![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
|
![]() | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bergamalılar 1997'deki Danıştay kararından sonra yaptığı açıklama ve çıkışlarda, Eurogold'un Bergama'yı terk etmesi gerektiğini, bu şirkete güvenilmeyeceğini, daha önce yaptığı gibi madeni yasa dışı bir şekilde çalıştırabileceğini, , yetkililerin maden alanındaki tel örgüleri söküp, Eurogold'u yöreden uzaklaştırmaları gerektiğini belirtmişti. Şimdi bu durum Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi tarafından tespit edilmiştir. Eurogold'un Bergama'daki varlığının potansiyel bir tehlike olduğu bir kez daha belli olmuştur. Eurogold'un kaçak ürettiği altın bulunmalı, kaçak kullanılan siyanürün havaya ve suya karışması sonucunda olmuş olabilecek ölümlerin tespiti için, Sağlık Bakanlığı köylerde doğal kabul edilen ölümleri inceleme altına almalıdır. 2. Bugün maden sahasında, Eurogold tarafından inşa edilmiş, Romanya'daki siyanür kazasına neden olan atık barajının benzeri bir "atık barajı" mevcuttur. Eurogold yetkilileri bu barajın çevre için tehlikeli olmayacağını (!) göstermek için bu baraja girip yüzerler. İçine ördek atıp resim çektirirler. Bergama Asliye Hukuk Mahkemesince tayin edilen Bilirkişi Heyetince hazırlanan Rapor'da: "423 dönümlük Orman arazisi için Eurogol'a verilen izinin 22.06.1997'de dolduğu", "bu sürenin uzatılmadığı", buna rağmen "bu arazinin Eurogold tarafından tel örgüyle çevrildiği", bu arazinin içinde "atık barajı mevcut olduğu", "6831 sayılı Orman Kanunun 17.Maddesi gereği izin irtifak hakkı verilen sahalar içinde olsa bile yapılacak olan her türlü bina ve tesisler için Orman Bakanlığından ayrıca izin alınması gerekirken, Bergama Orman İşletme Müdürlüğünün kayıtlarında her hangi bir izin talebi olmadığı gibi izinin verilmediği anlaşılmıştır" denmekte, Eurogold'un maden sahasını izinsiz olarak işgal ettiği, izinsiz olarak baraj inşaat ettiği açıkça tespit edilmiştir. Bu verilerden de görülmektedir ki, Eurogold'un maden sahasında yaptığı koskoca baraj kaçaktır. Küçücük bir gecekonduyu görüp garibanın başına yıkan yetkililer, koskoca barajı acaba neden görmüyorlar ya da görüyorlar da gereğini yapmıyorlar. Bergama'daki varlığı hukuk dışıdır ve ilgililerce bu kanunsuzluğa derhal son verilmelidir. 3. Romanya'daki atık barajı bilindiği gibi yağışlar sonucunda bendin yarılması, taşması sonucunda Avrupa'nın en büyük çevre felaketlerinden birine yol açmıştı. Bilirkişi Raporu'nda benzer durumun Bergama için de söz konusu olabileceği açıkça görülmektedir. Rapor'da: " davacılarla yaptığımız mülakatlarda, aşırı yağışlarda barajın kapasitesinden fazla suya maruz kalarak taştığı, dolayısıyla fazla suyun tahliye edildiği, bu zamanlarda barajın kuzey doğu yönünde bir sızıntının var olduğu'nun açıklandığı" tespit edilmiş, ve bu durumla ilgili olarak "uzman kişilerin görüşlerine baş vurulması" önerilmiştir. Söz konusu barajda binlerce ton zehirin depolanmak istendiği hatırlanırsa olayın korkunçluğu, Eurogold'un "benim teknolojim iyidir" türünden propagandalarını ne denli geçersiz olduğu bir kez daha görülür. Yukarıda belirtilen hususlardan anlaşıldığı gibi, Bergama Asliye Hukuk Hakimliği tarafından tayin edilen Bilirkişi Heyeti Tarafından yapılan tespitlerde, Eurogold'un Bergama'daki varlığının Hukuk dışı olduğu, suç işlediği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bergama ve yöresinde yaşayan on binlerce kişinin can güvenliğinin el an tehlike içinde bulunduğu açıktır. Bergama'da kurulu bulunan ve "Pergamon Derneği" olarak anılan Çevre Koruma Kuruluşu, AVRUPA PARLAMENTOSU'nun 22.02.2000 tarihinde aldığı Romanya'daki siyanürlü çevre felaketine ilişkin kararı (Tam Tercüme) Türk Kamuoyunun bilgisine sunar: "Avrupa Parlamentosu 22.02.2000 tarihinde aldığı kararla TUNA nehrindeki siyanür felaketini değerlendirdi. Bu kuruluşun BS-0164 no'lu kararında aşağıdaki hususlar saptandı: Avrupa Parlamentosu, A- Romanya Devletinin REMİN şirketi ile Avustralya'nın Perth kentinde kurulu ESMERALDA şirketinin ortaklaşa sahip olduğu Romanya'daki AURUL altın madeninden çevreye yayılan siyanürlü atıkların yol açtığı çevresel, tarımsal ve toplumsal felaketten dolayı tüm Avrupa'ya alarm verir, | ||
![]() |
![]() | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| B- Aşırı miktarda "siyanür" içeren 100.000 m3 suyun, Romanya'nın Somes ve Lepos, Macaristan'ın Tisza, Sırbistan ve Bulgaristan'ın Tuna nehirlerini kirlettiğini tespit eder, C. Avrupa'nın en önemli sulak arazisi olan, 4.300 km2 genişliğindeki Tuna deltasının kirlilikten temizlenmesi gerektiğini kabul eder, D. Suda normal düzeyden 700 kez daha fazla bulunan siyanür çok miktarda balığın, kuşun, sudaki diğer canlıların ölümüne neden olduğunu belirler, E. Altın madenindeki siyanür kazasında sulara karışan "ağır metaller": doğal ekosistemin zarar görmesine; bio dönüşümün yok olmasına ; canlıların besin zincirinin , içme suyu ve tarımsal su kaynaklarının kirlenmesine yol açmış: Özellikle balıkçılar ve yerel turizmciler olmak üzere bölgede yaşayanları olumsuz bir biçimde etkilediğini saptar. Avrupa Parlamentosu, bu gerekçelerle, 1. Bu çevre felaketinden etkilenen tüm ülkelere sempatisini sunar, dayanışma içine olduğunu açıklar, 2. Avrupa Birliği'ni, bu çevre felaketinden zarar gören ülkelere yardım etmeye davet eder; bilim dünyasını, çevreci grupları, Avrupa Birliğine bağlı kurumları, kirlenmiş çevrenin temizlenmesi için gereken yardımda bulunmaya çağırır, 3. Romanya'daki felakete neden olan siyanürlü madenin Avrupa Birliği'nde geçerli çevre koruma Standartlarına uygun olmadığını tespit eder, Romanya yetkililerini endüstride çevreye zarar vermeyen teknolojiler kullanmaya davet eder, 4. "Kirleten Öder" ilkesi gereğince, söz konusu felakete yol açan Romanya'daki AURUL madenini işleten şirketin, felaketten etkilenen alanların temizlenmesi ve ekolojik zararın ödenmesinden sorumlu olduğunu belirler, 5. Avrupa Topluluğuna katılmak isteyen aday ülkelerle Topluluğun yapacağı görüşmelerde; çevreye zarar vermeyen sanayi, çevrenin kirlenmesinin önlenmesi, tüketicinin korunması gibi hususlarda Avrupa Topluluğu kurallarına uyulmasının kabul edilmesini zorunlu kılar, 6. Avrupa Birliği ülkelerine, bu gibi çevre felaketlerinde acil yardım sağlamak amacıyla, sivil koruma grupları kurulmasını önerir, 7. Bu kararların uygulanmasını sağlamak için, Avrupa Parlamentosu Başkanlığını; kararların Avrupa Konseyine, Avrupa Komisyonuna, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Yugoslavya hükümetlerine, AURUL ve ESMERALDA madencilik şirketlerine iletmesi için görevlendirir." Konuyla ilgili olarak, Bergama'da kurulu bulunan ve "Pergamon Derneği" olarak anılan Çevre Koruma Kuruluşu ve Bergama Belediyesi eski Başkanı SEFA TAŞKIN şunları söylüyor: 10 yıldan bu yana Bergamlıların uyardığı olası siyanür felaketi sonunda Avrupa'yı zehirledi. Tuna'yı kirleten Avustralyalı ESMERALDA şirketi Bergama'daki EUROGOLD'un akrabası. Romanya'daki siyanürlü madenin teknolojisi ile Bergama'da kurulan istenen siyanürlü tesis aynı. Sonunda olaya Avrupa Parlamentosu el koydu. Aday ülkeleri siyanür konusunda uyarıyor. Bu teknoloji Avrupa standarlarına uygun değil diyor. Avrupa parlamentosu bile Bergama'yı 10 yıl arkadan izliyor. İnsanlık çevrenin yıkımına yol açan siyanür canavarına dayanışma içinde "dur" diyebilmelidir. Avrupa'da siyanürlü altın madenlerini yasaklamak için hazırlıklar yapılıyor. Bergama'da, Uşak Eşme'de, Gümüşhane'de, Çanakkale Çan'da, Artvin'de siyanürlü altın madenleri işletmek yasaklanmalıdır. | ||
![]() |
![]() | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| KÖYLÜ NE DİYOR? Pulat Bektaş, nam-ı değer profesör. Çamköy’ de yaşayan köylüler kendisine bu adı yakıştırmışlardır. Çamköy adına o konuşuyor madenle ilgili. Önce ülkenin kalkınması için madenlerin kesinlikle işletilmesi gerektiğini söylüyor. Sonra ekliyor, ‘Ancak, toprağa, insana, canlılara zarar vermeden, risk oluşturmadan!’ Profesör, yaşadıkları toprakların çok verimli olduğunu, bu nedenle çok değerli ve yerleşim yerlerinin de birbirine çok yakın olduğunu söylüyor. Bu nedenle de çıkarılan cevherin yerleşim yerlerinden uzak ve verimli olmayan arazilerde işlenmesini talep ediyor. Kafasında şöyle bir soru var ‘Bilimde bir şey ya vardır ya da yoktur.Eğer bir kirlilik, zehirlenme, sızma ya da taşkın gibi bir olasılık varsa, o zaman risk de oluşmaz mı? Peki, biz yıllar boyunca bu riskle yaşamaya mecbur muyuz?’ Ama, köylülerin en çok içerledikleri şey, dediklerine göre devletin hiçbir görevlisinin kendilerini görmeye, bilgilendirmeye, onları bekleyen tehlikeleri ya da fırsatları anlatmaya gelmemiş olması. Bir istekleri var devletten: ‘Devletimiz buraya etüd çalışması yapmak üzere bir grup bilim adamı göndersin. Köylerimizin devletimize katkısı hesaplansın, bugüne kadar tarımdan elde ettiklerimiz, ödediğimiz vergiler, yarattığımız katma değer ve bundan sonra kazandıracaklarımız. Eğer burada çalıştırılan altın madenin sekiz yılda kazandıracağından azsa, biz tüm dünyadan gereken parayı toplar devletimize veririz.’ Civardaki köylerde teknolojik tarım yapılıyor. En büyük gelir kaynakları zeytin. Profesör bundan 50 yıl önce zeytinin yağını çıkarmak için kocaman değirmen taşını kol gücüyle çevirdiklerini, yıllar geçtikçe bu ilkel yöntemlerin yerlerini yeni ve teknolojik yöntemlere bıraktığını söylüyor. ‘Şimdi’ diyor Profesör, ‘Makinenin bir ucundan zeytini atıyoruz, öbür ucundan yağı çıkıyor. Bu maden de binlerce yıldır bu toprakların altında bekliyor. Acaba, zararsız bir yöntem bulunana kadar biraz daha beklese olmaz mı?’ | ||
![]() |
![]() | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TARTIŞILAN MADEN Bergama’daki madenle ilgili birçok tartışılan nokta var. Bunlardan ilki, bölgedeki deprem riski. Kimi bilim insanları, Dikili-Bergama arasında, Kaynarca fayının bulunduğunu ve olası bir deprem sonrasında atık havuzu tabanında ya da yan duvarlarında oluşacak bir çatlağın tonlarca siyanürün ve ağır metal yüklü atığın yeraltı sularına karışacağını belirtiyorlar. 1939’da bölgede yaşanmış şiddetli depremin yineleceği korkusuna karşılık, Prof. Dr. Aykut Barka ve arkadaşlarının raporunda, Bergama Grabeni’nin kontrol edildiği fay sistemlerinin en az Halosen’den beri aktif olmadığı ve dolayısıyla madendeki atık barajını tehlikeye sokacak önemli bir deprem oluşturma potansiyelinin bulunmadığı anlatılıyor. Ayrıca raporda, atık havuzunun deprem sırasında 0,6 g yer ivmesine dayanacak sağlamlıkta inşa edildiği belirtiliyor. Yine rapora göre, havuzun etkilenmesi ancak bu düzeyin üstündeki katastrofik bir depremin etkisiyle olabilir. ‘Bu durumda atık havuzundaki hasarın, insanlar ve diğer canlılar üzerindeki dolaylı etkisi, depremin yaratacağı doğrudan etkinin yanında ihmal edilebilir.’ deniyor. Tartışmanın diğer ayağını atık barajı oluşturuyor. Bu konudaki bir görüşe göre, atık havuzuna serilen plastik örtünün geçirimsizliği tartışılmalı. Kaynakla birleştirilen örtüde delik ve yırtılma olmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyenler, örtüde bir sızdırma olması durumunda, havuzda depolanan ve birincil derecede kirletici olan siyanür ve ağır metallerin yeraltı sularına sızma olasılığı çok büyük. Bu görüşe karşı olanlarsa, havuzun inşasının DSİ kontrolünde gerçekleştirildiğini ve havuzda kullanılan kil astarın geçirimsizliğinin 0.00000007 ve plastik örtünün geçirimsizliğinin de 0.0000000001 olduğunu söylüyorlar. Ayrıca, bütün bunlara karşın bir sızdırma olması durumundaysa, atık havuzuna gönderilmeden önce de bir arıtmanın yapıldığını ve siyanürün siyanata ve metal iyonlarının da metal tuzlarına çevrilerek kararlı hale getirildiği için herhangi bir ciddi tehlike yaratmayacağını da ekliyorlar. Bunun yanında, siyanürün atık havuzuna <0.1 mg/l olarak boşaltılması ve doğal bozunma süreçleriyle tamamen ayrışması sonucu , serbest siyanürün toksik etkisinin ortadan kalktığı görüşünü de savunuyorlar. Tartışılan kimyasal madde yalnızca siyanür değil elbette. Madendeki kayaçların yapısı içinde bulunan 2500 ton arsenik, 1500ton antimuan, 600ton kurşun ve yaklaşık aynı miktarda cıva,çinko ve kadmiyum aktif hale geçeceğini söyleyen bilim adamları, özellikle arseniğin çok ciddi sağlık sorunları yaratabileceğini söylüyorlar. 1993’te Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği, içme suyunda bulunabilecek arsenik derişimi 0.01mg/l. Buna karşılık, diğer görüş, madende işlenen cevherdeki toplam ağır metal içeriğinin benzer bir madendekine oranla çok daha düşük olduğu yolunda. Madenin güvenli olduğunu savunanlar ayrıca, cevherin yüksek alkali özelliğinin de metal bileşenlerinin çözünebildiği bir ortam yarattığını vurguluyorlar. Bunlar uzayıp giden tartışmaların bir bölümü, elbette ki her iki tarafında birbirlerinin söylediklerine verilecek yanıtları hazır. İNTERNETTEN MAKALELER Ekonomi Kurtulacak çünkü; "Bizde Altın Bol" Haydi hep beraber bu ayrıntılara bir kez daha göz atalım, "Al gözüm, seyreyle Salih" misali... İnsanın onunla tanışması, 8 bin yıl geriye dayanıyor. Bir zamanlar elde edilişi kimyasal bir çaba gerektirmediğinden, belki de insanoğlunun metalik alet yapımında kullandığı ilk malzeme olan altın konsantrasyonunun tonda 1 grama ulaştığı yerler günümüzde "altın rezervi" sayılıyor. | ||
![]() |
![]() | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Günümüzde dünya üretimi yılda bin 600 ila iki bin 200 ton arasında değişiyor. Bunun sadece 150-200 tonu teknolojik amaçlı kaplamacılıkta ve birkaç kilogramı da ilaç yapımında kullanılıyor. Her yıl milli bankaların stoklarına ve özel kasalara giren miktar ise, 75-100 ton civarında. Kısaca yıllık altın üretiminin yüzde 85'i takı ve ziynet eşyasına dönüşmekte. Dünyada bu güne kadar çıkarılmış ve insanoğlunun elinde bulunan altının toplam miktarı 200 bin tonu bulmakta. Bunun 6 bin tonu (yani yüzde 3'ü) Türkiye'de. İnsanoğlu hesabını kolay kolay veremeyecek O halde neden üretiliyor? Tamamen spekülatif amaçlı!.. Devlet olarak bastığınız paraya karşı altın stoklamak gereğini duyuyorsanız, banknotlarınızın değerini savaş durumunda garantiye almak istiyorsunuz demektir. Bu açıdan bakıldığında altın, bir savaş körükleyicisidir. Barış altına yaramamaktadır. Altın, parıltısını biraz da kana borçludur. Altın iyi-kötü dünyanın her yerinde vardır. Burada önemli olan, kayaç içindeki altının tonda kaç gram olduğu değil bu işin politik açıdan hangi ülkede yapılabileceğidir. Sayıları günümüzde 600'ü aşan çokuluslu altın şirketlerini doğuran ana firmaların sayısı 10'u geçmez. Ülkelerinde de sevilmezler. Aslında madenci olmadıkları halde maden yasalarının sağladığı kolaylıklardan yararlanmak için, tüm dünyada madenci postuna bürünerek gezen bu çokuluslu tekellerin sermayedar ülkeleri ABD, Kanada, Avustralya ve Güney Afrika Cumhuriyeti. Bu, dört türev ülkeyi yaratan Avrupa'nın üç kabadayısı İngiltere, Almanya ve Fransa da, dünya altın pastasından paylarını elbette almaktalar. Dünyada altın çıkararak zengin olmuş hiçbir ülke yok! Çokuluslu altın tekelleri eliyle topraklarında altın üretimi yapılan 30 ülke var. Sayalım: Papua-Yeni Gine, Guyana, Etiopya, Gana, Gine, Mali, Fildişi Sahili, Mozambik, Namibya, Sudan, Zaire, Zambiya, Zimbabve, Hindistan, Endonezya, Malezya, Filipinler, Fiji, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Honduras, Nikaragua, Brezilya, Arjantin, Bolivya, ªili, Kolombiya, Ekvator, Venezuela. Muz Cumhuriyetindeki altın tükenmeye yüz tutunca, çokuluslu altın tekelleri, Kuzey Yarımküre'nin eski dünya'sında da eski alışkanlıkları sürdürüp, demokrasi ve insan haklarının topalladığı, hukukun üstünlüğü ilkesinin askıya alınabildiği ve keyfiliğin hüküm sürdüğü ülkeler aramaya koyuldular. Bizde de, 1984 yılında çıkarılan 3213 sayılı, "Maden Teşvik Yasası", 1986 yılında çıkarılan, "Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası" ile pekiştirildi ve bu hukuksal alt yapı 1567 sayılı, "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu" ile bütünleştirilince pek becerikli bir ebe çıktı ortaya! Bu ebenin ellerine tam 24 bebek doğuverdi; yüzde 100 yabancı sermayeli 24 adet 'Türk şirketi' ve çok kısa zaman içinde bunlara 580 adet arama, 170 ön işletme ve 17 adet işletme ruhsatı verildi. Çokuluslu (daha doğrusu, ulussuz) bu altın şirketlerine tahsis edilen arazi yaklaşık 58 bin km2 tutmakta. Maden ruhsatlarının mülkiyet tapularından daha üstün ve istimlak yetkisiyle donatılmış olduğu göz önünde bulundurulursa, şu soruyu sormak gerekmez mi: Bu imtiyaz sözleºmeleri ikinci Sevr Anlaşması değilse, nedir? | ||
![]() |
![]() | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Devlet elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan Oysa ne büyük 'vizyonları' vardı bu ruhsat ve izinleri verenlerin... İlk olarak, çokuluslu altın tekellerinin bu ülkede her istedikleri yeri eşmelerine, kirletmelerine, yeraltı zenginliklerinin keyfini çıkarmalarına göz yumulacak, ama bu vesile ile, nedenli misafirperver bir yatırım ülkesi olduğumuz yedi düvelin yabancı sermayesine ilanen duyurulmakla kalmayıp, bilfiil ispat etmiş olacak. Ayrıca devletimiz, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan oturduğu yerden para kazanacaktı. Çıkarılan altının yüzde 90'ından fazlasını götüreceklerdi. Ama yine de hiç olmazsa görünürde yüzde 5'i madencilik fonuna, yüzde 5'i de yerel yönetimlere vergi olarak bırakılacaktı. Üstelik bu çokuluslu yabancı şirketler, altını arayıp bulmak (jeoloji), çıkarma (madencilik), cevheri iºletme (kimyasal metalurji), siyanür arıtma (avutma) ve siyanürlü çamur depolama (pislik) konusundaki 'yüksek teknolojilerini' ülkemize transfer edeceklerdi. Dahası, bu şirketler ülkemizin bilmem kaç insanına iş ve aş sağlayacaklardı. Gerçi bu istihdamların en uzun ömürlüsü taş çatlasa on yıl olacaktı, ama bu da hiç yoktan iyiydi. "Vizyon sahipleri" yukarıdaki getiri hesaplarını yaptılar. Götürü hesaplarını yapmak ise "Türkiye'nin altın çağına girmesini istemeyenler" in payına düştü. İki bacağı ile futbol oynayan Jardel'in sadece bir bacağı bile değil Şimdi de "İstemezükçüler" hangi zenginlikleri tepiyor, bir görelim: Tuprag Şirketi: Balıkesir-Havran'ın Küçükdere madeninde 6 yıl boyunca her yıl 1.3 ton, Eskişehir-Kaymaz'ın Sivrihisar madeninde 8 yıl boyunca her yıl 0.7 ton; Eurogold Şirketi: Gümüşhane-Mastra madeninde 10 yıl boyunca her yıl 1.5 ton, Bergama-Ovacık madeninde 8 yıl boyunca her yıl 2.8 ton; Cominco Şirketi: Artvin-Cerattepe madeninde 10 yıl boyunca her yıl 1.2 ton altın çıkarılacaktı. Hepsi ne ediyor? Yılda 7.5 ton Bugünkü değerden ne tutar? ˜70 milyon dolar Şirket beyanlarına göre üretim maliyetleri ne kadar? ˜53 milyon dolar Net kar ne? ˜17 milyon dolar Maden kanunu 15. maddesine göre Türkiye'ye bırakacakları servet (!) ne tutuyor? 1.7 milyon dolar Jardel'in transfer ücreti neydi? 28 milyon dolar (Son sorunun yeri değildi, ama aklımıza geldi soruverdik!) Evet, bu beş maden aynı anda faaliyete geçerse, her yıl ulusal bütçemize yapacakları katkı ile ne alabiliyoruz, gördünüz mü? İki bacağı ile futbol oynayan Jardel'in sadece bir bacağı bile değil. Üstelik adam keyfine göre canı isterse oynuyor, istemeze de ortadan kayboluyor. Ve sen uluslararası futbol camiası nezdinde hiçbir şey yapamıyorsun! Bu da işin bir başka acıtan yanı! Neyse ki devlet büyüklerimiz bu durumu zamanında fark edip 580 arama ruhsatının 170 adedini ön-işletme ruhsatına çevirdiler. Bu ruhsat ve izinleri imzalayan siyasiler ve bürokratlar nasıl oldu da ülkemizin bu yolla zenginleşeceğine inandılar veya ikna edildiler, anlamak kolay değil! TU Berlin International Dergisi'nin Mayıs 97 sayısında yayınlanan madenci sekiz bilim adamının ortak makalesinden bir alıntı da bu sırada iyi olacak; "Gelişmekte olan ülkelerin altın madenciliğinden beklentileri hüsranla sonuçlanmaktadır. Çünkü gerek madeni işlemek için kurulacak olan sınai tesisinin ilk yatırım giderleri, gerekse işletme sarf malzemeleri (özellikle siyanür) için ödenen döviz miktarı ülkeye kalacak altının döviz getirisi ile baş başa gelir." Kısaca, bu sınai faaliyetten ev sahibi ülkeye bir tek şey kalır. Zehirli proses atıklar! Hem sonra altın şirketlerinin siyanür üreticisi şirketlerle olan ortaklıklarını unutmamak gerek. Bu piyon şirketlerin arkasındaki büyük patronların kasasına giren kardan altının payı azalırsa, siyanürün payı artar. Bu şirketleri barındıran sermaye şemsiyesi altında ayrıca uranyum üreticileri, nükleer enerji şirketleri ve nükleer atık tüccarları da var. Günümüzde nükleer ve zehirli kimyasal atıkların bertaraf edilmesi, gelişmiş sanayilerin başındaki en büyük dert. Bu nedenle, atık barajları inşa eden, yer kabuğunda galeriler oyan, büyük çukurlar açan altın şirketleri, nükleer atıkçı şirketler için en çok değerli birer ortak ve bulunmaz birer nimet olmuyor mu? | ||
![]() |
![]() | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ülkemizin durumuna bir de bu açıdan göz atalım Altın madenciliğinde siyanüre bulanmış ve binlerce ton aktif ağır metal içeren çamurun depolanması için işletmenin bulunduğu yerde atık barajı yapılması, yani yüzlerce ve bazen binlerce dönüm alanın üstü açık bir tehlikeli atık deposu olarak kullanılması, hem mühendislik etiğine, hem de akla, mantığa ve insanların yaşam hakkına aykırı. Çokuluslu altın tekellerine Türkiye'de lobicilik yapanlar, Türkçe'nin inceliklerinden de yararlanmayı ihmal etmediler. "Madenler bulundukları yerde çıkarılır ve işletilirler" gibi sözlerle kamuoyunu yanıltmaya çalıştılar. Konuya yabancı bir siyasetçi, bir bürokrat ya da sokaktaki adam maden işletmesi ile kimyasal-metalurji işletmesinin farkını nereden bilsin? Altın cevherini bulduğun yerde maden işletmesi kur, siyanürlü su ile öğüttüğün cevheri bir açık hava kimya fabrikasında düpedüz bir hidrometalurjik işleme tabi tut, sonra da "Ben kendi proses atığımı kendim bertaraf edeceğim." deyip siyanür ve siyanürün türevlerini içeren zehirli atığı hemen oracıkta toprağı oyarak inşa ettiğin baraja, yani üstü açık zararlı atık deposuna gönder! Bunun neresi "Entegre madencilik"? Bu ülkede her sanayici ürettiği zararlı atığı bir plastik folyoya sarmalayıp bahçesine gömme hakkına sahip mi? "Amerika'da nasıl yapılıyorsa, Türkiye'de de öyle yapılacaktır" demek hangi gelişmişliğin ölçüsüdür? ABD'de halen geçerli olan Maden Kanunu, 1872 yılında özellikle altın kazıcıların siyasi baskısıyla ve "Vahşi Batı'nın" yerleşime açılmasını sağlamak için başkan S. Grant döneminde çıkarılmış bir yasa. Science and Technology dergisi, "Altına hücum ülkeyi kirletiyor." diye yazıyor; Oregon Eyaleti Doğal Kaynaklar Konseyi, "Siyanür madenciliği, kirletilmiş çevreyi temizlemek için gelecekte süper paralar harcamayı gerektirecektir." saptamasında bulunuyor ve Senatör Dole Bumpers, "1872 yasası, çağı geçmiş kötü bir yasadır ve değiştirilmelidir." diyor. Şu anda kanun değişikliği teklifi Amerikan Senatosu'na gelmiş olup, başkan Clinton'un önündedir. ABD Çevre Koruma Ajansı EPA'nın 1992'de yayınladığı veriler, bu ülkede bulunan 900'ü aşkın siyanür barajından 800'ünün sızıntı yaptığını ortaya koymakta. Bir de çevre değerlerinin görünenleri var; Örneğin Balıkesir'in Havran ilçesinde, Kaz Dağları ile Madra Dağları'nın ortasında yer alan ve "Zeytin Denizi" olarak bilinen vadide siyanürlü atık barajı yapmak için 300.000 zeytin ağacını kesme fikri hangi sağlıklı beyinden çıkabilir? Unutmamak gerekir ki bir ağacın fonksiyonel değeri, ilgili literatürde tomruk bedelinin 2.000 katı olarak verilmekte! Risklerle dolu siyanürlü altın üretiminin yol açacağı kesin zararlar ve muhtemel kazalar sonucu neyi kaybettiğimizi nasıl bileceğiz? Ve kaybettiklerimizi hangi kriterlere göre fiyatlandıracağız? Çanakkale-İzmir karayoluna sadece 50 metre mesafedeki Ovacık köyüne, Mastra ve Mescitli'nin sarp kayalıklarına veya Artvin'in uçurumlu yollarından Cerattepe'ye 8-10 yıl boyunca her hafta 10 ton siyanür ve kükürtdioksit taşıyan kamyon ve tankerlerin, trafiği malum bu ülkede kaza yapmayacaklarının garantisi nedir? | ||
![]() |
![]() | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Resmi ağızlar, işletilmesi düşünülen madenlerin rezerv miktarlarına ve terörüne ilişkin tüm rakamları çokuluslu şirketlerin verilerinden almakta. Yani başka bir deyişle, altın üretiminden Türkiye'ye vergi olarak bırakılacak payın miktarı bu şirketlerin beyanına ve vicdanına kalıyor! Götüreceğinin yanında getireceğinin sözü edilmeyecek bu altın macerası uğruna kaç il ve ilçeyi insanıyla, toprağıyla, ormanı ve canlısıyla feda etmeye hazırız? Atık barajı konusunda gözden kaçırılan en önemli noktalardan biri de, siyanürlü çamur barajlarının stratejik birer hedef teşkil etmeleri. Yılda en az 100 bin metreküp taze su gereksinimi olan altın işletmeleri ya taban suyunun bol bulunduğu yerlerde ya da akarsu kenarlarında planlanmakta. Bu üstü açık zararlı atık depolarının askeri veya para-militer hedef olmaları durumunda, kentlerin içme suyundan mahrum kalması ve bu akarsuların ulaştığı tarım alanlarının yıllarca elden çıkması, tamiri ve tazmini mümkün olmayacak felaketler demek. Ulusal varlıklarımızı, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi biz düşünmezsek, elin siyanürcüsü düşünür mü? Çok uluslu altın tekellerinin getireceği "İleri teknoloji" Zaten eski çağlardan beri altının nerelerde çıkarıldığı biliniyor, gider orayı deşersiniz. Bakın, Balıkesir-Havran'ın antik adı "Auralina" dır; altın ülkesi anlamına gelir. Bergama'da çok eski çağlardan beri altın çıkarılmış. Ünlü "Altın post" efsanesi Artvin dağlarında geçer. Gümüşhane'nin zaten adı üstünde... Bunlar sır değil. Bütün olay, sık sondajlarla cevher yatağının iyice netleşmesi. Günümüzde böyle bir olayın masrafı 1-2 milyon dolar civarında. Esas sorun, arama kademesinde böyle bir finansmanı seferber edecek yatırımcınızın olup olmaması. Güney Afrika'da ve Avustralya'da işletilmekte olan altın madenlerinin pek çoğunda 4 bin metrenin altına inilmekte. Bin metreyi geçtiğinizde kayalar el değmeyecek kadar ısınır. Bu tür ocaklarda uygulanan maden çıkarma yöntemleri ve soğutma sistemleri gerçekten ileri teknoloji gerektirmekte. Oysa, ülkemize gelen yabancı şirketlerin inecekleri en derin nokta 184 metredir. Bir gökdelen inşaatında 70-80 metre temel kazıldığı göz önünde tutulursa, burada yapmak istediklerinin madencilik değil, dozer operatörlüğü olduğu söylenebilir. Çokuluslu altın tekellerinin siyanürlü çözümlendirme tesisi kurma konusundaki bilgi, beceri ve teknolojilerini de ülkemiz mühendislerine "kaptırma" niyetleri yok gibi gözüküyor. Aksi halde hiçbir özelliği olmayan çelikten mamul ve Türkiye'deki pek çok sanayi çarşısında imal edilebilecek nitelikteki siyanür tanklarını yurt dışında yaptırmazlardı. Nakliye masrafı imalat masrafından daha yüksek olan bu tankların tek özelliği, karıştırıcı pervanelerinin lateks kaplı olması. Konveyörlerinden öğütücülerine kadar, tesisin her parçası yurt dışından getirildi. Peki, hal böyleyken biz hala neyi tartışıyoruz öyleyse!.. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |
![]() | ![]() |