![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Atlarını besleyecek otlaklar bulabilmek için de yazları başka, kışları başka yerde geçirmişlerdir. At'ın Türk vicdânında, candan bir arkadaş, bir kardeş, hattâ "kardeşten de ileri" sayılması ve mukaddes sembol olması da bundandır. Ömürlerini nizâm-ı âleme vakfeden Türkler, bu atlarla vardıkları her ülkede, beğendikleri her kelimeyi Türkçe yapmış, fakat kendileri saraylar, ulu mâbedler, kütüphâneler, mekteplerle süslü, büyük şehirler kurup, buralarda engin ilim yapmaya, felsefe yapmaya, hattâ büyük bir edebiyat yapmaya vakit bulamamışlardır. Yine bunun içindir ki eski Türklerin en büyük edebiyâtı, asırlarca, şifahî [sözlü] bir destan edebiyatıdır. Aynı mâcerâ, daha ilk asırlardan başlayarak, Türkçe'ye bir imparatorluk dili olma kaderi ve karakteri vermiştir. * Eski Türkçe'ye diğer çok doğru bir bakış da Ali Şîr Nevâî'nin bakışıdır. Nevâî, Türkçe'nin, bir fiiler ve mecâzlar lisânı olduğunu anlatır. Bir târih boyunca at üstünde yaşayarak, engin Asya bozkırlarını Gel! Git! Vur! Kır! Çık! İn! Koş! Dur! v.b. gibi tek heceli sadâlarla dolduran Türkler, devamlı bir fiil ve hareket hâlinde oldukları için, dillerinin hemen bütün fiilerini kendileri oluşturmuşlardır. Mâden adları gibi, zirâat işleri gibi, kahramanlık ve binicilik sâhaları gibi, kendi hayatlarının ve sanatlarının çok sayıda kelimelerini de yine kendileri bulmuş, fakat diğer hayat, eşyâ, îman ve tefekkür kelime ve kavramlarının mühim bir kısmını, kendilerine lâzım olduğu ölçüde, başka dillerden almışlardır. | ||
![]() |
|
![]() | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Meselâ, en eski Türkçe'ye töre kelimesi, İbrânî'den, ev kelimesi Ârâmî dillerinden; bugün öztürkçe(!) zannedilen ve azîz Türkiye topraklarını Akşehir, Alaşehir, Yenişehir, Eskişehir, Beyşehir ve benzerleri gibi târihle ve şerefle dolduran illerimizdeki şehir kelimesi yerine kullanılmak istenen kend, kand kelimeleri, Soğd-Sanskrit dillerinden; acun kelimesi Soğdca'dan, Oğuz Kağan destanında rastladığımız sıra kelimesi Yunanca'dan, semâ mânâsındaki kök: gök kelimesi, hattâ kahraman mânâsındaki alp kelimesi Moğolca'dan girmiştir. Yine eski Türklerin, inanışa âit, çok sayıdaki dînî kelimeleri de Hind ve Çin gibi, dînin felsefesini yapan cenup [güney] ülkeleri dillerinden alınmıştır. Yine Oğuz Kağan destanında rastladığımız dost kelimesi, Türk diline Fârisî'den girmiştir. Eski Türkçe'de böyle kelimelerin sayısı çoktur. Bu çokluk, Türklüğün dünya tarihindeki gerçek yerini ve hizmetini tanıyanlar için, ayrı bir iftihar mevzûudur. Bizim dilimize musallat olanların büyük gafleti, meselâ Sanskritçe-Türkçe, Çince-Türkçe, hattâ Moğolca-Türkçe sözlükler vücûda getirmeden ve böyle lügatlere aldırış etmeden, kısaca, eski Türkçe'nin, içinde yükseldiği, ortak Asya medeniyetleri dillerini kaale almadan, Türkçe üzerinde söz söylemeğe, hattâ ameliyat yapmağa kalkmalarıdır. | ||
![]() |
![]() | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türkçe'nin alaylı âlimleri, bu mevzûlarda o kadar gafil veya maksatlıdırlar ki, Türkçe'ye, daha çok Moğol istilâsından sonra ve târihte ilk defa zorla sokulmuş, birtakım geri kelime ve ekleri de Türkçe sanmış ve bunları Türkiye Türkçesinde diriltmeğe kalkmışlardır. Bugün devlet teşkilâtında kullanılan sayıştay, danıştay, yargıtay gibi kelimelerdeki ekler, böyle ekler ve böyle yanlışlardır. Bu kelimeler Türkçe değildir. Yine alaylı âlimlerce uydurulan görev, ödev, saylâv, söylev gibi kelimelerdeki ekler de böyledir. Bu kelimeler de Türkçe değildir. Zamânımızda Türk dili, işte bu şaşkınlıkların perîşanlığı içindedir. Çünkü târihte büyük medeniyet kurmuş milletlerin Türkçe'de tamâmıyle millîleşmiş kelimelerini atıp, yine târihte Türk milletine en büyük fenâlığı yapan Moğollar gibi barbar bir kavmin kelimelerini, bu millete, Türkçe'dir diye kabul ettirmeğe kalkmak, daha başka kelimelerle de vasıflandırılabilirse de, şimdilik en hafif vasıf, bu şaşkınlıktır. * Hakîkat şudur ki Türk milleti gibi, asırlarca hattâ çağlarca dünya sathında konuşmuş büyük ve fâtih bir milletin dili özdil olamaz, imparatorluk dili olur. | ||
![]() |
![]() | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir dilin imparatorluk dili olması ve yalnız bir vatanda değil, birçok vatanlarda işlenip güzelleşmesi, o dile, bu engin vatan topraklarından yükselen, zengin ve üstün sesler kazandırır. O milletin dil mûsıkîsi de âlemşümûl bir mûsıkî üstünlüğüne yükselir. Türk dili üzerinde yürekten konuşabilmek için, önce bu mûsıkîyi, yani bu vatanın seslerini duyabilmek ve anlayabilmek lâzımdır. Bu bakımdan Yahyâ Kemâl'in: Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden, Ve ondan anlamayan, birşey anlamaz bizden. söyleyişi, Türk mûsıkîsi kadar Türk dili için de doğrudur. Bu büyük şiirin devâmındaki, Açar bir altın anahtarla rûh ufuklarını, Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını, ............... Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan, Sihirli rüzgâr eser dâimâ bu topraktan mısrâları, tereddütsüz, Türk dili için de söylenmiş gibidir. Çünkü Türkiye Türkçesi'nin, aslında, dünyanın en güzel sesli dillerinden biri olması üzerinde, dokuzyüz yıllık bir zamandan beri, en büyük coğrâfî tesir hiç şüphesiz, Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi'nin tesirleridir. Fakat Türkçe, tıpkı Türk milleti gibi, târihin bu dokuz asrında ve dünyanın üç kıt'ası üzerinde yeni bir dil imparatorluğu kurmuştur. | ||
![]() |
![]() | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Hâdise şöyle olmuştur: Türk dili, bugünkü Türkiye topraklarına, eski Asya ülkelerimizin hür ufuklarla çevrili bozkırlarından kopan gür ve erkek sesli bir mûsıkîyle gelmiştir. Bu sebepledir ki Türkiye Türkçesi'nde eski bozkır sesleri, ve İdil ırmağının akışından yükselen sesler vardır. Fakat Türkiye Türkçesi'nde bu kadîm sesler yanında, Nil nehrinin taşkınlığı da seslenir; Dicle'nin, Fırat'ın, Tuna'nın, Meriç'in ve Anadolu ırmaklarının akışları da... Türkiye Türkçesi'nde Karadeniz kıyılarının, poyraz rüzgârı kadar canlı, çevik ve çabuk sesleri de vardır; Adalardenizi sâhillerinin lodos rüzgârı, zeybek mûsıkîsi ve efe raksı gibi heybetli, ağır ve atmosfer dolduran sadâları da... Aynı dil, Tanrıdağı rüzgârlarının uğuldayan seslerinden ne kadar hâtıra saklıyorsa, Macaristan ovalarında, dünyaya Türk gücünü tanıtmak için ilerleyen: Sultan Süleyman ordusunun hür davulları ndan da o kadar heybet ve hâtırayla yüklüdür. | ||
![]() |
![]() | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Arabistan çöllerinin uzun, İran yaylalarının uzatılan sesleri; İtalyan sularında, korsanlar kadar, dalgalarla da çarpışan Levendlerin bu zafer ve mâcerâ ufuklarından getirdikleri gür sesler, Türkiye Türkçesi'nde ve onun bütün yaşayan kelimelerinde bir mûsıkî saltanatı hâlinde mevcuddur. Yine bu bakımdan; Yahyâ Kemâl'in: Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hürr esen rüzgâr, Ses götürmüş bütün baharlardan. O dehâ öyle toplamış ki bizi, Yedi yüz yıl süren hikâyemizi Dinlemiş ihtiyar çınarlardan. Mûsıkîsinde bir taraftan dîn, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn, Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış. Nice seslerle gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkımiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış. sözleri, târif ettiği, Itrî'nin mûsıkîsi kadar, büyük Türk dili için de doğrudur. Böyle bir dilin kelimelerini hor görmek, hakîr görmek, hele şu veya bu politik veya ideolojik sebeple dilden atılabilir görmek, en az, onların oluş ve yontuluş târihini bilmemekten, hattâ sevmemekten doğan büyük gaflettir. | ||
![]() |
![]() | #17 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çünkü, milletlerin olduğu gibi, kelimelerin de târihi vardır. Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve evlâtlarını o kelimelerle sevmiş ve bu kelimeleri tamâmıyle millî bir sanatla işleyip Türk yapmışsa, evlâtlar, artık o kelimelere düşman kesilemezler. Unutmamak lâzımdır ki Türk dili, Kendi Gök Kubbemiz kitabını meydana getiren muhteşem şiirlerin söylendiği lisandır. Bir dil, Açık Deniz gibi, Süleymâniye'de Bayram Sabâhı gibi, Bir Tepeden, Itrî, Vuslat ve Erenköyü'nde Bahar gibi şiirler söyleyebiliyorsa, bu dil, hattâ dünya ölçüsünde büyük lisan demektir. Kendi Gök Kubbemiz, bir semboldür. Türkçe, ona benzer ve onun ayarında İstiklâl Marşı, Çanakkale Şehidleri, Bülbül ve benzerleri gibi, Ahmed Hâşim'in Piyâle'sinde mûsıkîleşen şiirler gibi, Orhan Seyfi'nin Peri Kızıyla Çoban Hikâyesi gibi, Fâruk Nâfiz'in Han Duvarları gibi, daha nice şiirler söylemiştir. Bir milleti, ebediyyen ayakta tutabilecek kudretteki bu müstesnâ şiirler, biliyoruz, milletimizi çürütmek isteyenlerin kâbusudur. | ||
![]() |
![]() | #18 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Biz o inançtayız ki dünya ölçüsünde bir şiir lisânı olan Fransızca'nın en gür sesli şâiri Victor Hugo, o tannân ve raksân [güzel sesle çınlayan ve danseden] Fransızcasıyle söylemek isteseydi, Süleymâniye'de Bayram Sabâhı şiirini, belki de söyleyemezdi. Bugün Türkiye'de yeni Türk nesillerine ebediyyen unutturulmak istenen dil, işte bu dildir. Bu dil, Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede, Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de. Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi, Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan mısrâlarıyle başlayarak, bizim Anadolu'daki en büyük millî tekevvünümüzü [var oluşumuzu] dile getiren şiirdir. Bu şiir, Ordu - milletlerin en çok döğüşen, en sarpı, Adamış sevdiği Allâhına böyle bir yapı. En güzel mâbedi olsun diye en son dînin Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin seviyesine yükseldikten sonra, bize millî romantizmimizi, el ile tutulacak kudretle idrâk ettiren, şu mısrâları sıralayan şiirdir: | ||
![]() |
![]() | #19 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum! Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum! Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi, Kubben altında bu cumhûra bakarken, şimdi, Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânı bir insan yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allâhı anarken, bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış, nice bin at yelesi! * Bir milletin dili, işte böyle şiirleri söyleyebilecek ulviliğe yükselmişse, bu dili, bir milletin gözü önünde öldürmeğe kalkmak, en hafif tâbiriyle, cinâyetlerin en büyüğüdür!... Çünkü Türk dili, (tekrâr ediyoruz ki) herhangi küçük ve başkalarına mahkûm bir millet dili değil, târihin daha ilk anlarından başlayarak bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Bunun için büyük millet olmak lâzımdır. Büyük milletlerin dili de tabiatiyle, büyük vatanlarda işlenmiş, büyük dil olur. Yine tekrâr ediyorum: Türk milleti tarafından fethedilmiş topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, aynı millet tarafından fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi olmuştur. | ||
![]() |
![]() | #20 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| O kadar ki... Yıllarca evvel, Asya'daki Türk toprakları yetmiyormuş gibi, bizden Kars'ı ve Ardahan'ı isteyen yabancı emele karşı, bir Türk şâirinin söylediği: Verilmeyecek şeyler vardır, Şeref gibi, şan gibi... Kars gibi, Ardahan gibi... mısrâlarında yükselen sesler, nasıl, Toprak verilemez! diyorsa, tıpkı bunun gibi: Asırlarca Türk'ün malı olmuş, Türk sesiyle ve Türk sanatıyla işlenmiş; ev, âile, köy Türkçesine, aşk ve îman Türkçesine girmiş; Türk'ün heyecânına işlenip vicdânına yerleşmiş ve Türk olmuş kelimeler de verilemez!.. Bunlar, bizim zafer ve şeref hâtıralarımızdır. Bunlar, birtakım aşağılık duyguları içinde çürüyenlerin değil, bizim büyüklük devirlerimizin ve yukarılık duygularımızın zafer âbideleridir. Bizimdirler ve bizim kalacaklardır. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |