de işaret edildiği gibi protein noksanlığından, enerji bu maksatlar için kullanılamaz ve yağa çevrilir. Yani ekstra enerji yağa çevrilmiş olur. Ağır bir protein noksanlığında veya tek bir amino asit eksikliğinde büyüme hemen durur ve ciddi büyüme kayıpları meydana gelir. Bu durumda büyüme kaybı, vücut ağırlığının % 6-7’sine kadar çıkabilir. | ||
|
29-01-2007, 11:44 | #32 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Damızlık Piliçlerin Sınırlı Beslenmesi Bir çok araştırıcılar, hayvanları seksuel olgunluğa gelişini geciktirmek için rasyonda sınırlı düzeyde protein, enerji veya lisin gibi esansiyel bir amino asidin uygulanmasını tavsiye etmişlerdir. Seksuel olgunluğu geciktirmek ise, hayvanların kronolojik yaşını yükseltmek, yani yumurtlamanın başlangıcına kadar, vücudun yavaş, yavaş büyümesini sağlayarak yumurta büyüklüğünü arttırmak ve verim devresini uzatmak amacını gütmektedir. Yumurtlayan tavuklarda hafif bir protein veya esansiyel amino asit noksanlığı yumurtanın küçülmesine sebep olabilir. Protein ve esansiyel amino asit eksikliği ilerledikçe yumurta verimi düşer ve hayvan ağırlık kaybeder. Orta derecedeki protein noksanlığında bile, normal olarak her gün dökülen tüylerinin yerine yenisi konamaz. Çok ileri derecede protein eksikliğinde ise hayvanın bütün tüyleri dökülür; yumurta verimi tamamen durur; vücut dokuları harcanır ve vücut ağırlığında büyük düşmeler olur. Aşırı Diyetsel Protein Veya Esansiyel Amino Asidi Beslenmesinde Ortaya Çıkan Semptomlar Bütün esansiyel amino asitlerince dengeli bir durumda olsa bile, aşırı protein beslenmesinde, büyüme hızında hafif bir gerileme, vücut yağ depolanmasında azalma, kan ürik asit düzeyinde ise bir artış meydana gelir. Vücutta meydana gelen fazla ürik asidin ekskresyonu için su tüketimi artar ve gübredeki su miktarı yükselir. Klasik anlayışta da aşırı protein hayvan üzerinde bir strese sebep olur. Bunun delili olarak aşırı protein beslenmesinde, adrenal bezlerinde büyüme ve adrenokortikosteroidlerin artışı gösterilmektedir. | ||
29-01-2007, 11:45 | #33 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| IV. BÖLÜM ESANSİYEL İNORGANİK ELEMENTLER İnsan ve hayvanların yaşaması için zorunlu olan minerallerle ilgili modern ilmi çalışmalar esas itibariyle son 65 yılda yapılmıştır. Bu çalışmalar vücudun organik kimyasal bileşiklerini teşkil eden karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen ve sülfür gibi esas elementlere ilaveten insan ve hayvanların en az 13 adet organik elemente ihtiyaç gösterdiklerini açık bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bu elementler Tablo 35’te verilmektedir. Bu tabloda, kanatlıların her elemente olan ihtiyaçlarında büyük varyasyonlar gösterdiği göze çarpmaktadır. Kalsiyum ve fosfor en çok vücudun iskelet yapısı için gerekli olup, en fazla miktarda ihtiyaç duyulan elementlerdir. Fosfat ve karbonatlarla birlikte sodyum, potasyum ve klorur, vücudun çeşitli kısımlarındaki ozmatik ilişkiler ve optimum H gibi Homeostasis’in muhafazası ile ilgili reaksiyonlarda görev alırlar. Vücudun bu elementlere olan ihtiyacı da oldukça fazladır. Geri kalan elementler ise, ya enzim ve hormonların parçası ya da enzimlerin aktivatörü olarak fonksiyon gösterirler. TABLO 35 Element Tavuk ihtiyacı 0-8 Hafta (%) 8-20 Hafta (%) 20 Hafta (%) 40 Hafta (%) Yapısal Elementler Kalsiyum Fosfor (yararlanılabilen) Homeostatik elementler Sodyum Otasyum Klor İz elementler Magnezyum Manganez Çinko Demir Bakır Molibden Selenyum İyod Kobalt* Krom 1.00 0.45 0.15 0.3 0.15 mg/kg 500 50 50 80 5 2 0.15 0.35 - ? 0.6 0.4 0.15 0.3 0.15 mg/kg 500 50 30 40 5 2 0.1 0.35 - ? 3.3** 0.55 0.15 0.3 0.15 mg/kg 500 33 30 40 5 2 0.1 0.3 - ? 3.7** 0.55 0.15 0.3 0.15 mg/kg 500 33 30 40 5 2 0.1 0.3 - ? * Sadece vitamin B12 nin bir parçası olarak gereklidir. ** Bu rakamlar gram olarak günlük ihtiyaçlardır. Rasyondaki yüzde seviye yem tüketimine bağlıdır. Tablo 36 ve Tablo 37’de sırasıyla ergin bir kanatlı ve yumurtadan yeni çıkmış bir civcivin, ergin memelilerle yeni doğmuş memelilerin mukayeseleri verilmektedir. TABLO 36 Kanatlı Hayvan İnsan Domuz Kedi Tavşan Fare Öküz Vücut ağır.Kg Kompozisyon* Su, gr Total N, gr Na, gr K, gr Cl, gr Ca, gr P, gr Mg, gr Fe, mg Cu, mg Zn, mg I, mg Se, mg 760 31.0 1.2 1.1 0.6 15.0 7.7 0.4 40.0 1.3 35.5 0.4 0.2 65 720 34 1.8 2.7 1.78 22.4 12.0 0.47 747 1.7 282 0.7 125 750 31.5 1.5 2.8 12.0 7.0 0.45 90 2.5 25 4.0 740 33.6 1.5 13.0 8.9 0.45 60 1.5 23 2.6 730 37.0 1.35 3.00 1.14 13.0 7.0 0.5 60 1.5 50 0.35 720 35.0 1.4 3.15 1.42 12.4 7.5 0.4 60 2.0 30 500 550 27.2 2.1 2.5 1.42 17.3 9.5 0.54 168 0.1 * Sonuçlar, yağsız vücut dosunun her Kg’ı için ifade edilmiştir. TABLO 37 Civciv İnsan Domuz Kedi Tavşan Fare Vücut ağır.Kg Kompozisyon* Su, gr Total N, gr Na, gr K, gr Cl, gr Ca, gr P, gr Mg, gr Fe, mg Cu, mg Zn, mg Se, mg 830 20.8 1.15 1.06 0.73 3.6 3.4 0.22 40 1.3 0.15 3560 823 22.6 1.88 2.07 1.96 9.6 5.6 0.26 94 4.7 19.2 1260 820 18.0 2.14 1.96 1.85 10.0 5.8 0.32 29 3.2 10.1 118 822 24.4 2.12 2.34 2.34 6.6 4.4 0.26 55 2.9 28.7 54 865 18.1 1.8 2.06 1.98 4.8 3.6 0.23 135 4.0 22.5 5.9 862 15.6 1.93 2.54 2.38 3.1 3.6 0.25 59 4.3 24.4 * Yağsız vücut dokusunun her Kg’ı için ifade edilmiştir. | ||
29-01-2007, 11:45 | #34 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu tablolarda, çeşitli hayvan türlerinin inorganik vücut kapsamlarının nispeten üniform oldukları göze çarpmaktadır. Civcivlerin ihtiyaç düzeyi ile bu rakamlar karşılaştırılırsa ikisinin arasında genel bir korelasyonun varlığı hemen göze çarpmaktadır (Tablo 35 ve Tablo 37). Fluor ve krom gibi bir çok elementin insan vücudu üzerinde faydalı etkileri gösterilmiş ise de, henüz bu elementler besleme bakımından esansiyel olarak sınıflandırılmamaktadır. Çeşitli inorganik elementlerin kendileri arasında olduğu kadar, bu elementlerle vitaminler amino asitleri ve diğer besin maddeleri arasında da önemli bir çok ilişkiler mevcuttur. On üç esansiyel inorganik elementten sekiz adedi katyondur. Bunlar, Kalsiyum (CA++), sodyum (Na+), Potasyum (K+), Magnezyum (Mg++), Manganez (Mn++), Çinko (Zn++), Demir (Fe++) ve Bakır (Cu++)’dır. Geriye kalan beş anyon ise ekseriya anyonik gruplar halinde bulunur. Bunlar Klorür (Cl-), İyodur (I-), Fosfat (Po4---), Molibdat (MoO4--) ve Selenit (SeO3--)’tir. Tabii şartlarda selenyum, ekseriya selenosistin (selenocystine) veya seleno-metiyonin (seleno-methionine) gibi organik formlarda bulunurlar. Fakat inorganik selenit’ler de bu organik formlardaki selenyum kadar besleme bakımından etkilidirler. Esansiyel anyon ve katyonların yararlılık derecelerini etkileyen çok çeşitli faktörler mevcuttur. Bu esansiyel elementlerden herhangi birinin en fazla eriyebilen dolayısıyla en yüksek düzeyde absorbe olan formu, en basit iyonik atom veya atom gruplarına sahip olan formdur. Örneğin, Ca++, Mg++, Mn++, Po4--- vb. Bunlarla beraber, tabiatta bir çok elektronegatif bileşikler mevcut olup, elektronları bu katyonlarla paylaşarak daha stabil bir bileşik meydana getirirler. Bu şekilde meydana gelen bileşikler ekseriya suda güçlükle erirler; bağırsakta ise yeterli düzeyde ayrışarak esansiyel katyonun absorbsiyonuna imkân sağlarlar. Bu durum ekseriya gastrik asiditenin etkisiyle meydana gelir. Midede salgılanan hidroklorik asit, katyonları geçici olarak klorid tuzları haline dönüştürür. Bu şekilde bütün esansiyel katyonlar, oldukça yüksek düzeyde bir iyonik çözüşme derecesine sahip olur ve bundan dolayı da sindirim kanalından kolayca absorbe olurlar. Hatta, bakır sülfat mangan oksit, çinko oksit gibi yüksek derecede erimeyen bileşikler bile, midedeki hidroklorik asidin etkisiyle, mangan klorid, çinko klorid. Bakır klorid gibi bileşiklere dönüşerek absorpsiyon dereceleri yükselir. Fosfat gibi anyonik grupların absorpsiyon derecesi, kristal strüktörüne diyetteki total miktarına ve fosfatla kalsiyumun arasındaki orana bağlıdır. Civcivlerde perosis’in önlenmesinde mangenizin zorunlu olmasının öğrenilmesinden sonra, çeşitli mangenez bileşikleri ve bu bileşiklerin vücuda verilme tarzlarının manganez ihtiyacı üzerindeki etkilerini araştırmak için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, diyetsel manganez ihtiyacının, suda eriyebilir formun parenteral enjeksiyonla vücuda verilmesine nazaran 25-50 misli daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Vücutta çok küçük miktarda bulunan bu elemente oldukça yüksek diyetsel ihtiyacın nedenleri araştırılarak, manganez absorpsiyonunun rasyonda bulunan aşırı miktardaki kalsiyum ve fosfor tarafından engellendiği gösterilmiştir. Gastrik asidite ile eriyebilir hale geçip, duodenum’un alkali şartlarına maruz kalınca bu aşırı kalsiyum ve fosfor, kalsiyum fosfat halinde çökelmeye maruz kalır. bU çökelek manganezi adsorbe eder ve böylece bağırsak kanalında taşınır. Eğer, rasyonda bu kalsiyum-fosfor çökeleğinin taşıyabileceğinden fazla manganez yoksa, hayvanda manganez eksikliği ortaya çıkar. Rasyonda aşırı kalsiyumun etkisini araştırmak için, domuzlar, tavuklar ve hindiler üzerinde yapılan çalışmalar, yüksek düzeyde kalsiyumun, çinko ihtiyacını artırdığını göstermiştir. Henüz ispatlanmamış olmakla beraber, Ca-fosfat çökeleğinin, yukarıda açıklandığı gibi Zn++ iyonlarını da adsorbe edebileceği öne sürülmektedir. | ||
29-01-2007, 11:45 | #35 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bazı kolloidler, alüminyum, magnezyum, demir ve diğer elementlerin suda erimeyen tuzları, katyonlar için kuvvetli adsorptif ortamlardır. Adsorpsiyon hem kolloid yüzeyindeki yüksek elektronegatif bölge ile bir kimyasal bağlanma, hem de katyonun fiziksel kuvvetlerle bağlanması şeklinde olabilir (elementlerin kömür tarafından adsorbe edilmesi gibi). KALSİYUM VE FOSFOR Metabolizmada ve bilhassa kemiğin yapısındaki yakın ilişkileri dolayısıyla kalsiyum ve fosfor birlikte ele alınmıştır. Büyüyen kanatlılarda rasyondaki kalsiyumun büyük bir kısmı kemik teşekkülü için kullanılmasına rağmen ergin kanatlılarda yumurtanın kabuğu için kullanılır. Kalsiyum, kanın pıhtılaşması, sodyum ve potasyumla birlikte normal kalp atışı, asit-baz dengesinin sağlanması ve çok sayıda enzim sisteminin aktivitesi için gerekli bir elementtir. Bununla ilgili olarak Ca iyonlarının kasların kasılması, sinirsel impulsların nakli için zorunlu olduğu söylenebilir. Kemiğin yapısındaki rolüne ilaveten fosforun karbonhidrat ve yağ metabolizmalarında önemli fonksiyonları vardır. Önemli bir unsur olarak bütün yaşayan hücrelerin yapısına girer. Fosfordan teşkil edilen tuzlar asit-baz dengesinin sağlanmasında önemli bir rol oynarlar. Yumurta teşkili sırasında kalsiyumun yumurtaya naklinde görev aldığı da bildirilmektedir. 1920 yıllarından başlayarak bugüne kadar, kalsiyum ihtiyacı, kalsiyum-fosfor- vitamin D ilişkileri üzerinde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalar açık bir şekilde göstermiştir ki, rasyon hiç olmazsa minimum düzeyde Ca ihtiva etmesinin yanı sıra, Ca ile fosfor arasında optimum veya belirli bir oran bulunmalıdır. Bir başka ifade ile rasyon gereğinden fazla Ca veya P ihtiva etmemelidir. Civcivlerde normal kemik gelişimi için bugün rasyonda bulunması gereken yararlanılabilir fosfor düzeyi yaklaşık olarak %0.5 olarak saptanmış; kalsiyum, fosfor arasındaki oranın normal bir büyüme için 1.0:1 veya 2.2:1 olması lazım geldiği öne sürülmüştür. 2.5:1 oranının hayvanın tolere edebileceği en son bir değer olduğu; 3.3:1 oranının ise zararlı olduğu, hayvanlarda raşitizm ve çeşitli bacak rahatsızlıkları meydana getirdiği bildirilmiştir. | ||
29-01-2007, 11:46 | #36 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| KALSİYUM Kalsiyumun Eksikliğinde Ortaya Çıkan Semptomlar. Bu semptomlar aşağıdaki gibi sıralanabilir: a) Büyüme hızının düşmesi veya büyümede gerileme, b) Yem tüketiminde azalma, c) Bazal metabolik hızın yükselmesi, d) Aktivite ve duyarlılığın azalması, e) Osteoporosis veya kalsiyum düşüklüğünde görülen raşitizm, f) Yürüme ve duruşta anormallik, g) Dahili kanamalara karşı istidadın artışı, h) İdrar hacminde büyük çapta artış, i) Yumurta kabuğunda incelme, j) Yumurta veriminde düşme, k) Tetani, l) Hayat süresinin kısalması. Yukarıdaki semtomların yanı sıra, kalsiyum eksikliğinde, bazı kimyasal değişmeler süratle meydana gelir. Serum kalsiyum düzeyi ve bütün karkasda Ca ve Mg kapsamları azalır. Buna mukabil serum inorganik fosforu, Mg, fosfatez enzimi, eritrositlerdeki Mg, kan şekeri, hemoglobin kapsamı ve yumuşak dokuların kalsiyumu değişmeden kalır. Kalsiyum eksikliğine maruz hayvanların kemikleri önemli derecede demineralize olur. Kül ve kalsiyum kapsamları normal düzeylerinin yarısına kadar düşer. Kemiğin Yapısı Vücutta bulunan kalsiyumun %90’ından fazlası kemiklerde yer alır. Yağı çıkarılmış ve kurutulmuş kemiğin üçte birine yakın ağırlığını tek başına kalsiyum teşkil eder. Kemiğin büyük bir kısmını kalsiyum fosfat meydana getirirse de, buna ilaveten %13 kalsiyum karbonat, %2 magnezyum fosfat, %5 diğer maddeler, %0.5-3 de sitratlar mevcuttur. Metabolik aktivitenin en fazla olduğu kemiklerde florürlerin depolanması çok süratlidir. Düşük düzeylerde fluorürler, kemiklerin esansiyel olmasa bile önemli bir komponenti durumundadır. Fakat aşırı fluorür kemiklerde “osteosclerosis” adı verilen patolojik duruma sebep olur, kemikler aşırı derecede sertleşir, osteosclerosis’in ilk belirtileri omurga üzerinde görülür. Kemiğin fosfat kristalleri, apatitik kalsiyum fosfatınkilerle kıyaslanabilir. Hidroksiapatit buna iyi bir minorolojik örnek teşkil eder. Kemiğin kimyasal yapısı henüz tam olarak bilinmemektedir. Bunun nedeni fosfatların kimyasının çok kompleks oluşudur. Sentetik ve biyolojik hidroksiapatitler üzerinde yapılan çalışmalar, kemik mineralinin apatit kısmının aşağıdaki formüldeki gibi olmadığını, bunun yerine kalsiyumca %10 eksik olduğunu göstermiştir. Ca4 (PO4)3 (OH)1 Infrared çalışmalar da, kalsiyumca eksik apatitlerdeki kaybolan elektronik yükün, nötraliteyi sağlamak için yeterli miktardaki ortafosfat iyonları arasında teşekkül eden hidrojen bağlantısıyla telafi edildiğini ortaya koymuştur. Serumda Bulunan İyonize ve Bağlı Kalsiyum İle Serum Fosfatları Serum proteinlerinin, kalsiyumun ne kadarının serbest ve ne kadarının bağlı olduğunu tayin eden başlıca faktör olduğunu çalışmalar göstermiştir. Bununla beraber, paratiroid hormonu ve vitamin D’nin kandaki total ve iyonize kalsiyum düzeyi üzerinde önemli bir etkisi vardır (Şekil 20). Plazma kalsiyumunun sadece % 6.5 kadarı şelatlaşmış formda olup, bunun da yarısı sitrat ve fosfatla birleşmiş bir durumdadır. | ||
29-01-2007, 11:46 | #37 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tablo 39’da normal düzeyde diyetsel kalsiyum ve fosforla beslenen kanatlıların çeşitli seksüel olgunluk devrelerinde serum, kalsiyum ve fosfor düzeyleri verilmektedir. TABLO 39 Yaş Total plazma kalsiyum Plazma inorganik fosfat Haftalar % mg % mg 11 14 18 22 11.5 11.4 13.3 19.5 5.7 6.0 5.1 4.2 Bu tablodan da anlaşılacağı üzere dişi kanatlı hayvanların seksüel olgunluğun başlangıcında kan kalsiyum düzeyinde önemli bir artış olmaktadır. Kalsiyum Bileşiklerinin Sindirimi ve Asimilasyonu Ca kullanarak yapılan çalışmalar vitamin D3’ün kalsiyum absorpsiyonunu önemli derecede artırdığını göstermiştir. In vivo absorpsiyon bütün ince bağırsaklarda yükselmektedir. Wasserman ve çalışma arkadaşları, vitamin D ile ilgili olarak yaptıkları çalışmalarda vitamin D3’ün, bağırsak mukozasında, kalsiyum nakleden proteinin teşkilini etkilediğini göstermişlerdir. Cornell Üniversitesi ve Fransa’da yapılan çalışmalarda da kalsiyum, fosfor ve vitamin D3 bakımından yeterli rasyonlarla beslenen hayvanlarda laktozun kalsiyum abrospsiyonunu ve naklini yükselttiği saptanmıştır. Bu etkinin diğer şekerler tarafından da meydana getirildiği gösterilmiş fakat en etkili olanının laktoz olduğu anlaşılmıştır. Bunun nedeninin, bu şekerin daha az absorbe olduğu, bunun sonucu kalsiyum ve fosforun ince bağırsaklardaki absorpsiyonunda rol oynayan fakat tam bilinmeyen fonksiyonu için daha fazla şekerin ortamda kaldığı öne sürülmüştür. Kalsiyum ve Yumurta Kabuğunun Teşkili Kalsiyum yumurta kabuğunda hemen hemen saf kalsiyum karbonat olarak bulunur. Bu, tavuğun ovidukt kanalının kabuk bezlerindeki membrana depo edilir. Yumurta kabuğu teşkili için kalsiyum ihtiyacı üzerinde yapılan çalışmalar, östrojen hormonunun, yumurtlama döneminin başlangıcında kandaki kalsiyum düzeyini artırdığını göstermiştir. Ayrıca karbonik anhidraz enziminin, kalsiyum karbonatın, karbonat kısmının sağlanmasıyla ilgili olduğu da çeşitli çalışmalarla gösterilmiştir. Dişi piliçler seksüel olgunluğa yaklaştıkça olgunlaşmakta olan yumurtalıklarından salgılanan estrojen hormonu, androjen hormonu ile sinerjik (synergic) çalışarak iskeletin bilhassa uzun kemiklerinin ilik boşluklarında süngerimsi kemiğin (medüller kemik) meydana gelmesine yol açar. ilk yumurtanın kalsifiye edilme zamanına doğru, femur kemiğinin ilik boşluğunun hemen hemen tamamı bu ince kemik formasyonu tarafından işgal edilir. Bu dönemde dişi piliçin iskelet ağırlığı 15-20 gram artar ki bu, 4-5 gram kalsiyum depolanmasına tekabül eder. Medüller kemik teşekkülünün derecesi diyetsel kalsiyum düzeyi tarafından pek etkilenmemektedir. Çünkü, 20 haftalık süre zarfında %0.6 düzeyinde diyetsel kalsiyumla beslenen piliçlerle rasyonlarında %2.4 düzeyinde kalsiyum bulunan piliçler aynı miktarda medüller kemiğe sahip olmuşlardır. Medüller kemik labil bir kalsiyum rezervi olup, yumurta kabuğunun teşkili sırasında herhangi bir zamanda hayvan tarafından kullanılabilir. Bir tavuğun yetersiz diyetsel kalsiyum alması halinde, kalsiyum bilançosu negatif olur. Paratiroid hormon sekresyonu büyük ölçüde artar. Bunun sonucu olarak, kortikal (cortical) kemikten önemli derecede kalsiyum mobilize edilir ve böylece medüller kemiğin muhafaza edilmesi mümkün olur. Akut kalsiyum eksikliğinde yumurta verimi durur ve medüller kemik yavaş yavaş rezorbe olur. Bu olay muhtemel olarak, kalsiyum gerektiren diğer hayatsal fonksiyonların devam edebilmesi için meydana gelir. | ||
29-01-2007, 11:46 | #38 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yapılan çalışmalar, kabuk teşkilinde birinci derecede sınırlayıcı faktörün kalsiyum, ikinci derecede sınırlayıcı faktörün ise karbonat olduğunu göstermiştir. Hem kandaki bikarbonatın hem de karbonik anhidraz enziminin etkisi altında karbonik asitten gelen karbonat iyonlarının kaybolması hidrojen iyonlarının akümülasyonuna yol açar ve neticede metabolik asidoz teşekkül eder. Bazı araştırıcılar, sıcak havalarda, hayvanlarda solunumun artması sonucu kandan önemli düzeyde CO2 kaybolduğunu bunun da yumurta kabuğunun incelmesine yol açtığını öne sürmüşlerdir. Yapılan bir çalışmada çevre sıcaklığının 13°C’den 34°C’ye yükseltilmesinin, yumurtlayan tavuklarda akciğer solunumunu önemli derecede artırdığı bunun sonucu olarak meydana gelen alkalosis yüzünden yaklaşık olarak yumurta kabuk kalınlığında %12 düzeyinde bir düşme meydana geldiği saptanmıştır. Bunun aksine, akciğerlere çekilen havanın %2-5 düzeyinde CO2 ile zenginleştirilmesi acıdosis ile sonuçlanmakta bu da kendisinin kan PH’sında azalma ile göstermektedir. Bazı çalışmalar da atmosferik CO2’in artışının yumurta kabuk kalitesini iyileştirdiğini ortaya koymuşsa da bu sonuçlar, bütün çalışmalarda tekrarlanamamıştır. Yumurta kabuğunun teşkil mekanizmasını anlamak bakımından, üreme sistemini kısaca incelemek yararlı olacaktır. Şekil 21’de tavuğun üreme sistemi verilmektedir. Dişi kanatlıların üreme sistemi, bir yumurtalık (ovaryum) bir de yumurta kanalı (ovidukt)’dan ibarettir. | ||
29-01-2007, 11:46 | #39 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ovaryum Ovaryum, yani yumurtalık tavukta vücudun sol tarafında böbreklerin üst ucunda yer alır ve vücuda dorsal olarak bağlanmıştır. Ovaryum, ova kapsayan foliküllerden yapılmış bir dış korteks ile iç kısımda bulunan medulla’den yapılmıştır. Kanatlı hayvanlar erginleşmeden önce ovaryum çok sayıda küçük ova, yani yumurtalardan ibarettir. Sadece bunlardan birkaçı erginleşir ve follikül patlayarak yumurtalar açığa çıkar. Seksüel olgunlukta, individuel foliküller genişler ve çapları ovulasyondan önce 40 mm’ye ulaşır. Embryonik gelişme sırasında sağ gonad da mevcuttur. Fakat hayvan geliştikçe dejenerasyona uğrar. Bazı vahşi türlerde her iki ovaryum da mevcut ise de, genellikle yalnız bir adet ovidukt kanalı vardır. Ovidukt İçinde yumurtanın hareket ettiği uzun kıvrımlı bir kanaldır. Yumurtanın albumini, kabuk zarları ve kabuğun kendisi ovidukt kanalında oluşur. Ovidukt’un büyüklüğü, vücudun büyüklüğüne göre değişir ve beş ayrı bölgeyi veya kısmı kapsar. Bunlar, ınfundibulum, magnum, ısthmus, uterus ve vagina’dan ibarettir. İnfundibulum İnfundibulum, ovidukt kanalının huni veya çanak şeklinde olan anteriyör kısmıdır. Yumurtlayan bir tavuktaki uzunluğu 9 cm kadardır. Infundibulum ovulasyonla açığa çıkan yumurtanın alınmasını sağlar. Bu kısmın aktivitesi ovum yani yumurta tarafından başlatılır. Çünkü yumurta yumurtalıktan serbest hale gelinceye kadar normal olarak bu organ inaktif bir durumda bulunur. Ovulasyon zamanı abdominal kaviteden ovum çıkarılıp bunun yerine bir yabancı materyal konsa ınfundibulum bu defa bu maddeyi kabul eder. Yumurtanın ınfundibulum de kalış süresi ortalama olarak 18 dakikadır. Bazen yumurta ınfundibulum tarafından alınmaz. Kusurlu ınfundibulum’un nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber, bazı solunum hastalıklarıyla ilgili olabileceği öne sürülmektedir. Infundibulum tarafından alınmayan yumurtanın 24 saat veya bundan daha kısa bir sürede vücut tarafından absorbe olduğu yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Magnum Ovidukt kanalının en uzun kısmıdır. Boyu 33 cm’yi bulur. Yumurta proteinin çoğu olan albumin burada salgılanır. Yapılan çalışmalar yumurtanın ortalama olarak magnum’da 2 saat 54 dakika kaldığını göstermiştir. Isthmus Magnumun peristaltik hareketleri yumurtayı ısthmus’a iter. Yumurtlayan tavuklardaki uzunluğu yaklaşık olarak 10 cm kadardır. Magnum ile ısthmus arasındaki sınır belirlidir. Kabuk iç ve dış zarları ısthmus’da meydana getirilir. Önceki bildirişlerin aksine, sonradan yapılan çalışmalar bu kısımda yumurtaya albumin ilave edilmediğini sadece önemsiz miktarda su eklendiğini ortaya koymuştur. Yumurta ısthmus’da 1 saat 14 dakika kalmakta sonra uterus’a geçmektedir. Bu duruma göre, yumurtanın ınfundibulum’dan uterusa geçişi 4 saat 26 dakika sürmektedir. | ||
29-01-2007, 11:47 | #40 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Uterus Uterus ovudukt kanalının torba şeklindeki kısmı olup, yumurtlayan tavuktaki uzunluğu 10-12 cm kadardır. Yumurta uterusta yaklaşık olarak 20 saat 40 dakika kalır. Kabuk ve yumurta kabuğu pigmentleri bu bölümde meydana getirilir. Kabuklu pigmentlerin, yumurtlamadan önceki son 5 saatte meydana geldiğini yapılan çalışmalar göstermiştir. Su ve bazı tuzlar da albuminde uterusta ilave edilmektedir. Vagina Uterus’tan kloka’ya kadar uzanan vagina 12 cm uzunluğundadır. Yumurtanın teşkilinde bir rolü olmayıp daha ziyade yumurtanın dışarı atılmasında fonksiyon gösterir. Yumurta Kabuğunun Yapısı ve Bunu Etkileyen Faktörler Yumurta kabuğu iç kısma iki zarla bağlanmıştır. Bu iki zar da, yumurtanın yassı tarafı müstesna, birbirlerine bitişik durumdadır. Yumurtanın geniş kısmında ise hava boşluğunu teşkil için birbirlerinden ayrılırlar. Şekil 22’de yumurta kabuğunun bir kesiti verilmektedir. Şekil 22: Dekalsifikasyona Uğratılmış Tavuk Yumurta Kabuğunun Enlemesine Kesiti. Kabuğun esas kısmını süngerimsi tabaka meydana getirir. Organik matriksi de kapsayan kısım budur. Kalsifikasyon ilerledikçe kalsiyum karbonat bu kısımda depolanır. Kabuk zarları ve kütikül tabakası çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısım (gerçek kabuk), hemen hemen tamamen kalsiyum karbonat ile küçük miktarlarda magnezyum, fosfat ve sitrat ve az miktarda olmak üzere sodyum ve potasyumdan ibarettir. Tavuk yumurta kabuğunun kalın veya ince oluşu kalıtımla büyük ölçüde ilgili olmakla beraber, başta beslenme olmak üzere, çevre, yaş, mevsim, hastalıklar gibi bazı faktörler tarafından önemli ölçüde etkilenmektedir. Beslenme faktörleri arasında, kalsiyum, vitamin D ve manganez başta gelir. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |